Nevzat ÖZTÜRK

Sözlükte çoğalma, bereket, arıtma, temizlik, güzel övgü gibi mânâlara gelen “zekât”, dince zengin sayılan kişilerden muayyen miktarda (oranda) alınıp, Allah’ın emrettiği kimselere verilen mal, ürün veya paraya denir. Kur’an ve hadislerde ”sadaka” kelimesi manasında da kullanılan zekât, hicretin ikinci yılında farz kılınmış olmakla birlikte, hicretten önce de malî yardımlaşmanın gerekliliği, yoksullara ve muhtaçlara yardım edilmesi gerektiği birçok âyet ve hadiste ifade edilmiştir.

Nisap miktarı ise; zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisap, asgarî zenginlik ölçüsü şeklinde de tanımlanabilir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından (Temel ihtiyaç maddeleri, insanların hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli olan şeylerdir. Bunlar genel olarak ise, ev, ev eşyası, elbise, mesleğine ait alet ve makineler, binek taşıtları gibi şeylerdir. Kendi ihtiyaçları haricinde bakmakla mükellef olduğu kişiler ve ihtiyaçları da buna dâhildir) fazla olarak bu kadar mala sahip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişi, zekât veya sadaka alamayacağı gibi; sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Borçtan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olan bu malın artıcı olması ve üstünden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtının verilmesi gerekir. Zenginliğin asgari sınırı olan “nisap” Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir. Bu asgarî sınırlar, o dönem İslam toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir: 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur.

İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan zekât; namaz, oruç ve hac gibi peygamberler silsilesinden kalma köklü bir ibadettir. İslam dininde muhtaçlara yapılması istenen mali yardımın asgari sınırı olan zekatın, miktar ve mahiyeti belirlenmeksizin geçmiş semavi dinlerde de bulunan bir ibadet olduğunu Kur’an-ı Kerim bize haber vermektedir. (Kur’an: el-Bakara. 83; el-Maide, 12; el-Enbiya. 73: Meryem. 56: el-Beyyine, 4-5) Ancak İslam’daki zekât, geçmiş semavi dinlerdeki zekâttan farklı bir ibadettir. Çünkü Kur’an’da daha önceki ümmetlere emrolunduğu haber verilen zekât, fakir ve muhtaçlara karşı cömertçe infak ve ihsanda bulunmak manasındadır. İslam’daki zekât ise, İslam’ın şartlarından ya da dinin farz; ibadetlerinden biri olup miktarı belirlenmiştir

Buna göre zekat; Kelime-i Şehadet ile mü’min ve müslüman olup Allah’ın birliğini kalben tasdik ve diliyle ikrar ederek O’na kulluğunu ve emirlerine itaati kabullenen mü’minin sözünde ve özünde doğruluğunu fiilen göstereceği bir ibadettir. Allah Teala mü’minlere önce bedenen ve ruhen iştirak edip yaşayarak Allah’a teslimiyet, itaat, bağlılık ve ta’zim hislerini yöneltecekleri ve bu sayede Rableri ile sık sık diyalog kurabilecekleri ve nispeten nefse fazla ağır gelmeyecek bir ibadet olarak namazı ve sonra orucu emretmiştir. Daha sora Allah Teala, bu bağlılık ve teslimiyeti sosyal bir bağlığı da içine alıp maldan fedakarlığı  gerektiren bir emirle denemek ve pekiştirmek üzere mü ‘minlere mali bir ibadet olarak zekatı teklif etmiştir. Nitekim iman ettiklerini söyledikleri halde, imanı henüz kalplerine sindirememiş olan bazı bedevi Arapların mallarının bir kısmını Allah rızası için ellerinden çıkarabilecek kadar Allah ‘a bağlanıp teslim olmadıkları, Hz. Peygamberin vefatını fırsat bilip zekatı ödemek istemeyişleriyle ortaya çıkmıştır.

İslam’ın diğer ibadetlerinde olduğu gibi zekât da, sadece dünya veya sadece ahirete ait gayelere yönelik bir ibadet değildir. O, dünyevi ve uhrevi hedefleri bir arada bulunduran bir ibadet oluşu itibarıyla kulu Rabbine yaklaştıran, onun rıza ve hoşnutluğuna ulaştıran, karşılığında uhrevi mutluluk ve sevap beklenen, bunlarla birlikte fert ve toplum hayatında ruhi, ahlaki, sosyal, ekonomik konularda pratik faydalara vesile olan bir ibadettir. Zira zekat bir ibadet olarak, kul ile Yüce Allah arasında kurulan bir bağ, bir diyalogdur. Kulun Rabbine yönelişi, O’na itaat ve bağlılığını, sevgi, saygı. şükran ve ta’zim duygularını ifade edişidir. Ancak mali bir ibadet oluşu itibarıyla da zekât, kul ile Allah arasında kalmayarak, ondan istifade etmek durumunda olanları da ilgilendirmektedir. Bu yönüyle o. diğer İslami ibadetlere nispetle sosyal yönü daha ağır basan bir ibadet özelliği taşımaktadır. Bu bakımdan İslam dini kendinden beklenen özellikle sosyal ve ekonomik neticelerin fert ve toplum hayatında gerçekleşebilmesi için zekâta ayrı bir önem vermiştir. Kur’an’da Allah’a ve Resulüne iman ve itaatten sonra dinin direği olan namaz ve hemen peşinden zekât emri zikredilmektedir (Kur’an: el-Bakara. 43,83; en-Nisa 77.162; el-Maide 12,55 55; et-Tevbe 5,  el-Enbiya 73; e1-Hacc 41, 78: en-Nur 37.56; en-Neml 13: Lokman 4; el-Ahzap 33; el-Mücadele 13; el-Müzemmil 20: el-Beyyine 5.)

Kur’an, mülkün gerçek sahibinin, Allah olduğuna dikkat çeker . Buna göre mal ve mülk, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak insana, onun rızasına uygun olarak tasarrufla bulunmak üzere emaneten verilmiştir. Bu bakımından zekat, mü’minin kendisine verilen malda yapacağı tasarrufla ilgili ilahi bir emirdir. Mülkün gerçek sahibi, zenginden kendisine fakirlere dağıtılmak üzere verdiği muayyen miktarın, hak sahiplerine verilmesini talep etmektedir.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında zekât ve sadaka vermek, yapılan hayırlı amel ve ibadetlerin kabulüne vesile olacak önemli bir kulluk ifadesidir. Az da olsa her gün bir miktar sadaka vermeyi adet haline getirmek Ramazan ayında ayrı bir öneme sahiptir. Zira Peygamberimiz Ramazan ayında daha fazla sadaka vermeye özen gösterirdi. O, İslâm’ın köprüsü olarak gördüğü zekât ve sadaka hususunda daima Müslümanlara örnek olmuştur. Allah’a, ahiret gününe, peygambere ve onun sözlerine inanan, servetinin büyümesini ve bereketlenmesini isteyen kimse üzerine farz olan zekât ibadetiyle yetinmemeli, elinden geldiği kadar iyilik yapmalı, açları doyurmalı, hastalara ve çaresizlere yardım etmelidir. Yoksulların zekâttan başka da zenginlerin mallarında hakkı olduğunu söyleyen peygamberimiz sadaka, teberru ve hediye ismi altında yardım etmemiz gerektiğini vurgulamıştır. Şunu unutmamak gerekir ki, Allah’ın rızası, fakirlerin gönlünde, mahzunların kalbinde gizlidir. Kıyamet gününde hiçbir gölgenin olmadığı bir günde Allah’ın gölgesi altında gölgelendirecek olan zekât ve sadaka cehennem azabından koruyan birer kalkandır. Günahların bağışlanmasına vesile olacak zekât ve sadaka manevi derecesini yükseltmek isteyenler için de önemli bir kulluk görevidir.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Ramazan ayının sonuna yetişen, yaratılış ikramı olarak her müslümanın vermesi gereken fıtır sadakası da önemli bir ibadettir. Bu, yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün sevincine katılmalarına bir vesile olacağı gibi orucun kabulüne ve kabir azabından kurtuluşa da bir yoldur. Bu yönü ile fitre sadakası, insanlık için bir hayır ve bir görevdir. Bu ibadeti büyük bir ganimet bilerek bayram namazından önce verilmesi efdaldir.  Kerim bir ay olan Ramazan ayını hayır ve iyiliklerle geçirmek için fırsat bilmek, onu iyi değerlendirmeye azmetmek ve bu azimde sadakat göstermek gerekir.

Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka, artıcı olma ve üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaksızın nisap miktarı mala sahip bulunan her Müslüman’ın vermesi vacip olan mali bir ibadettir. Fitre, insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan bedeninin zekâtı kabul edilmiştir. Bu nedenle fitreye, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar.

Fıtır sadakası, Ramazan orucunun farz kılındığı hicretin 2. yılı Şaban ayında, zekâttan önce meşru kılınmıştır. Bu bir yardımlaşma olup, orucun kabulüne, ölüm sırasındaki sıkıntılardan ve kabir azabından kurtuluşa bir vesiledir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye ve onların da bayram sevincine katılmalarına bir yardımdır.

Fitre hadis deliline dayanır. İlgili hadisler aynı zamanda onun uygulama şartlarını da belirler. Abdullah İbn Ömer’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz. Peygamber fitrenin, insanlar Bayram Namazı’na çıkmadan önce verilmesini emretmiştir” (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.) İbn Abbas (r. anhümâ)’nın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Rasûlullah (s.a.s) oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek  sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur.” (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12 , 13, 16)

Kimler fitre vermekle mükelleftir?

  1. Müslüman:Fitre yükümlüsünün Müslüman olması gerekir. Ancak Şâfiî Mezhebi’nden bir görüşe göre, gayr-i müslim bir kimsenin, bakmakla yükümlü olduğu Müslüman yakınının fitresini ödemesi gerekir.
  2. Mal varlığı:Hanefîlere göre fitre sadakası ile yükümlü sayılmak için, kişinin Ramazan Bayramı’nın birinci günü, temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olması gerekir. Zekât nisabından farklı olarak, sahip olunan malın “artıcı (nâmî)” özellikte olması ve üzerinden bir yıl geçmiş bulunması gerekmez. Temel ihtiyaçlar mesken, elbise, ev eşyası, binit, silah, hizmetçi, ailenin bir yıllık geçim masrafları ve borçlarıdır. Nisap miktarı iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın veya bunların kıymetine denk bir maldır.

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise, fıtır sadakasının vücûbu için, zenginlik ölçüsü olan nisaba mâlik olmak şart değildir. Temel ihtiyaçlarının dışında, bayram gün ve gecesinde yetecek kadar azığa sahip olmak yeterlidir.

  1. Ehliyet:Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve diğer üç mezhep imamının ortak görüşüne göre, fıtır sadakasının mâlî yönü ağır bastığından dolayı bununla yükümlülük için akıllı ve ergen olmak şart değildir. Bu yüzden küçüğün ve akıl hastasının malından da velisinin fitre vermesi gereklidir. Fitrenin ibadet yönünü üstün kabul eden, Hanefîlerden İmam Muhammed ve Züfer’e göre ise, küçüklerin ve akıl hastalarının malından fıtır sadakası gerekmez.
  2. Velâyet ve bakmakla yükümlülük:Bir kimsenin, kendi dışındaki kişinin fıtır sadakası ile yükümlü sayılması için, bu kişinin onun velâyeti altında olan ve bakmakla yükümlü bulunduğu kişilerden olması gerekir. Buna göre bir kimse velâyeti altında bulunan küçük çocuklarının veya akıl hastası olan yakınlarının fitresini vermekle yükümlüdür. Ramazan Bayramı’ndan önce vefat eden oğlunun çocukları da bu kapsamdadır. Buna karşılık kişinin bakımlarını üstlenmiş olsa bile, ana babası, büyük çocukları, karısı, kardeşleri ve diğer yakınları için fıtır sadakası vermesi gerekmez. Bununla birlikte vekâletleri olmadığı halde bu kişiler için fıtır sadakası verse, bu yeterli olur. Böylece yoksullar bununla Bayram Namazı’ndan çıkmadan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar.
  3. Vakit:Hanefîlere göre, fıtır sadakası Ramazan Bayramı’nın 1. günü fecrin doğuşu ile vâcip olur. Çünkü fitre bayrama ait kılınmıştır. Böylece oruç tutmanın yasaklandığı bir günde, fitre ile yoksul Müslümanların sevinçle bayrama katılmaları amaçlanmıştır.

Fitre, Ramazan Bayramı’ndan bir veya iki gün öncesi ile Bayram Namazı arasında ödenir. Böylece yoksullar bununla, Bayram Namazı’ndan çıkmadan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Bununla birlikte fitre, Ramazan’ın girmesinden itibaren, hatta Ramazan ayı girmeden önce de ödenebilir. Bayram gününden sonraya kalırsa, yükümlülük düşmez ve ilk fırsatta ödenmesi gerekir. Fakihler(İslam hukukçuları, fıkıhçılar), fitrenin bayram günü sabah vakti girdikten sonra ve namaz kılınmadan önce verilmesinin müstehap olduğu hususunda görüş birliği içindedir. Dayandıkları delil, Abdullah İbn Ömer (r. anhümâ)’den rivayet edilen şu hadistir: “Hz. Peygamber fitrenin, insanlar bayram namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir” (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.)

Fıtır sadakası (fitre) kimlere verilir?

Fitre, verileceği yerler bakımından her durumda zekâtın benzeridir. Ayet-i kerimede açıklanmıştır. “Sadakalar (zekatlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi 60) Bir kimse fitresini bir veya bir kaç yoksula verebilir. Birden çok kimseler de fitrelerini bir kaç yoksula veya tek yoksula verebilirler. Fitre yükümlünün bulunduğu yerdeki yoksullara verilmelidir. Başka yerlere gönderilmesi mekruhtur.

Fıtır sadakası (fitre) kimlere verilmez?

Fitrenin, Tevbe Sûresi’nin 60. ayetinde sayılanlar dışında kalan kişi ve kuruluşlara verilmesi caiz değildir. Ayrıca fitre verilecek kişi, bu şartları taşısa bile; Ana, baba, büyük ana ve büyük babalarına, oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklarına fitre verilmez.

2019 fıtır sadakası (fitre) miktarı ne kadar?

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı 2019 yılı Ramazan ayının başlangıcından 2019 yılı Ramazan’ın başlangıcına kadar en düşük sadaka-i fıtır miktarını 23TL olarak belirledi. Belirlenen bu miktar, “asgari miktar” olup, sadaka-i fıtırda verilecek meblağ konusunda bir üst sınır bulunmuyor. Bu konuda ideal olanın, herkesin kendi hayat standartlarına göre asgari günlük gıda harcamalarına denk düşecek bir meblağı vermesi olarak belirtiliyor. Söz konusu yardım, gıda gibi ayni olarak veya para şeklinde nakdi olarak verilebilir.

 

Ramazanı vesile kılarak, ihtiyaç sahiplerini gözeterek yardım eli uzatalım. Bizlere sonsuz nimetler veren Allah’ın emrine uyarak şükrümüzü ede edelim. Verelim ki; Allah da bize bol bol ihsan etsin. Zekat veya fıtır sadakası vermemek için fetva aramak yerine kalbimize danışarak, vicdani sorumlukla yoksullara yardım edelim. Zekat ve sadakalarımızı, nereye gittiği belli olmayan vakıf, tarikat, cemaat vb yerlere vermenin bedelini ödediğimiz acı tecrübeyi de unutmadan bizzat ihtiyaç sahiplerine ulaştıralım. Bunu yaparken, öncelikle kendi komşularımızdan, yakınlarımızdan başlayarak verelim.

Rabbim zekatlarınızı, fıtır sadakalarınızı, Ramazanda tuttuğumuz oruçlarınızı kabul eylesin. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

Paylaşmayı da unutmayınız

Reklamlar