Dr. Nedim BİRİNCİ

Konu: Topal nereye giderse koltuk değneği de oraya gider.

 

Dedem Balkan harbinden topal dönmüş. O zamanlar takma bacak yokmuş.

Küçük ihtiyaçları için ayağa kalktığında iki kızılcık sopası kullanıyormuş. Koltuk değneği henüz hayata gelmemişmiş. Bacaksız kalmak ciddi bir eksiklik! Hiçbir yere gidememe. Akranları bize toplanıyor, kız saçı gibi kıyılmış sarı kehribar tütün getiriyor, bulabilmişlerse pirinç kâğıttan kaçak sarıyor ve tüttürüyorlarmış.

Kaçak kokusu evimize siner. Tipik bir kokudur. Sanki Türk kokar. Herkes tütün işlediğinden kaçak kokusuna alışkındır. Tütüncü olmayan hanelerde bu koku yoktur. Bizden olanı, yeni Türkçemizde özdeşliğimizi, yabancı dillerde identikliğimizi yani nitelik ve nicelik olarak benzerliğimizi simgeleyen bir az da tütün kokusuydu.

Kimlik çizgimizde tütün kokusu vardı, derken Bulgaristan Türklerinde koltuk değneği olma duygusu yoktu, diyorum. Herkes nereye biz de oraya ruh hakimdi. Altı olur, yedi olur, hep Allahın dediği olur sık kullandığımız atasözlerimizden biriydi. Bu bir inanç olarak çok derindi. Kim ne yaparsa yapsın, bizimle ilgili ne gibi planlar yapılırsa yapılsın, sonunda Tanrı’nın dediği olur inancı güçlüydü. Bu, biz Bulgar okullarına giderken annelerimizin endişelenmesini engelleyen temel dayanaktı. Bu yüzden olacak, Türk evlerinde öğrencilere “okulda ne öğrendin” sorusu pek sorulmazdı. Botev, Vazov, Smirnenski ve Vapsarov gibi Bulgar yazarların şiirlerini ezber öğrenmeye çalışırken bile, “oku oku, bugün öğrenir, yarın unutursun, canını sıkma!” dedikleri unutulmamıştır.

Annem ve babamın kitap okuyacak kadar Bulgarcası yoktu. Deneyimlerine ve duyumlarına dayanarak, Fransız klasik Viktor Hugo’nun “Deniz Emekçileri” eserindeki “İnsan zehre bile alışır” bilgeliğine kendileri varmışlardı. Bana acıyan gözlerle baktıklarını unutamıyorum.  Kimlikli yetişmemizin esasında aile ortamında öğrenilenden daha önemli ve üstün olan bir şey olamaz inancıydı. Pencere kenarındaki radyomuzdan Bulgarca bir şey dinlendiğini hatırlamıyorum. Bulgar TV-si evimize girdiğinde gençler ekrana kilitlenirdik. Annem yanımıza geldiğinde “Biz Türk’üz çocuklarım, kendinizi kaptırmayın” diyor, babamsa boş zamanında “Yeni Işık” gazetesini okuyordu. Yaşayış tarzımızda başkalarına koltuk değneği olma olasılığı yoktu. Derin köklerden güç alan Türk kimliğimiz dış etkilere karşı duyarlıydı.

Okuduğum kitaplardan “toplum mühendisliği” mesleğinin İngilizler tarafından icat edildiğini öğrendim. David Motodel’in “İslam ve Naziler” adlı incelemesi beni çok etkiledi. Eserin başından sonuna İslam dinine ve Müslümanlığa ahlak, kültür ve medeniyet olarak saygı var. Bu noktaya değinmemin nedeni, 70 yıllık bir yasaktan sonra Adolf Hitlerin “Kavgam” eserinin Almanya’da serbest satılmaya başlamasıdır. Almanya’daki yasaklı sürede Bulgaristan’da bu eser devamlı satıldı. Kenar sokaklarda “Hitler haklıydı! Yahudi masonlara ölüm!” veya “Milli sosyalizm tek çaredir!” hatta “Bize yeni bir Hitler lazım!” gibi sloganlar sıklaştı. Bunlar taban altında gürleyen bir ucube olduğuna işarettir. Bu

canavarın Batıda ya da Doğuda başka birilerine karşı hortlamaya hazırlandığına inansam bile, söz konusu ülke Bulgaristan olduğunda, dehşetin her defasında Türklere ve Müslümanlara karşı diş bilediğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Faşizan “Ataka1 partisi Başkanı V. Siderov’un Sofya’nın merkez meydanlarından birinde, Çingenelere hitaben konuşurken “hepinizden sabun yapacağız” sözleri kulaklarımda uğulduyor.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında İslam Nazizmle yüzleştiğinde ilkelerinden ödün vermedi. Bununla ilgili olarak, özellikle vurgulamak istediğim husus ise şudur: Araştırmacı yazar Motedel’ın eserinde, dünya savaşları arifesinde ve savaşlar esnasında Müslümanlarla ilgili olarak özel bir siyaset yürütüldüğüne yer verilmiştir. İngiliz Başbakanı Churchill  “Müslümanlarla ilişkileri hiçbir surette koparmama” siyaseti izlerken, 1941’de Doğu Londra’da Camii açtı, ardından Regents Parkta Londra Merkez Camii inşa edildi. İtalya diktatörü Mussolini 1941’de kendisini “Müslümanların koruyucusu”  ilan etti. Sovyet lideri Stalin bile 1942’de iyice sıkıştığında Kremlin’de 4 Müslüman heyeti topladı. Ufa kentinde ise Merkezli Müslüman Manevi Direktörlüğü kurdu. 1938’de Japonya’nın başkenti Tokyo’da Merkez Camii hizmete açıldı. Almanya’da ilk Büyük Camii 1934’te Bremen’de kuruldu. Büyük savaş sırasında bombalandı. Kuşkusuz şimdi dünya çok değişti. Artık Güney Fransa’da hizmet veren 2 bin camii var. Avrupa’nın en büyük camii de geçen yıl T.C. Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyib Erdoğan’ın da açılış törenine katılışıyla Moskova’da ibadete açıldı.

Koltuk Değneği -3” konusuna böyle girmemin nedeninde şöyle bir gerçek bulunuyor. Büyük devletler, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya geçen yüzyıl İslam dininden ve Müslüman alemden bir koltuk değneği olarak yararlanmayı akıllarından bile geçirmemişti. Toplam sayısı 2 milyara yakın olan Müslümanlar dünya siyaset, kültür ve medeniyetinde önemli bir faktör olarak görülmüştür. Farklılıklar ihtiva ederken çok önemli uygarlık değerleri de arz eden İslam saygı bulmuştur. Öyle olmasına rağmen, çağdaş dünyanın her karışında Müslüman ve Hıristiyan din, kültür ve medeniyetler arası kıyasıya bir savaşım aldı yürüdü. Biz Bulgaristan Müslümanları bu kıyasıya mücadele ocağında yanıp kavrulurken ortada kaldık. Türkiye, Rusya ve Batı arasında bir uluslar arası siyasi denge unsuru olan Bulgaristan’da Müslümanlar doğal olarak devamlı Türkiye’den yana olmaları gerekirken, Moskova tarafından denge bozucu unsur olarak kullanılmaya çalışılıyor.   Bu gerçeği, 17 Aralık 2015 gecesi, Bulgaristan Türklerinin etkin olarak desteklediği Avrupa-Atlantik, AB, NATO ve Türkiye ile dostluk ve işbirliği siyasetini yön değiştirmeye zorlayıp Rusya yörüngesine itmeye deneyen ve bu hedefe ulaşabilmek için HÖH içinde darbe yapan Ahmet Doğan hainliğinde açıkça görebildik. Son yıllarda saldırganlaşan Putin siyasetinde geçmişe dönüş dikkat çekiyor. Bilindiği üzere, 1520’den 1917’ye kadar topraklarını her yıl bir Bulgaristan kadar genişleterek büyüten, 1990’da birden bire çöküp küçülen Rusya, Putin yönetiminde hırçınlaştı. Son dönemde Yakın Doğu çatışmasında, ayrıca AB ile Moskova arasındaki gerginlikte biz Bulgaristan Türeleri’nin de giderek daha bürük baskı altına girdiğimiz görüldü. Bölgesel büyük güç olan Türkiye bu defada da bizim için kurtarıcı simit olarak sahneye çıktı.

1300 camiimiz, vakıflarınız, din okullarımız, İslam Enstitümüz, Baş Müftülüğümüz ve il Müftülüklerimiz olduğu dikkatte alındığında, biz Bulgaristanlı Müslümanların değil “koltuk değneği,ORTA DİREK olmayı doğal hak ve kazanım olarak hak edişiz. Bulgar ekonomisine, sosyal ve kültür ve medeniyetine olan son derece önemli ve büyük katkılarımız bize bunu layıkıyla hak ettirmiştir.

Tabii ki, bizde de din işleri her zaman siyaset dışında kalmıştır. Din kurumları tüzel kişi olarak seçimlere katılamaz, aday gösteremezler.  Devletimiz layık olduğundan dolayı dinlerin siyasete katılması ulusal yasalarla engellenmiştir. Din işleri devlet işlerinden ayrı yürütülür.

Gerek Hıristiyan, gerek Katolik, gerekse İslam dininin siyasete katılması hiçbir zaman onay bulmamıştır. Bulgaristan layık bir devlettir. Dinsel haklar anayasada yer almıştır. Dinimizin uzandığı alan camilerimiz, din okullarımız, müftülüklerimiz, gelenek ve törelerimizdir. Aynı zamanda Baş Müftülüğe bağlı olan Müslüman Manevi Konsey etkinlikleri sayesinde sözlü ve yazılı yayınlarla geleneksel özgün kültürümüzün dokusunu oluşturan Müslümanlık yaşam tarzımızda belirleyici rol oynar. Bu bakıma, biz, siyaset dışı oluğu esas alarak, Baş Müftülüğümüz hakkında Bulgaristan siyasetinde “koltuk değneği” rolü oynadığını iddia edemeyiz, söyleyemeyiz.

Bu tespitlerde bulunurken, Bulgaristan Türkleri Baş Müftülüğü’nün son dönemde ülkemizin toplumsal yaşamındaki rolünün arttığına, saygınlık ve önem kazandığına işaret eden birçok örnek de gösterebiliriz. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliv’in 2015’te Baş Müftülüğümüzü ziyaret etti. Baş Müftü Mustafa Hacı ile istişarelerde bulundu. Başbakan Boyko Borisov ile devamlı semereli temas kurulmuştur. Başta Türkiye Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan ve Başbakan A. Davutoğulu olmak üzere dış devletlerden heyetlerin Baş Müftülüğümüzü ziyaretleriyle bizi şereflendirmeleri onur verici olaylar arasında başta geliyor. Bu cümleden olmak üzere Baş Müftülüğe bağlı etkinliklerde bulunan İslam Kültür Merkezimiz kitap tanıtma, toplu çalışma, kurs, seminer ve bilimsel sempozyumları da İslam dininin barış ve hoşgörü gibi erdemlerinin tanıtılması açısından olduğu gibi, toplumda huzur sağlayan rolünü de ön plana çıkarma açısından saygınlık kazanıyor.

Olaylara bu açıdan bakıldığında, Bulgaristan Müslümanlarının fert, grup, etnik azınlık ve HÖH partisinde yada başka bir siyasi kuruluşta örgütlenmiş bir halk topluluğu olarak, Bulgar iç ve dış siyasetinde “koltuk değneği” olması olayına bilinçli tepki gösterebilmemiz gerektiğine inanıyorum. Başına buyruk, barıştan, güvenlikten, beraberlikten, iyi komşuluktan ve Türk-Müslüman kimliğimizi ayakta tutan bir tavır sergileyebilmemiz için Bulgaristan ve Balkanlar tarihi ve gelenek görenekleri dışında eski kıtaya ilişkin birçok başka genel kültür dallarında bilgiye sahip olmamız gerektiğine inanıyorum. Bir bakıma Müslüman olup da artık 138 yıldan beri Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasında yüzleşme hattında İslam dini mensupları olarak yaşamamız ve etnik ve dini bir azınlık olduğumuz dikkate alınırsa bilgisel, yerel ve genel kültür olarak daha dolgun bir hazineye sahip olmamızın gündeme gelmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Yine bu açıdan, Bulgaristanlı olup T.C. Üniversite ve bilimsel araştırma kurumlarında görev alan toplam 500 bilim adamına çok büyük ödevler düştüğüne ve düşeceğine de kesin olarak inanıyorum. “Sokma akıl, akıl olmaz.” “Bilinmeyen kaynaktan su içilmez!” gibi atasözleri memleketimizde öğrenmeye, bilgiye doğru atılımlarda bu kadroların tarihsel misyon sahiplerini çok yakında anlayacaklarına inanmak istiyorum. BU etkinliklerde taşıyıcı rolü Derneklerin üsleneceği kuşkusuzdur. BULTÜRK Kültür ve Hizmet Dernepşnde genç bilim adamlarının nabzı artık atıyor. Yeniliklerin, değişimin ancak kendi adamlarımızdan, kendi aramızdan yetişen hocalarımızdan, bilim adamlarımızdan geleceği biliniyor. Değişimlerin kapısını açacak olanlar bilgi sahibi gençlerimiz olacaktır

Konuya devam etmezden önce, Bulgar gündeminden bir örnek daha vermek istiyorum. Sırbistan’ın Bulgar sınırına yakın bölgelerde birkaç kasaba ve yüze yakın köyde Bulgar nüfus yaşıyor. Sırp makamlarının Bulgar ektik azınlığın kültürel, sosyal ve başka gereklerine yeterli ilgiyi göstermediğinden olacak, orada Bulgar kurumları kütüphaneler, okullarda kitaplıklar açtı. Eserler Sofya’dan gönderiliyor. Sofya Askeri Tıp Akademisi aynı yöre merkezinde bir poliklinik, hastane ve eczane ünitesi açtı. Bulgar vatandaşlara cüzi bir ödeme karşılığı, fakir yaşlılara ise bedava sağlık hizmeti sunuluyor. Bunun amacı, oradaki Bulgar kimliğini yaşatmak ve Bulgarların Sırp siyasetçilerine koltuk değneği olmalarını engellemektir.

Şu satırları yazarken utanıyorum. Yakasından tutulup saraydan ve partiden atılan sabık Genel Başkan Lütfü Mestan’ın 7. sınıfa kadar bedava dağıtılan okul kitaplarının 3–4 levaya “Bulvest 2000”, “Anubis”, “Prosveta-Sofia” gibi basım evlerinde bastırılıp Eğitim Bakanlığına kat kat pahalıya satma işinin başında bulunduğu basına düştü. Nerde onlar nerde biz!!!!!

Dünya nüfusunun % 13’ten fazla bir kısmının yoksulluk çizgisi altında yaşadığı ve % 5-6’sı hariç Bulgaristan Türklerinin topluca bu geçim bohçasının iki ucunu bağlayamayanlar arasında bulunduğu günümüz şartlarında, üzerimize basıp da bizi daha da ezmek isteyen Rus oligarşisinden “Forbs” dergisinin yayınladığına milyarderler listesinde,  2005’te temsilci yoktu. Fakat üç yıl sonra 2008’de Rus milyarderler Almanya ve Japon milyarderlerin toplamından 88 kişi daha fazla oldular. AB ile ABD’nin 2015’te Moskova’ya karşı yaptırımları gemi azıya almış Putin siyasetini biraz gemledi. “CU–24” askeri bombardıman uçağının T.C. silahı kuvvetleri tarafından düşürülmesi saldırganı durdurma politikasına dünyaca örnek oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra (1945) ABD Başkanı Truman’ın İtan’a çöreklenmek isteyen Stalin’ne “DUR” demesi, Sovyet Ordusu’nun İran’dan hemen geri çekilmesine neden olmuştu. Saldırganları gemleyen, durduran ve gerileten, sert dış politikadır.

Yirminci yüzyılın sonunda T.C.’nin öncülük ettiği bu siyaseti 1992 -1995 Bosna Savaşında NATO’nun katliamları gemlemesinde gördük. O zaman savaş uçakları Bulgaristan semasından geçmişti.

İşte bu olayların tümü Bulgaristan Türklerinin kimliğinin oluşumunda ve gelişiminde önemli rol oynamıştır ki, onlar bugün Avrupa-Atlantik siyasetine, teröre karşı barış ve güvenlik davasına sahip çıkıyorlar. Ne yazık ki, lider olarak ortaya çıkıp böbürlenen ne Ahmet Doğan’da ne de Lütfü Mestan’da iş yok. Birbirini yediler ve bizi rezil ettiler. Türk onurlu kişilik sahibi modern bir kişidir.

Bu olayları daha derin algılayabilmek ve uyanık bilinç ve siyasi tutum oluşturabilmek için yalnız Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan ve Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti gelişim tarihini bilmemiz yeterli olmaz. Aynı zamanda Almanya topraklarında yürütülen dini nitelikli OTUZ YIL SAVAŞI sonunda 1648’de imzalanan Vestfalya Batış Antlaşmasından başlayarak; 1713 Utreht Barış Anlaşmasıyla nihayet bulan İspanyol mirası savaşından; Napolyon Fransa’sı üzerinde kesin zaferden sonra toplanan 1815 Viyena Konsey kararlarından; bizim kaderimiz için de olağanüstü büyük ve sonuç belirleyen öneme sahip olan ve Rusya Osmanlı Savaşından sonra yeni dengeyi sağlayan 1879 Berlin Konferansı kararlarından güncel çıkarmalar yapmadan bugününkü siyaseti anlamak olanaksızdır. Çünkü 19. yüzyıl sonunda kurulan dengenin 20. yüzyılın insanlık tarihinin altın çağı olacağı umudunu doğurmuştu. Hatta okumuşsanız ütopik ve pasifist literatürün 1914’te Birinci Dünya Savaşı patlak verene kadar sınırsız bir Avrupa’yı hayal ettiğini görürüz. Biz Bulgaristan Türkleri, Müslümanlarımız işte bu büyük siyasetin istesek de istemesek de 1878’dan beri ezmeye doymayan keskin dişleri arasındayız ve ezildikçe ezildik.

İki cümle daha eklemek istiyorum. Birinci Dünya Savaşı Versay Barış Anlaşmasıyla sona erdi. Dünya bu Antlaşmayı kabul etmediği için İkinci Dünya Savaşı başladı. 5 Mart 1946’da Amerikanın Misuri eyaletinin Fultan şehrinde İngiliz Başbakanı Churchill bilinen konuşmasını yaptı ve komünizmin dünyada Soğuk Savaş başlattığını duyurdu. 1990’a kadar Soğuk Savaşın totaliter Bulgar dişlisine takıldık ve hala kurtulamadık.

26 yıl “demokrasi” dönemine rağmen, hala ayakları üzerinde yürüyemeyen Bulgar siyasetinde “koltuk değneği” rolü görmeye devam ediyoruz. Putin’in kural tanımaz bir saldırganlıkla uluslar arası sahneye çıkmasıyla hele Suriye’ye sıçramasıyla “sol koltuğa” mı yoksa “sağ koltuğa” mı “dayak” olalım konusunda kendi aramızda  kavgasına düştük.      Devam edecek.

 

Reklamlar