ibo soytİbrahim SOYTÜRK

Konu: Memleketimin güzellikleri hiçbir yerde yoktur.

Biz kendi memleketimizden geldik. Ata, dede toprağımızın güzelliklerini unutamayız ve unutamıyoruz.  Eğrilmiş yosunlu kabir taşları, bin yıl yenilene yenilene son halini alan evlerin kapısı açık, lambası yanık kaldı. Köprülerimizi akan sularla, rüzgârları diktiğimiz ormanlarla ve yol gözleyen dağ tepelerini öylece bıraktık da geldik.

 

Aman canım, şu dünyada güzel olmayan yer mi var, nedir bu bitmeyen sıla hasreti, çok özledinse git gör, deyenler oldu, oluyor. Onlara hiç aldırmadık, söylenene kulak vermedik, çünkü bizimki içimizi yakan bir acıdır ve bu sızıyı çekmemiş olanlar memleket özlemini anlayıp anlatamaz, anlatsa da anlaşılmaz.

 

Biz hepimiz vatan toprağına şifası olmayan bir sevgiyle, üzerinde düğüm olmayan, incelip kopacak bir yeri bulunmayan bambaşka bir tutkuyla sevdalanmışız sanki. O toprakta doğduk, çocukluk oyunlarımızı orda oynadık, beliğim ilk kez orada çekildi, orada boy attık, büyüdük. Bugünün gençlerine abayı yakmıştık biz o doğaya, sımsıkı bağlanmıştık diye anlattığımızda, onlara abartılı görünebilir. Onlar yeraltı treninden otobüse, dolmuştan tramvaya yetişmeye çalışırken, canlı doğayla iç içe oluşu bizim gibi yaşayamadı. Asfalt yeraltı ve yer üstü yaşamın nefes alıp vermesine en büyük engel oldu. Bizim memleket hikâyelerimizse o denli heyecanlıydı ki, sevdalanmışlığımızı yansıtıyordu sanki. Öyle olmasa “çileli asır” dediğimiz 20. yüzyılda bu kadar çileye nasıl dayanılırdı?

 

Gençliğini Bulgaristan’da bırakıp öç etmek zorunda kalmış olanlar, saçlarına ak düşmüş nine ve dedelerin dertleşirken söz kesip “Ah, imkân olsa da mezarım orada olsa!” demesi yok mu. İnsan mezarının en çok sevdiği ve yakınlarının olduğu yerde olmasını arzu eder. Bu özlem ben, her zaman çok derin etkilemiş, sönmeyen bu sevdayı daha yakından anlamaya zorlamıştır.

 

Bu gizem, başka hiçbir yerde rastlamadığım, içime doldukça dolan, eşsiz bir ferahlıkla gönül coşturan, baharda ıhlamur, akasya, çimen ve karanfil kokan ancak memleketimizin havasında yaşıyor. Olabilir ya, açıklanamayan bu sırı bulutların kovalamaca oynadığı tepelerin ardından bin bir renkle ve yakan şualarla yükselen güneşte aramamız iyi olur. Şairlerimizin anavatanda yazdığı dörtlüklere baktım, hep derelerin şırıldayışını, dağ çiçeklerinin pastel renklerini, baharda çiğdem sümbül, sonra ığıdır kokusunu, papatyadan derilmiş çelenkleri, taze biçilmiş çayır, yonca kokusunu yankılarken, hiçbir şeyi unutamadıklarını ele veriyorlar. Çayır çimenden başka bir şey demediniz diyenler, bu bakıma haklı değildir.

 

Yaşlı ninelerin diz dize verip hatıralara dalmış sohbetlerinde hem tütün, hem buğday, hem de dünyanın başka bir yerinde olmayan gül bahçelerimizin kokusu var. Bizde kirazın kaç çeşidi vardır bilir misiniz? Ayşe kadın kirazını tadanlar diğerlerini tatmak istemez de, ne renkleri, ne iriliği ne de ismi kalır akıllarında. Kiraz suyunu 8 metre derinden taşır, uç dallara çıkarınca terini atar ve saf ve bayıltan bir lezzet oluşur.

 

Memleket toprağına ilk gülfidanlarını atalarımız Kafkaslardan ve Isparta’dan götürmüş oralara. Gül yağı damıtma, bayramdan bayrama camileri gül suyuyla yıkama geleneği bizimdir. “Allahın evi gül kokar” öz kültürümüzde dile gelmiştir. Lavanta çiçeklendiğinde bahçelerin mavi denizini görmüş müsün? Yer ve göğün aynı kokuya bayıldığı günlerde bir gör sen o sevdalı gençleri. Kızlara çiçek demedi sunmaya gerek yok, zaten her yer çiçek. Burada Kırmızı Gül adlı kız yoktur, gülse ya Ak Gül ya da Sarı Güldür.

 

Memleketimde gökyüzünde mavilik, suyun tadı, doğa ile kaynaşmışlık bir başkadır. Zaman gelir sabah horoz konseri, köpek korosu birbirine karışır. Kendini beğenmiş ördeklerin deredeki göle hanım hanım yönelişini bir görseniz. Kazların köy bekçisidir. Karşı tepenin üzerinde kara bulutlar yuvarlanmaya başladığında kırlangıçlar havalanır. Yağmur oyunu başlar, Kaçın ıslanmayın çığlıkları atan bizim kırlangıçları nasıl unutabilirim!

 

Yazdıklarım size biraz fazla özlemli ve romantik gelebilir. Eşekdikenlerini, atların kişneyişini ve köy basan aç kurtları unutmuşsun ithamında bulunup alay edenlere, deyeceğim yok. Köylülerin, gölge uzunluğuna bakıp satın kaç olduğu söyleyebildiği kaç ülke var? Bizim oralarda adını koyamadığım özgün bir farklılık, özel bir doyuruculuk var. Memleketimin dünyanın başka bir yerine benzemediğini ve belki de bu yüzden devamlı burnumda koktuğunu çok farklı sözlerle anlatmakta zorlanıyorum. Ama biliyorum,  bizim oralarda şimdi yeni bir kavga başlamıştır. Yağmurla karın sürekli didişmesi: ben yağacağım, yağsan da seni 2 günde kaldırırım, balçık ve su edip derelere doldururum, çığlığını atan yağmura, evimizin kar tanecikleriyle gelip gelip evimizin kuzey penceresine vuran kuzey rüzgârının uluyan sesini hatırlıyorum. Hiçbir orkestra hiçbir salonda bu sesi çıkaramadı. Bizim rüzgâr gibi esip uluyamadı. Bu doğa orkestrasının akordunda dükkânda adı “çudo” (harika) olan içi yandıkça dışı kızaran ama saçsı asla erimeyen sobamızdan çıkan o ahenkli ses veriyordu. Esen kuzey rüzgârlarının bu denli acele etmesinin nedeni ise bacadan çıkan buluta sarılmak içindi, sarmaş dolaş olurlar, kâh damdan düşer ama paçayı kurtarır,  kâh dirilip ip gibi göğe uzanırlardı. Şu içinde bulunduğumuz değişken sıcaklı aralık ayı kardelenleri ve kaysıları aldatıp goncaya çağırır. Marta kadar devam edecek yeneni yenileni olmayan bir boğuşmadır başlatır.

 

Bizim oralarda toprak hava ve suda olmayan bir şey toplumda yoktur. Aslan, fiil, timsah, boğa yılanı bulunmaz, ormanların kralı kurtlardır. Kurt öldüren avcının övgüsü bitmez. Av ve sofra başı onlardır. Kurtlarımız gri taşlı bayırlarımızın efendisi olduklarından tüyde gridir. Bizim kurtların başı önde, kuyruğu bacak arasında, sağ sola bakarken boyun çevirmezler. Eş arama dönemi dışında sessizlik ve kuytu severler. Fazla uluyan güzel eşi arayandır. Bizim avcılar yek kurda çifte sıkmaz, masallarımızda da öldürülen kurt en az ayı kadar büyük ve sırtlan sürüsü gibi kalabalıktır. Kurt vuran avcı, baş benim havasına girer ve başı olmayan bu laflamanın sonu gelmez.

 

Bizde birbiriyle yakın dost olmayanlara birlikte yani aynı avcı grubunda avlanama izini verilmez. Tek başına ava çıkana Bulgarlar “bayır budala” der. Avcı gruplarının birbirini yakın tanıyan ve aralarında husumet olmayan kişilerden oluştuğunu abamdan dinlemiştim

 

Geçen hafta Sofya’da çıkan “Retro” gazetesinde okudum. HÖH /DPS partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan avcı kılığında resme çıkmış. Bakışı puslu havada sinsi kurt bakışı! Eşi Şirin’in köy sırtlarında avlanmış. Resimde eski gizli polis başmüfettişleri, daire başkanları ve hatta “DS” başkanlarından N, Gyavurov yan yana durmuşlar. Elleri silahlı, Doğu Rodop dağlarının mavi gözü “Soğuk Pınar” göledine duvar olan yalçın sırtlarının tam tepesinde önlerine öldürdükleri 8–10 kurt sermişler. Önce memleketi kurtlar işgal etmiş dedim, kendi kendime. Resimdekiler gururlu ve memnun. Duruşları çok havalı: “Biz kurt da öldürebiliyoruz” demek için hindi gibi şişmişler. Bulgar mitolojisinde kurt liderdir. Sürüyü götüren odur. Bu anlamın aynasında, Ahmet Doğan Türklere hep bir “kurt” olarak tanıtılmıştı.

Resimde biz bir sürü kurtla bile baş edebiliriz demek istendiği belli oluyor.

Retro” bu resmi özel olarak satın almış olmalı! Bir hafta önce, “Galerya” gazetesi L. Mestan’ın yerini M. Karadayı’ya bırakmaya zorlanacağını yazmıştı. Sebebi de Mestan’ın “sürüyü” iyi yönetemediği, 1 Kasım 2015 yerel seçim yenilgisiydi. Yere serilmiş ölü kurtların toplu halinde acınası bir ortak çizgi vardı. Topluma mesajda bizim kurtluğumuzu tanımayanın kaderi budur okunuyordu.

 

Vesselam yeni bir kurt kovalaması başlıyor. Pınarları hala berrak akan, halkının gönlü değişim bekleyen, güneş herkese aynı aydınlığı gönderse de her yer sis ve gölge olduğundan ayakta olanlar kurtlar gibi kuytu arayan güzelliği emsalsiz memleketimi bu haliyle de çok özledim.

 

Bizi 500 bin birden kovdular dağların taşların haberi olmadı. Şimdi 8–10 kurt birden öldürülmesine izin verildiğine göre, işler düzelecek ve memleketimde doğruluk, dürüstlük, hoşgörü ve iyi komşuluk baharı yeniden yeşerecek inancı doğuyor demektir. Bugüne kadar kaç kurt öldürüldüğü bilinmiyordu. Horozlar telaşlı yeni ufku müjdelemeye sabırsızlanıyor. Köpeklerin boynunu tasmalar sıkmış, özgürce havlamak için zinciri zorluyorlar. Kurt kovalamak için can atıyorlar.

 

Gül goncalarının en güzel renkler en güzel kokularla baharı bekliyor. Kırlangıçlar kar müjdesi veremediklerinden, işi serçeleri bırakmış ve güneye uçmuşlar. Şu günler havası gelin atı gibi, bir ileri iki geri tepiniyor. Bağ bahçe yeşil örtüsünü sermiş sevgilisi karı bekliyor. Bu güzelliklerin hepsi bizim, hiçbir şeyi unutmayın lütfen.

Reklamlar