mustafa 220 Dr. Mustafa KAHRAMAN

Konu: Gelecek geçmişin aydınlığında gizlidir.

Ben suyumu kazandım da içtim

Ekmeğimi böldüm de yedim

Alkışı duydum, ihaneti de gördüm

 

Hak edilmeyen haramdır” sözlerinde nenemin adalet felsefesi özeti canlıdır. Bana uzattığı tereyağlı ekmeğr “hakkındır” derdi. Adil bölüştürendi. Hak yemezdi.

Yalnızlığımda, düğmeye basar, cam önünde dikilir, Nenemin sözlerini hatırlar.

Karışık zihnim açılır yavaşça, belleğimde bir yerlere dönerim. Bellek sözünü sanki uydurmuşuz. Ne cennete ne de cehenneme bir şey götürmek istemediğimizden, geçmişimizi saklayan sır kutusuna gerek var mı, yok mu, pek bilemiyorum.

Almancada “Gedächtnis” hatıra anlamındadır ve düşünmek fiilinden gelir. Sanki yaşanan bir şey olmadan öğrenilmiş bir şey olamaz! Hatırası olmayansa doğru düşünemez anlamındadır. Olumlu düşünmek ise, yaşanmış olanın aydın tarafını yaşatmaktır.

Tarihin hamalı olmak istemediğimizden olacak biz Bulgaristanlı Türkler ve tüm Müslümanlar

TÜRK MÜSLÜMAN SİYASİ BELLEĞİNİ oluşturamadık. Bunun oluşturulmasını baltalamak için “Multigrub” kurduk. Peevski oligarşi yarattık. Ahmet Doğan’ı saraya yerleştirdik…

Türklerin, Pomakların, Çingenelerin okuma yazmasını engelledik. Bellek hem sözlü, hem de yazılıdır. Bizim yazılı belleğimizin oluşması eğitime gelen yasaklarla engellendi. Amaçları gördüğümüz zulme ve yaşadıklarımıza dayanan düşünce geliştirmemize yol vermemekti. Belki de başardılar. “Gözüm görmesin!” diyenlerin el kol sallaması bunun ifadesidir.

Bulgar milleti de ULUSAL SİYASİ BELLEK oluşturmak istemiyor.

Bu gelişme bir başlasa Bulgaristan Türklerinin öz belleklerini oluşturması da kolaylaşmış olacak. Şu dönem baskın olan korku ve tehditler durumu karıştırdıkça karıştırıyor.

Ulusal siyasi bellek açısından memlekette bir zihinsel karışıklık var.

Ulusal siyasi belleğin oluşturulması zihinde beyaz alanlar ve/veya siyah noktalar oluşturmakla olmaz. Unutulmaması gerekenin ön plana çıkarılıp yaşatılmasıyla olasıdır.

1 Şubatta Bulgaristan’da KOMÜNİZM KURBANLARINI ANMA GÜNÜ idi.

Komünizm ve totalitarizm kurbanlarını anma günü olan bu günü Jelü Jelev 1990’da Cumhurbaşkanı seçildikten sonra devletin tören takvimine alırken gerekçesini açıklamadı, fakat herkes şunları düşünmüştü:

Biz Türkler, Müslümanlar 1960’larda Çingene kardeşlerimizin, 1970’lerde Pomak Müslüman kardeşlerimizin ve 1980’lerde bizim isimlerimiz, kimliğimiz değiştirilirken, dilimiz ve dinimiz yasaklanırken verdiğimiz kurbanların devlet tarafından onurlandırılarak anılacağını, aziz hatıralarının yaşatılacağını sanmıştık. Öyle bir şey olmadı. Ahmet Doğan, Sabri İskender ve Nuri Adalıya “demokrasi savaşçısı” nişanı verilince bizim sayfamız kapandı. Pomaklarla Çingeneler şehitlerini anma töreni düzenlemek oldu. Biz ise her yıl 24 Aralık’ta Süğütkesiği’ne ve etraf köylere, Mestanlı’ya toplanıp şehitlerimizi törenli toplantılarla anıyoruz. Bu bakıma bizim törenimizle 1 Şubat Komünizm Kurbanlarını Anma Günü arasında sanki organik bağı yok gibi.

Şunu hiç çekinmeden yazabilirim: son 70 yıl Bulgar Ulusal Belleğinde üzerinde iz, çizgi, toz olmayan BEYAZ BİR ALANDIR.

Birkaç örneğe özellikle değinmek istiyorum:

9 Mayıs 1945 tarihinde Berlin’in düşmesinden hemen sonra, Sofya parlamentosu dağıtıldı, aralarında bakanlar, saltanat naipleri, generaller, büyük sayıda aydın olmak üzere 140 kişi tutuklandı. Bu tutukluların % 70’ine idam cezası verilmesi için Moskova’dan emir gelmişti.

Bu olay, Hitler faşistlerine yardım edenlerin yargılanması için 1948’de Almanya’da Nürnberg Mahkemesi, Tokyo’da Devlet Mahkemesi ve Sofya’da da Halk Mahkemesi kurulmasından önce oldu. O dönemde idam cezası alanların sayısı büyük olduğu gibi, 9 binden fazla Bulgar yargısız infaz edilmiş, o zaman açılan “Belene” adası ölüm kampına ve daha yüzlerce toplama kampına atılmış, gün boyu taş kırdırılmış, işkence edilmiş, imha edilmişlerdir.

Komünizm dönemi zulmünden iz kalmasın d,iye daha sonra yerle bir edilen “Belene” kampına ilk götürülenlerden biri olan ama 4 hapishanede kaldıktan sonra ayakta kalan ve hala yaşayan 92 yaşındaki İliya Trifonov anlatıyor. O, “Makedon dilini resmi dil olarak tanımadığı için ölüm cezasına çarptırılmış, 2 bin kişiyle birlikte 1953’te “Belene” kampına ilk düşenlerden biri. Üç yıl boyunca çektiği işkenceyi anlatırken şöyle diyor: “Falakayı ve sopayı işkenceden saymazdık. Her gece bir donla dışarı çıkarılıp gündüz kestiğimiz ağaçların üzerine oturtuluyorduk. Adanın iki yanı Tuna, etraf bataklık, sivrisinekler parmak gibi, gece boyu üzerimize saldırıyorlardı. Isırdıkları yerle kızarıp kabarıyor, adeta şişiyor, kaşındıkça kaşınıyor, kendimizi yoluyorduk. Bana yapılan en büyük işkence sivrisineklerin kanımı zehirlemesi oldu.”

İliya Tifonov’un, 1 Mart 2016 günü Sofya Şehir Mahkemesi’nde davası var. Bundan 9 yıl önce kurulan gizli polis ajanları Milli Komisyonu’na “Ben 4 hapiste yatıp,  ‘Belene’ de kaldım, dosyam var mı, varsa görmek istiyorum,” diye bir mektup yazmış.“Siz bir ajanmışsınız” cevabını 8 yıl sonra 2015’te almış. Ajan falan olmadığını ispat edip kendisini aklamak amacıyla arşivdeki dosyasını mahkemeye vermiş. İmzası, el yazıyla kale alınmış muhbir yazıları incelemeye alınmış, bu imza benim değil, bu yazılar benim değil dese de, mahkeme kararını beklemek zorunda.

Sofya’da sivil polis “DS” muhbir dosyalarının bulunduğu makama “halka yapılan terör yuvası” adı verilmiştir. 9 yılda buraya gidip 15. 500 kişi ya da onların yakınları kişisel ajan dosyasını okumuş; 11.020 vatandaş dosya komisyonuna ek bilgiler göndermiş ve 1.890 yerli ve yabancı gazeteci de ajan dosyaları üzerinde araştırma çalışmaları yapmıştır.

Şunu önemle arz etmek istiyorum. Dosya komisyonu Bulgar gizli polisi “DS” dosyalarının hepsini elde edemediği gibi, yalnız BKP adına çalışan VI. Şube dosyaları saklanmış, askeri istihbarat dosyaları hala teslim edilmemiş ve Rus dış istihbarat ajansı için çalışan Bulgar vatandaşlarının dosyaları da açıklanmamıştır. Önemli vurgulanması gereken bir nokta ise, Demokratik Almanya’da, Çekoslovakya ve Polonya’da olduğu gibi, komünist gizli servis ajanları sıfırlanmadı, saygınlıkları sıfırlanmadı, devlet görevlerinde kaldılar, hatta bugünkü Sofya meclisinde 84 dizli polis ajanı görevlidir.

Son 9 yıl içinde Dosya Komisyonu “DEVLET GÜVENLİK ÖRGÜTÜ ‘DS’ KOMÜNİST PARTİSİNİN ERİ” başlıklı 32 ciltlik bir derleme hazırlayıp yayınladı.  Kuşkusuz biz “Belene” adasında de Sofya, Stara Zagora, Pazarcık, Varna ve diğer hapishanelerde, sürgünde, taş ocaklarında kaç mahkûm Türkün ajanlık yapmaya zorlandığını, bunlardan kaçının gizli polis ajanı olduğunu, dosyasının açılmadığını ve başka bilgileri açıklayamıyoruz, çünkü tutuk evlerinin, sorgu makamı, toplama kampı ve cezaevi dosyaları DOSYA KOMİSYONU emrine verilmemiştir.

Bu arada komünizm ajanlarının NATO’ya yeni üye olan ülkelerde devlet görevlerinde kalışını da inceleyen son Viyana “komünizmin kalıtı” konferansında “ Totaliter devletler sırları, sır olmaktan çıkarılmalıdır” dense de, “Berlin Duvarı”nın yıkılmasından çeyrek asır sonra, Bulgaristan’da yönetici elitin değişmediğine işaret edildi.

Sosyalist Parti milletvekillerinden Mercanov,  anti-komünist, anti-totaliter Ulusal Siyasi Bellek oluşturulmasına, Bulgar tarihindeki 70 yıllık beyaz lekenin silinmesine tepki gösterirken “Dosyalar Komisyonu”nun kaldırılmasını istedi ve parti başkanı Mihail Mihov tarafından desteklendi.

Bu gibi temel konularda, devamlı susan, isimlerimize, anamıza, babamıza, çocuklarımıza saldıranların, dil, din ve kültürümüzü ayakaltına alıp çiğneyenlerin cezalandırılması konusunda, öldürülen şehitlerimizin katillerinin, ajanların, hainlerin, Rusyacıların açıklanması ve yargı önüne çıkarılması gibi sorunların hiç birine değinilmemesi çok anlamlıdır.

Her konuda adalet aranmasına yanaşmayan, hep susan, dut yemiş bülbül havasına giren, kendileri mağdur gösteren, kurnazlık yapan, “it ürür kervan yürür” havalarına giren HÖH-DPS yönetici ve milletvekillerine dikkat etmeliyiz.  Bir örnek vermem gerekirse, Lütfü Mestan’la birlikte HÖH partisinden ayrılan, imam hatipli milletvekili Hüseyin Hafızov’un anası, babası ve kardeşleri Türk isimlerini geri almamıştır. Örnek olmak, başı çekmek isteyen kendinden başlamalıdır. Bunun için biz geleceğimizi yaratırken geçmişimizden parlak ve aydın yönleri almak zorundayız.

Yine 1990’lara döndüğümüzde, “yuvarlak masa” etrafına toplananların bile sahre, Rusya’ya hademelik yapmaya hazır, sahte yurtseverler olduğunu bugün artık çekinmeden söyleyip yazabiliriz. İşte bu bakıma, hiç bir şey unutulmamalıdır, unutulmayacaktır.

Komünizme ve totalitarizme karşı mücadelenin omurga kemiğini oluşturan, 44 gizli ve yarı legal parti, örgüt, hareket, dernek ve kulüpte birleşerek örgütlenen Bulgaristanlı Türk Müslümanlar hak ve özgürlük uğruna direniş bayrağını yükseklerde dalgalandırırken, şu Sofya’daki Dosyalar Komisyonuna beş on mektupla gerçekleri bildirmedi, ajan olmaya nasıl zorlandıklarını anlatmadılar. “Ben devletim için çalıştım!” gururuyla yaşayanlar da sustular, susuyorlar, anlaşılan susmaya devam edecekler.

Durumu anlatabilmek için, Türkçemizin güzel değimlerinden biri olan karmakarışığı kullanmak istiyorum. Türbülans olarak da düşünebiliriz. Dönen ama birbirine karışmayan, birleşip kaynaşamayan bir toplum. Nasıl kaynaşsın ki kendini arıtamıyor. Bu yıl komünizm kurbanlarını anma gününde en iyi konuşmayı Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev yaptı. Fakat o da 1972’de Pomak Müslümanların isimleri değiştirilirken, camileri kilitlenirken ve köylüler kamyon dolusu sürgün edilirken önce (Nevrokop) Gotse Delçev BKP Belediye Komitesi Sekreteri, ardın da il merkezi Blagoevgrad BKP İl Komitesi İdeolojik Sorunlar Sekreteriydi. Birçokları Cumhurbaşkanının tutumunu desteklerken, sosyalistler, Atakacılar, sahte “yurtseverler” eski ve yeni ajanlar, hatta HÖH-DPS’ciler babasının anısını unutmasın lütfen, diye tempo tutuyorlar. Başbakan Boyko Borisov ise, totaliter diktatör Todor Jivkov’in korumasıydı, hükümetindeki bakanlardan bazıları BKP MK Politik Büro üyelerinin torunlarıdır….

Şahsen ben hep bulanık akan bir ırmak görmedim, Fakat Bulgaristan politik ırmağının arınabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Geçmişin aydınlığı katmerleşmiş komünist totaliter karanlığı delmekte güçlük çekiyor. İş Allah başarır.

Ben suyumu kazandım da içtim

Ekmeğimi böldüm de yedim

Alkışı duydum, ihaneti de gördüm

İşte bu mısraları alın akıyla söyleyebilecek dört kişi yok etrafta…

Reklamlar