Tarih: 06 11 2019
Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu: 30 Yıl Sonra.

1989 Mayıs Ayaklanmamızdan sonra diktatör Todor Jivkov’un devrileceği belli olmuştu. Aynı yılın Nisan ayında Helsinki zirvesinde, Birleşik Amerika Başkanı Ronald Reagan (1981-1989) ile Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Gorbaçov, Moskova’nın diğer ülkelerin iç işlerine askeri müdahalede bulunmasına dayanak olan “Brejnev Doktrini” ni gömmüşlerdi. Sovyet Ordusu 1956’da ayaklanan Macaristan’ı, Varşova Paktı ise 1968’de isyan eden Prag’ı bu doktrine göre işgal etmişti. Artık Moskova Doğu Avrupa ve Güney Doğu Avrupa ülkelerine (Bulgaristan’a da) müdahale edemeyecekti.

Berlin Duvarı” 9 Kasım 1989’da yıkıldı da, diktatör Todor Jivkov bu nedenle düştü iddiaları baştan aşağı uydurmaydı. Onu Bulgaristan Türkleri devirdi. Onlar için bu gerçek çok acı olduğundan senaryo şöyle gelişti:

1989’un 9 Kasım gecesi Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi (MK) Politik Bürosu bir gizli toplantı yaptı ve Todor Jivkov’un BKP Genel Sekreteri ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti (BHC) Devlet Konseyi Başkanı (Cumhurbaşkanı) görevlerinden indirme kararı aldı. Bu karar, 1989 Türk Ayaklanmasından ve aynı yılın yazında 360 bin Türk asıllı Bulgaristan vatandaşının memlekette zorla kovulmasından sonra hızlanan çöküş ve karışıklık ortamında alındı. Para suyunu çekmişti. Karne sistemine geçmeyi düşündüler.

O zaman Bulgar’ın kurduğu dernek ve hareketler içinde özgürlük ve demokrasi şafağını kibrit çakıp yakacak bir lider yoktu. Ve son 30 yılda durum değişmedi. 2019 yerel seçimlerinin gösterdiği BÜYÜK GERÇEK şudur:

Bulgar politikasında şahsiyet, kimlikli kişi krizi yaşanıyor. Kendilerine güvenilebilecek genç, hazırlıklı, eğitimli, sempatik, kendisine güvenilebilecek kişi yok.  Etrafta dolaşanların hepsi birbirinin kopyası! Bulgar halkı politikacılarından kopmuş. Öne çıkanlar halk için değil kendileri için çalışıyor. Bulgaristan halkının kendisine inanabileceği, taze kana, halka arasından yükselmiş bir lidere ihtiyacı var. Böyle bir kişi GERB, BSP ve sözde “yurtseverler” arasında göze çarpmıyor. Bulgaristan Türkleri de bekleyiş içinde. Devlet Pomaklara dikkat çevirmeye başladı, fakat tarih boyu bir lider çıkaramadıklarından, çekingen…

Bulgaristan’da sıfırdan başlayıp mayalanan ve dalga yükselten tek güç Türklerdir. Zulüm yıllarında memleket çapında örgütlenme gerçekleştiren onlar. İnsan Hakları uğruna “Demokratik Lig” gibi kitleyi kucaklayan, Avni Veli’nin “Viyana 89 Dayanışma Hareketi” gibi sesine güvenilen ve her hanede kökü olan birbirine örülmüş 50 Türk direniş örgütü azınlıkların nabzını tutmuştu.

2019 yerel seçimlerinde tek başına 39 belediye başkanı, koalisyon olarak bu rakam 47 oldu, ayrıca 917 belediye meclis üyesi ve Bulgaristan’daki muhtarlıkların % 35’i  alan Hak ve Özgürlük partisi ilk kez BULGARİSTAN CUMHURİYETİNDE İKİNCİ YEREL SİYASİ GÜÇ OLDU.  Bu çok büyük bir başarıdır ve daha 1990’da elde edilebilirdi. Şu an Bulgaristan yerel yönetimlerinin % 18’i Türklerin elindedir. Bu başarı halkımızın politik olayın, Bulgaristan gerçekliğinin özünü çözmesi ve gelişme rüzgârının farkına varmasıyla gerçekleşti. Bulgar partileri ve kamuoyu bu hakikati henüz duyumsayamadı, fark edemedi. Bu bilincin adı: “Kurtuluş ezilenlerin kendi davasıdır.” Pomakların ve Çingene Milletin de bunu hissetmesi ve Bulgar partilerinden yüz çevirmesi iyi oldu.

Yine 1989’a dönelim. Çünkü başarı köklerimiz orada gizlidir.

1989’da  Pomaklar ve Çingene Millet arasındaki ileri gelenler, öncüler Türklerin devrimci öncülüğünü kabul etmişti. İsim, din haklarının geri alınmasıyla birlikte, Türk partisinin diktiği adalet ve demokratik dönüşüm bayrağı altında toplanmışlardı. Dünya kamuoyu, uluslar arası kurumlar, Türk Dünyası Bulgaristan Türk kimliğini tanıdı. Elinden geldiğince el uzatırken, İstanbul’da “Taksim” meydanı dalgalanıp coştu. Radyoların birinci haberi, gazetelerde manşet olmuştuk. Bugün susuyorlar, bizim oylarımızla milletvekili olan Delyan Peevski’nin 8 gazetesi bile TÜKLER, MÜSLÜMANLAR BULGARİSTAN’DA İKİNCİ SİYASİ GÜÇ OLDU başlığını atamadı. Türklerin, Pomakların ve Çingene Milletin 1000 muhtarı var diyemedi.

1989’da da böyle olmuştu.

1989 Mayıs Ayaklanmamız çok küçümsenmişti.  Zorla göçün 30. Yıldönümü münasebetiyle Çorlu’da toplanan uluslar arası sempozyumda konuşmacılar “ayaklanma, isyan, 72 bin Türkün tek kolda birleşip kükreyişiydi” diyemediler. Tutturmuşlar bir “olaydır, olaydır masalı” ve bizim şekerle bulanık su tatlandırıyorlar. Anlatamadıkları olay “ZULME KARŞI BULGARİSTAN TÜRKLERİ AYAKLANMASIYDI.”  3. Bulgar devleti tarihinde en büyük ayaklanmaydı. Bu gerçeğin kabul edilmesine karşı bugün de ayak diriyorlar.  Şehitlerin sayısı ve isimlerini bile açıklayamadılar. Devler şehitlerimizin yakınlarına birer gazi maaşı bağlamadı. Oysa o zaman hayat durmuştu.

O yılların şu gerçeği çok ilginçtir.

Diktatör Todor Jivkov Moskova’da askeri yardım alamayacağını anladı. Bulgaristan’ın üçüncü defa işgal edilmesini istese de, Mihail Gorbaçov’un böyle bir adım atabilecek durumu yoktu.  Bulgaristan 1878’de Rusya İmparatorluğu ve 1944’te Kızıl Ordu tarafından artık 2 defa işgal edilmişti. Üçüncü kez işgal edilmeyi istemeyenler susuyor.  Azınlıkların insan hakları, özgürlük ve adalet, rejim değişikliği gibi isteklerine destek vermiyorlardı. Totaliter baskı, Bulgarlar toplumu öyle bir duruma getirmişti ki, toplum komaya düşmüş hasta durumundaydı. İsim ve din, zorla kimlik değiştirme çarpışmalarında şehit düşenlerin kanı yerde yatıyor, katillerse boy göstererek serbest dolaşıyordu.

İnsan hakları, adalet ve demokrasi, tutukluların salıverilmesini, zorla değiştirilen isimleri, dil, din, kültürel hakların hemen iadesi için direnen Bulgaristan Türklerinin karşısında bu nedenle yalnız Bulgar asker, polis, bordo bereli ve milis gücü ile sınır askerleri çıkarıldı. 1984 Aralığında başlayan Türk direnişlerinin zirvesi olan 1989 Büyük Türk Ayaklanması devletin terör güçlerini geriletti. 860 kişilik bir komünist sürüsü karşımıza dikilmiş olsa da, devletle bütünleşen partinin zamanı dolmuş artık dağılıyordu. Bu çözülmeyi durduracak ne de durumu kurtarabilecek bir siyasi güç yoktu o zaman.

1989’da diktatör T. Jivkov’un devrilmesiyle sokağa çıkan ve yumruk sıkan, bayrak taşıyan ve herkesten yüksek haykırdılar. Ne var ki aynı kişiler, “dönüşümü” yarı yolda bırakıp bugün Doktor, Doçent ve Profesör oldu da üniversite kürsülerinden “onun” şöyle, “bunun” da tersini yaptığını anlatmaya devam ederken, kendi aralarında  “devrim”, “derin dönüşüm”, “yüzeysel değişim” gibi üç kavram üzerinde bile anlaşamadılar.

Bu arada asla uyumayan derin devler, ajan covanı “DS” ve halkın kalkışmasını yönlendirenler “uzlaşma”, “ulusal mutabakat” ve “Bulgaristan’da sol ve sağ yok” sloganları yükselterek,  duruma hakim olmaya çalıştılar.

30 yıl adım adım yürünen yolda bugün şu noktaya gelindi:

10 yıldan beri iktidarda olan GERB son seçimlerde kurucularından biri olan Tsvetan Tsvetanov’un partiden ihraç edilmesinden sonra da hayat gücüne sahip olduğunu gösterdi. Borisov bu seçimleri kazanandır. Dikkati çeken ülkenin her köşesinde GERB partisinin sökülmeye başlamış olmasıdır. GERB’e oy verenlerin dilinin altındaki şudur: “iyi olan bir şey yok ama daha kötü de olabilir.” İktidar deprem geçirdi ama henüz ayaktadır. Birkaç il merkezinde belediye başkanlığını kaybettiler, fakat bunu sanki “parti içi arınma” adına yaptılar. Belki de Tsvetanov’un kadroları partiden atıldı. Borisov  bu seçimi sahtekarlıkla kazandı. Bu büyük bir çöküşün işaretidir. 660 150 bin oyun geçersiz çıkması nefret uyandırdı.  Bulgar köylerinden biri olan “Kopriven” köyünde 420 oy kullanılmış ve “400 oy geçersiz” çıkmış , çünkü bültenlerde işaretlenmiş aday, kişi, parti çıkmamış. “bTV” televizyonunun tespit ettiğine göre, seçimden önce Bulgaristan’a büyük miktarda yazısı kendiliğinden hemen silinen (özel mürekkepli) tükenmez getirilmiş ve seçim bültenleriyle birlikte seçim bürolarına dağıtılmış. Böylece işaretlenen bültenlerin mürekkebi kendiliğinden 1 saate uçmuş ve geçersiz oylar belirmiş ve artık seçim sonuçları mahkemeye verildi Yerel seçimlerin yeniden yapılması isteniyor. Seçmenin iktidara inanmadığı ve GERB partisine ve Boyko Borisov’a sarı kart kaldırdığı gün gibi ortada.

Borisov’un “sağcı” Bulgaristan’dan söz etmeye başlaması da gülünç oldu. Çünkü Nüfusun % 90’nı çok fakir ve çalışan yoksul.  Ortaokul bitiren öğrencilerin üçte biri okuryazar olmayan bir ülkede “sağ” politika olamaz. Sosyal felaketin siyaseti soldur. Bulgaristan’da 6 çocuktan biri okula gitmiyor.  Huzur evlerindeki durumu anlatmak için söz bulamıyorum. Küçük şehirlerde sağlık merkezleri ard arda kapanıyor. Devlet sağlık sistemini yönlendiremiyor.

Ana muhalefet partisi Sosyalistler (BSP) başkent Sofya’da seçime girmedi. Şehrin modern bir Avrupa şehri gibi yönetilmesi için kendinde enerji bulamıyor. Kadro yok. GERB oyuncuları ise artık alandan çekilmesi iyi olacak. Bulgar toplumu dolandırıcı, rüşvetçi, halk düşmanı politik partilerden kurtulabilmek için Türklerin toplumdaki belirleyici rolünü tanımak zorundadır. Türkler göreve davet edilmedikçe adalet ve demokrasi yolu tıkanmış durumdadır. En önemli soru Bulgar toplumunda yenilenme enerjisi olmamasıdır. Değişimin lider doğurmadı. Enerji kaynakları bulunamadı. Bulgar toplumu ilerlemenin orta direğinin azınlıklara değiştiğini kabullenmelidir. İkinci konumuz: Yerel seçimler ve zavallı muhalefet partileri.

Okuyanlar lütfen paylaşsınlar.
Teşekkür ederim.

Reklamlar