İbrahim SOYTÜRK

Tarih: 03 Haziran 2017

Konu:    Özgürlük istediler özgürlük verdik, ardından devlet dediler, devlet kurdular, sonra bizi kovdular.

 

Her yıl 2 Haziran’da, öğle sularında Bulgaristan’ın bütün kent ve kasabalarında siren çalar. Bu bir itfaiye, cankurtaran, polis arabası, fabrika düdüğü değildir. Bu öyle bir sestir ki yerle göğün arasındaki bütün boşluğu baştanbaşa doldurduğunda tren ve tramvaylar, otobüs, troley, taksi ve hatta yeraltındaki metro-trenleri durur. Denizdeki gemilerin, gökteki uçakların, uçan kuşların ve sürünen yılanların durup durmadığını bilmiyorum. Fakat yeşilde sokağın bir ucundan öbür ucuna geçen yayaların durduğunu gözlerimle gördüm. Bu siren ayakta dinlenir!

Bütün Bulgaristan köy ve kasabalarında hiç arızasız dün de çaldı.

Bu siren “Bulgar Büyüklüğü”nün feryadıdır. Bir uğultudur. Bundan 141 yıl önce, 1 Haziran 1876’da  kör bir kurşuna kurban giden silahlı çete başı Hristo Botev’ı ve Bulgaristan’ın özgürlüğü ve bağımsızlığı uğruna can feda edenleri anma günüdür. Her yıl Vratsa balkanının Okolçitsa tepesinde ulusal tören yapılır, özgürlük uğruna ant içilir, hararetli konuşmalar yapılır. Bu konuşmaların hiç birinin hazır bulunanlar üzerindeki etkisi özgürlük savaşçısı olmakla birlikte bir ulusal şair olan Hristo Botev’in ateşli şiirleri kadar etkili olmaz. “Özgürlük uğruna savaşımda can feda eden, ölümsüzdür” deyen şair, ölüm için ise “tatlı bir uyku” demiştir.

1876 Nisan kalkışmasının başarısızlığından sonra, Romanya’da bir çete toplayan, “Rakovski” gemisiyle Tuna’yı geçen ve kalpakta aslan rozeti, belde kılıç, haydut kıyafetli Kozloduy sahiline inen ve ateşleyecekleri özgürlük davası ile halkın derdi arasında örtüşme noktası olmadığını görünce, dağılmayı seçenlerden birinin patlattığı horozlu tabancadan çıkan kör kurşun çete başı Botev’i yere sermiştir. Botev, sözde dar ağıcına çekilen Vasil Levski, kalp krizinden ölen İvan Vazov ve vereme yenik düşen Lüben Karavelov kadar ölümsüzdür. Sıralanan bu 4 şahısın ikisi şair yazar, birisi komitacı öteki de gazetecidir.

Osmanlı bağrında, Tanzimat döneminde oluşan Bulgar ulusal kimliğini idesel mayalayan bu dört aydın öncüden ikisi özgürlük ilhamını Odesa’da, diğer ikisi de Belgrat “Legya” eğitiminde almıştır.  Botev’in bütün şairliği 20 şiirdir. Fakat onu Bulgaristan’ın en büyük şairi yapan şiirlerinin sayısı değil, saçtığı kıvılcımların halkın kalbinde tutuşması ve ulusal özgürlük ve bağımsızlık ateşi yakmasında gizlidir. Biz, Bulgaristanlı Türkler Hristo Botev’in şiirlerindeki ilhamı ancak “İzmir Marşı” ya da Mehmet Akif’in şiirlerindeki ateşle mukayese ettiğimizde anlayabiliriz. Bugün de Botev’ı ezberine almadan Bulgaristan’da orta okul ve lise bitiren cahil sayılır.

Botev keskin kalemiyle Osmanlı Sultanına, köhnemiş feodal düzene saldırırken, Bulgar halkıyla aynı ortamda ve ayın yazgıda sürünerek yaşayan, komşu kapıları açıp, yeri geldiğinde lokma paylaşan Türklerden, Türk halkından da öfkeyle dem vurması, aramıza çakılan ve çatlaksız ve damarsız kader mermerimizi patlatan Botev oldu derken, Bulgar ulusal kurtuluş davasında hiçbir komitacı, haydut ve kanaat sahibinin yerli Türkler tarafından ele verilmediğini, öldürülmediğini önemle belirtmek isterim. Botev çetesinin aşçısının da Kemallerli /İsperih/  bir Türk olduğunu asla unutulmamalıdır.

Her yıl çalan ve herkesi ayağa kaldıran siren “ayağının altındaki kan atalarının kanıdır” çağrısıdır. O an bir saygı duruşudur. Şehitlerine, atalarına saygıya durmayan halk, bitmiş, yok olmayı kabul etmiş sayılır. Botev’ sanki kendi geleceğini görmüş bir şairdir:

 

“O hayatta, yaşıyor! Orada Balkan Dağında

Bir kahraman göğsünde derin bir yara ile yatıyor

Sesiz ol kalbim! Özgürlük mücadelesinde düşenlere ağlanmaz

Yas yok biliyorum

Ve her şarkıda onu hatırlıyorum

Gündüzleri bir anne kartal ona gölgesini ödünç verdi

Ve bir kurt usulca yarasını yaladı.

Ormanda rüzgâr Balkanların en yiğit hay dutunun şarkısını söylüyor

Şimdi onun kardeşi olan kalbim

Sana onun yolunda ilerlemek düşüyor.”

Hr. Botev büyük bir davanın, özgürlük davasının dev şairidir. Özgürlüğü bir sonsuz süreç olarak görebilmiş ve şarkılaştırmış ve dağlar ve denizlerde yankılatarak söyleyebilmiş ve gelecek kuşaklara esin kaynağı yapabilmiştir. O 1796 Fransız Devrimi’nin Balkan – Bulgaristan ozanıdır. Ölümünün bir Osmanlı erinin elinden olmaması ise Bulgaristanlı Müslüman Türklerin şansıdır. Kış gecelerinde ocak başı sohbetlerinde “Botev’i biz öldürseydik, Levski’yi biz sallandırsaydık, bize bu toprağa vatan dedirtmezlerdi” dendiğini iyi hatırlıyorum. Bizi, son 139 yılda “olan olmuş, olacağı varsa da olur!” dedirtip başımızı öne eğdiren, en başta Vatan sevgimizdir. her şeysiz olur ama Vatansız olmaz inancımızdır. Biz Türkler, herkesinin Vatanının doğduğu yer olduğuna ve cennetin de vatan toprağı olduğuna inananlarız. Özgürlük sonsuzsa, Vatan sevgimiz de sonsuzdur.

Ne yazık ki, bugünkü Bulgar ulusunu çok küçük hesaplar esir almaya başladı. Özgürlüğün arasan çarşı pazarda olmayan, ancak kalplerde yaşayan ve bilinçte şahlanan bir edinim olduğu unutuldu. Kıskançlık, egoizm özgürlük ve insan sevgisini sanki altladı, boğazladı ve canını almaya çalışıyor. İki yüzlülük aldı yürüdü. Bulgar halkı Botev zamanında özgürlüğü on dördünde bir kız gibi görürken, bugün ona dişleri dökülmüş, bastonsuz yürüyemeyen, iki büklüm, kokuşmuş bir nine gözüyle bakıyor. Özgürlük yaşlanmaz, gençliğinden ve güzelliğinden, ilhamından ve yürekliliğinden asla bir şey kaybetmez diye siren çalan şiirler okunmuyor. Ne yazık ki, biz bugün özgürlük ateşinin kalpleri coşturduğu yılları unutup, günümüzün sefillik ve çaresizliğine yenik düşüyoruz.  Bulgar ulusal uyanış, özgürlük için şahlanış ve kurtuluş mücadelesinde bir tek Müslüman Türk hain gösterilemezken, Bulgarlar kendi jurnalciliklerini ve garezciliklerini bütün topluma bulaştırdılar ve  “dosya devleri” , “hain sürüleri ülkesi”, “asimilasyon, zulüm ve kaderini ret edenler ve yurdunu terk edenler toprağı”  ve “kaderine yenik düşen bir halk” olduk.  Ve eski sevdayla yaşamaya alıştırıyoruz kendimizi. Bugünün ve yakın geçmişin üzerine hasır çekerek, efsanelerimizle, başka bir zamanda başka bir hevesle yazılmış ateşli şiirlerin gölgesinde yaşamayı tercih ediyoruz.

Günümüz öyla değişti ki, bir yandan geçmişimizin özgürlük davasıyla yanan ateşe atacak odunumuz kalmadı. Öte yandansa, hürriyet için can feda edenlerin, halkın ortak mutluluğu uğruna düşenlerin bayrak ettiği idealleri dürdük ve saraylara çekilerek yastık altı ettik.

2 Haziran’da siren çalarken üzerine bastığımız toprağın altında Müslüman Türklerin ve tüm diğer azınlıkların da şehitleri, kurbanları, kardeşlerimiz var. Ve onların hepsi de “özgürlük davasında düştüğü için ölümsüzdür.”  Biz Türkler, Bulgaristan’da 141 yıldan beri Hristo Botev’i kim öldürdü kavgası verdik. Vasil Levski davasında kalem kıran hakimin Bulgar olduğunu öğrenince utandık. Bir halk ne kadar daha iyi komşuluk ederse, ne kadar hoşgörülü, çalışkan ve âlicenapsa o kadar daha özgürdür inancını yerleştirmeye çalıştık. Başsız ve sonsuz olan özgürlüğün kör cahil, baskı ve terör gören, zindanlarda çürütülen, soyulan, sürgün edilen, göçe zorlanan, sınır dışı edilen ortamda yaşayamayacağını anlattık. Özgürlük köklerinin Vatan sevgisi olduğunu anlattık. Vatanını seven kardeşlerimiz ata toprağından kovuldukça, köy ve kentlerinde huzur bulamadıkça, hiç kimse için özgür olma şansı olmadığını yazdık, çizdik, söyledik, haykırdık. Yalnız bir avuç kodamanın özgür olduğu bir ülke, halkın özgür olmadığını, olamayacağını, özgürlüğün bugün koşullarında alın teriyle beslendiğini, Avrupa Birliği’nin en yoksul insanlarının yaşadığı ülkemizin özgürsüzlükten boğulduğunu ima ettik. NATO özgürlüğümüzü koruyacak, AB karnımızı doyuracak, artık tamamen özgür oluyoruz yalanlarını yüzlerine vurduk.

Özgürlük pazarda satılan ya da parayla satın alınabilen bir nimet değildir.

Genel geçerli kardeşlik, eşitlik ve insan haklarının temelleri, hem anası hem de babası olan özgürlük bölünüp parçalanabilen, kırıntı halinde sunulan, ezilip yok edilebilen bir şey değildir. Özgürlüğün faşizm ve totalitarizm, zulme razı olan rengi yoktur. Özgürlük varsa var, yoksa yoktur. Her halkın özgür olmaya hakkı vardır ve bu hak kutsaldır. Bu bakıma 1989 Mayıs Ayaklanmamızın yıldönümüne rastlayan şu günlerde Botev sirenleri çalarken ve “Okolçitsa” tepesinde ateşli konuşmalar yapılırken 1989 Nisan Ayaklanmamızdan söz edilmemesi dikkatimi çekti. Biz de Botev gibi özgürlük, haklarımız, eşit haklı olmak ve istediğimiz gibi çalışıp yaşamak için isyan ettik. Kılıç çekmedik, bayrak değiştirmedik, devlet istemedik, cennet bildiğimiz topraklarda, cennet yolunda özgür olmak istedik. Çünkü bir insanın ismi, dili, dini, yarattığı ahlak, kültür ve medeniyet onun özgürlüğüdür. Biz hiçbir yaman ve hiçbir yerde başkalarından büyük özgürlük istemedik. Başkalarının özgürlüğünü gasp etmek için de ayaklanmadık. Özgürlük için savaş da açmadık. Yalnızca özgür olmak istedik. Bir halkı vatan bildiği toprağından kovanlar asla özgür olamazlar ve kader duraklarında yok olmak vardır. Devrimler dünyayı bütün halkların vatanı yapmak için yapılır, anavatanın bir adı da özgürlüktür.

Eğer Botev “Anam benim, doğduğum, sevdiğim toprak!” demişse, inanım bu sözler öncelikle Bulgaristan Müslüman Türkleri için söylenmiştir. Ve dün sirenler bu gerçek unutulmasın diye çaldı.

Reklamlar