Bisikletle dünya turu yapan Gürkan Genç, bir gezi yazısında “Bulgaristan’da gördüğüm en güzel şehir” diye bahsetmişti Velingrad’dan. Görelim bakalım gerçekten öyle miymiş diyerek Velingrad’a gitmeye karar verdik. Bu yazıyı 1 Eylül 2013 sabahı Velingrad’da dağ, orman ve şehir manzaralı otel odamızdan kaleme alıyorum. Yakındaki kilisenin çanı çalıyor; saat sabah 07:30. Güneş penceremizin tam karşısında bulunan dağların ardından doğmuş, bir tepe üzerinde bulunan otelimizin önündeki ovaya serilmiş şirin mi şirin Velingrad evlerinin kırmızı kiremitli çatılarını daha bir göz alıcı kılıyor. velingrad-bulgaristanin-spa-baskenti

Velingrad’da Spa Club Bor isimli bir otelde konaklıyoruz. Mükemmel bir otel. Kahvaltı ve akşam yemeği dahil üç kişilik bir aile gecelik 45 Euro karşılığında konaklayabiliyorsunuz. Akşam yemeklerini otelin doğa manzaralı restoranında canlı müzik eşliğinde yiyebiliyorsunuz. Otelin Türkçe bir internet sitesi de var: www.spaclubbor.com/tr. İnceleme işini size bırakıyorum. Bulgaristan’ın Avrupa Spa Derneği lisanslı ilk oteli olan bu otelde otopark ücretsiz, açık ve kapalı yüzme havuzları, sauna, hamam, masa tenisi, v.b. bilimum hizmetlerden faydalanabiliyorsunuz. Eski Roma kaplıcalarının kalıntılarının üzerinde inşa edilmiş otelde kullanılan suyun tamamı maden suyu.

Deniz seviyesinden yaklaşık 750 metre yüksekte bulunan Velingrad, Rodop Dağlarında Chepintsi Vadisinde kurulmuş bir kasaba. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’nın 120 kilometre güneydoğusunda bulunan kent, sayıları 70’i geçen maden suyu kaynağıyla Bulgaristan’ın önemli bir spa merkezidir. Velingrad 1948 yılında Kamenitsa, Ladzhene ve Chepino isimli üç yerleşimin birleştirilmesiyle oluşmuş bir kasabadır. Kasabada 40’dan fazla otel ve pansiyon bulunmakta.

İstatistiki bilgilerle daha fazla kasmayayım. Kasabaya kendi aracımızla geldik. Plovdiv-Sofya karayolundan Velingrad sapağında çıktık, zaman zaman virajlı yollardan geçip, yol boyunca bulunan irili ufaklı Bulgar köylerinde gelip geçenlere domates, üzüm, elma, karpuz, şeftali satmaya çalışan insanlara tebessüm ederek yolculuk yaptık. Dikkatimi çeken bir şey şu oldu: gelen geçen yolculara ürünlerini satmaya çalışan bu köylülerin neredeyse tamamının ellerinde kitap var: hepsi okuyorlar. Kimisi okudukları kitaplara öylesine dalmışlar ki, sizin araçla geçişinizin farkına bile varmıyorlar. “Abi çok güzel üzümlerim var be ya”, “Karpuz vereyim mi be kızanım” diyen yok; hepsi kendi halinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Sattıkları ürünleri ufak sandıkların içine koymuşlar, yol kenarında kaldırımlarda oturup, bekliyorlar. Plovdiv’de (Filibe) tanıştığımız taksici Ramiz Dayının anlattığına göre Bulgaristan’ın 8-9 milyonluk nüfusu, ülkenin AB’ye katılması sonucu yaşanan göç dalgasıyla 5-6 milyon seviyesine düşmüş. Geride kalan nüfusun yarıdan fazlası da yaşlı ve sakatlar. Ramiz Dayının anlattıklarının doğruluğunu bu köylerden geçtikçe görüyoruz.

29 Ağustos Perşembe gecesi Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın topyekün yaşadıkları ülkelere geri dönüş yoluna çıkmalarının yol açtığı yoğunluktan dolayı sınırda epeyce bekledikten sonra, geç saatlerde Hamzabeyli’den Bulgaristan’a giriş yapıyoruz. Amacımız geceyi Yambol (eski adıyla Yanbolu) şehrinde geçirmek. Şehri gecenin o vaktinde bulabilirsek tabii ki. Yollardaki işaret levhalarının hepsi Kril alfabesiyle yazılmış. Yambol şehrinin ismi Bulgarca nasıl yazılıyordu? Yanlışlıkla bir köy yoluna sapıyoruz ve köy meydanında içki masası kurmuş iki kafadardan “Yambol burası değil be ya. Geri dünüp, anayola çıkışta soldan gidiceniz,” uyarısına uyarak, tornistan geri dönüyoruz. Anayolda birkaç kilometre ilerledikten sonra küçük bir benzin istasyonu görüyoruz. Hem benzin almak hem de Yambol’a nasıl gidebileceğimizi sormak için bu benzin istasyonuna uğruyoruz. İstasyonda çalışan bayan tek kelime İngilizce veya Türkçe bilmiyor. Yambol’un hangi yönde olduğunu parmağıyla işaret etmekten başka bir faydası olmuyor.
Tam istasyondan ayrılacağız, istasyonda benzin almakta olan genç bir adam Türkçe “Ben de Yambol’a gidiyorum. Beni takip edin.” demez mi? Gecenin bir yarısı seni Allah çıkardı karşımıza. Sonradan adının Nuri olduğunu öğrendiğimiz bu genç adam, Yambol’e kadar bize kılavuzluk yapmakla kalmayıp, Yambol’de konaklamamız için bir otel de buluyor. Bu yazıyı okuyorsa Nuri arkadaşımıza buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Hotel Kabile’de dingin ve huzurlu bir Yambol sabahına uyanıyoruz. Kahvaltının ardından, aracımız için gerekli yeşil sigortayı yaptırmak için Yambol sokaklarında bir sigorta acentesi aramaya koyuluyoruz. Otelin tam karşısında küçük bir dükkan gözüme ilişiyor. Dükkanın önündeki tabelada tanıdık bazı sigorta şirketlerinin logolarını görüyorum. Dükkandaki yaşlıca teyzeye araç ruhsatımı uzatıp, “Traffic insurance” diyorum. Kadıncağız benim ruhsatı eviriyor çeviriyor, bir bana bakıyor bir ruhsata bakıyor. Bu teyzeyle işimiz zor. Teyze anahtarlığını eline alıyor, ayağa kalkıyor, dükkandan çıkıyor ve bizden kendisini takip etmemizi istiyor. Teyze önde biz arkada epeyce bir yürüyoruz. Eşim “Bu teyze bizi nereye götürüyor?” diye soracak oluyor. İleride kahvehaneye benzeyen bir yer görüp, “Herhalde şu kahvede Türkçe bilen birisi var. Belki o kişiden bize tercümanlık yapmasını isteyecek.” diye cevaplıyorum. Haydi… Kahvehaneyi de geçtik, devam ediyoruz. Neyse ki biraz ileride büyükçe bir sigorta acentesine yöneliyor bizim teyze. Bu acentedeki Pamela Anderson’a tıpatıp benzeyen bayan da bizim ruhsatı eviriyor çeviriyor, “Nema, mema” gibi bir şeyler söylüyor. İçimden “Sen git fotomodellik yap. Yanlış sektörde çalışıyorsun. Bir yeşil sigortadan bile haberin yok. Senin hakkından ancak Recep İvedik gelir. Kırmızı Fiat Bis’ine yeşil sigorta yaptırmak için sana gelsin de gör Hanya’yı Konya’yı” diyorum. Yaktın bizi teyze. Düşüyoruz teyzenin peşine. Teyze boş bir arsadan geçerek bir ara sokağa dalıyor. Takipteyiz. Çok şükür. Bulduk bir başka sigorta acentesi. Büroda iki bayan var, biri gayet iyi İngilizce biliyor. İşlemimiz yapılırken, bizi getiren teyze “Çav” deyip gidiveriyor. “Sağ olasın teyze.” On dakikada bizim yeşil sigorta işlemi tamam. Yambol sokaklarını biraz gezinip, otelden ayrılıyor ve Plovdiv’e gitmek üzere yola koyuluyoruz.

Navigasyon cihazımız olmadığından değil Plovdiv’e gitmek, Yambol’den çıkmak bile mesele oluyor. Neyse ki bir benzin istasyonu görüyoruz ve Plovdiv’e gitmek için hangi yöne gitmemiz gerektiğini istasyonda kasada çalışan bir bayana soruyoruz. Bayan üşenmeden kasadan ayrılıp, dışarı çıkıyor ve kendisini takip etmemi işaret ediyor. İstasyondan cadde çıkışına yürüyoruz, sağdaki caddeye dönüp, ışıklardan tekrar sağa dönmemi ve ileride karşıma çıkacak bir engelde sola dönmem gerektiğini bana işaret diliyle anlatıyor. Dediğini yapıyorum ve bayanın bana işaret ettiği engelin Tunca Nehri üzerinden geçen bir köprü olduğunu anlıyorum. Tunca’yı geçtikten sonra gördüğümüz işaret levhalarını takip ederek otoyola çıkıyoruz. Otoyolda acaba benzinimiz biter de yolda kalır mıyız diye düşünmeye başlıyorum zira kilometrelerce gitmemize rağmen bir tek benzin istasyonu dahi yok. Benzininiz bitse saatlerce yolda kalmanız işten değil… Neyse ki benzinimiz bizi Plovdiv yakınlarındaki bir benzin istasyonuna kadar götürüyor. İstasyondaki benzin fiyatlarına baktığımda fiyatların Türkiye’dekinin neredeyse yarısı kadar olduğunu anlamam uzun sürmüyor. İstasyon çalışanına “Fulle bakalım komşi” diyorum. Bulgarların çoğunun “komşu” kelimesini bilmesi dikkatimi çekiyor.

Plovdiv’deyiz. Aracımızı büyük bir alışveriş merkezinin otoparkına bırakır, gideceğimiz yere taksiyle gideriz diye düşünüyorum. Derken karşımıza Kaufland market çıkıyor. Aracımızı marketin otoparkına bırakıp, caddenin karşısında bekleyen bir taksiye yöneliyoruz. Plovdiv’e gitme amacımız kendime bir katlanır bisiklet ve küçük kızıma da çocuk bisikleti satın almak. Bulgaristan’daki bisiklet fiyatlarının Türkiye’ye kıyasla çok daha ucuz olduğunu yaptığım araştırmalar sonucu öğrenmiştim. Plovdiv bisiklet imalatında önemli bir merkez. Dünyaca ünlü Dahon bisikletlerinin Avrupa fabrikası da Plovdiv’de bulunuyor. Katlanır bisiklette dünyanın bir numarası olan Dahon, Plovdiv’de Avrupa piyasasında satılmak üzere yılda 40.000 katlanır bisiklet üretiyor. Benim katlanır bisiklet için ayırdığım bütçe bir Dahon almaya yetecek kadar yüksek değil. Ben internette araştırarak bulduğum Leader 96 marka bir katlanır bisiklet almayı planlıyorum. Firmanın internet sitesinde (www.leader96.com) 360 levaya güzel bir katlanır bisiklet görmüştüm. Firmanın adresini Kril alfabesiyle yazdığım kağıdı taksi şoförüne gösteriyorum. “Atla gidelim, orayı biliyorum.” diyor şoför. Yolda şoför bize yarı İngilizce yarı Almanca nereli olduğumuzu, Plovdiv’de ne yapmak istediğimizi soruyor.

İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince bana dönüp Türkçe “Ne kafamı karıştırıp durursun beya. Türk olduğunu sülesene.”diyor. Bizim taksici Bulgaristan Türkü çıktı. Ramiz Dayı. Bisikletçi dükkanı aradığımızı söylüyorum kendisine. Ramiz Dayı bisiklete “teker” diyor. “Sizi tekerciye götüreyim beya” diyerek sürüyor. Bir kumaş mağazasının önünde duruyor. “Burası eskiden tekerciydi. Bir sorayım bakim nereye taşınmış tekerci?” diyerek araçtan iniyor. Birkaç dakika sonra araca dönerek, “Tekerci senin sülediğin adresteymiş be” diyor. “Ramiz Dayı ben araştırarak geldim. Sen beni dinlesene.” diyorum. Birkaç dakikalık yolculuktan sonra bisiklet dükkanını buluyoruz. Dükkanın girişinde kocaman yazılarla indirim yazıyor. Benim istediğim bisikletten yalnızca bir adet kalmış. Kızım için beğendiğim bisikletten de bir adet kalmış ellerinde. 360 levalık bisikleti indirimde 239 levaya (290 TL) alıyorum. Kızıma aldığım bisikletin fiyatı da 129 levadan 103 levaya (120 TL) düşmüş. Gördüğünüz gibi fiyatlar son derece makul. Bisikletleri Ramiz Dayının taksisine yükleyip Kaufland’a geri dönüyoruz. Artık Velingrad’a gönül rahatlığıyla gidebiliriz.

Velingrad hakkındaki bilgileri yazımın başında vermiştim. Yazının bu bölümünü İstanbul’da kaleme alıyorum. Velingrad hakkında hatırladıklarım: sevimli küçük bir kasaba, kaplıca, dağlar, yeşillik, Alibi cafe & bar, Under The Stage cafe, tenha sokaklar, asmalar ve üzümler, güzel evler, fi tarihinden kalma arabalar, kasabadan ayrılırken gördüğümüz at pazarı…

Velingrad’dan Pazarcık yönüne aracınızla ilerlerken bir noktada yol çok daralıyor ve yolun üzerinde bulunan eski bir kemer kalıntısının içinden geçiyorsunuz. Bu nokta tam bir viraja denk geliyor. Buraya gelecek olursanız, aracınızı bu noktada durdurmanızı ve yolun karşısından gelen bir araç olmadığına emin olduktan sonra yola devam etmenizi öneririm. Velingrad ile Pazarcık arasındaki yolun 20-25 kilometrelik kısmının oldukça virajlı olduğunu da eklemeliyim.

 

Milliyet

Reklamlar