Таrih: 27 Haziran 2019
Yazan: Dr. Ertaş ÇAKIR / Tekirdağ
Konu:     Aklın yol gösterici sesi.

AK partinin Türkiye’de siyaset mühendisliğini yok ettiğini siz de benim kadar işitmişsinizdir. Ben 23 Haziran 2019 İstanbul seçimine kuş bakışı yaptım. Çünkü muhtar sürüsü,  ilçe belediye başkanı ordusu olmayan, Büyük Şehir Kurmaylığında da azınlık olan bir başkanın, önümüzdeki 4 yılda bir şey yapabileceğine inanamıyordum.

Tekirdağ’dan baktığımda İstanbul’u hep bir deniz gibi görmüşümdür. 16 milyon damlası olan Boğaz çizgisiyle ikile bölünmüş bir deniz. Bu şehir başka bir halkın metropolü olsaydı, Avrupa ve Asya kısmı Belediye Başkanlıkları, iki tarafın Başkanı ve meclis tarafından özel yetkilerle donatılmış bir BÜYÜK BAŞKANI olmasının iyi olacağını düşündüğüm olmuştur.

Kişisel düşüncem hiç önemli olmayabilir. İstanbul’un Rumeli Başkanlığı ve Anadolu Başkanlığı olsaydı, bu seçimde oluşan iki ruhsal burgaçtan biri Avrupa kısmında, ikincisi de Anadolu tarafından döner uzar ve yaşanan futbol maçı serseriliği, belki bütün şehirde yaşanmaya bilirdi.

Ben, bu seçimin birinci ve ikinci turunu da 80-100 km uzaktan seyrettikten sonra, Türkiye Cumhuriyetinin içinde olduğu gibi, dışında da, bir “üst akıl” olduğuna ve  bu aklın başka işi yok gibi,  gün boyu algoritmalar kurduğuna, entegral çözdüğüne ve bize telkin edilenlerle hepimizi zorladığına inanır oldum.

Sunulan örneklemelerden bazılarına birlikte bakalım:

Kenar uzunlukları eşit (kare) bir havuz düşününüz. Sağ tarafı çayırı menekşeli, sol tarafı da ısız bir kumsal. Soru: Bu eşkenar dörtgenin  “A” noktasından  karşı “C” noktasına, birinci kişi soldan, ikincisi de sağdan yürüse, hangisi daha erken ulaşır?

Cevaplar: a) Genç olan. b) Yaşlı olan ve c) eşit zamanda.

Ön kanı yaratma ve halkı yönlendirme sihirbazlarının genç seçmene telkin etmek üzere hazırladıkları ikinci soru ise şudur:

Futbolcu ne zaman emekli olur?”

Cumhur İttifakı adayı Sayın Binali Yıldırım Beyin doğum ile ölüm arasındaki yolun büyük bir kısmını almış biri olduğu dikkate alınarak hazırlanmıştır bu sorular.  Bu sorular Mayıs ve Haziran aylarında İstanbul sokaklarında beslendi. Bastonlu yaşlılar her sabah beleş kahve-çaya davet edildiler. Kahvaltı sofralarına toplananlara “Ah şu yaşlılık ve baston derdi olmasa” ile nutukları dinletildi. Psikologlar belirli yaştan sonra emeklilerin çalışmamasını gerekçelendirdi. Ruh değiştirme ustaları her köşede ilk aşk şarkıları dinletti. “Hayat öyle bir hareketler bütünüdür ki, ona karşı direnmek, fazla zorlamak, zıddı olan ölümü doğurur.” Metinli peçeteler masalara dizilmişti. Büyük bir zorlama yaşandı.

Bu seçimde geleneği kesip, yeni tohum çatlatmak isteyenler, 31 Mart gecesi bildirilen “pat” haberine çok sevinmişlerdi. Ben hayatımda bir “olmamış” işe, bu kadar gürültü koparıldığını, milyarca lira masraf edildiğini daha önce görmemiş işitmemiştim. Bir yandan sivri biber fiyatı 50 kuruş zam gördü diye feryat edenler, milyarları kirli su kanalına akıtırken bayram ettiler. Bu ikiyüzlülüğün ardındaki gerçek şuydu:

Üst akılın” mayaladığı toprakta çatlamasını beklediği tohum uyandı ama sürmedi.  Bu hiç kimsenin vicdanına, çıkar hesaplarına ve beklentilerine bağlı bir şey değildi. Bu işlerin akıl hocası oldukları bilinenler döviz kurları, iflas, pahalılık, sıkıntı üreten sıkıntılar ve daha neler neleri piyasaya sürüp eski güvenli ortamı çürütebilmişler ve umutları yeni bir varoluş biçimine yönlendirmeyi becermişlerdi. Bu yeni biçiminin sloganı ”her şey çok güzel olacaktı.” Bu umut birdenbire rehber ve ölçü oldu. Genç oyuncunun yaşlı ağabeyini değiştirmesi, “A” noktasından “C” noktasına daha erken varması ve hatta daha ikinci karşılaşmada gol atması bir kesin inanç oluverdi.

Şöyle algılayabiliriz. Arzu insanların zihninde var olur da, ancak bir insan tarafından hissedilir ama aynı şey aynı zamanda hissedildiğinde sel oluşturur, meydanları doldurur, seçim sandığı patlatır ve değişiklikler başlatır.

 

Bu olayın ikinci aşaması, tohumun gözden kaybolması ve onun yerine filizin geçmesidir.  Filiz ile daha önceki tohum arasında mücadelenin başlamış olmasına işarettir burada.  O andan başlayarak filiz tohumu besleyen besini, ortamı kendisine alır. Tohum ve tohumla beraber umut besleyişi çürür. Görüyorum, 3 gün önce, 16 milyonluk şehirde karanlık açıldı. Bu filizden ağaç olur mu, olsa bile meyve verir mi, bu meyvelerden bize düşer mi,  ilk meyvesini kaç yıl sonra verir, meyve vermezse kessek, kışlık odun olur mu sohbetleri başladı. Onlar kendilerinden uzaklaşan filizi hala kendilerinin sanıyorlar.

Üstelik daha Mazbatasını almadan “Habertürk TV” de sevilen gazeteci Bayan  Didem Arslan karşısına oturan Ekrem İmamoğlu,  “güzel olacak” coşkusundan sıyrılmış, gerçek hayata bakışıyla, hayattaki çelişkileri hissedişiyle ve “top verilirse kapıya çakarım” havası estirince, tohumun filize geçiş acısından doğan belirsizliği herkese yaşattı. Top verilmese gol atamayacak mı sorusu dolaştı.

Futbol üstüne yazılmış birçok doktora tezi okuma imkânım oldu.  Brezilya milli takımını 1958, 1962 ve 1970’te 3 kez dünya birinciliğine taşıyan, dünyanın emsalsiz futbolcusu, efsane Pele’nin ökçe dolamasıyla 5 metre öne atığı topla kapıcılara taç çıkartması akıllardadır. FİFA anketlerine göre,  20. Yüzyılın futbolcusu olan Diego Marodona ile daha genç kuşaktan Ronaldino’yu karşılaştırmanın ne kadar zor olduğunu ilgiyle satır aralarından okumuştum. O tezlerde olursa olur, olmadıysa ne yapalım ya da kader böyleymiş veya fıtratında yokmuş gibi tümcelere rastlamadım. İçsel enercinin hünerle kanatlanıp uçtuğunu devamlı hissettim…

Sporda futbolcunun yerini futbolcu alır ya yıldız olur parlar ya da kırmızı kart beklemeden çekip gider gerçekliği vardır.  Ne ki, gözünü bize dikmiş ” üst akılın” öne ittiği futbolcudan başarılı belediyeci ve yeni şişirilen balonlardaki yazılara göre, politikacı olur mu? Beklemek zorundayız. Pratiği önceden yargılayamayız.

23 Haziranda yaşananlar, hayat üstüne düşüncelerimi etkiledi. Doktora tezi yazıp bilim yapmak başka, hayatı izah etmek başka! Kanıma göre, esas olan, doktora tezlerindeki kaynaklar ve onlardan yapılan alıntılardır.  Hayatın her an değişen açıklığı ve kuvveti var ki, bunlar her şeye her an niteliksel değişiklikler kazandırıyor. Yazımın başında 16 milyon damladan oluşan bir deniz dedim İstanbul için. Bir an için 16 milyon damla değil, aynı yere yığılmış 16 milyon buğday tanesi ve onların şu sıcakta kızışmasını düşünelim ve istemesek de yaşanacak olan müthiş patlamayı. Bu olsa, patlama, alevlenme, geniz yakan dumanda boğulma kaçınılmaz olu. Neden mi? Çünkü hayatta en büyük aksakal doğanın kendisidir. Dayatmalar, tuzaklar, “üst akıl” oyunları yalnız toplumsal alanda geçerlidir…

İyi ki bu seçimde bu yaşanmadı. Demek istediğim İstanbul denizinde beliren ve  biri sola, ikincisi sağa dönen burgaç çarpışmadı. Döndüler döndüler dindiler. Sanki elektik kesildi. Güçleri bitti.

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçimini daha çok yazacağız. Çünkü biz Tekirdağlılar Büyük şehrin sabah gölgesindeyiz.

Dost ve düşman herkesle Paylaşınız.
Okuyanlara teşekkür ederim.

Reklamlar