osman Osman BÜLBÜL

Konu: Mağduriyet Bencilliği                      

Düne kadar yalnız kendilerini düşünen, kendi çıkarlarını herkesten üstün tutan ve kendileri hakkında bunlar tam bir “egoist” dediğimiz insanlar, bugün tamamen değişmiş bir çehre ile karşımızdadır.Bu değişikliğin adı da Sorumluluk, Özgürlükler ve Tolerans için Demokrasi yani DOST  partisidir.  Bu parti yönetimindeki insanları birer birer ele alıp, akıl dengesi kuruyorum Viyana’nın “Südalle” sokağında sabah yürüyüşü yaparken.   Ihlamurlar burada da açtı. Buram buram kokmak istiyorlar ama bu koku bizi Kazanlık vadisindeki ve “Koca Balkan” yamaçlarındaki asırlık ıhlamurların bayıltıcı kokusundan çok uzak.

Memleketimin kokusunu, sabahlarının serinliğini, ikindi gölgelerini ve mehtabı arıyorum, ama bulamıyorum. Burada doğa kokusu sanki biraz alınmış. Renkler de  pastel çakması, fakat Tuna hep öyle sakin, suskun, düşünceli ve ağır bir yük taşıyan haliyle aktıkça ilerliyor. Bazen yamaçtan yamaca su dolu ve birkaç da adacık oluşturan bu nehri bir insana benzetiyorum. Adacıklara bakarken de insan vücudundaki tümörleri düşünüyorum. Ben de “Belene” mağduruyum. Ama bencilim. Mağduriyetimi sineye çekip “zulüm görmüş biri olduğumu ele vermeden” gururlu ve başı dik kalmaya gayret ediyorum.  Kimi defa aklıma “akılı adam içeri girmez” sözleri geliyor. Sonra da “biz akılı olduğumuz için, halkımızın köle gibi ezildiğini ve sömürüldüğünü görebildiğimiz için içerdeydik” sözleriyle kendimi avutuyorum.  Bu dünyanın hiç bir yerinde “Mağduriyet Bencilleri” andı yok. Bir heykeli olmayan bir niteliğin aslında önemsiz olması gerekir.  Bu sözlerin Bulgaristan’da hapiste yatmış olan tüm Müslüman Türk kardeşlerimiz için geçerlidir.

Burada günde 2-3 defa yağmur düşüyor. Hava kararınca ve basınç yoğunlaşınca beni de kara kara düşünceler alıyor. Kaldığım iki katlı bahçeli eve toplanıyor, sokağa bakan pencere ardında koltuğa sokulmuş  “mağduriyet benciliği” kökleri üzerinde düşünmeye başlıyorum. Bu hassasiyet Türkiye’deki kardeşlerimizde de var. Onlarla sohbet ederken, çıkışı kısa yoldan bulmaya alışmışlar, “aman orada kalanlara bir şey olmasın da bizim mağdur olmamız pek önemli değil, demekle kestirip atıyorlar.  Ben bu duyumu ilk kez, rahmetli anamda gördüm. İkinci Dünya Savaşından sonra ilk yıllar çok kıtlıktı. Kaynatıp, mısır hamuruna katmak için öşüldek (sap) eziyor ama bize çok yoksul olduğumuzu, hatta hayvanlarımızın hakkını yediğimizi asla söylemiyordu. “Belene” den önce bizim ortamımızdan çok sürgün vardı. Gidip geliyorlar, ama sır vermiyorlardı. Kimse başından geçenlerin acısını paylaşmıyordu. Bu, belki de bizim özelliğimiz. İçeri girip sakat çıkanlar bile mağduriyet edebiyatı  yaratmadılar. Mesela bir “Belene” şarkısı yakılmadı. Ölüm adasında kalanlar arasında sevdalı gençler yoktu sanki. Vardı da, özelimizi paylaşmamak bizim özelliğimiz oldu. Bu, artık  bizim milli niteliğimiz, teslim olmayan gururumuz, yenilmeyen bencilliğimiz!

Yazılıp çizilenlere bakıyorum da, siyasette de öyle. Merhamet bencilliği üstünlüğü var. 1990’dan beri A.Doğan ve arkadaşları, tomar tomar para alıp halkımızı aldatılar. Onlara, “yaptığınız ayıptır, hainlere yalakaların, yalan dolan pazarlayıcılarının halkımızdan özür dilemesi gerekir, bu yapılmadan, sivil toplum örgütlerinin seçmen önüne bir daha çıkmaya yüzü olamaz, sözü dinlenmez!”  desek de, iki kulağı da açık olanlar bile işitmek istemiyorlar. Fakat şöyle bir gerçek de  var:  Bulgaristan’da yaşayanlar her şeyin kökten değişmesi gerektiğine inanırken, Türkiye’deki soydaşlarımıza “öncülük” edenler mağdur olma benciliğinden henüz kurtulamıyorlar. Dip dalgasının yükselmesinden sanki korkmuyorlar. Seçmen kitlesinde ruhsal değişim ve dönüşüm olması için, “HÖH yönetimi, A. Doğan ve arkadaşları konusunda sizi bilmeden defalarca aldattık, Özür Dileriz!” diyemiyorlar. Bunu yapamadıklarına göre, Türk çıkarlarına ihanet eden, düşmanlarımıza hizmet eden, Bulgaristan’ın Ekim 2016 seçimlerinden sonra da Putin çizmesi altında ezilmesine göz yumup razı olan siyasi tavra hizmet ediyorlar. Bu günümüzün en acı gerçeğidir. “Bal Göç” gibi derneklerin liderleri, Bursa’da kestane gölgelerinde yazılan ve dernek paralarıyla basılan A. Doğan’ı ve ajanlarda oluşan HÖH yönetimini göklere çıkaran, halkımızın gözüne kül atan eserleri göremediler. “Mağduriyet benciliği” esaretinden asla kurtulamadılar. Nesil değişti. Yeni kuşak,  “Pek bir şey olmuş olsaydı, dedelerimiz, babalarımız bu sorunu hallederdi” havalarına teslim olmuş gibi ve “bir asırlık zulmü“, toprağımızdan söküldüğümüz  “Büyük Göçü” ve anadilimizden, dinimizden, özgün Bulgaristan Türkleri  kültür ve geleneklerimizden koparıldığımız  “Kültürel soykırımı” unutma moduluna girmişlerdir. Olayın özünde, soydaşların ortak çıkarlarının şahsi çıkarlara kurban edildiği gerçeği var. Bu siyaset bugün de devam ediyor. Bizim acılarımızı, çekilerimizi, bedenen ve ruhen sakatlanışımızı ve kötürüm haline getirilişimizi yabancı kalemler yazsa okurken sanki inanıyoruz ve birbirimize inanmıyoruz.  Öyle ki, acının kokusunu arıyor gibiyiz, ama acının yalnız çekisi olduğuna ve  kokusu olmadığına inanmıyoruz. Dedelerimizi bacağı kopmuş, sakat bulduk. O benim doğduğumda da yürüyemiyordu, demekle kendimizi avuttuk. Cinayet işlemenin herhangi birinin alın yazısı yada kader olmadığına, bize karşı işlenen cinayetleri bir devletin işlediğine ve aynı devletin bu gün de suçluları gizlediğine, koruduğuna, tutuklayıp yargıya sunmak istemediğine inanmadık. “Başa gelen çekilir!” diyenleri dinledik. “Yapılacak bir şey yok!” olduğuna bel bağladık.Belki de inanmak bile istemedik.

***

Olayların bu dengede olması durumu değiştirmiyor. Tuna’yı seyrederken görüyorum: Bir sağ kıyıya doluyor, bir sol yamaca kayıyor. Siyaset de öyle. Bugün Bulgaristan’da Rusofil sol ile Avrupa – Atlantik, (Avrupa Birliği ve NATO taraftarı) sağ arasındaki çizgi de çok kaypak. İki cephe arasındaki  sınırın çok sığı olduğu ve Müslüman Türklerin koyunların ürkütüldüğü gibi korkutularak Moskofçu cepheye itebilmek için A. Doğan 17 Aralık 2015’te parti içi darbe yaptı. Bu devirmeden 6 ay sonra yapılan anketlere göre,  ülkedeki seçim dengesi şöyledir.

Moskof Cephesindeki durum:

Sosyalist partinin (BSP) 600 bin; adı Avrupacı Alternatif olsa da, Moskovacılığı sırıtan Parvanov’un ABV partisinin 140 bin; aşırı sol milliyetçi, İslam düşmanı, Putinci “Ataka” partisinin 150 bin; Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayan, eski BSP milletvekili, savcı Tatyana Donçeva ile BSP’den son ayrılan Kadiev’in toplam 50 bin oyu var.  Bu durumda Rusofil ve retrograt  (geçmiş nostaljisiyle yaşayan) güçlerin Ekim ayında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplam 1 110 000 (bir milyon yüz on bin) oyu var.

Bu güçlerin karşısında duran sağ cephe Avrupa Birliği, NATO ve ABD ile işbirliğinden ya olup İKİNCİ CEPHEYİ oluşturuyor.

Avrupa Birliği, NATO-cu Batı taraftarı cephedeki durum:

Avrupacı koalisyon adıyla da bilinen bu cephenin ana siyasi gücü olan İktidar partisi GERB’in toplam seçmen sayısı 900 bin; Reformcu Blok’un (RB) 250 bin; Bulgar demokratik merkezcilerinin 110 bin; Bulgar aşırı sağ milliyetçilerinin 150 bin ve belirsiz sağ taraftarların da 50 bin oyu var. Bu cephedeki toplam oy sayısı da 1 460 000 (Bir milyon dört yüz altmış bindir).

Bu durumda Bulgaristan ikiye bölünmüş durumdadır.

17Aralık 2015’te Doğan’ın HÖH’te iç darbe yaparak Müslüman Türk seçmenleri Putinci çadır altına toplama çabaları daha iyi anlaşılıyor. Fakat bu hesabın içinde “kara kanlı” dedikleri Türklerin HÖH partisi olmasa! Şimdiye kadar (1990’dan sonra) Cumhurbaşkanlarının hepsi ikinci turda  Türklerin oylarıyla seçilmiştir. Doğan bizim oylarımızı Rus çizmesine doldurup, Moskofcu bir Cumhurbaşkanı çıkarmaya katkı vermeye çalışıyor. Türkiye’ye karşı hortlamanın ana nedeni de bu.

1985’in 15 Martında sayları 1 250 000 (bir milyon iki yüz elli bin) olan Bulgarşistan Türkleri, son 30 yılda 300 000 (üç yüz bin) kişi artmıştır. Şu an 710 bini Türkiye Cumhuriyeti’nde diğerleri de Bulgaristan’da oy kullanma hakkına sahiptirler. Bu rakama 18 yaş altı çocuklar dahil değildir. Hesabı yapılan 700 000 (yedi yüz bin) oydur.  Ve bu oyların serbestçe kullanılmasının engellenmesi için aşırı milliyetçi sağ güçler Seçim Kanununda Değişikler istediler. Bu siyasi adımla Türklerimizin vatandaşlık ve seçme ve seçilme hakkına saldırıldı. Tüm bunlara rağmen, bu oylardan yalnızca 700 000 (yedi yüz bin) kullanılabilse, Bulgaristan’da seçim dengesini alt üst edebilir ve tüm ön hesapları boşa çıkarabilir. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkler 500 bin oy kullanmışlar ve Rosen Plevneliev’in seçilmesini sağlamışlardı.

Bu siyasi analizimiz öncelikle, L. Mestan tarafından yönetilen ve Avrupa-Atlantik siyasetini savunan DOST partisinin Sofya Şehir Mahkemesi’nde neden tescil edilmediğini gün ışığına çıkarıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar DOST partisinin kaydı askıya alınıp devamlı ertelenirse, HÖH’ün Rusofil Cepheye kaydıracağı oylarla Putincilerin seçim zaferi elde etmeleri hesap ediliyor. Doğan’ın bu siyaseti bu defa da uygulayabilmesi, 5 sene daha “saray” keyfi -sefası sürmesine yeter de artar. Fakat son hedef bu mu. Biz Doğan kölesi miyiz?

Doğan planının gerçekleşmesi, son yıllarda R.Plevneliev tarafından Avrupa ve Atlantik siyasete bağlanma yolunda; Müslümanların insan haklarının tanınması, demokratikleşme, adalet reformu yapılması, özgürlüklerin genişlemesi ve sivil toplum toplumu kurulması yolunda elde ettiği başarıların budanması sonucunu doğuracaktır.

Bulgaristan’daki gelişmeler tek ya da çift anlamlı değil, çok anlamlıdır. 1878’den beri olduğu gibi  bugün de Bulgar siyaseti Türklere, Müslümanlara, İslam’a karşı boy atmaya çalışıyor. Hükümetler değişiyor, ama düşmanca tavır, İslam karşıtlığı, Türkler her yönden sıkıştırma siyaseti stop edip durmuyor. En büyük korkuları 700 000 Türk seçmenin Avrupacı ve NATO yandaşı siyasete oy vermesidir. O zaman Ruscu hesaplar birbirine karışacak, özgürlükçü  demokrasi çizgisi derinleşecektir.

Bu hesapların içinde en fazla korktukları da Türkiye’nin barışçı, her taraf için yararlı iyi komşuluk ve işbirliği siyasetidir. Bulgaristanlı Müslüman Türklerin AK Parti’nin “Büyük Türkiye” atılımlarından esinlenerek, Avrupa’nın en büyük uluslararası uçak alanını Trakya’ya çekmesini; Boğazlara üç köprü ve su altı geçitleriyle iki kıtayı sımsıkı bağlamasını; bölünmüş ana yolların ve yüksek suratlı Avrupa tren hattının Bulgar sınırına dayanmasını ve daha birçok daha önce hayal bile edilemeyen projenin başarıyla gerçekleştirilmesini alkışla kucakladığı ortadadır.  Bu dev girişimlerde Türkiye Bulgaristan’a işbirliği ve yardım eli uzatmıştır.

Bu karşılıklı yarar sağlayan işbirliği elini tutmakta çekinen Bulgaristan ise, hele son dönemde, aşırı milliyetçiliğin adeta esiri olmuş, her vatandaşa nerede olursa olsun oy kullanma imkanı ve kolaylığı sağlamaya çalışacağına, bir bitmez tükenmez sandık sayısı kavgası başlatmış, seçim yasası değişiklikleriyle serbest seçim idesine gölge düşürmüştür. Bu büyük kapışmada anavatanımız Türkiye’nin kenarda, seyirci durumunda kalması söz konusu olamaz.

Bu konuda en yoğun çaba gösteren ve aydınlatıcı ve yol gösterici durumda olan BULTÜRK ve BGSAM yayınlarının yakından izlenmesi ve gerektiğinde sert tepki gösterilmesi için hazır olunması tavsiyemizdir. Seçme ve seçilme hakkımız en doğal insan hakkımızdır. Bu konuyda bir “sür dökmüş kedi” gibi, “meme beğenmeyen buza” gibi  ya da “mağduriyet bilinciyle” hareket edemeyiz.  Olaylar Viyana’dan böyle görünüyor.

Reklamlar