BİLİNMEYEN GERÇEKLERLE, BULGARİSTAN VE SURİYE’NİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI
Konulu konferansımız 10/6/2023 tarihinde dernek merkezimizde yoğun bir dinleyici topluluğu ile gerçekleştirildi.
Konferansta konuşmacı BULTÜRK genel başkanı değerli konuşmacı Rafet ULUTÜRK ve dernek başkanımız Sayın Ahmet AĞCA dinleyicilere hitap ettiler.
Beydili Türkmen Derneği Başkanı Sayın Ahmet Ağcan’nın açılış ve takdim konuşmasından sonra söz alan BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK özetle aşağıdaki hususlara temas etti.
BULTÜRK Genel Başkanı Sn. ULUTÜRK, Osmanlının kaybettiği topraklardan sonra her coğrafyada olduğu gibi Bulgaristan ve Suriye’de de milyonlarca soydaşımızın Türkiye dışında bulunan tüm Türker’in öksüz kaldığını, tarihi, kültürel asimilasyonlara ve zulme uğradıklarından ve kendilerini öksüz hissettiklerini söyledi.
Gerçekte Bulgaristan’ın Türk boyları tarafından kurulduğunu fakat Türk yönetimlerinin hiçbir dönem hazmedilmediğinden ve engellenmeye çalışıldığından, Türk topluluklarını asimile politikalarından bahsetti. Ayrıca Türkler 1500 yıldır İslamın kılıcını salladığını ve bugun İslamiyetin sadece Türkiyede olduğunu ve yine buralardan yeşereceğinin altını çizdi.
Yaşamından da örnekler veren ULUTÜRK, halen aktif siyasette boy gösteren Bulgaristan’da sözde Türk Partisi Hak ve Özgürlükler Hareketinin kuruluşunun ve icraatlarının şaibeli olduğundan, oradaki halka hizmet etmediğinden bahsetti.
Bu konuda duayen sayılan genel başkan Rafet ULUTÜRK konuşmasını Suriye ve Bulgaristan Türkleri olarak, sorunların artık bu gün güçlü Türk devleti nezdinde çözümü için STK’ların güçlü ve üyelerinin de destekleriyle daha aktif, etkin ve güçlü, duruma gelmesiyle sesini daha gür duyurabileceğimizi anlattı.
Rafet ULUTÜRK’ün Konuşması:
BULTÜRK Kuruluş tarihi 2003 yılından günümüze kadar geçen 20 yıl zarfında, “BULTÜRK” ve “BGSAM” (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)’miz Bulgaristan Türklüğü başta olmak üzre, Evlad-ı Fatihanlar ve tüm Türk Dünyası ile ilgili önemli çalıştaylar, kurultaylar, basın bildirgeleri ve sivil toplum kuruluşları nezdinde yapılan tüm toplantılara, genel kurullara katılarak tüm dünyaya Bulgaristan ve Bulgaristan Türklüğünü anlatan, hatırlatan, yayınladıkları kitap, medya ve radyo-TV programları ile Bulgaristan’ın güçlü sesi olarak hizmetlerine büyük onur gurur ve şerefe sahip olarak devam ettik. İcraatlarımızdan sadece şunu söylemem yeterli sanırım.
Bulgaristan tarihinde Türkiye’de bulunan bir dernek olarak ilk defa Bulgaristan Cumhurbaşkanı çıkarttık ve Bulgaristan genelinde 21 aday içerisinde 50 bin oy alarak %1.30 ile 9. Sırada yarışı bitirdik.
Bu meyanda BULTÜRK dernek olarak Bulgaristan ve Türk Dünyası ile ilgili olmak üzre, BGSAM ile birlikte bu güne kadar toplamda 133 kitap hazırlayarak yayınlamıştır.
Ayrıca aylık olarak yayınladığımız BULTÜRK “Bulgaristan Türklerinin Sesi” Gazetesi, (an itibarı ile 188 sayı) ile 21. Yüzyılın BULTÜRK nezdinde, “TÜRK ASRI” olması nedeniyle 2021 yılı itibarı ile tarihi “İPEK YOLU’’na atfen LONDRA-PEKİN hattında bulunan yaklaşık 68 ülkenin ekonomik kültürel sosyolojik siyasal, turistik, stratejik, askeri ve ticari güçlerinin birleştirmesinde rol oynayacak olan, “TÜRKLERİN BİRLEŞTİĞİ TÜRK YOLU DERGİMİZİ” seçkin kadromuz ile yayınlayarak Türk Dünyası ve tüm insanlığın hizmetine gururla sunduk.
Saygıdeğer konuklar, Tarihte Bulgaristan’a bir göz atalım, Bulgaristan’da yaşayanların büyük kısmını Bulgar halkı ve Slavlar oluşturduğu bilinmekte olmasına rağmen Müslüman Türk varlığı da önemli bir yer kaplamaktadır. Hatta sizlerin de malumunuzdur Bulgarlar da aslen Türk soyludurlar.
İslamiyet’in doğuşundan sonra dünya üzerinde İslam ile Müşerref olan ilk millet ve tebaalar arasında Bulgarlar 12 Mayıs 922’de Volga nehrinin kenarında Bolgar şehrinde “KARAHANLILAR DEVLETİ”NDEN de önce İslam’ı seçerek Türk soyluların ilk Müslümanları olarak tarihe geçmişlerdir.
Bunun ispatı olarak Rusya’nın önemli bölgelerinden TATARİSTAN’da halen Bulgar minaresi olarak bilinen (Küçük Minare) günümüz itibarı ile mevcut minarenin yanında yıkılan Camiinin yerine yeni bir cami yapılmıştır. İlk Müslüman olan Bulgarlar tarafından yapılan bu Camii ve eski minarenin yapım tarihi bugün Bulgar Türklerinin İslam’ı seçerek kabullendiği tarihin bir vesikasıdır.
“TARİHTE BULGAR DEVLETLERİ”
- Birinci Bulgar devleti 681-1018 yılları arasında hüküm sürmüştür.
Kubrat Han’ın küçük oğlu Asparuh Han yönetiminde Tuna boylarına gelen Bulgarlar, 679 yılında Tuna Bulgar Hanlığını kurdular. 681 yılında yapılan anlaşma ile Bizans İmparatorluğu tarafından resmen tanındı. Bu gün Kubrat Han’ın mezarı Ukrayna’dadır.
Ancak;
Tarihi açıdan Bulgarlar millet olarak ilk Müslüman olan devlet olmalarından dolayı uzun yıllar boyunca zamanın süper gücü güçlü devleti Bizanslıların kahredici soykırıma varan savaş ve mücadeleleri ile karşı karşıya kalmışlardır.
Buna örnek olarak 29 Temmuz 1014’te Bulgar Çarı Samuil “Belasitsa” Savaşı’nda Bizans İmparatoru 2. Nikifor’a yenik düştü.
15 bin Bulgar esirden %10 (1500 esir) tek gözü kör edildiler.
Kalan esirlerin hepsi iki gözleri kör edildiler.(13.500) kısacası esirlerin tamamı gözlerine mil çekilmek suretiyle işkenceye tabi tutuldular.
Saygın tarihçi ve arkeologlara buradan seslenmek istiyoruz. Yıllardır sözde Ermeni soykırımı ve safsatalarına ayırdığınız kıymetli zamanlarınızdan bir miktar da bu konuyla ilgili olarak çalışma yaparak zaman ayırmanızı özellikle rica ediyoruz. Bu işkence ve soykırımların temelinde yatan görüş ve çalışmalar Hıristiyanlık ve Haçlı ruhuna hizmet içindir.
Bu nedenle “Hıristiyanlığı kabul etmezseniz kaderiniz budur!” mesajı o günlere aittir.
Bu işkence mağdurları esirleri her Bulgar köylerine birer birer dağıtılır. Her köye bir kişi verilir. Halkın ruhu ve iradesini böylelikle kırdılar. Maneviyat ve morallerini bozdular.
Bulgar halkına bu acı sanki azmış gibi, ruhen daha da işkencelere tabi tutuldular.
Balkanlara ruhsal iyiliği seven “Tengri” Tanrısıyla gelmişlerdi. Canları pahasına dayatılan Tanrı, Baba ve Oğul imanı, din ve ibadet dillerini değiştirdi. Bulgarların Hıristiyanlığı gönüllü kabul ettiklerini yaza yaza yazar olan sözde misyoner bilim adamlarına bizim de sözümüz var….
Bulgarların Hıristiyanlığı kabul etmeleri ile birlikte üzerlerinde oynanan Hıristiyan mezhep çatışmalarından dolayı komşu devletler olan Rumlar ve Ruslar mezhepleri aynı olmasına rağmen Bulgarları kendi dillerine ibadet etmelerini kabul ettirerek asimile etme yolunu seçmişlerdir.
- İkinci Bulgar devleti İvan ASEN (Hasan) 1185-1422 tarihine kadar (Osmanlı tarafından fethedildiği tarih) hüküm sürmüştür.
Tarihte Bulgar devletleri –Bulgaristan’ın tarihinde bilinen en eski halkı Hint-Avrupa kökenli “Trak” isimli kavimdir. M.S. 7.yüzyılda Slavlarla birlikte buradaki halk, bu coğrafyada Bulgar Devletini kurmuştur. Yönetimde söz sahibi olan bu toplum, Slav dilini ve 9.yüzyılda din olarak Hristiyanlığı kabullenmiştir.
Bulgaristan uzun dönemler boyunca Roma İmparatorluğu ve sonra Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğinde kalmıştır.
Günümüzdeki Bulgaristan’ın temelleri
1168’den, yani İkinci Bulgar Çarlığı’nın dirilmesinden–1396’da Bulgarların Osmanlıya katılmasına ve Rum Papazları Bulgar kilise ve manastırlardan kovan 1872 Padişah Fermanına kadar, din özgürlüğü ve DOĞU ORTADOKSLUĞU OLUŞTURMA mücadelesini anlamak mümkün olamaz.
Bu da gösteriyor ki bugünkü Bulgaristan’ın temelinde Osmanlı hoşgörüsü ve hümanist yaşama sevinci vardır.
Olaya böyle baktığımızda, Küçük Kaynarca’dan “93 harbine” kadar Rus İmparatorlarının Bulgarlar arasında neden din kışkırtıcılığı yaptığı da kolayca anlaşılmaktadır.
Eğer Bulgar halkının özünde Tangra’dan gelen iyilik kutsallaşmamış olsaydı; bu halkın Bizans’ta her gün yaşadığı bitmeyen ve din değiştirme zorbalığından kaynaklandığına inandığı eziyete şeytan çilesi demezlerdi, isyan edip BOGOMİL HAREKETİ – (Tanrısını sevenler hareketi) alevlendirmez ve yanmaya gönül vermezdi.
Bu olay 1000 yıl önceki Bulgar toplumu için ruhsal olanı belirleyendir. Buralara gelen dervişler doğanın felsefesinde sevgi ruhunu güneşle buluşturdu.
Böylece yeni bir Bulgar deyimi felsefesi doğdu: “Benim iyi olmam önemli değil, onun kötü olması önemlidir.”
Bu anlayış monarşi zamanında yerleşti, totalitarizm döneminde katmerleşti ve toplumsal dayanışma, hoşgörü, iyi komşuluk vs. değerli erdemlere karşı savaş açarak onların kuyularını kazdı.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arası dönemde monarşi zulmünü yaşadık.
Ama bununla da kalmadık. Gerek Çar Ferdinand, gerek Çar III. Boris veya komünist diktatör Jivkov dönemlerinde Türklerin maruz kaldığı zulümler, tahammül sınırlarını epey zorlamış ve dönem dönem büyük göçlerin yaşanmasına neden olmuştur.
Osmanlıdan koparıldıktan sonra bile Bulgaristan’ın başına Bulgar getirmediler.
Yani Bulgarlara güvenmedikleri için devletin başına Alman prens Ferdinand getirildi başa. Osmanlı yüzyıllarca yatırım yaparak Bulgaristan’da ticari, zirai ve kültürel olarak kalkınmasında gösterdiği atılımlardan sonra, Rus istilası sonrası 1878’de çekilirken ardında binlerce cami, saray, konak, mescit, medrese, köprü, çeşme, geçit, köy ve kasaba miras bıraktı.
Bugün Bulgaristan’da görmüş olduğunuz binaların yolların vsy çok çook büyük bölümünü Türklerin ellerinden çıkmıştır. 1989 göçü sonrası ekonomik olarak yok oluşumuna girmişler ve halen bugün itibarı ile kendilerini toparlayamıyorlar.
Bulgar tarihinde en önemli yıl 1878’dir.
O, bir sayfanın kapandığı ve yeni bir sayfanın açıldığı yıldır. Dönüp geriye bakmak, bazen insanları ikiye, üçe beşe böler, birbirine düşman eder, toplumu karıştırır ya da kaynaştırır, birleştirir veya birbirine düşman eder.
Bulgaristan ve Türkiye aynı aileden bir birinden koparılmış kardeş iki komşu devlet. İnsan kardeşini ve komşusunu kendisi seçemez.
Ne var ki, dünyadaki acıklı kavga, kardeş kavgasıdır.
Basit bir husumetten savaşa kadar uzanan çizgide tarihimiz boyunca pek çok devlet kardeş kavgası sonucu yıkılmıştır.
1877–78, Ruslarla Osmanlının son kez birbirine kıyasıya girdiği zamandır.
Ardından iki imparatorluk da çökmüş ve dağılmıştır. Osmanlıdan doğan devletlerin toplamı 44’tür.
Bulgaristan, bu “kardeş-devletçikler ailesine” Yunanistan ve Sırbistan’dan sonra girmiştir. Balkanların göbeğinde, Osmanlı devletinin ve O ZAMANLAR Rumeli Beylerbeyliği topraklarında bulunurdu.
Bulgaristan’ın doğum tarihi 3 Mart 1878’dir.
Okul yıllarında, bizi, Bulgar öğrencilerle birbirimize düşüren hep “93 harbi” olmuştu.
Bu savaşın “bir saldırı harbi mi?” yoksa bir “kurtuluş savaşı mı?” olduğunu tartışırdık. Tarihin genel geçerli gelişim yasaları, kategorileri, kıstasları, değer yargıları, süreçleri, devrim, isyan ve evrim gibi temel değimleri vardır.
Biz o zaman bunların ne anlama geldiğini pek bilmesek de arasız didişiyorduk.
Çağları birbirinden ayıran, belli bir şekillenme, oluşma ve olgunlaşma süreçleri olarak benimsedim. Anlamı, yeni olan her zaman eskinin bağrında oluşur ve hayat hakkı ister, şeklinde girdi kafama.
Bulgaristan yeni olansa, neden
“Plevne Savaşında”, neden “Şıpka Tepesinde” doğdu?
Aklımdan çıkmayan, dedemi öldüren, soyumu vatan toprağından söküp atan Rus Çarına “kurtarıcı diyemezdim” O benim atalarımın katiliydi…
Osmanlı’da farklı dinlerin ve milletlerin kokuşmuş bir “ümmet topu” içinde barındığı gerçeği vardı. Bulgaristan için, eski olanın sonu ve yeni olana hayat hakkı tanıma anlamına gelen “93 harbi” tam bir asır önce 1774’te, Silistre yakınlarındaki “Küçük Kaynarca’da” imzalanan bir anlaşmada mayalanmıştı.
Ruslara Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanları denetleme ve koruma hakkı tanıyan bu antlaşma,
Osmanlının ümmet birliğini delmişti. Başka bir deyişle, o zamana kadar yekpare olan OSMANLI MERMERİNİ çatlatmıştı.
Halk dilimizdeki “dananın kuyruğunun koptuğu yer” işte bu anlaşmada Rus Çarına tanınan haklardı. Kritik nokta, diplomatlarımızı bile bile uyutmuşlardır.
Osmanlı hanedanı bu hassasiyete duyarlı olup, bir büyük savaş patlamasına yol vermemek için, 1872’de özel bir fermanla Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi’ni Rum kilisesinden ayırmış ve Ohri Gölünden Kara Denize kadar Bulgar kilise ve manastırlarından Rum Papazlarını kovmuştu. Fakat Osmanlıya saldırmak için fırsat kollayan Rus Çarı’nın stratejik hedefi, sıcak denizlere inmekti, (tıpkı bugünde olduğu gibi) savaşa vesile yaratmak için dini azınlık haklarından dem vuruyordu.
Yalnız bu mu? Hayır, şu da vardı. “Küçük Kaynarca”dan tam 50 yıl evvel, “Aton” Manastırı ruhani liderinden olan Payisiy Hilendarski, “Islav Bulgar Tarihi” eseriyle Bulgar maneviyatına etnik diriliş can suyunu vermişti.
O, Bizans ve Osmanlıda uzun süre kalan ve öz tarihini unutmak üzere olan Bulgar hafızasının dibine inmeyi başarmış ve “Bulgarların soyu sopu, dil, din, alfabesi, hatta Bizans İmparatoru 1.Nıkifor’u savaşta yendikten sonra kellesi ile şarap içenler gibi (Krum Han) ve benzeri Liderleri olduğunu gün ışığına çıkarmış ve kulaktan kulağa yaymıştır.
Böylece Bulgarlar bizim de tarihimiz var bilincine sahip olmuşlardır. Tarih boyunca Bulgaristan devletlerinin resmi ideolojisinde beyinlere yüklenen tabloda dikte edilen tabloda, hep boynu bükük kalmak Türk ve Müslümanlara karşı uygulanan devlet politikasıdır.
Bizler Bulgaristan’da kalan Osmanlı bakiyesi EVLAD-I FATİHANLARIZ. Bizim uyanıp bilinçlenmemiz içinse, sürekli baskı altında, suçlu durumunda, ezilmeyi hak etmiş mahkûm vaziyette olmamız isteniyordu. Bunun içinde tamamen yalnız ve kimsesiz savunmasız bırakıldık.
İnsan doğuştan kimseye düşman değildir.
İnsan doğduğunda kim olduğunu bilmez. Doğumundan reşit olana kadar tüm insanlar İslam fıtratı üzere olup sevgi, saygı, adıl olma, dostça davranma ve kardeşçe yaşama gibi, kin, nefret, öfke, tahammülsüzlük, düşmanlık, ayrımcılık, ırkçılık vesaire eğitim sonucu ve yaşadığı çevresi ve kısaca toplumun ürünüdür.
İyilik ve kötülük tarihin derinliklerinde gizlidir.
Onları bireysel ve toplumsal hafıza küpüne depolayan da tarihtir. Ne yazık ki, yalnız tek kişinin değil, temelde toplumun en küçük yapı taşı olan aile başta olmak üzere kavimlerin, soyların, milletlerin ve halkların da hatıra havzası böyle oluşur.
İnsanoğlunun en üstün hünerlerinden biri, gerçek bir mücevher gibi olan anılardan, toplumsal hafızadan herkese ve tüm topluma yararlı nesneler çıkartmaktır.
Bizim analiz ve sentezimiz Bulgaristan ile Türkiye’dir
Bulgaristan’da değişen pek bir şey yok. Benim gençliğimde, kitapların resimlediği, radyoların anlattığı, gazetelerin yazdığı, tarih ve edebiyat hocaları tarafından bilmemiz istenen ne varsa bugün de az farkla yine aynıdır.
Bulgaristan’da her yıl, milli bayram, 3 Mart’ta “Şipka” tepesine çıkıp 20–30 fesli ve sarıklı askerlerin boynu kılıçla kesilir. Ruslara teşekkür edenler yeni sözler bulmakta zorlanırlar.
Biz, Türk olsak da, Bulgaristan Halkı Adına teşekkür edilirken, paketin içindeyiz.
Dedelerimizi kıyıp geçen Moskoflara aman ne iyi ettiniz de Osmanlıyı Plevne’de yendiniz, Osman Paşayı Şıpka’dan kovdunuz, Bulgar halkını sözüm ona “esaretten” kurtardınız diye sevinemeyiz. Kendini bilen, dedelerini öldüren katile hiç minnet duyar mı?
Bulgaristan’da kalan Türk ve Müslümanlar, tamamen çarpık ve iliklerine kadar Osmanlı Türk ve Müslümanlık düşmanlığı dolu bir ruhla oluşan Bulgar kimliği karşısında, hep ezici dışlayıcı işkenceci bir politika ile karşı karşıyayız.
Tıpkı tarih boyunca Müslümanlara uygulanan haçlı ablukaların olduğu gibi devam etti. Diriltilen Bulgar ulusal kimliğinde asla yerimiz olmadığını anladığımızda Türklük bilinci yeşererek bünyemizde ve beynimizde filizlenmeliydi.
Bizlerden zorla koparılıp alınmış inanç ve ırkımıza dayalı kimlik bilincimizin yeniden hayat bulması uyandırılması Bulgar milli duygusunun kabarmasıdır. Bu serüven 143 yıldan beri devam eden “etki-tepki” şeklinde gelişen iki taraflı bir süreçtir.
Ana dil, din, kültür ve tarih ve perspektif olarak tamamen farklı olmamız ve birbirimizin içinde eriyerek bütünleşmemizin mümkün olmaması gerçeği, bu süreci pekiştirmiş ve ulus Bulgar devleti yapısının “çok kültürlü yapılanmayı kabul etmemesi” (BULGARLARLA AYNI DİL, AYNI DİN ve AYNI KÜLTÜRE SAHİP OLMAK KAYDIYLA) nedeniyle kızışan çarpışan çekişmelerin kopma noktasına gelinmiştir.
Bulgaristan koşullarında “ümmet” kabuğu içinden Türk kimliğini bu şekilde ayırdılar.
Aynı dönem ve topraklarda yapılan reformlar sayesinde ekilen yenileşme tohumlarının Türkler için herhangi bir ayrıcalığı olmadığından, Biz Bulgaristan Türklerinin Türk kimliğini meydana çıkaran milli uyanışımız Bulgarlardan tam 60 yıl geç olmuştur. Bu nedenle biz yenilenme sürecinde, dönüşüm hamlelerinde taşıyıcı rol üstlenemedik, bizler icraata geçemeden hamasi sözlerle uyutulduk.
Kendimizi tanımlamak bir tarafa başkaları tarafından Bulgaristan Müslümanları, Bulgaristan Türkleri vsy. olarak tanımlandık. Bulgaristan’da asla Müslüman –Türk ya da Türk-İslam medeniyeti mensupları olarak görülmek istenmedik.
Ne yazık ki,
Biz Bulgaristan Türkleri kilise avlusuna bırakılmış bir Müslüman çocuk olarak yetişmek zorunda kaldık. Ayinlere katılmasak da, ortak sofrada yemeyi kabul ettik. Çölde susuz kalanlar gibi ırmakların ortasında tarihimizden ve dinimizden gelen serap pınarlarıyla avunduk.
Tarih boyu mayalanıp oluşan Bulgar milli bilinç tohumunu “çatlamasında” iç faktörler kadar dış güçler de rol oynamıştır. Bu bilincin içine Osmanlı düşmanlığı zehrinin aşılanması 19. yüzyıl Batı ve Doğu burjuva aydınları bu ateşe odun atarak destek olmuşlardır.
Volter’den, Victor Yugo’dan Dostoyevski’ye kadar dünyanın keskin kalemlerin hepsi birlik olup Boğazlardaki “hasta adamı öldürmek” istemiştirler.
Yani Türklüğü yok etmek uğruna eylem birliği yapmışlardır. Zaten dünyanın birleştiği yer Türk düşmanlığıydı.
Ters bir örnek vermek istiyorum.
Belki konu daha açık görülebilir: Klasiklerinden Karl Marks ile Fridrih Engels bile “Orient” ve Rus – Osmanlı Savaşı üstüne yazılarında, “bir saldırı savaşıdır”, “Rus İmparatoru 2. Aleksandır’ın kanlı istila savaşıdır” gerçeğinin altını kalın çizmişlerdir.
Sosyalist bir ülkede eğitim alsak da biz bunları çok sonradan bu hakikatleri anlayabildik.
Bulgaristan’da yaşayanlar hala hakikati okuma veya işitme imkânı bulamıyordu.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü baş tacı edilen bu iki dehaya ait toplu olarak 153 ciltlik eserden Bulgaristan’a hem de Bulgarca olarak 56 cildi yayınlanarak Bulgar halkına sunulmuştur.
Oysa 153 ciltlik eserler Marks’ın “cennet” olarak tanımladığı Osmanlıyı öven yazılarının da yer aldığı 97 ciltlik eserler maalesef rafa kaldırılmıştır. Bulgarca olarak yoktur…
Yani tek tek ellerden geçmiş ve Bulgaristan’a girişleri yapılmamıştır 97 ciltlik eserler büyük bir sosyolojik bir katliama uğramıştır edebi olarak ta bu da bir soykırımdır.
“Gerçekleri karartma” ile tarihi çarpıtan makinenin kapasitesi büyük, dişleri kocamandı.
Zavallı insanlarımızı çarpık, eksik ve yanlış bilgilendirme, gerçekleri öğrenme yolu tıkalı, korku ortamı toplumun bilgilenerek uyanışına büyük bir engeldir. Bizde de öyle olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu tarafından 14.yüzyılda Türkler Rumeli’ye yerleştirildikten sonra Bulgaristan bağımsızlığını yitirmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiştir.
Asırlar sonra Çarlık Rusya’sı, Balkanlarda ve Bulgaristan’da bağımsızlık hareketine destek olmuştur. Osmanlı-Rus Savaşından yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan’ı 1878’de içişlerinde bağımsız bir prenslik haline gelen Bulgaristan devleti için
Bulgar Çarı Ferdinand Londra ziyareti esnasında Lortlar Kamarasında şöyle bir ricada bulunmuştur. “Beyler sizden Plevne toplu mezarındaki Osmanlı kemiklerini almanızı rica ediyorum. Çünkü Bulgar halkı uyuyamıyor, Osmanlının hortlamasından korkuyorlar.” Lortlar, bu ricayı ciddi bulup gereğini yapmışlardır. Bir kısım toplu mezarlar açılmış, kemikler çıkarılıp sandıklar içinde Varna limanından İngiltere’ye taşınmış ve öğütülüp ormanlara saçılmıştır.
Ayrıca, Bulgar devlet adamlarının Osmanlı mirasçısı yerli Türkler hakkında düşündüklerini ve aldıkları tavrı açıklamak istiyorum. Osmanlıdan koptuktan sonra Bulgar Prensliğine en uzun zaman Başbakan olan Stefan Stanbolov öldürüldükten sonra Mecliste okunan raporda, Osmanlı Bankasından 80 bin altın borç aldığı ve bu parayla göçe zorlanan Türklerin tarla, çayır, koru ve ormanlarını aldığı açıklanmıştır.
Bu uygulama Bulgaristan’da özellikle Türk ve Müslüman tebaanın mülk edinme haklarının ellerinden gasp edilerek alınması suretiyle gayrimenkul varlıklarının soykırımıdır.
1908’de Bağımsız Çarlık olarak tanımıştır.
Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlılar ile aynı cephede giren Bulgaristan, İkinci Dünya Savaşı’na Almanya yanında girmiş ve iki savaşta da yenilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalist rejime geçen Bulgaristan, o dönem hızla Varşova Paktına girmiştir.
Bulgarlar 1908’de bağımsızlık ilan etmiş ve Osmanlı Devleti’nden ayrılmıştır. “Sobranya” ismiyle ilk milli meclisi açıp ve Sırp Anayasası’nı örnek alarak, ülkesinin ilk Anayasası’nı yapmıştır.
18.yüzyıl başında Rusya’da Çar Petro, sıcak denizlere ulaşmadan Rusya’nın varlığını sürdürmesi ve gelişmesinin imkânsız olduğunu belirtmiş ve bunu Rusya için milli bir amaç olarak göstermişti. Bulgaristan Prensliğine Doğu Rumeli Vilayetinin katılmasına kadar geçen 1877-1885 dönemi, Osmanlıların parçalanmasında etkili olduğunu belirtebiliriz.
Lakin Bulgaristan, 1878’de Berlin Antlaşması ile kurulmuştur.
Bulgarların bağımsızlığı sürecinde Ruslar, yaşanan zulüm ve katliamlarda Bulgarlara destek vermiş ve Rumeli’deki Müslümanların yüzyıllardır bulunduğu topraklarından ayrılmasını getirmiştir. Batılı devletler kadar Ruslar’da Bulgarların bağımsızlığı için yardım etmiştir.
Milli kimlik kazanan Bulgar meclisinin demokratik kurumsallaşması önemlidir. Çünkü Bulgaristan, muhtarlıktan bağımsızlığa ulaşmış ve Balkanlardaki diğer topluluklara da bir örnek olmuştur.
Ancak Bulgaristan Krallığı 1908’de kuruldu ve mülkiyet ilişkilerini düzenlemek için birçok Anayasa çıkarıldı, kanunlar yazıldı. Bütün bu uygulama, Osmanlıdan kalma büyük kapsamlı, Mülk ve Eserleri yasal ele geçirmek için kullanıldı,
1879 sayımında kayıtlı 2 bin 356 mescit, cami, 142 medrese, 273 mektep vs. bunların hepsi usulüne uygun kapatma ve yok etme için yapıldı.
Yapılan bu muamelat insanlık vicdanında ve tarihi belgelerde kültürel bir soykırım olarak kabul edilmesi zorunludur. Krallığın uyguladığı baskı ve zülüm idaresi Bulgaristan’da yaşayan farklı inanç ve kültürlere sahip vatandaşlarının Mülk ve miras haklarının zedeleyerek yok sayarak yalnız kimileri için var olduklarını kabul etmiştir.
Adaletin ve hukukun yok sayıldığı ayakaltına alındığı insan haklarının yerle yeksan edildiği bir devletin (Bulgaristan Krallığının) durumu budur.
Türklüğümüz ağır yara almış. Onu gördük. Bu öyle bir yara ki, mehlemi yok, ancak kendiliğinden savıyor. Aynaya bakınca özü alınmış BOMBOŞ bir kimlik çıktıkça karşımıza, o bizi kendisi değiştiriyor, değiştirecek. Bize dayatılan ve ruhumuzu zehirleyen mutluluğun formülü çok çok acıdır, kolay kolay arınmıyor:
Gelin AYNAYA BİRLİKTE BAKALIM:
70 yaşındakiler Türk olarak ölmüşlerdi.
50 yaşındakiler Türk olarak can çekişti, sürüldü, ezildi, hücreye atıldı.
30 yaşındakiler Türklüğünden vaz geçmeyi kabule zorlandı.
10 yaşındakiler Türk adlarını unutmaya başladı.
1 yaşındakiler Bulgar doğdu.
Biz bu ırmağı durdurmak için ayaklandık ve bent kurduk.
Zora düştük göç ettik. Ama bizler vardık, varız ve var olmaya devam edeceğiz.
Bir araya gelmeyi, birlikte toplanmayı, beraber oturmayı, oturduğumuz yerden Bulgaristan’a bakmayı öğrendikçe, gözlerimizin ateşine dayanamayacaklar, yengeçler gibi kendi zehirleriyle kendilerini öldürecekler.
Biz bu davada galip geldik. Şehitlerimizi saygıyla anarken kendilerine ebediyen minnettarız. Biz arkamızda binlerce adsız mezar bırakan yiğit bir nesiliz.
Arkamız, evlerimiz, köylerimiz, kasabalarımız karanlık kaldı. Kuşların geri dönmesi; kertenkelenin tepişmesi bir topluma can vermiyor.
Dağ taş ayaklanmış, gerçek sahibimden başkasını istemem diyor.
Hayat kimseye aldırmadan devam etmek isterken, o uzaklarda bir çocuk daha kendiliğinden doğmuyor, okullar kendiliğinden açılmıyor, güler yüzlü öğretmenler sınıfa girmiyor, doğa uyanıyor fakat toplum uyanamıyor.
Biz diğer Balkanlı kardeşlerimizden de çok farklıyız. Farklılıkların kaynaştığı ve herkesi hiç ayrışımsız mutlu ettiği asırlar ve sosyal devirler tarihte kaldı. Bize geçmişimizi unutturmaya çalışanların elde edemediği nimet de işte budur. Farklı olmaktan çekinmeyenlerin farklılıklarını da yaşatmış olmalarıdır. Bugün basmakalıp düşünen, Rumeli yakıştırması yetmezmiş gibi, bir de Güney Doğu Avrupalı söz kalabalığıyla, tarihimizi renklerini okumadan, hepimizi aynı mezara gömmeye çalıştığını gözlüyoruz.
Bugün Güney Doğu Avrupa’da, Balkanlarda, yani Rumeli’de Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya, Sırbistan, Slovenya, Karadağ, Bosna-Herzek, Kosova, Hırvatistan, Romanya, Moldova gibi 12 ülke var.
HER DEVLETİN ADI HALKI HERŞEYİ FARKLILAŞMIŞTIR.
Biz de buradaki devletlere ayrı ayrı bakmalıyız. Hiçbir ayrım yapmaksızın, bu ülkelerin hepsini, 2 asır önce Osmanlının görüldüğü şekilde kabul edemeyiz. Farklılıkları dikkate alan dış politika Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlar siyasetinin yeni temeli ve yeni stratejileri olmalıdır. Makedonya ile Bulgaristan bile iki komşu, dil ve tarih benzerliği var.
Tarihin izleri Balkanların her karışında vardır. Bunları dikkate almadan, hele Türk ve Müslümanlara olan yerel farklı yaklaşım göz önünde bulundurulmadan hazırlanan genel siyaset asla uygulanamaz. OLURSA DA TAMAMEN YANLIŞ OLUR. Bu güne kadar olduğu gibi…
Bu devletlerden bazıları NATO ve Avrupa Birliği üyesi, diğerleri üyelik adayı vs.
BAŞARILI OLMAK İSTERSEK BALKAN RUMELİ DEĞİL, BURALARDA DEVLETLERİN BUGÜNKÜ İSMİNİ KULLANMALIYIZ. ÇÜNKÜ BU DEVLETLERİN ADLARI HEPSİNİN AYRI AYRI KOYULMUŞTUR VE 200 YILDIR BUNLARIN TAMAMININ ADI DEĞİŞMİŞTİR.
BULGARİSTANDA YAŞAYAN HALK İLE YUNANİZTANDA MAKEDONYADA YAŞAYAN HALK ARASINDA ORTAK NEREDEYSE HİÇ BİR ŞEY YOKTUR.
HER BÖLGEDE AYRI İNSAN TİPİ YARATILMIŞTIR.
BUNU ARTIK GÖRMELİYİZ VE HER BÖLGE İÇİN AYRI AYRI STRATEJİLER ÜRETMELİYİZ. BAŞARININ YOLU BUDUR. BUNU DA ANKARA ARTIK GÖRMELİDİR BU GÜNE KADAR BAŞARAMAMIZIN TEK YOLU TEŞHİSİ KONULAMAMASIDIR.
İŞTE TEŞHİS BUDUR HER DEVLET’E AYRI STRATEJİ. YANİ ATASÖZÜMÜZÜN DEDİĞİ GİBİ
“HER KOYUN BACAĞINDAN ASILMALI”
Demek istediğim, toplumsal yapı, Anayasal düzen, devlet yapısı, tarihsel konumu, nüfus bileşimi, sosyal ve etnik hakları elde etmişlik ve başka açılardan birbirinden dağlar kadar farklı bir durum ortadadır. Sadece Türklerin etnik haklarının tanınmışlık düzeyini ele alsak, Makedonya’da, Kosova’da Türk Çocukların Türk okullarında okuduğu, anadilde eğitimin ve yaşam tarzının yasalarca düzenlenmiş ligi, özgün kültürel özelliklerin yaşam ortamı bulması dikkati çekerken, Bulgaristan’da Türkçe seçim konuşması yapanlara bile ceza kesildiği, Bulgarca “Rayna Prenses” şarkısını “Güzel Rabiem” diye dilimizde okuyan sanatçıların memleketten dışlandığını anlatırken, kimseyi şaşırtmış olmam kanısındayım.
Çünkü biz, kaynağı kurumayan bu zehrin kendimiz de kurbanıyız.
Her şeyde ve her yerde farklı olanı dikkate alarak, somut olana, farklı yaklaşım gerekliliği Türkiye Cumhuriyetinin Balkanlar politikasında Bulgaristan’ın ayrı ve özel bir yer alması gerektiğini, özgün bir yaklaşımla, araç ve gereçlerle çalışmamızın son derece gerekli olduğu ortadadır. Bizler dernek olarak bunları rapor halinde görevlilere veriyoruz.
Günümüzde Bulgaristan Coğrafi olarak
Bulgaristan Balkanlarda yer alan bir ülkedir. Batısında Sırbistan ve Kuzey Makedonya, Doğusunda Karadeniz, Kuzeyinde Romanya, Güneyinde Yunanistan ve Güneydoğusunda Türkiye ile çevrili 110.994 KM2 yüz ölçüme sahip Avrupa’nın en büyük yüzölçümüne sahip 16. Ülkesidir.
Balkan, Rodop ve Rila gibi dağlar yüzey şekillerini belirler.
Rila dağındaki Musala zirvesi doğu Avrupa ve Balkanların en yüksek noktasıdır. Kuzeydeki Tuna – Dobruca ovası ve Güneydeki Yukarı Trakya ovası Bulgaristan’ın deniz seviyesine en yakın ve verimli bölgeleridir. Balkanların güney kısmında yer alan Bulgaristan, çeşitlilik gösteren bir coğrafi yapıya sahiptir. Ülkenin kuzeyi Tuna Ovası’ndaki geniş düzlüklerle kaplı olup, komşu Romanya ile sınırı Tuna Nehri belirlemektedir. Ülkenin güneyi tam tersine tepelikler ve yüksek ovalarla kaplı iken, doğudaki Karadeniz sahilleri yıl boyunca turistler için bir cazibe merkezi halindedir. Başkenti Sofya, resmi dili Bulgarcadır. Para birimi Levadır. Bulgaristan’da diktatör Jivkov döneminin ve komünizmin yıkılmasından sonra yönünü Batıya dönen Bulgaristan’da ki yeni yönetim ilk icraatları olarak 2004 itibarı ile NATO-Kuzey Atlantik üyesi olan Bulgaristan NATO üyesi olduktan sonra yüzünü tamamen batıya döndürerek Bulgaristan 1 Ocak 2007’de AB’nin tam üyesi olmuştur.
Osmanlıdan sonra 1878’de I. Ferdinand Prenslik olarak kısmı özerklik ilan etmiştir.
- 5 Ekim 1908 tarihinde ise Osmanlıdan ayrılarak bağımsız devlet olmuştur.
1908 – 1943 yılları arasında Prenslik bitirilip Krallık dönemine geçiş ile birlikte Bulgaristan’da azınlık olarak görünen tüm tebaalar bunlara Müslüman – Türk olan en büyük azınlık gruplar da dâhil, yapılan bazı yenilik ve reformlar sayesinde yeni hak ve imkânlara sahip oldular.
1944-1990 yılları arasında ülkede darbeyle iktidara gelen ve sistemi rejimi. Komunist olarak belirleyip ülkede bulunan tüm azınlıklara hatta kendilerinden olmayan ılımlı ve barışçı Bulgarların rejim karşıtı aydın ve ileri gelenlerinin katledilerek yok edilmişlerdir.
- 15 Kasım 1990 itibarı ile Jivkov yönetiminin Komünizmin çöküşü ile birlikte Bulgaristan bugünkü “demokratik” yönetim şekline geçmiştir.
1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan özerkliğini ilan edip, 1908’de bağımsızlığını deklare eden bu devlet esasen konum olarak tarım, hayvancılık, madencilik ve orman varlığı açısından zengin bir coğrafyadadır. 1980-1990’lı yıllarda gerçekleştirdiği Türk azınlığa yönelik zoraki Bulgarlaştırma politikaları nedeniyle uluslararası alanda ve Türk devletlerinde büyük tepkiler görmüş ve eleştirilmiştir.
Bütün soykırımların özündeki politik nitelik devlet terörüdür. Bunlar yıllara göre;
1879 – 1886 yılları arası Prens Aleksandır Batenberg’in,
1887 – 1908 yılları arasında Prens Ferdinand’ın;
1908 – 1918 yılları arası Kral Ferdinand’ın;
1918 – 1943 yılları arası oğlu Kral Üçüncü Boris ve ardından
1944 – 1990 yılları 45 yıl komünist partisi ve şahsen Todor Jivkov ve yönettiği BKP Merkez Komitesi Politik Bürosunun emirleriyle gerçekleştirilmiştir.
Diktatör
Todor Jivkov’un devrilmesiyle Bulgaristan’ın Komünist rejimin ortadan kaldırılıp demokrasiye ve Batı (AB) tandaslı yönetim şekline geçmesi dahi, tarih boyunca azınlıklara ve Müslüman-Türk’e karşı yapılan haçlı seferlerinin küçük bir örneği olarak tıpkı geçmişte olduğu gibi asimilasyon, baskı ve zülümlerin devamı olarak süreklilik sağlamıştır.
Bulgaristan’da Demokrasiye geçildiği halde demokrasinin gereği olan insan hakları ve azınlık hakları tanınmayarak askıya alınmıştır. Baskı ve zulümlere dayanamayıp karşı çıkan azınlıklar ve ılımlı Bulgarlar ülke dışına sürgün edilerek yok sayılmışlardır.
SON NÜFUS SAYIMI 2021 yılı
Bulgaristan’da 2021 yılında yapılan son nüfus sayımında ülkenin nüfusu 6 milyon 519 bin 789 kişinin yaşadığı Bulgaristan’da 508 bin 378 kişi Türk kökenli. Bu durumda Bulgaristan’da Türkler, nüfusun yüzde 8,4’üne denk geliyor. Parlamentoda azınlıkları temsil ettiklerini söyleyerek onlar adına Milletvekilliği yapanlar da bu sahte sayımlara karşı çıkmayıp rıza gösterdikleri için büyük vebal altındadırlar.
Şahsım ve temsil ettiğim misyonumuz adına bunlara hakkımızı helal etmiyoruz, etmeyeceğiz.
Biz BULTÜRK olarak bu gün Bulgaristan’ı yönettiğini zannedenlere soruyoruz.
Azınlıkları temsil eden partilerin 1990 yılından günümüze kadar yapılan tüm seçimlerde oy olarak 600 bin oyu aşan bir rakama ulaştıkları halde 2021 de yapılan ve Ekim 2022’de açıklanan nüfus sayımlarında Türk nüfusun 508 bin civarında gösterilmesinin gerçek amacı nedir?
YAPMIŞ OLDUĞUNUZ SAYIMLARDA BULGARİSTAN NUFUSUNUN (6 520 314) Altı milyon beş yüz yirmi bin üç yüz on dört OLDUĞUNU SÖYLÜYORSUNUZ BUNLARIN (508.378) Beş yüz sekiz bin üç yüz yetmiş sekizinin, TÜRK OLDUĞUNU İDDA EDİYORSUNUZ.
AYRICA (266.720) İki yüz atmış altı bin yedi yüz yirmi’sinin ROMAN OLARAK KABUL EDİYORSUNUZ. PEKİ, BU ŞARTLARDA SİZE GÖRE BULGAR NÜFUSU (5118494) Beşmilyon yüzon sekiz bin dört yüz doksan dört OLDUĞUNU BEYAN EDİYORSUNUZ.
OYSAKİ; BULGARİSTAN DEMOGRAFİK YAPISINDA AŞAĞDA BELİRTECEĞİM AZINLIKLARI NEREYE KOYDUNUZ?
VEYA NE YAPTINIZ?
- GAGAUZLAR NEREDE?
- VLAHLAR NEREDE?
- ŞOPLAR NEREDE?
- MAKEDONLAR NEREDE?
- YUNANLAR NEREDE?
- YAHUDİLER-AŞKENAZLAR NEREDE?
- ERMENİLER NEREDE?
- RUSLAR NEREDE?
- UKRAYNALILAR NEREDE?
AYRICA SİZ SADECE TÜRKLERDEN BAHSETMİŞSİNİZ O ZAMAN?
- POMAK TÜRKLERİ NEREDE?
- KIRIM TATAR TÜRKLER NEREDE?
- Bulgaristan dışında yaşayan Bulgaristan vatandaşları nerede?
- Bulgaristan devletine göre 6 520 314 olan nüfus bize göre 8 milyondur.
BULTÜRK’ ÜN yapmış olduğu istatistik araştırmalar neticesinde sadece Türkiye’de 2021 yılı itibarı ile (1.000.000) bir milyonun üzerinde çift vatandaş olan nufus var bunlar nerede?
Bu da gösteriyor ki Bulgaristan’da yapılan sayımlar sıcak ofislerde masa başlarında ahbap çavuş ilişkilerinden çıkarılan bir sonuç gerçeğidir.
Bulgaristan’da huzur barış ve kardeşlik sağlanması için temelde ırkçılığa hayır inançlara saygılı olmak şarttır.
Bu nedenle “İNSANI YAŞAT Kİ, DEVLET YAŞASIN” sözünden hareketle adalet, hoşgörü ve güzel ahlak’a sahip nesiller yetiştirmemiz elzemdir.
YANİ ESKİDEN KOMÜNİST DÖNEMDE OLDUĞU GİBİ YALANLARLA ARTIK DEVAM EDEMEZLER
+++
KARDEŞÇE YAŞAMAK İÇİN BARIŞ DİYORUZ.
İNSAN ÜREMEK, ÜRETMEK VE SEVMEK İÇİN DÜNYAYA GELİR, ÖLDÜRMEK İÇİN DEĞİL. Yakındoğu barışının yeni kalesi Büyük Türkiye olacaktır. Bu büyük hamleyi yöneten, bölge halklarının umudu ve önderi, Büyük Türkiye Cumhuriyeti olacaktır. “Düşman ne kadar zalimleşirse zalimleşsin, halkımızın birliği ve kararlılığı karşısında yenik düşmesi kaçınılmazdır.”
Bulgaristan’ı nasıl dönüştürebiliriz.
Bu çok doğal bir soru. Çünkü Bulgaristan Türkleri dönüşüm bekliyor. Biz bunu bir defa Bulgaristan Çiftçi Lider Al. Stanboliyski zamanında yaşadık. Okullara yardım edildi, toplum kültürüyle uyandı. Türkiye’nin dışında ilk Türk Öğretmenler birliği derneği 1906’da kuruldu. 1920-23 yıllarında Turan dernekleri her bölgede açılmaya başladı. 31 Ekim-3 Kasım 1929 yılında Bulgaristan Türklerinin Milli Kongresi yaptılar. Türklerinin tüm problemlerini ortaya koydular. Bulgaristan’da ilk kez Bulgaristan Türkleri Millî Kongre düzenledi. Bu kongrede önemli kararlar almışlardır. 1950’lerde kendi gücümüzle dirilecek durumumuz yoktu. Azerbaycan’dan öğretmenler, eğitim uzmanları, Profesörler geldiler ve 350 Bulgaristanlı Türk gencinde Türk uyanışı, kültür ve medeniyet ateşimizi onlar yaktılar. Halkımıza göçten başka yol göremezken kültürel otonomi koşullarında “altın çağ” tattı ve yaşadı. Bulgaristan Türk edebiyatı ve kültür yapısı bina oldu. 1950’lerden göçler hızlandı, aydınlarımız ülkeyi terk etmeye mecbur bırakıldılar. Allah’ın dünyaya gönderdiği en büyük nimet zihin açıklığıdır. Akıl ve fikirdir…
Evlatlarımızın zekâsı köreltmeye hiçbir kimsenin hakkı yoktur, tabi sen sahip çıkarsan. Türk kimlikli yetişmeye gönderdiğimizde evlatlarımızı başkalarının kapmasına göz yumamayız.
Şu yazdıklarım bugün yaşadığımız acılardan en büyüdür. Bulgaristan Türk “aydınları” Sofya, Mestanlı, Şumen ve Rusçuk’taki imam hatip okullarında ve enstitülerinde yetişiyor, ama Türkçe konuşamıyorlar.
Değerli Kardeşlerim Dünyada başka bir TÜRKİYE YOK!
Bizler hepimiz vatansızlığın ne olduğunu en iyi bilenlerdeniz.
Bizler bir defa 500 yıllık kökümüzden, toprağımızdan söküldük ve kovulduk.
Biz 1878 yılından beri memleketimizden göçe zorlanıyoruz.
Varımızı yoğumuzu beş parasız elimizden aldılar. Bayram ediyorlar.
Hala orada kalan tarihimizi yok etmek için çalışmalarına durmaksızın devam ediyorlar.
33 yıl geçti Büyük Göç şarkıları hala doğmadı.
Soydaşlar zorla kovulduklarını unutamadı.
Acının şarkısını söylemeye dil yok.
Dile gelen ŞARKI DEĞİL, SONSUS BİR ÇEKİYE AĞIT’TIR.
Anavatan toprağında ikinci kuşak yetiştirdik, büyüttük, eğittik, ama yüreklendirip uçuramadık.
Biz hepimiz kanadı kırık kuşlar gibiyiz. Beceremediğimiz tek şey korku. İçimizdeki KORKUYU aşamadık. İşte önceliğimiz budur önce içimizdeki korkuyu aşmak…
Son 33 yılda ne mi öğrendik? 100 yıllık zulmün insan ruhundan 33 senede bile çıkmadığını, omuzlarımızdaki ağırlık, gözlerimizdeki sönüklük, bakışlarımızdaki batılılık olarak eziyor hepimizi. Uyanma korkusu var bizde. Uçma korkusu, yükselme ve başka korkular hep sırtımızda, bir türlü silkelenemedik. İşte bunu başardığımız an başarılarımız gelecektir.
Biz Büyük Göçle sınır kapısını açtık. Bu kapıda her iki taraf da yatırımların artmasını beklerken, turist kafilelerinin ve iş adamlarımızın daha kalabalık olmasını bekliyoruz. Hükümetten de özel yaklaşım programı bekliyoruz. Bulgar partilerin yönetimlerinde Türk görmek istiyoruz. Bulgaristan’da bir Türk’ün Başbakan, Cumhurbaşkanı olmasını bekliyoruz. Birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz, bunun başka yolu yok.
İşte biz bu yazılarımızla bu kitaplarımızla bu gençlere ümit vermek geleceklerinden korkulardan kurtulup atılım yapmalarını bekliyoruz. Fikirler yok edilemez, biz buna inanıyor ve çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Bulgaristan’ın özellikleri dikkate alınarak faklı bir yaklaşım hak ettiğine inanıyoruz. Başarıya götüren yol somut yaklaşım yoludur. Böyle devam ederse Bulgaristan yok olmaya doğru her gün bir adım daha yaklaşmaktadır. Bulgaristan’ın kurtuluşu Büyük Türkiye’nin yanındadır.
“BİRLİK VE BERABERLİK, ÖLÜMDEN BAŞKA HER DERDE ÇAREDİR” “BİRLİK DİRLİKTİR”
Ben tarihin tekerrür edeceğine de inanıyorum.
Başımıza gelen tüm kötülükleri bizim iyiliğimiz olumsuzlaşacak ve çöpe atacaktır. Bu güzel günde vakit ayırıp bizlerle birlikte olmak zahmetinize katlandığınız için hepinize yürekten teşekkür ediyoruz,
BULTÜRK’ ün getirdiği yenilik.
2000’li yıl başından beri bir değişiklik, inisiyatif ele geçirme, uzun soluklu düşünme, geçmişi defalarca sık eleyip sık dokuma, eksikleri tamamlama ve hiç bir zaman umut yitirmeden hep ufka bakmayı, umut ışığını gösteren BULTÜRK derneği oldu. Önce tarihi geçmişi yazdık bunu bilmelidirler ki, yarını kurabilsinler. Durumu şöyle de tarif edebiliriz. 100 yıl Müslüman Türkler lehinde iki çift olumlu söz söylenmemiş bir toplumda yeni bir algı ve dünya görüşüşü yaratmak ve 14 yılda Bulgaristan Türkleri külliyatı oluşturmak olağanüstü zor bir işti.
Ben burada maddi imkânsızlıklardan söz bile etmek istemiyorum. Biz hep halkımızdan güç aldık. BALGÖÇ gibi geniş imkânları olan STK’latın yapamadığını yaptık, göçmenleri sis kâbusundan kurtardık ve umutla yaşamak isteyenlere ufku gösterebildik. Şu mübarek Ramazan günlerde düzenlediğimiz iftar gecelerinde bu ışıklar artık parlıyor.
İstanbul’da ve Sofya’da düzenlediğimiz basın toplantıları, Sofya meclisi ziyaretimiz, ikili ve çok yönlü görüşmelerimiz, forum ve sempozyumlarımızda bir devlet siyaseti olan, ancak baskı ve teröre dayanan totalitarizmin faşizm kopyası aydın insan, öteki, dil, din, aydınlanma, birlikte yaşama düşmanlığından başka hiçbir şey üretebilecek durumda olmadığını ortaya koyduk.
Totaliter rejimin sökülüp yok edilmeden özgürlükçü demokratik düzenin asla kurulamayacağını gündeme getirdik. Bu konularda demokratik Bulgar aydınlarıyla ortak dil bulduk. Yardımlaşma yolu açtık. 1989 göçüne ilk defa kültürel soykırım kelimesini kullanan da BULTÜRK oldu. Ardından Bulgar demokrat aydınlar da dedi bunu ve Avrupa literatürüne geçti. Ve bakış açısı değiştikçe değişti.
4 Haziran 2016 sabahı Sofya “TV” programında demokrat gazeteci G. Koritarov’un Berlin meclisinin Osmanlı’daki 1915 olaylarıyla ilgili “soykırımdır” diyen uydurma bildirisini örneklerle kınaması, Nazilerin soykırımcı “SS” birliklerinde hizmet etmiş Ermenilere isimleriyle işaret etmesi büyük başarılarımızdan yalnızca biridir.
Bu diziden olmak üzere, 2015’te Sofya “Sofya Pres” basın merkezinde, BULTÜRK Genel Başkanı sıfatıyla “Totaliter komünist rejim katillerinin mutlaka bulunup cezalandırılması gerektiği” bildirimini soydaşlar ve tüm Türk azınlığımız adına imzalaması çok önemli ve anlamlı bir başarımızdır. Bu davada HÖH partisi totaliter düzen katillerini gizleme, arkalama, yargıdan koruma davasına hizmet etti.
Türkiye’de bulunan STK’lar önde gelen Bal-Göç’ü örnek alan tüm göçmen derneklerimiz de hep sustu ve bir imza atacak cesaret bulamadılar.
Bu adımlarla, BULTÜRK hem Türkiye’de soydaşlarımız arasında hem de Bulgaristan’da totaliter rejim kalıntılarına ve çakma sosyalistlere karşı mücadelede demokratik kamuoyunda OYUN KURAN dernek olduğunu kanıtladı.
BULTÜRK Genel Başkanlığına gelmemizle olumlu değişikler derinleşti.
Yoğun gelişmeler, 2010’da, Prof. Dr. Hayati Durmaz’ın BULTÜRK Genel Başkanlığını Rafet Ulutürk’e bırakmasıyla daha iyi örgütlü ve sistemli ilerleyen bir yön aldı.
Yeni dönemde “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi Bulgaristanlı okur kitlesine ulaştı. 2000’den fazla yeni elektronik adres günlük yayınlarımız izleyen kitleye açıldı. Yayınlarımız, görüş paylaşma ve fikir beyan edip tartışma platformu oldu.
Halkımızda da yeni bakış açısı yerleşiyor.
Yeni algının tarihin yeniden yorumlanmasından, değer yargılarının yenilenmesinden, bütün tek taraflı ve ters yüz gösterilmiş olaylara yeniden ışık tutulmasından geçtiği inancı taraftar topladı.
1877-78 Rus-Türk Savaşının, Bulgarlar için bir “kurtuluş savaşı” olmadığından başlayarak, Osman Paşa emrindeki Türk Ordularının Plevne ve Şipka Savaşında Bulgar halkını da sunduğunu ayrıntılı biçimde açıklanması, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in “Şipka Tepesi” kutlamalarına gitmemesine kadar derinleşti. Tarih kitaplarında yapılan değişikliklerle “Osmanlı esareti” saçmalığı kaldırıldı. Etnik gerilim doğuran sivri uçlu sanat eserleri galerilerden toplandı. Büyük savaşta Plevne savaşında şehit düşen Türk erlerimizin kemiklerinin toplu mezardan çıkarılarak İngiltere’ye taşınıp taş değirmenlerde öğütülüp ormanlara saçıldığı gerçeğinin öğrenilmesi hayret uyandırdı, tüyler ürpertti.
Ferdinand’ın 1908’de kurduğu Bulgar devletinin militarist ve saldırgan özü görülürken, Çar idaresinin Birinci ve İkinci Balkan Savaşında amansız saldırgan ve yağmacı yüzü açığa çıktı.
1945’ten sonra kurulan komünist rejim, etnik, dil ve din azınlıklarıyla ilgili 1908-1944 faşist Çarlık idaresinin insan haklarını askıya alan, azınlık haklarını hiçe sayıp çöpe atan, göçe zorlama, cahil bırakma ve “politik köle” yaratma siyasetinin devamı oldu. 1990’dan sonra gelen sözde demokraside de insan hakları ve yasal haklar konularında gerekli anayasal değişiklik bile yapılmazken, yargıda reform oyunu bugün de devam ediyor. Bu konuda Oyun Kuran BULTÜRK Bulgar demokratik güçlerinin, STK’ların aylarca süren direnişlerinin yanında yer aldı.
Yoğun etkinliklerin siyasi özünü açarken ve hedeflerini duyururken, özellikle de, 1989’da, Totaliter lider T.Jivkov’un devrilmesine götüren, 1989 Mayıs Müslüman Türk Ayaklanması sebeplerini, illegal örgütlerimizi, direnişlerin örgütlenmesini, örgüt ağını, kitle gösterilerini, yoğun baskı altındaki Türklerin kitle psikolojisini, Ayaklanma aşamalarını, polis ve zırhlı birliklerle çarpışmaları, şehitleri, yaralıları ve göçe zorlanan kardeşlerimizin öyküler şeklinde bunları anlatmakla, Bulgaristan Türklerinin yeniden diriliş tarihini yazma işine öncülük etti.
Daha önce söz bile ettirilmeyen konularda, Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülük Tarihi, Bulgaristan Türklerinin Tarihi, Bulgaristan Türkleri Şiir Antolojisi, Bulgaristan Türklerinin Özgün Kültürü gibi eserler iki dilde, hem Türkçe ve hem de Bulgar dilinde derlendi ve yayınlandı. Uluslararası terörün tırmanmasıyla İslam Barış Dinidir, “Yurtta Sulh Dünyada Barış” konulu toplantılar, konferanslar düzenlendi.
Bu eserleri yazanların hiç biri HÖH’lü değildir. HÖH partisi yukarıdaki etkinliklerinin hiç birine katılmadı. Halkımızın gerçeklerin yeni taşıyıcısının dernekler olduğuna böyle inandı.
Bu çalışmalarda en kayda değer nokta, resmi Bulgar basın, radyo ve TV programlarının iddia ettiği gibi, 1989 Mayıs ayaklanması ve bugünkü yeniden diriliş HÖH partisi tarafından örgütlenmemiştir.
Ve yeni Diriliş ruhu işte bu temeller üzerinde boy attı.
Yeni siyasi oyunu kurmaya çalışan BULTÜRK, HÖH maskesini indirip “zamanın doldu” dedi. Polis Ajanları dosyalarının bulunduğu arşivlere indi.
Ahmet Doğan dosyası yayınlandı. Doğan’ı anlatan “Şeytan” kitabı halk diline çevrildi. BSP-DPS yakınlaşması ve işbirliğinin Müslüman Türkler için tehlikeli olduğunu kanıtladı. G. Pırvanov’un daha ilk Cumhurbaşkanı seçildiği dönemde BSP-HÖH ikilisinin halkımızın temel çıkarlarına karşı birlikte hareket ettiğini yazdı. HÖH yönetiminin katıldığı iktidarlarda eski komünistlerin hırsızlıklarına “koltuk değneği” olduğuna, banka çökertme ve soygunlarında HÖH liderlerinin parmağı olduğuna işaret etti.
Bunlar yapılmadan, büyük gerçekler ortaya çıkarılmadan Bulgaristan’daki kardeşlerimize yararlı bir yeni siyasetin kurulabilmesi olanaksızdı.
Gerçekler gün ışığına çıktıkça, yargıdan korkan HÖH lideri A. Doğan halktan uzaklaştı, korumaları arttı, gizlendi. Partisi 6 defa parçalandı. Ardından yeni bir dönem başladı. Bu ikili bir süreçti. Bir defa HÖH üyeleri partiyi içten içe arıtmaya ve değişikliklere zorlarken, bu olmayınca partiden ayrılma ve bağımsız kalma yolunu seçtiler.
Türkiye’deki çalışmaların önemi artıyor.
Bu çalışmaların Türkiye ayağı özellikle seçimler yaklaşınca renkleniyor. Belediyelerle ve yönetim organlarıyla işbirliği belirleyici önem kazanıyor. Bir yandan seçmenlerin Türkiye iç siyasetiyle ilgili yaklaşımlarını yönlendiren BULTÜRK, İstanbul/Bayrampaşa Belediyesi’ndeki AK Parti lehinde etkin katılımla geçen yılın Haziran – Kasım seçimlerinde sonuç belirleyici rol oynadı. Bayrampaşa’da tüm Rumelilere karşı BULTÜRK tek başına AK Partinin yanında olduğunu beyan etti, Bayrampaşa’da Belediye seçiminde BULTÜRK derneği belirleyici oldu.
Oyun Kuran siyaset çizgisiyle Türkiye Cumhuriyeti’nde Başkanlık sisteminin kaçınılmazlığı açıklanırken, Atatürk siyasetçiliğinin yıllar içinde geçirdiği evrim de halk kitlelerine değişik biçimlerde apaçık indiriliyor.
12 Kasımda yapılan Bulgaristan seçimlerinde Oyun Kurucu olduğumuzu gösterdik.
Bu son seçimlerde BULTÜRK Türkiye’de İstanbul ve Trakya il ve ilçelerinden sorumlu olarak nisan seçimlerinde 18 bin oyla aldık ve 12 Kasım’da yapılan seçimlerde Türkiye’de oyları 93 bine çıkartarak kendini ispatlamış olduk. Sofya’da Türkiyeci, Avrupa- Atlantikçi dengenin korunması biz göçmenlere bağlı oldu.
BULTÜRK, Bulgaristan genel parlamento, Cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimleriyle ilgili yürütülen çok yönlü ve yoğun çalışmalarda başarıdan başarıya gidiyor. Biz Bulgaristan’ın iç işlerine karışmıyoruz. Biz burada hepimiz Bulgaristan vatandaşlarıyız. Etkinliklerimiz HÖH partisinin bir Bulgar-Rus gizli polisi organına hizmet ettiğini açıklarken seçmeni uyandırdı ve her defasında yeni fırsatlar sunuyor.
BULTÜRK bunları yazarken, tüm dernekler susmuştu.
Artık susma zamanı da doldu. Aldatılan halkımızdan özür dileme zamanı geldi. Dernek ve federasyonlar, Rumeli –Tek Rumeli TV gibi yayınların HÖH hastalığından büyük ölçüde bugün de kurtulamadılar. Hak ve özgürlük davamıza ihanet maskelerini indiremediler. Yağcılık yaptılar. Soydaşları aydınlatma, gerçeklerle yüzleşme çizgisi aranmadı. İşte bu gün tüm göçmen dernekleri ve diğer STK’lar BULTÜRK ’ün yıllardır izlediği çizgiyi bulmaya çalışıyor. Bu gün herkes BULTÜRK’ün dediğine geldi ve aynı yolda BULTÜRK’te buluştular.
Yeni bir Oyun Kurma zamanı kapıyı çaldı.
Yeni dönemde ortak oyun kuruculuğuna başlamalıyız.
Bunun için herkes önce kendi yolunu yürümek zorundayız.
Dernekler 26 yıldır Rusçu-HÖH peşinde gittiler, “Gerçekçi olalım, halkımızı aldatmaya son verelim, gerçekleri söyleyelim, Halkımızdan özür dileyin!” buradan tüm samimi derneklere sesleniyoruz.
Demokratik Bulgaristan kurma davamıza katkı sunmak için, yeni bir oyun kuruculuğuna soyunma çağrısında bulunuyor.
BALGÖÇ gibi derneklerden, HÖH-DPS konusunda 27 yıldır gözüne kül attığı halktan, seçmenden özür dileme işinde öncü olmalarını istiyor.
Yanlış bilgilendirmekle oyaladığınız seçmenden özür dileyerek, DOST partisine oy isterken işimizi kolaylaştıralım. Bu yapıldığında “biz kimseye inanmıyoruz” seti başarıyla yıkılabilir.
Bu çağrı aydınlar arasında uzun zamandan beri bekleniyordu ve kamuoyunda “şok” etkisi yaptı.
Davaya birlikte devam etmenin başka yolu yoktur.
İlk adım halkımızın güvenini kazanmak olmalıdır!
HÖH’ü DESTEKLEYEN TÜM STK’lar BULGARİSTANLI TÜRK-MÜSLÜMANLARDAN ÖZÜR DİLEMELİDİRLER. BİZ SİZİ YANLIŞ YÖNLENDİRDİK ÖZÜR DİLERİZ DEMELERİ ASLINDA YETERLİ OLACAKTIR. BUNU DEMEDEN HÖH’E KARŞI ÇIKABİLMEMİZ BİR ŞEY İFADE ETMEZ.
Zaman yeni büyük oyunu birlikte kurma zamanıdır.
Saygılarımızla,
Ardından Ahmet AĞCA sözü aldı;
Başkan Ahmet AĞCA’da yaşadıkları coğrafyanın konumu sebebiyle yaşanılan sorunların farkında olduklarının, üyelerinin ve Suriyeli Türkmen topluluğunun gür sesi olmaya çalıştıklarını, dertleriyle dertlendiklerini ve diğer STK’ların deneyimlerini dikkate alarak daha verimli çalışmalar yaptıklarından bahsetti.
Dinleyicilerin dilek ve temennileri dinlendikten sonra gerekli notlar alındı ve alkışlarla biten konferans sonunda tüm katılımcılara tek tek teşekkür edildi.
Soru ve cevap kısmı devam ederek güzel bir sohbet edildi.
Sonunda birlikte resimler çekildi.