BGSAM

Düşüncenin en silinmez vasıtası yazıdır. Yazıyla kurulan minare edebiyattır.

Totaliter sosyalizm döneminde (1972 – 1989) ulusal düşüncenin yerini yurttaşlık aidiyeti, daha doğrusu sosyalist yurttaşlık ülküsü aldı.  Türk kimliği totaliter rejimin ilk yıllarında sosyalist Türk kimliği biçiminde gelişti.

Her bunalımlı dönemde olduğu gibi zorla kimlik değiştirme kampanyası esnasında kimlik konusu yepyeni bir anlam kazandı ve son derece güncelleşti. Kimlik o devrede beliren “Çekmece edebiyatının”  (yazılan ve basılmadığı için bir yerlerde saklanan eserler) ve demokrasiye geçiş döneminde işlenen konuların odak nokrası durumuna geldi. Zorla kimlik değiştirme politikasının ufuklarda belirdiği 70’li yıllarda Ahmet Şerif (1926 – 2006),  Recep Küpçü  (1933 – 1976),  Nuri Adalı (1922 -2004), Ömer Osman (1926 -2006) ve başkaları konformizmi (uymacılığı) hiçe sayarak tehlike çanlarını çalmaya başladılar.  Bütün yaşamını her zaman ve her yerde adaleti savunmaya adayan Nuri Adalı “Türk evladı yaşar her zaman umutla” diyerek bizlere güvence vermeye çalışıyordu.

 

Benzeri uyarılardan dolayı aydınlarımız siyasi ve politik baskıya maruz kaldılar, hatta hapislere atıldılar. Recep Küpçü bu gerçeği şöyle dile getiriyor:

 

Bu işler böyle giderse,

Ne dilimiz, ne geleceğimiz kalacak, dedim.

Milliyetçisin, dediler.”

 

Recep Küpçü kendine yöneltilen saldırılara yanıt olarak yazdığı “Ben Yabancı Değilim” şiirinde şöyle haykırıyor:

 

Babam ve annem senin toprağındadır Bulgaristan.

Yabancı değilim ben, Türkoğlu Türk…”

 

Geçen yüzyılın son çeyreğinde Ömer Osman’ın yaratıcılığının tüm konuları Türk kimliğimizi savunmayla ilgiliydi. “Buruk acı” ve “Uçurum”  adlı romanları, öyküleri ve şiirleri Bulgaristan Türkünün kimliğini yitirme kavgasını, endişe ve çilelerini sergilemektedir. “Elifname”  şiirinde şair, rejimin işbirlikçilerini şöyle yeriyor:

 

Anuttu Allahını, dilini, dinini, tarihini,

Unutturmaya kalktı tüm yoldaşlarına,

Bir püsküllü beladır kesildi başlarına,

 Türklüğü yok etmeye yönelikti tüm kini.”

 

Türk kimliğimizi korumaya adanan ve totaliter rejim yıllarında yayınlanamayan “Çekmece edebiyatı” olarak adlandırılan yapıtlar demokrasiye geçiş yıllarında güneş yüzü gördüler. Bu yapıtlar yerli Türklerin ıstırap ve duygularını yansıtmaktadır. İşte Ömer Osman’ın “Köroğlu” adlı şiirinden bir beyit:

 

İnkâra kalkıştı Türk olduğumuzu

Söndürmek istiyor bin yıllık mumu.”

 

Birçok edebi yapıtta kimlik değiştirme ideolojisinin başlıca hedefi olan özel adlara içtenlikle bağlılık duyguları dile getirilmektedir. Sabahattin Bayram adı değiştirildikten sonra düştüğü psikolojik durumunu şöyle yansıtıyor:

 

İzlerimi yitirdiğim gün

Gizlemli bir başlığa gömüldü zaman

Öz saygımın burcumdan bir yıldız kaydı

Türklüğüm prangalı.

Mezarında babam bile yabancı oldu bana

İzlerimi yitirdiğim gün.”

 

Bu dönemde üretilen yapıtlar, anadilimize aşkla bağlı olduğumuza işaret ederler. Bu aşk duyguları Semiha Yılmaz’ın “Benim Türkçem” şiirde bir coşkun ırmak gibi akıyorlar:

 

Ne tatlı anadilim,

Varım, yokum, gerçeğim,

İlk aşkım, büyük sevgim,

Dillerin gülüdür anadilim.”

 

Halk ozanı anadilinden vazgeçmek istemeyenlere yapılan zulmü anlatıyor:

 

Anadilimiz için

Mahpushanede çürüdüm

………….

Dilim için vuruldum.”

 

Yerli Türk halkının zorla kimlik değiştirme kampanyasına karşı kendiliğinden başlayan direniş hareketiyle, gösteri ve mitinglere katılanlara karşı kanlı saldırılarla ilgili heyecenlı olan birçok edebi yapıt bulunmaktadır. Ömer Osman “Mezar Başında” adlı şiiriyle gösteriler esnasında Kırcaali ilinin Kirkovo köyünde şehit düşen 18 aylık Türkan’ın ardından dile getirilen endişeyi şöyle dile getiriyor:

 

Bir mezar görüyorum dağların ötesinde,

Mezarın yakınında bir de mezar çağlıyor,

Başında sessizce durmuş kız ağlıyor.”

 

Sliven ilinden Yablanovo köylülerinin kahramanca direnişi Mülazım Çavuş’a ilham veriyor:

 

Çin duvarı gibi dikildik soykırımına karşı,

Vız geldi bana Jivkovçuların 100 tonluk tankları,

Sinende beslendi özgürlüğün yepyeni marşı,

Gösterdim dünyaya neymiş kutsal insan hakları.”

 

Süleyman Adalı “Mestanlı Meydanı1 başlıklı duygusal şiiriyle  bu meydanda düzenlenen  (1984) gösterilerinin kolluk kuvvetlerince kana bulanmasını yansıtmaktadır:

 

Galleş ve sinsi bir oyunun son perdesi

Ve Mestanlı meydanından

Binlerce Rodoplunun ağzından

bir şeyler yükseldi

…………………..

Temerküz kamplarıyla kuşatsan da bu yurdu,

Doğup öleceğiz, ölüp doğacağız

Çilemizin hesabını görünceye dek.

 

Bulgaristan Türklerinin direnişi, 1989 ilkbaharında gerçekten de kitlesel bir harekete dönüşüp sel olurken ülkemizde doğmakta olan demokratik muhalefet cephesinin önemli bir kolu durumuna geldi. Gösteri ve mitinglere tüm yerli Türkler katıldı. Eşine seyrek rastlanan bu hareketin edebiyattaki yankıları ilginçtir. Ali Bayram’ın “Mayıs Olayları” adlı şiiri bunun bir örneğidir:

 

1989 Mayıs ayı

Bulgaristan Türkleri başladı isyana

Yürüyüşler, mitingler yayıldı dört yana

………………………………..

Hak ve özgürlüktü Türklerin tek dileği

 

Direniş hareketinde birçok şehit düştü. Mümin Bekir “Son Ders” adlı şiirinde tutuklanan öğretmenlerini bekleyen öğrencilerin duygularını yansıtıyor:

 

Sıra sıra dizilmiş güneş yüzlü çocuklar

………………

Sevdikleri öğretmeni bekliyorlardı bir köyde

Oysa aylarca beklediler, o sevdikleri öğretmen

…………………………..

Bir metre karelik zifir karanlık bir koğuşta

Alkanlar içinde yatıyordu belki son nefesinde.”

Haşim Akif, kimliği koruma savaşımında şehit düşenlerin kahramanlığını şöyle efsaneleştiriyor:

 

Zulme karşı ses oluştu güçlü, tiz

Halka can verenler tarihte bir iz

Hiç kalmasın diye Türklük ümitsiz

Özgürlük yolunu seçti şehitler.”

 

Türk halkının etnik kimliğini koruma savaşımına  aktif katılanlar yargılanarak cezaevlerine ve temerklüz kamplarına  gönderildiler. Bu fedailerin direnişi edebiyata geçti. Ömer Osman, Belene temerküz kampını “Fısıltı” adlı yapıtında şöyle anlatıyor:

Burası Belene Adası

Ada baştanbaşa kana boyalı…”

 

Şair Süleyman Adalı için ise burası:

Belene dedikleri

Cehennemdir cehennem…”

Düzyazı eserleri yazanlar da kimlik ve özellikle kültürel kimliğimizi savunma konusunda duyarlıdırlar.  Yazarımız Ahmet Tımış öykü ve fıkralarında zorla kimlik değiştirme kampanyasında gelişen belirli olayları dile getirerek bu politikanın asimilasyon ve gayri insanı niteliğini sergilemektedir.

“Ulu Meşe” adlı öyküsünün konusu, adların değiştirilmesine karşı çıktığı için kitapları toplatılıp tutuklanan bir öğretmenin başından geçenlerdir.  Diğer öykülerinde yazar, öğretmen, köylü ve işçilere yapılan baskıyı dile getirmektedir.  “Yasak” başlığını taşıyan öyküsünde zorla kimlik değiştirme kampanyasını örgütleyen ve uygulayan çevrenin baskı ve cezalarla Türk dilini yasaklama çabalarını alay ve istihza ile aktarmaktadır.

Ne var ki, şiddet ve baskı tepkiler uyandırıyor, gösterilere neden oluyor.  Benzeri bir gösteri Ahmet Tımış’ın  “Düğünümüz var”  adlı öyküsüne konu oluyor. Gösteriye katılanlar  yürüyüş esnasında  “Biz Türk’üz!”, “Adalarımızı geri istiyoruz!”, “Özgürlük istiyoruz!” sloganlarıyla  kimliklerini savunuyorlar..

Kaynak: İbrahim Yalımov

 

Reklamlar