Özet

            Türkler Balkanlara Karadeniz’in kuzeyinde ve Anadolu’dan olmak üzere iki şekilde gelmişlerdir. II. Yüzyıldan itibaren Karadeniz’in kuzeyinden gelen Türk boyları uzun yıllar Balkanlara hüküm sürseler de zamanla Hıristiyanlığı benimseyerek Slavlaşarak asimile olmuşlardır. Anadolu üzerinden gelen Türkler ise İslam unsurunu da beraberlerinde getirmişlerdir. Osmanlı Devletinin bölgeye hakimiyeti ile 500 yıldan fazla bir süre yeniden Türk hakimiyetine geçen Balkanlarda bazı yerli halkla birlikte Kuman Türkleri de İslamiyeti seçerek yeni gelen Türkler ile bütünleşme yaşamıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Türklerin yenilgisi ile başlayan geri çekilme ile birlikte bu bölgede yaşayan Müslüman-Türk unsurlarında Anadolu’ya göçleri kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Göç edememiş olanları ise baskı, şiddet, asimilasyona maruz kalma durumu kaçınılmaz olmuştur.

Türkiye başta Bulgaristan’da kalan Türkler olmak üzere Balkan devletlerinde bulunan Müslüman-Türk nüfus ile kültürel ve ekonomik bağlarını arttırarak ilişkilerine devam etmelidir. Birçok defa çeşitli antlaşma ve yasalarla güvence altına alınmış olan ama uygulamada sıkıntı yaşanan huşuların giderilmesi ve asimilasyona maruz kalmamaları için gerekli çalışmalara hız kesmeden devam etmelidir.

 

 

Anahtar Kelimeler: Balkanlar, Bulgaristan, Osmanlı Devleti, Pomak Türkleri, Göç.

Balkanlar’da ve Bulgaristan’da Türk Varlığı

Kök itibariyle Türkçe olan “Balkan” kelimesi Batılı yazarları rahatsız etmiş olacak ki, son zamanlarda Türkçe kökenli bir kelime yerine “Güneydoğu Avrupa” şeklinde tanımlamaya gayret ettikleri görülmektedir. Çünkü geri planda Türk ve Müslüman imajından rahatsızlık duydukları anlaşılmaktadır. Zira Avrupalılar bile XIX. Yüzyıla kadar bu bölge için “Avrupa Türkiye’si” veya “Avrupa’daki Türkiye” tabirini kullanmaktaydılar (Şaybak, 2006: 50-52). Çünkü bölgede yoğun bir Türk nüfusu bulunmaktaydı.

Türklerin Balkanlara ilk gelmeleri Osmanlı dönemi ile değil çok daha önceden Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinden olduğu bilinmektedir. Türklerin Batı Kolu olan İskitlerin II. Yüzyılda Orta Asya’dan başlattıkları ilk göçlerini Hun Türkleri IV. Yüzyılda, Avar Türkleri V. Yüzyılda, Peçenek Türkleri IX. Yüzyılda ve Kuman (Kıpçak) Türkleri XI. Yüzyılda devam ettirdiler (Atun, 2009; Toksöz, 2011). Ayrıca ilk gelen bu Türk boyları içerisinde Bulgar, Oğuz ve Ogur (Utrugur) Türklerinin de bulundukları bilinmektedir. Fakat bu Türk boylarının büyük bir çoğunluğu zamanla Hıristiyanlığı benimseyerek Turan ve Ural bölgelerine ait dillerini terk ederek Slavlaşmışlar ve benliklerini kaybederek asimile oldular (Şaybak, 2006, 58; Nuri, 2013). Çünkü Batı’ya göç eden bu Türk boylarından sonra bölgeye yoğun bir Slav göçü yaşanmıştır (Tikici ve diğ., 2008).

Divânu Lügati’t Türk’te “Rum yakınında oturan Türklerden bir bölük” şeklinde tasvir edilen Peçenek Türkleri Bizans ile ilişkileri neticesinde 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinde Bizans ordusu içerisinde yer almıştır. Fakat savaşın devamı esnasında savaştıkları kişilerin Türk olduklarını anlamaları ile saf değiştirmeleri, Büyük Selçuklu Devletinin yani Sultan Alparslan’ın zafer kazanmasında etkili olmuştur (Nuri, 2013).

1091 yılına kadar varlığını sürdüren Kuman-Peçenek Türk Federasyonunun dağılmasının ardından Trakya ve Rodoplar, Makedonya ile Bulgaristan’ın dağlık kesimlerinde kalan ve Osmanlı Devletinin 20 Ağustos 1389 tarihinde I. Kosova Savaşı ile bu bölgeyi fethetmesine kadar Şaman dinine bağlı olarak yaşayan Kumanlar, fetihten sonra kendi istekleri ile gönüllü olarak İslam Dinine geçtiler (Toksöz, 2011).

Türklerin Balkanlara Karadeniz’in kuzeyinden geçişinden sonra Anadolu üzerinden geçişleri bazı kaynaklarda üç farklı şekilde gösterilmiştir;

Birincisi 1065 yılında Konya bölgesin gelerek yerleşen 55-60 Bin civarında Müslüman Yürük-Türkmen nüfusu Dedeağaç, Kavala ve Selanik üzerinden deniz yolu ile Batı Trakya, Rodoplar ve Makedonya bölgelerine Bizans yöneticileri tarafından yerleştirilerek iskan edilmişlerdir (Nevrezova, 2006: 28). İkincisi Osmanlı Devleti’nden 11 yıl önce Aydınoğlu Umur Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. 1341’de Bizans İmparatoru III. Andranikus’un ölmesi üzerine yaşanan taht mücadelesinde Kantakuzen’e yardım için Umur Bey donanma ile Rumeli’ye geçmiştir (Toksöz, 2011). Üçüncü olarak Osmanlı Padişahı Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Süleyman Paşa 1352 yılında Gelibolu Yarımadasına geçerek bir yıl içerisinde Tekirdağ bölgesini fethetmeyi başarmıştır. Orhan Gazi’den sonra tahta geçen Sultan I. Murad dönemi ile birlikte düzenli ordularla yürütülen fetih hareketi ile 1361’de Edirne, 1362’de Filibe, 1364’de Stara Zagora (Zağra) ele geçirilmiştir. Daha sonraki Padişah Yıldırım Bayezid ise 1395’de Bulgarların o zamanki başkenti Tırnova’yı fethetmesi ile Bulgaristan’ın tamamen Osmanlı egemenliğine dâhil olması ile Osmanlı adalet ve hoşgörü dönemi de başlamış (Konukman, 1990: 20), bölge tamamen Osmanlı denetimine geçmiş ve 559 yıl adalet ve hoşgörü ile yönetilmiştir (Atun, 2009). Bu kadar uzun bir süre bölgeye hâkim olan Türk ve İslam unsurunun bölgedeki Hıristiyan ve Yahudi halklarını da zamanla etkilemiş olduğu görülmektedir.

Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu dönem içerisinde Türk kültürüne ait önemli eserlerin inşa edilmesi Hıristiyan halkının kültürünü de etkilemiştir. Camiler ve medreselerin yanı sıra imara da önem verilmiş, yollar, köprüler, hastaneler, han, hamam, kaplıca, ılıca, kervansaray, saat kuleleri, imaret, türbe, çeşme, bedesten, kütüphane gibi 15.787 adet mimari eser Balkanlara inşa edilmiştir. Osmanlının sadece dini eserler inşa etmemesi bölgede asimilasyon amacını gütmediğinin bariz bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Fakat bu kadar eserin çok az bir kısmı orijinal halde kalabilmiş, büyük bir kısmı Türk kimliğinin silinmesi adına yok edilmiştir (Tikici ve diğ., 2008).

Osmanlı Devletinin; halkın dini inançlarını, malını ve canını güvence altına almış olması, hakim olduğu bölgelerde imar çalışmalarına öncelik vermesi, devlet dahilindeki halkların barış içerisinde hayat sürmelerine imkan tanıması ile Balkanlarda son yılları hariç olmak üzere neredeyse savaşsız bir dönem geçirmesini sağlamıştır. Fakat milliyetçilik fikirleri ile hareket eden halkların faaliyetleri ile XIX. Yüzyılda bölgeye huzursuzluk ve kargaşa hakim olmuştur (Tikici ve diğ., 2008).

Balkan tarihi için Türk varlığının XIII. Yüzyıldan itibaren zirveye ulaşmasında; Osmanlı Devleti’nin Balkanları fethetme süreci ile birlikte Anadolu’dan Türkleri bu bölgelere yerleştirmesi şeklinde başlayan iskan politikası etkili olmuş (Tikici ve diğ., 2008) ve kalıcı hale gelmiştir.

Osmanlı Devleti tarafından Rumeli adı verilen Balkanlara fetihlerle birlikte nüfus yapısında denge oluşturabilmek amacıyla Anadolu’dan kitleler halinde getirilen Müslüman Türkler ile kısa zamanda Müslüman-Türk nüfusu artmış, özellikle de Bulgaristan’da % 70-80’lere varan oran ile çoğunluk hale gelmiştir (Maral, 2010: 1). 1633, 1639, 1641 ve 1696 cizye defterleri kayıtlarına göre bütün köylerde Hristiyan nüfusa rastlanmış olsa da birçoğunda Müslüman nüfusun %89’lara kadar çıkmış olduğu görülmektedir (Koyuncu, 2013).

Türklerin Balkanlarda gerçekleştirdiği fetih hareketleri devam ederken bir taraftan Katolpak, diğer taraftan Rum kiliselerinin baskılarına dayanamayan Protestan Bosna Hersek Basle (Basel) Konsili bir kurtuluş çaresi olarak 1410 yılında Türkleri ülkesine davet etmiş, Rum Ortodoksluğuna İslam’ı tercih etmiştir (Nuri, 2013).

Osmanlı Devleti’nin Balkanlara fetih hareketlerinde daha önceki Karadeniz üzerinden gelmiş olan Türk kavimlerinin bir kısmının yardımcı ve faydalı oldukları görülmüştür (Toksöz, 2011). Bulgaristan’ın fethi sırasında XI. Yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmiş ve XIV. Yüzyıldan itibaren İslamiyet’e girmeye başlamış olan Kuman (Kıpçak) Türklerine bu yardımlarından dolayı Slav dilinde yardımcı anlamına gelen “pomaga” sıfatı verilmiş ve bu tarihten itibaren de “Pomak Türkleri” denilmeye başlanmıştır (Nevrezova, 2006: 9). Pomakların gönüllü olarak İslamiyeti benimsemeleri ve zamanla İslam dinine geçmeleri XVIII. Yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir (Koyuncu, 2013).

Osmanlı Devleti’nin fetihleri ile birlikte bölgeye yerleştirilen Türklerin etkisi ile Balkanların yerli halklarından İslamiyet’e geçmemiş olanlar ise kendi din ve dillerini korusalar da Türk usulü hayat tarzından etkilenerek benimsemişler, zamanla gelenek-görenekleri ve sosyo-kültürel özellikleri Türk tarzına doğru evrilmeye başlamıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan çekilmesi ile Avrupa kültürü etkili hale gelmiştir (Tikici ve diğ., 2008).

Bütün Balkan devletlerine yayılmış olarak yaşayan Pomakları bu devletlerin hemen hepsi sahiplenmekte ve etnik kökenlerinin tam olarak bilinmediği iddia edilirken genel olarak Slav kökenli oldukları kabul edilmektedir (Oran, 1993). Pomakların etnik kökenlerine yönelik iddiaların çeşitli ve ihtilaflı olmasının temel nedeni siyasidir. Çünkü iddia ve tezler ilmî değildir. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan çekilmesi ile birlikte her etnik grup kendine göre bir söylem geliştirmiştir (Koyuncu, 2013). Makedonya’da yasayan Pomaklara “Torbeş”, Kosovo ve Arnavutluk’takilerine “Goran” denilirken (Nevrezova, 2006: 9), Sırbistan’da ise daha çok Gora Bölgesinde yaşadıkları için “Goralı Sırp kökenli Müslümanlar” olarak nitelenmektedirler. Türk kaynaklarına göre ise Pomakların kökeni Kuman (Kıpçak) veya Peçeneklere dayandırılmaktadır (Türbedar, t.y.).

Pomakların Türk kökenli olduklarına dair tezler Cumhuriyetin ilk yıllarında yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Bu hususta Galip Bahtiyar’ın 1928 yılındaki açıklamalarında Pomakların Slavlardan önce Balkanlara gelen Türk kavimleri olmalarına rağmen zamanla Slavlar içerisinde asimile olduklarını fakat İslamiyeti kabulleri ile birlikte Türklüğe tam bir bağlılık içerisinde oldukları belirtilmektedir (Koyuncu, 2013).

Bulgaristan’da Pomakların bir kısmı etnik kökenlerinin ne olduğunu bilmediği, bir kısmının “Bulgaristan Müslümanı” olarak kendini tanımladığı bir bölümünün de kendisini Türk olarak ifade etmekte (Oran, 1993) oldukları tezi olmuş olsa da genel olarak kendilerini Türk kabul etmekte ve o şekilde kendilerini ifade etmektedirler. Önemli olan başkaları tarafından tanımlanmalarından ziyade, kendilerinin nasıl kabul ettikleridir (Ulutürk, 2004).

Bulgar yöneticilerinin Pomak Türklerini “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar” olarak dünyaya takdimleri tamamen yalan ve mesnetsizdir (Özlem, 2009). Bulgar tarihçilerine göre Osmanlı-Türk hâkimiyetinin etkisi ile Müslümanlaşmış Slav Bulgarları’na Pomak deniliyor olsa da İslamiyet’in bu coğrafyaya Osmanlı Türklerinden yüzyıllar önce yayılmış olması gözden kaçmakta ya da kasıtlı olarak görmezden gelinmektedir (Nevrezova, 2006: 28).

Osmanlı Devleti idaresi altında bulunan tebaanın statüsünü Tanzimat Fermanı’na kadar etnik kimliğe göre değil, dinî mensubiyetlerine göre dizayn etmiştir. Fakat Osmanlı politikaları asimile üzerine bina edilmemiş, gayri Müslimleri İslam’a, Türk olmayanları Türkleştirme gayreti içerisinde olmamıştır. Osmanlı Devleti fethettiği Hıristiyan ülkelerin toplum yapısına, dini inanç ve ritüelleri ile genel yönetim biçimine müdahale etmemiştir (Türbedar, t.y.).

 

Bulgaristan’da Müslüman-Türk Katliamları ve Asimilasyon Hareketleri

1787 yılında başlayarak 1789 yılında başarıya ulaşan Fransız ihtilalinin milliyetçilik fikirlerinin etkisiyle birlikte Rusların Pan-Slavist politikaları ile Fener Rum Patrikhanesi’nin de teşvikleri sonucu 1841 yılında başlayan Bulgarların isyan hareketleri Balkanların huzurlu ortamını bozmuştur. 1841’de Niş’de başlayan isyanlar 1850’de Vidin’de, 1856’da Tırnova’da devam etmiştir. Her isyanda Türk köyleri yakılmış, Müslüman halk katledilmiştir (Maral, 2010: 2; Orhan, 2008: 4; Nevrezova, 2006: 9).

XIX. yüzyıla kadar sorunsuz bir şekilde Türkler ile bir arada yaşayan Bulgarlar, kendi dillerinde eğitim görürlerken, Osmanlı kurum ve kuruluşlarının paralelinde kendi kuruluşlarını da oluşturabilmişlerdir. Hatta daha iyi eğitim görmek isteyen Bulgar gençleri İstanbul veya Rusya’ya da gidebiliyorlardı (Maral, 2010: 2). 1820 yılında Rusya’da “Birleşik Slavlar Cemiyeti” kurularak; Slav kabul edilen Çekoslovaklar, Polonyalılar, Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar, Slovenler ve Karadağlılar Rusya tarafından Rus bayrağı altında birleştirmeye çalışılmıştır (Konukman, 1990: 22).

1876 yılına gelindiğinde Bulgaristan Prensliği sınırlarında 1.120.000 Türk, 1.130.000 Bulgar yaşıyordu. Tarım arazilerinin de %70’i Türklerin elindeydi. Fakat 93 Harbi olarak tarihe geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı Türklerin kaybetmesiyle yaşanan felaket ile Bulgarlar Çatalca’ya kadar gelmiş ve 3 Mart 1878 Ayestefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile Bulgar Prensliği kurulurken, Sırbistan, Romanya ve Karadağ Osmanlı Devletinden ayrılarak bağımsızlığını ilan ettiler (Nevrezova, 2006: 10-11). Dini bağımsızlıklarını 1870’de Bulgar Eksarhlığı’nın* kurulması ile elde eden Bulgarlar, bu savaş sonrasında siyasi özerkliği de elde etmiş oldular (Koyuncu, 2013). Bu savaş ile ilk kez göç olgusu ile karşı karşıya kalan 1.500.000 Türk, Bulgarların baskısı ile göç ederken, bu insanların 450.000’i Bulgar çetelerinin katliamları, açlık, soğuk ve salgın hastalıklar ile feci bir şekilde hayatlarını kaybetmişlerdir (Özlem, 2009). Bu savaş sonrasında Türk nüfusu Bulgaristan’da ilk defa azınlık durumuna düşmüştür (Dağlıoğlu, 2014: 21).

5 Ekim 1908’de Özerk Bulgaristan Prensliği’nin ilan ettiği bağımsız krallığı Osmanlı Devleti 19 Nisan 1909 da tanıdı ve Bulgaristan ile bir protokol imzalayarak Türk-Müslüman topluluğun din ve mezhep özürlüğü ile medeni ve siyasi haklarının Bulgar halkı ile eşit hak sahibi olduğu azınlık hakları olarak teminat altına alındı. Fakat Bulgarların emperyalist baskısı hız kesmeden devam etmiştir (Nevrezova, 2006: 11).

1912-1913 yıllarında yaşanan I. ve II. Balkan Savaşları’ndan sonra Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalanan 29 Eylül 1913 tarihli “Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması” ile Müslüman-Türk azınlık hakları yine garanti altına alınmış olsa da zulüm ve baskılar devam etmiş, 200 bin Müslüman-Türk Osmanlı topraklarına doğru göç etmek mecburiyetinde kalmıştır (Maral, 2010: 5-7). Bu dönemde Bulgaristan sınırları içerisinde kalan Rumlar ve Museviler de mezalime uğramış, Bulgarlaştırılmaya çalışılmıştır (Orhan, 2008: 65).

  1. Dünya Savaşı’nda aynı blok içerisinde savaşa dâhil olan Osmanlı Devleti ile Bulgaristan savaştan yenik olarak ayrıldılar ve Bulgaristan’ın 27 Kasım 1919’da Müttefik Devletlerle yapmış olduğu Neuilly Barış Antlaşması ile azınlık hakları bir kez daha koruma altına alınmıştır. Türkler ile aynı tarafta savaşmanın da verdiği atmosfer ile 1923 yılına kadar iktidarda kalan Bulgaristan Çiftçi Partisi döneminde Türkler biraz olsun rahat ettiler (Nevrezova, 2006: 12; Maral, 2010: 7).

Bulgaristan’da yaşayan Türk nüfusu hiçbir dönem kesin rakamlarla belli olmamıştır. Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılmasından sonra Türk nüfusunun az gösterilmesi için özellikle gayret edilmesi nedeniyle rakamlar genel olarak tahmini olarak ifade edilmiştir. Bu çerçevede elde edilen Müslüman-Türk nüfusunun yıllara göre durumu şu şekildedir (Konukman, 1990: 39-40);

Bulgaristan Müslüman-Türk Nüfusunun Yıllara Göre Durumu

Yıllar Müslüman-Türk Nüfus Yıllar Müslüman-Türk Nüfus
1887 602.331 1910 602.078
1892 569.728 1920 690.734
1900 539.656 1934 821.235
1905 505.439 1946 938.418

(Konukman, 1990: 39-40).

Cumhuriyet döneminden önce Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden soydaşlarımızın yıllara göre sayısı ise şu şekildedir (Konukman, 1990: 42);

 

 

Yıllar Sayı Yıllar Sayı
1878 1.000.000 1898 6.640
1880 200.000 1899 7.354
1893 11.460 1900 7.417
1894 8.837 1901 9.339
1895 5.095 1902 9.714
1896 1.946 1913 440.000
1897 2.801 TOPLAM 1.710.603

Tabloda yer alan 1878, 1880 ve 1913 yıllarına ait veriler tahmini, diğerleri ise Bulgar istatistiklerine göre elde edilmiştir (Konukman, 1990: 42).

 

Bulgaristan’da Müslüman-Türk Azınlık Haklarını Garanti Altına Alan Bazı Antlaşmalar

-13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması; Bulgaristan’daki Türklerin hak ve çıkarları korunacak, göç etmiş veya ayrılmış olsa dahi Türklerin mülkleri korunacak ve devlet tarafından el konulmayacaktır.

-19 Nisan 1909 İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi; Bulgaristan’daki Müslüman ahali dini hak ve örgütlenmeleri ile hukuki ve siyasi haklardan faydalanabilecekler, okullarını, camilerini ve mescitlerini koruyup yaşatma hakkına sahip olacaklardır.

-29 Eylül 1913 Türkiye [Osmanlı Devleti]–Bulgaristan Barış Antlaşması ve Müftülerle İlgili Sözleşme; Bulgaristan’da yaşayan Türkler, Bulgar vatandaşı sayılacaklar fakat dört yıl içerisinde istedikleri zaman Bulgaristan’ı terk ederek Türk vatandaşlığını tercih ile taşınabilecekler, mallarını satmak veya götürmek haklarına sahip olacaklardır.

-27 Kasım 1919 Neuilly Barış Antlaşması; Bulgaristan’daki azınlık haklarının garanti alındığı, yapılacak olan anayasanın, kanunların ve resmi kararların bu kanun hilafına olamayacağı garanti altına alınmıştır.

-18 Ekim 1925 Ankara Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması; İki hükümet azınlıkların korunmasına ilişkin olarak, Neuilly Antlaşması ve Lozan Antlaşmasında yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan’da oturan Müslüman Azınlıklar ile Türkiye’de oturan Bulgar Azınlıkların yararlandırılmaları karşılıklı olarak yükümlenilmiştir.

-25 Haziran 1945 Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması; İnsan haklarının korunması, milletlerarası barış ve güvenliği garanti altına alınmıştır. 14 Aralık 1955’te BM Teşkilatına üye olan Bulgaristan, İnsan Hakları kurallarını kabul ederek, azınlıklarla ilgili şartları da yerine getirmeyi kabul etmiştir (Vatansever, 2011: 40-141).

-1998 Türkiye-Bulgaristan Arasında Bulgaristan Emekli Aylıklarının Türkiye’de Ödenmesine İlişkin Anlaşma (Özlem, t.y.: 1).

Bu antlaşmalarla Müslüman-Türk Halkının her ne kadar hak ve özgürlükleri güvence altına alınmış olsa da Bulgaristan’ın taahhütleri sadece kâğıt üzerinde kalmış, en başta canları ve malları olmak üzere siyasi ve kültürel baskılar eksilmeden sistemli bir şekilde devam etmiştir (Vatansever, 2011: 141).

 

Cumhuriyet Döneminde Yaşanan Göçler

Azınlık haklarının korunmasını garanti altına alan Neuilly Barış Antlaşması Bulgaristan Türklerinin eğitimini olumlu etkilemiştir. Bu dönemde Türk Öğretmen Okulu açılmış, Şumnu’da Müftü vekili yetiştiren Medrese-i Nübvvab Okulu açılmış, Müslüman Öğretmenler Kongresi düzenlenmiş ve Bulgaristan Muallimin-i İslamiye Cemiyeti kurulmuştur. 1921 yılında çıkartılan Milli Eğitim Yasası ile Bulgarca zorunlu eğitimin kaldırılması ile Türk okulu sayısı 1.712’ye ulaşmıştır (Nevrezova, 2006: 13).

1925 yılında imzalanan Dostluk Antlaşması ve İkamet Sözleşmesi her ne kadar olumlu gibi görülse de Müslüman-Türk azınlığa karşı baskı, zulüm ve eziyetler devam etmiştir. Bu durum yeni göçlerin kapısını açmıştır. İkamet Sözleşmesi gereği Bulgaristan’ın kapılarını açması ile isteyenler; mallarını, hayvanlarını satarak, tasfiye ederek, bedellerinin yanlarında getirerek, isteyen taşınabilir mallarını yanında getirerek Türkiye’ye göç etmiştir. 1923-1939 yılları arasında 198.688 Müslüman-Türk Türkiye’ye göç etmiştir. Bu göçlerin yıllara göre ağılımı ise şöyledir (Konukman, 1990: 42; Vatansever, 2008: 68);

1923-1939 Dönemi Yıllık Göçmen Durumu

YILLAR GÖÇMEN SAYISI
1923-1933 101.507
1934 8.682
1935 24.968
1936 11.730
1937 13.490
1938 20.542
1939 17.769
1923-1939 TOPLAMI 198.688

(Konukman, 1990: 42)

  1. Dünya Savaşı sonrasında da göçlerin devam ettiği görülmektedir. Yurt dışına çıkışların yasaklanması ile gelenlerin sayısında düşüş olsa da yıllık ortalamanın 2.100 kişiyi bulan bu gelişler ekseri kaçak ve pasaportsuz olarak gerçekleşmiştir. 1939-1949 döneminde 21.353 Müslüman-Türk Türkiye’ye gelebilmiştir (Konukman, 1990: 42; Vatansever, 2008: 68-69).

1939-1949 Dönemi Yıllık Göçmen Durumu:

YILLAR GÖÇMEN SAYISI
1940 6.960
1941 3.803
1942 2.672
1943 1.145
1944 489
1945 631
1946 706
1947 1.763
1948 1.514
1949 1.670
1940-1949 TOPLAMI 21.353

(Konukman, 1990: 42;)

  1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşa dâhil olan Bulgaristan savaştan Almanya ile birlikte yenik olarak ayrıldı ve 5 Eylül 1944 yılında Sovyet Kızıl Ordusu Bulgaristan’a hakim oldu. Sovyetler kendilerine bağlı bir Halk Cumhuriyeti kurarak kendi sistemini kurmuştur. Yaşanan gelişmeler Sovyetlerin Müslüman-Türk azınlığın asimile edilmesini hedeflediğini ortaya çıkartmıştır (Nevrezova, 2006: 16). Çünkü Bulgar Komünist Başbakan Georgi Dimitrov “Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlar’da egemen olduğu nişanelerin silineceği” şeklinde yaptığı açıklama sonrası Müslüman-Türklere maddi ve manevi baskılar arttırılarak, gerekçesiz tutuklamalar başlamıştır (Konukman, 1990: 43).

Baskılara dayanamayan Türklerin Türkiye’ye göç etmek için müracaatta bulunması üzerine, 1949 yılında NATO’ya girmeye çalışan Türkiye’yi ekonomik ve siyasi olarak zora sokmak isteyen Bulgaristan, 1925 tarihli İkamet Sözleşmesi kapsamında, 12 Ağustos 1950 de 250 bin Türkün göçmen statüsünde alınarak, üç ay içerisinde kabulünü isteyen bir nota verdi (Nevrezova, 2006: 27-28). Bulgaristan’ın bu hareketinin bir diğer sebebi de bünyesinde eritemediği Türk azınlıktan kurtulmak istemesidir (Bayraktar, 2007: 84). Bulgaristan’ın anlaşma şartlarına riayet etmemesi nedeniyle Türkiye’nin sınırı kapatmasına kadar yani 1950-1951 arası 154 bin Türk tehcir edilircesine Bulgaristan’dan göç etmiştir (Üstündağlı, 2009: 108).

Yaşanan bu göç o tarihe kadar Bulgaristan’dan gelen göçmen sayısı bakımından en yoğun olanıdır. Fakat ilgili sözleşmeye aykırı olarak soydaşlarımızın taşınabilir mal, hayvan ve paralarını çıkartmalarına izin verilmemiş ve 1925 tarihli antlaşmayı hatırlatan Türkiye ile 2 Aralık 1950’de, 1951 yılına kadar işleyen yeni bir göç anlaşması imzalamıştır. Bu kapsamda gelen göçmenler arasına Bulgaristan’ın casus ve Çingeneleri de Türkiye’ye sokmaya çalıştığını tespit eden Türkiye sınırı kapatmış ve yapılan araştırma ile 126 Bulgar casusu ve Çingeneler Bulgaristan’a iade edilmiştir (Konukman, 1990: 43).

1 Aralık 1956’da Bulgaristan’da yapılan nüfus sayımında Bulgar yönetimi Müslüman nüfusu az göstermek için Pomakları Bulgar olarak saymıştır. Aynı zamanda Pirin Bölgesinde yaşayan Makedonlara da yeni kimlik çıkartarak bunları da Bulgar olarak göstermiştir. Bu sayım sonucuna göre; 656.025 Türk, 197.865 Çingene, 5.993 Tatar olduğu açıklanmıştır. Pomakların Bulgar olarak gösterilmesi ilk kez bu tarihte olmamıştır. 1912, 1942, 1962 ve 1971 yıllarında da Bulgar ismi almaya zorlandılar fakat 1913, 1945, 1964 ve 1990 yıllarında tekrar tekrar neredeyse istisnasız olarak eski Müslüman isimlerini geri almayı başarmışlar ve zorla Hıristiyanlaştırılanlar da tekrar İslam’a dönüş yapmışlardır (Nevrezova, 2006: 28-31; Koyuncu, 2013). Türklere, Pomaklara ve Çingeneler karşı isim değiştirme politikaları Bulgaristan’ın baskıcı politikaları olarak tarihteki yerini almıştır (Dağlıoğlu, 2014: 36).

1970’li yıllara gelindiğinde Bulgaristan’da azınlık nüfusundaki artış hızı Bulgar hükümetini telaşlandırmaya başlamıştır. Çünkü Bulgar aileler tek çocuk sahibi ya da çocuksuzken, azınlıklar özellikle Türk ailelerin 5-6 çocuğu vardı. Defalarca göç uygulanmasına rağmen bu artış engellenememiştir (Nevrezova, 2006: 35). Bu arada 1950-1951 yıllarında yapılan göç uygulamasında Bulgaristan’ın aileleri parçalayarak göndermesi nedeniyle bu sorunun çözümünü talep eden soydaşlarımızın bu isteğini bahane eden Bulgaristan yeni bir göç ile azınlık nüfusunun azaltılabileceği bir sebep elde etmiş oldu. Bölünmüş ailelerin birleştirilmesi amacıyla Türkiye-Bulgaristan arasında 22 Mart 1968’de “Yakın Akraba Göç Antlaşması” imzalanmıştır. Sınırlı kapsamda kalan ve bölünmüş aileler için 1969-1978 yılları arasında uygulanan anlaşma ile 130 bin Türk Türkiye’ye gelmiştir. Fakat bölünmüş aileleri birleştirmek için uygulanan bu göç de yeni bölünmeleri getirmiştir (Bayraktar, 2007: 84). Çünkü Bulgar hükümeti, büyük bir göç dalgası ile özellikle tarım alanı olmak üzere ekonomide işgücü kaybı olmaması için ve sosyalizmin güçlenmesinde kullanılmak istenildiğinden yükseköğrenim görenlerin göç etmelerine müsaade edilmemiştir. Fakat 1989’da yaşanacak göç dalgasında ise ilk onları sınır dışı etmiştir (Nevrezova, 2006: 29-30). Göçü sınırlı tutmak ve ekonomisine olacak olumsuzluğu engellemek istemesine rağmen yapılan bu göç Bulgar ekonomisinin mahfına sebep olmuştur (Üstündağlı, 2009: 130).

1950-1968 Dönemi Yıllık Göçmen Durumu;

YIL SAYI
1950 52.185
1951 102.208
1952-1960 93
1968 120.000
TOPLAM 274.486

(Konukman, 1990: 45).

Bu yıllarda yaşanan bir diğer gelişme ise azınlık grupların bir birleri ile temaslarının önlenmesi olayıdır. Bu tarihte Tatar, Pomak ve Müslüman Çingene ailelerinin çocuklarını Türk okullara gönderdiğini ve bu çocukların sosyal, kültürel ve dilsel olarak Türk toplumu ile birleşmesinden endişelenen Bulgaristan Komünist Partisi Politbürosu 5 Nisan 1962 tarihli karar ile bu azınlık grupların birbirleriyle temaslarına son verme önlemleri almıştır (Nevrezova, 2006: 22).

1923’ten 1980 yılına kadar 507.561 Türk’ün göç etmesine rağmen azınlık nüfusunun çoğunluğa geçme korkusu yaşayan yöneticiler ve Politbüro yetkilileri 17 Temmuz 1970 yılında “tehditle milliyet ve din değiştirme” uygulaması için gizli bir kararı ile 1974’e kadar 220 bin Pomak Türkünün baskı ve şiddet ile Bulgar ismi almak zorunda bırakılması ile yöneticiler kendilerince Pomak sorununu çözdüklerini ileri sürdüler (Nevrezova, 2006: 35).

1984 sonbaharında Bulgaristan Türklerinin isimlerinin zorla Bulgar isimleri ile değiştirilmeye başlandığı son ve en kanlı döneminin başlangıcı olmuştur. 1985 başları Bulgar mezaliminin doruk noktasına çıktığı zamandır. Askerler ve yanlarında milisler ile Türk bölgelerine girerek isimler zorla değiştirilmiştir (Yorulmaz, 2012: 13). 28 Ocak 1985’de Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi “Yeniden Canlanma” fikri ile Bulgar kimliği kazandırılan azınlıkların çoğunluk içerisinde asimilasyonu planlanmış ve önce Rodoplar bölgesi güneydoğu kesimindeki 310 bin Türk ve Pomakların kimlikleri zorla Bulgar isimleri ile değiştirilmiştir (Nevrezova, 2006: 37). Mart 1985’e kadar 800-2500 arasında Türk bu uygulamalara karşı geldikleri için katledilmiş (Yorulmaz, 2012: 13) veya binlercesi Belene toplama kampında Nazi usulü işkencelere maruz kalmıştır (Konukman, 1990: 56-59).

Türkiye ve uluslararası kuruluşların baskıları karşısında uzun süre direnen Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkof en sonunda uygulanan politikanın iflasını anlamış olacak ki, 2 Haziran 1989 günü “Pasaportlarınızı vereceğiz, Türkiye kapılarını açsın kalmak istemeyen çekip gitsin” açıklamasından sonra, daha önceki uygulamalarda olduğu gibi Bulgar yönetiminin tespit ettiği aileler parçalanarak, zorbalıkla mal varlıklarına el koymak sureti ile göçe zorlandılar. Bulgaristan’ın bu uygulaması bir ayıp olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır (Konukman, 1990: 60).

Mayıs 1989-Mayıs 1990 Aylık Veriler Halinde Sınırdan Türkiye’ye Girişler

TARİH GİRİŞ YAPANLAR TOPLAM

(KİŞİ)

GENEL TOPLAM

(KİŞİ)

VİZELİ

(KİŞİ)

VİZESİZ

(KİŞİ)

MAYIS / 1989 1.630 1.630 1.630
HAZİRAN/1989 22 87.599 87.621 89.251
TEMMUZ/1989 79 135.297 135.316 224.567
AĞUSTOS/1989 512 87.396 87.908 312.475
EYLÜL/1989 1.859 1.859 314.334
EKİM/1989 3.619 3.619 317.953
KASIM/1989 4.531 4.531 322.484
ARALIK/1989 4.843 4.843 327.327
OCAK/1990 2.779 2.779 330.106
ŞUBAT/1990 3.645 3.645 333.751
MART/1990 4.595 4.595 338.346
NİSAN/1990 4.360 4.360 342.706
MAYIS/1990 3.254 3.254 345.960
TOPLAM 34.098 311.862 345.960 345.960

(Konukman, 1990: 61).

Soydaşlarımızı zulümden kurtarabilmek amacıyla Türkiye Bulgaristan’la aramızdaki vize uygulamasını geçici olarak kaldırarak girişlerine müsaade etmiştir. Bulgar hükümeti soydaşlarımızı turist pasaportu ile göndermiş, yanlarında sınırlı eşya ve para getirmelerine izin vermiş fakat altı ay içerisinde geri dönmeyenlerin mal varlıklarına el konulacağını ve emeklilik haklarının iptal edileceğini açıklamıştır. Türkiye Bulgaristan ile yeni bir göç anlaşması yapabilmek ve soydaşlarımızın haklarının kazanımlarını sağlayabilmek amacıyla vizesiz girişleri 22 Haziran 1989 tarihi itibariyle durdurmuştur (Konukman, 1990: 60-63).

Bu gelmeler yaşanırken Bulgaristan’ın aileleri parçalaması, altı ay içerisinde geri dönmeyenlerin mal varlıklarına el konulacağını ve türlü sosyal haklarının da iptal edileceğini açıklaması nedeniyle geri dönmek zorunda kalanlar da olmuştur. Bu dönüşü yapanlara “Bulgar rejimini ve dilini kabul ettiklerine dair” belgeler imzalatılırken, eski köylerine, evlerine, işlerine ve mesleklerine dönmelerine müsaade edilmemiştir (Konukman, 1990: 70).

 

 

Türkiye’den Bulgaristan’a Geriye Dönüşlerin Sayısal Durumu

TARİH GERİYE DÖNÜŞ YAPANLAR (KİŞİ) DÖNÜŞLERİN AYLAR İTİBARİ İLE GEN. TOP. (KİŞİ) TÜRKİYE’DE İKAMET EDEN (KİŞİ)
MAYIS / 1989 1.630
HAZİRAN/1989 40 40 89.211
TEMMUZ/1989 76 116 224.451
AĞUSTOS/1989 3.677 3.793 308.682
EYLÜL/1989 26.181 29.974 284.360
EKİM/1989 21.486 51.460 266.493
KASIM/1989 16.293 67.753 254.731
ARALIK/1989 27.688 95.441 231.886
OCAK/1990 8.292 103.733 226.373
ŞUBAT/1990 6.816 110.549 223.202
MART/1990 10.033 120.923 217.764
NİSAN/1990 7.341 127.923 214.783
MAYIS/1990 5.343 133.272 212.688
TOPLAM 133.272 133.272 212.688

(Konukman, 1990: 71).

 

Sonuç

Türk-İslam varlığı Balkanlara bilinenin aksine ilk defa Osmanlı Devleti ile ayak basmamıştır. Türklerin Balkanlara gelmeleri II. Yüzyılda İskitler ile başlamıştır. Daha 1071 Malazgirt Zaferi öncesinde 1065 yılında Konya bölgesinde yaşayan Müslüman Türklerin Bizans tarafından siyasi amaçlarla Balkanlara yerleştirildiği bazı kaynaklarda geçmektedir.

Balkan devletlerinde akademisyen ve tarihçiler kendi tarihlerini yazarlarken doğru olmayan ve tarafgir bir şekilde yazmakta ısrar etmektedirler. Bu nedenle Trakya Üniversitesi bünyesinde kurulmuş olan Balkan Araştırma Enstitüsüne gibi akademik yapılanmalar diğer üniversitelere de yaygınlaştırılmalıdır. Aynı zamanda bu hususta düzenlenen konferans ve paneller de arttırılarak devam edilmelidir.

Daha Osmanlı döneminde dillerinin Bulgarcaya yakın olması nedeniyle* Bulgarlaştırma gayretlerine karşı çıkan ve Osmanlı Hükümetine ikazlarda bulunmaya çalışan (Koyuncu, 2013) Pomak Türkleri Kuman (Kıpçak) Türklerinin torunlarıdırlar ve İslam’a da sıkı sıkıya bağlıdırlar (Özlem, 2009). Pomak Türklerinin dil problemlerinin çözüme kavuşturulması için Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı Bulgaristan ile gerekli istişareleri yaparak Türkçe eğitim ve öğretimi verecek alt yapıları oluşturmalıdır. Mevcut olan dil okulları var ise onların da kapasiteleri arttırılmalıdır. Pomak Türklerinin etnik olarak da Kuman (Kıpçak) Türkleri olduğu bilinci çeşitli basın ve yayınlar vasıtasıyla kazandırılmaya çalışılmalıdır.

Bulgaristan’ın zorla değiştirdiği isimlerin eski haline dönüştürülme işlemi 1993 yılına kadar müracaatla yapılabiliyorken, bu tarihten sonra mahkeme kararları ile değiştirilebilmektedir. İsimlerini eski haline değiştirmemiş olanların bir kısmı ihmalden, bir kısmı da “tekrar eski uygulama yapılabilir, baskıya maruz kalabiliriz” korkusu ile yapmadıkları görülmektedir (Oran, 1993). Şimdi bu kişilerin isim değişikliğini yeniden yapmaları için mahkeme masrafı ortaya çıkmakta, değişiklik yapılırsa bu defa da değiştirilmesi gereken kimlikler, diplomalar ile diğer resmi evrakları sorunu ortaya çıkmakta, bunlar için de maddi kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır. Bu masrafları karşılamakta zorlananlar için Türkiye, Bulgaristan Türkiye Hükümeti bu sorunların çözümü için Bulgar Hükümetinden kolaylık talebi için girişimlerde bulunmalı, gerekirse oluşturulacak bir ekonomik fon ile bu sorunun çözümü cihetine gidilmelidir.

Bulgaristan’da yaşayan ya da göç ederek gelmiş soydaşlarımız için bazı akademisyen veya basın yayın kuruluşlarının “Bulgar Türkü” ifadesini kullandıkları görülmektedir. Bu soydaşlarımız için “Bulgaristan Türkleri”, “Bulgaristan’da yaşayan Türkler” veya “Bulgaristan’dan gelen Türkler” ifadelerinin kullanılması yaygınlaştırılmalı, yanlış ifade kullanımına son verilmelidir.

Türkiye etnik temelli bir politika izlemese de Balkanlar’da bulunan Müslümanların durumları bölge ülkeleriyle yürütülen ilişkileri her zaman etkileyen önemli faktör olduğu bir realitedir. Türkiye’nin Balkanlarda Müslüman-Türk varlığı ile temasların kopmaması için (Türbedar, t.y.) Dışişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere diğer kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla kültürel ve ekonomik köprüler ile irtibatı devam ettirmeli, buralarda Türk kültürünün pekiştirilmesinin yanında ekonomik etkinliğini de arttırmalıdır.

 

İsmail CİNGÖZ

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.A. –BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com

Reklamlar