Siyasi analiz

Şakir ARSLANTAŞ

16 Aralık 2017

Konu:   Bize siyasi pilotlar lazım

Bulgaristan göçmenlerinden kızımız Ferihan Işık hayat ve savaşım davamızda bize emsal oluyor. O da 1989 göçmeni yani Bulgaristan’dan zorla göçe zorlanan Dobruca Türk ailelerden birinin kızıdır.Kendisiyle İstanbul – Londra uçuşu esnasında tanıştım. Salonda oturan bizlere kendisini İngilizce anons etti. Bizi Londra hava limanına yumuşak inişle indirdi. Kendisini alkışladık. Kutluyorum…

Siyasette de böyle önderler, liderler arıyoruz. Toplumda kitleleri fırtınalardan ve ateş çemberinden geçirecek ve gözü her zaman son hedefte yani zaferde olacak kişiler.

Ferihan kızımız gibi kardeşlerimizi tanıdıkça gönlümü kabarıyor, gurur yaşıyoruz. Şahsen benim gözlerimin yaş dolduğunu da yine gururla söyleyebilirim.

***

Biz hepimiz aynı kaderin kişileriyiz. Türkiye’de şahsiyet olduk ve kimlik kazandık. Biz göçmenlerin bir yanımız siyasi kimliktir, çünkü hepimiz zulüm siyaseti kurbanıyız. 20-nci yüzyılın en büyük çatışması olan ve faşizm ile sosyalizm-komünizm (Bolşevizm) arasında yürütülen kıyasıya sıcak ve soğuk savaşın Balkan (Bulgaristan) kurbanlarıyız. Son hesapta bu sıcak savaşın (1939 – 1945) ve devamı olan soğuk savaşı (1945 -1989) Türkiye’ye gelirken boş ellerle gelenler bile “anne beni kısmetimle doğur da, istersen çöp kutusuna at” atasözünü asla unutmadılar. Çünkü insanoğlunun kısmetinin onu nerede beklediği, karga dahi olsa, devlet kuşunun omzunuza nerede konacağı pek bilinmez. Tabii şartların, siyasi iradenin insanımıza olan tavrı da bir o kadar belirleyici olmuştur. Biz Bulgaristan Türkleri askerliğimizi maden ocaklarında, inşaatlarda, demir yollarında kazma kürekle yaparken değil pilot olmayı, uçağa binmeyi bile asla umut ve hayal edemeyecek durumdaydık.

***

Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BGSAM) kadrolarından ve BGSAM yönetiminden biri olarak, insanoğlunun yaşadığı büyük zaferlerinden birinin korkuyu yenip kanatlanması olduğuna her zaman inanmışımdır. THY pilotu Ferihan Kaptan korkuyu yenmiş bir sima.

2017 sonunda memleketimiz Bulgaristan’da vatandaşlarımız sahte, yalan yanlış haberlerle korku kuyusuna itilmeye devam ediyorlar. Basında, güvenliğin ve geleceğin en sağlam dayanağının mezarlar olduğunu iddia edenler var. Memlekette 20-nci yüzyıl boyunca mezar kazıldı. Örneklersek, toplumun ilk çatlaması ve parçalanması 1918’de Makedonya cephesinden dönen askerlerin Vladaya’da Ayaklanmasıyla oldu.  Silahlarını Çar Ferdinan’da yönelten askerler Cumhuriyet istediler ve ilan ettiler. Ülkeyi sarsan,  Çar rejimine, monarşiye karşı bir asker ayaklanmasıydı olan. Çar tacını oğlu III. Boris’in başın geçirdi. Bir daha geri dönmemek üzere Bulgaristan’dan kaçtı.

1923’te İşçi Ayaklanması oldu. Kanlı bastırıldı. Aynı yıl ilk askeri darbe yaşandı. 1934’ün 19 Mayısında tekrar etti. Bu iki darbe Bulgaristan oluşmakta olan Türk kimliğinden korktu ve okullarımıza saldırdı. 20-inci asra 2 700 ilk ve orta okul, medrese ve meslek okuluyla giren Bulgaristan Türkleri’nin İkinci Dünya Savaşı sonunda 500 okulu kaldı. Bugünün ana sorunu ise Müslümanlara mezar yeri sorunudur. Vatanda ölmek de korku yaratıyor. Okulların kapatıldı, yağma edildi, öğretmenler Türkiye’ye kovuldu. Sürüldü ve terör gördüler. Türk kimliğimizin aydınlık tarafı ezilirken, 1930’dan sonra sivil toplum örgütleri düzeyinde “Turan” derneklerinde, sportif kulüplerde birbirimize kenetlenmemiz, kolektif haklarımız için düzenlediğimiz 2 Milli Kurultay kararının gerçekleştirilmesi baltalandı. Öncü aydınlarımız sindirildi, kovuşturuldu ve Türk ocaklarımız, alevlenen Türk bilincimiz söndürülmeye çalışıldı. Türklük bizim içindeki ruhsal durumdu. Çocuklarına Türkçe öğreten ana babalar Türklüğümüzün ayakta kalacağına kesin inanıyor, geleneksel kültürümüzü yaşatmaya çabalıyordu. Bizim o zaman köy ve kasabalarda söylenen 600 türkü ve manimiz vardı. Ozanlarımız halk sanatını ateşlemeye devam ediyordu.

Bugünkü Bulgaristan’da insanların korkularından amaca yönelik biçimde yararlanmaya çalışıldığını görüyoruz. Rejimin elindeki en büyük silah sanki genç kuşağı kör cahil bırakmaktır Biz, Bulgaristan Müslüman Türkleri olarak kendimizi dünya istatistik cetvellerinde bulmaya çalışırken zorlanıyoruz. Yayınlanan son rakamlara göre, eğitim ve öğretim görenlerin toplu ortalamasında, Hıristiyanlar  % 9, 3 yıl, Müslümanlar ise % 5,6 yıl okul eğitimi alıyor. Biz Bulgaristan’da bu cetvelin neresindeyiz? 2017 yılında Üniversitede okuyan 50 öğrencimiz yok. İlk ve orta öğrenimde zorunlu anadil eğitimi verilmediğinden, kaliteden söz edemeyiz. Yine dünya ortalamasında Yahudilerin % 61’i, Hıristiyanların % 21’i ve Müslümanların ancak % 8’i yüksek eğitim görebilirken, bir de bizim dünyamızda kadın-erkek ayırımı var ki, onun yarattığı sorunlar da entelektüel düzeyimizin vahim durumuna işaret ediyor. Modern toplum dışında kaldığımıza da bir kanıttır bu. Bu bakıma “cahilin gözü karadır” değimimizi bir yana bırakırsak, hepimiz yarın açısından korku içinde yaşıyoruz.

Yaşamsal sorunlarımızla ilgili gerekli bilgileri toplamak için radyo, anadilimizde basın, gazete ve dergi, TV programlarımız olmadığından biz ancak bir malumat toplumu ortamında yaşıyoruz ve bu toplumda bilgisizlik korkuları yenmemize engel oluyor. Buna kanır, okur yazar olanlarımızın % 70’şinin okuduğunu algılayamamasıdır.

Bulgarlar “korku toplumu” yaratma işinde ustalaştı. Son dönemde bizde bir “ilaç hırsızlığı” olayı ortaya çıktı ve halka korku aşılanmaya başlandı. Şöyle, devletin dış ülkelerden ithal ettiği pahalı ilaçlar sözde doktorlar tarafından, onlardan ihtiyacı olmayan “hastalara” yazılıp, eczanelerden toplanıp fiyatı daha yüksek olan başka bir ülkeye ihraç edilerek büyük paralar kazanılıyor. Şimdiye kadar kimsenin yakasına yapışılmasa da, sağlık personelini, eczane işletenleri korku sardı. Hatta ilaç-eczane işlerinde “baba” olan Kanadalı multi milyoner “Apotex” ilaç şirketinin sahibi Bırnard Ştirman ile eşinin Toronto’da ölü bulunması haberi bile, bizde rüzgarda dalgalanan bayrak gibi dalgalandı.

  1. Borisov hükümetinde Sağlık Bakanı olan Doktor Moskov’un kardeşinin şirketi üzerinden Türkiye’den getirdiği çocuk aşılarıyla ilgili kışkırtılan yersiz endişe ve korkular yıllarca gündem oldu. Geçen ay ilaç dış alımına moratoryum uygulandı. Hükümet insanların korkusunu sömürüyor, üzerine basmış ve kendi ömrünü uzatmaya çalışıyor. Aynı zamanda sürekli propaganda yeni il ve ilçe hastanelerinin kapatılacağından, yeni özel hastane kurulmasına izin verilmeyeceğinden söz ediliyor. Sağlık konusundaki insan korkusu derin bir endişedir ve herkesi çökerten bir etkendir.

Yılbaşı yaklaşırken, 340 levanın altında emekli maaşı alanlara 40 leva Noel ikramiyesi dağıtılacağı anlata anlata bitirilemezden, “insanlıktan” söz edilmeye başlandı. Bizde, “insanlık”, “insan sevgisi”, “insanlar arasında yardımlaşma olmadığından”, “insanlık” kelimesi işitildiğinde yapılmamış, yarım kalmış, bir yana itilmiş bir iş anlaşılıyor. Bulgaristan’da hiçbir reform yapılmadı. Adalet reformu yapılmadan ileri adım atılamaz deyenler çoğalsa da, yaprak kımıldamıyor. Yargıçlar, yargı üzerinde siyasi şemsiye var, Savcılık adaleti solutmuyor deseler de, bu şemsiyeyi kapatacak siyasi irade sok. En büyük tehlike ise, memleketimizin parlamenter – demokrasi ülkesinden anarşik – demokrasi ülkesine dönüşme tehlikesidir. Bunu engelleyecek güç olan sivil toplum örgütlerinin (STK) siyasete karışması bizde yasalarla yasaklanmıştır. Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasası’nın 12. maddesi sivil toplum kuruluşlarının siyasete karışmasını yasaklamıştır. Bu halkın elinden alınan kolektif haklardan biridir. Bizde, vatandaşın seçime katılma ve oy kullanma hakkı var, ama milletvekilini gösterme ve seçtikten sonra onu denetleme, hesap sorma hakkı yoktur.

Son günlerde yeni bir haber salındı. 17 Ocak 2018’de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) birlik olup III. Borisov hükümetini düşürmek için “gensoru” verecekmiş.  Bu işte Cumhurbaşkanı Rumen Radev de politikanın tam göbeğine sözde çadır kurmuş ve hükümeti devireceklermiş. HÖH (DPS) partisi ise “gensoruyu” aşırı sağcı, faşizan, halk düşmanı, Türk düşmanı Valeri Simyonov, Krasemir Karakaçanov ve Valen Siderov üçlüsünü iktidardan atmak için destekliyormuş. “Gensoru” geçerse, 1 Ocak 2018’de başlayacak ve 6 ay sürecek olan Bulgaristan’ın Avrupa Birliği Başkanlığı’na rastladığından dolayı “hükümet düşerse” rezil olacakmışız.  Dertleri bu. Oysa Borisov hükümeti 2 defa düştü ve artık düşüp kalkmaya alıştı. Fakat faşistlerin ayağı kayarsa sofradan kalkmaları gerekecek.

Böyle olaylar bizde yakın geçmişte de yaşanmıştı. Bir önceki Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev BSP-DPS ortaklığı Plamen Oreşarski hükümetinden (2013 – 2014)  siyasi güvenini çekmiş ve “2 yıl halkımızı parçaladı” masalı dinledik. Şimdi aynı sözler R. Radev için de fısıldanıyor.

Hükümetin düşmesini istemeyenler destek ararken 2018 Mayısında Sofya’ya Avrupa Birliği başbakanları, Çin başbakanı, Batı Balkan devletleri hükümet yöneticileri ve Türkiye Devlet lideri Sayın RecebTayyip Erdoğan’ı da davet sunulduğuna vurgu yapıyorlar. Hükümet düşerse, Bulgar Anayasası’na göre geçici hükümetlerin böyle bir uluslar arası forum yönetmeye yasal hakkı ve  yetkileri olmadığından, AB liderlerinin Brüksel’e toplanacaklarından ve büyük bir fiyasko yaşanacağından söz ederken korku yayıyorlar. “Rezil olma” korkusu. Kuşkusuz midesi omurgasına yapışmış, yaşamı ateşten gömlek,  ilaç alamayan, doktora gidemeyen 2 milyon emeklinin umudu tamamen sönmüştür.

Borisov hükümeti şu AB sürecini gereği gibi yapmak zorundadır, çünkü Brüksel’den 23 milyar leva karşılıksız para alınmış ve bu paralarla ülkede yüzde yüz istihdam sağlanacağına, % 6-7 ekonomik kalkınmaya ulaşılacağına, dış ülkelere göç durdurulacağuına Bulgaristan 2 vitesli bir ucubeye dönüştü. İktidar 2009’dan beri AB paralarını yuttu. Sonuç sıfır. Elde olan sıfır. Eğitim, sağlık ve adalet sisteminde reform –modernleşme – yenileşme – yeniden düzenlenme yolunda tek adım atılmadı. Tosladık. Şimdi bunu binlerce yabancı konuğun gözünden gizlemek var.

Şöyle bir düşünün lütfen. Rahmetli TC. Başbakanı muhterem Bülent Ecevit’in Bulgaristan’a son gelişinde yaptığı gibi, şimdi Sayin Devlet Başkanımız R.T. Erdoğan da, benbir Türk köyü görmek istiyorum, bir camide namaz kılmak istiyorum, bir Türk evine girmek, insanlarımla sarmaş dolaş koklaşmak, dertlerini dinlemek istiyorum, beni bir Türk anaokuluna götürün ve yavrularımın başını sıvazlayayım, bir Türk okuluna girmek istiyorum, bir Türk köyünde miting yapalım derse, ne cevap verecekler? Türkçe konuştuğunda ceza mı kesecekler?

Tabii memleketimizde her gün yeni bir şeyler oluyor. GERB partisi 2017 yılının son 6 ayında fazla gayret göstererek BSP Genel Başkanı Bayan Kornelya Ninova, Milli Ombudsman (BSP’li) Bayan Maya Manolova ile artık 1 yılını tamamlayan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’i birbirinden ayrı ve uzak tutmaya, sosyalist partisi  parçalamaya, HÖH (DPS) partisini de yön değiştirmeye zorlamaya çalıştı. Ne ki, bu defa, bu siyaset tutmadı. Siyasi konumu yüksek olan bu üçlü güç yürütmeye karşı birleşti ve yeni bir ısrarla dayatıyor. Örneğin Ombudsman Bayan Manolova içme suyunun % 20 zamlanmasını önlemeye çalıştı. Cumhurbaşkanı Radev askeri uçak satıl alınmasına karıştı ve işlemleri durdurdu.BSP lideri de rüşvet dizi filmleri gibi sahneler oynatmakta, delik deşik  dikenli telli sınır duvarındaki trajediyi halka anlatıp göstermede uzmanlaştı. Artık halkın olaylara seyirci kalmak istemediği hissediliyor. Otobüslere dolan bastonlular haftada bir meclisi kuşatıyor. Gelişmeler öyle bir yön değiştirdi ki, Bulgaristan parlamento dışı geleneksel siyasi muhalefeti ile siyaset tablosunun solundaki meclis muhalefetin aynı meydanlarda buluşuyor, siyasi sürpriz oluşuyor. Borisov’un etrafında toplanan siyasi elit ile AB fonlarından beslenen ve toplam sayıları 600’den fazla olmayan orta katman zümresinin ürktüğü dikkati çekiyor.

Gelecek yazımızda bu ortamda Türklerin durumunu ele alacağız.

Lütfen paylaşınız.

Reklamlar