Tarih:   09 Kasım 2019
Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu:   Irkçı partiler ve seçimler

Bulgaristan’da disident kavramı, insanlara dayatılan ya da onların kendiliğinden kabul ettikleri düşünme tarzına, politikaya veya rejime karşı koyanlarla çıktı.

Avrupa’da 1766’da Protestanlara ayrılıkçı, kopup ayrılan,  dönek veya “dissident – ing.” denmiştir.

1944-1989 yılları arasında totaliter komünist rejim karşıtı olan kişiler için kullanıldı.  Rusya’da Andrey Saharov, Aleksandır soljanitsin; Polonya’da Leh Walenza ve Adam Mehnik; Çekoslovakya’da Waslav Havel totaliter komünizme karşı başkaldırmıştır. Onlar tutuklanıp yargılandı, içeri atıldı veya dış ülkelere kaştılar. Bulgaristan’da toplumunda dayatılan görüşlere tamı tamına ters düşünen ve hareket edenlerin listesi 33 sayfadır, ne ki bu sıralamaya Türüseyin’in alınmış olması gerçeği nansıtmıyor. 1989 Mayıs ayaklanmasına katılan 72 bin Türk, aynı yıl vatanından kovulan 360 bin Türk ve genelden Türkleri ve Pomakların tümü disidentir. Bulgar asıllı disidentlerden yazar Georgi Markov, gazeteci Vladimir Kostov, feylesof Jelü Jelev, Doktor Konstantin Trençev, yazar Radoy Ralin, Aleksandır Sobaciev, Stefan Tsanev’i vs kamuoyu komünizme boyun eğmeyenler olarak tanımıştı.

Bu cümleden olmak üzere,  Bulgaristan Türkleri, Pomakları, Müslüman Romenler ve diğer azınlıklar yediden yetmişe disident idi, çünkü hepsi isimlerin değiştirilmesine, düzenlerinin bozulmasına karşı  olduklarından dolayı kovalandılar, tutuklandılar, sürgün edildiler, yargısız idam edilenler oldu. Öğretmen, halk ozanı ve şair Nuri Adalı 24 yıl içerde kaldı. Milli şair Ömer Osman sürgün edildi. Öncü aydınlarımız, kurulan illegal örgütlerin yöneticileri – Mustafa Ömer, Avni Veliev, din adamlarımız vatandan kovuldu, göçe zorlandılar.

Sürekli söz konusu olan, devlet baskı ve terörü, yalnız kişisel görüşlerin devlet-diktatörlük dayatmalarına tamamen ters düşmesinden başka, tüm halka uygulanan zulüm,  anayasa ve yasaların rafa kaldırılması, katillerin cezasız kalması, susturma ve dayatma baskıları, adaletsizlik ve zulüm sürekli şiddetlenmesidir.

Yukarıdaki “karşı olanlar” sıralamasına rağmen, Bulgaristan’da farklı görüşlü olanların hareketi biçiminde bir hareket yaşandığını iddia etmekte zorlanıyorum. Son 30 yıl bu bakıma bir süzgeçtir. Totalitarizm dikey bir devletti, ancak tepedekiler refah sunuyor, halkı eziyordu. 1990’dan sonra bu dikey devlet anayasa ve bazı yasaların değişmesiyle sözde “değişti.” Kısa bir karşılaştırma yapalım. 1985’te Bulgaristan’daki devletin sırtında yaşayan “nomeklatür” dediğimiz kodamalanların sayısı 500 kişiydi.

2019’un Kasım ayında Bulgaristan’da 969 milyoner var.

Son 3 ayda Bulgar milyonerlerin sayısı 53 kişi artmıştır. Yerel seçimlerin yapıldığı Ekim ayında 17 yeni milyoner belirdi. 2009 yılından beri Bulgaristan’ı idare eden 200 ailenin bankalardaki paraları her yıl % 12.4 artıyor. Todor Jivkov susmaları için 250 bin kişiye ikinci maaş verirken, Boyko Borisov’un beslemeleri 350 bin hazır oncudur.

Devlet güçleri Bulgarlar arasında tepki gösterenlerle sürekli başa çıkmayı başarmıştır. Eskiden vatandaşlar 3-4 gruba ayrılmıştı.  “Kapitalizme ve faşizme karşı savaşçılar”, “sosyalist emek kahramanları”,” parti nomaklatürü” ve “devlet nomaklotürü” ve hepsine özel gelir sağlanarak huzur sağlama yolları aranmıştı. Örneğin köyünde imamı olan Ahmet Doğan’ın dedesin, tüm camilerin kapısında anahtar sallanırken “sosyalist emek kahramanı” maaşa bağlanmıştır.

Sosyalizm ve totaliter komünizm yıllarında Bulgaristan’da komünist milliyetçilik ve ırkçılık vardı. Azınlıklar şiddetli baskı altındaydı. Öteki olan her kimlik eritilip Bulgar kimliğine arıtılmak istenince  devlet terörüne sarılan Sofya yönetimi aslında ırkçılık – aşırı milliyetçilik ve faşizm uygulamıştır.

1972’den ve özellikle 1984’ten sonra Bulgaristan sosyalizminin çehresi hümanizmden ırkçı komünizme evrimleşti.

1989’un Ocak ayında beklenmedik bir politik olay olmuştu. Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterran Sofya’ya geldi. ve Fransa’nın Bulgaristan Büyükelçiliğinde 20 Ocak 1989 sabahı “disident grubu” adıyla ortaya çıkan 12 Bulgar ile Mitterran bir kahvaltı görüşmesi yaptı. Görüşmeye, hapislerde bulunan 15 bin Müslüman insan hakları savaşöisindan, sürgünden, toplama kamplarında tutulan Türk şair, yazar, öğretmen ve diğer aydınlardan, parti ve dernek liderlerinden kimse davet edilmedi. Makedon, Romen ve Ulah mukavemet hareketinden de temsilci alınmadı. 1972-73 yıllarında kurşuna dizilerek katledilen Pomakların yakınlarından, 1984’ten sonra öldürülen Türkleri temsilen- 52 legal ve yarı legal mukavemet hareketimizden de hiçbir temsilci davet edilmemişti. Hapislere tutulan Türk kadınlarının, insan hakları örgütlerimizin, illegal partilerimizin ve idam cezasıyla içeride ezilen Türklerden de davet edilen olmadı.

Görüşmede temsil edilen Bulgaristanlı Türk üyesi olmayan Bulgar akademisyenler – Sofya Üniversitesinde kurulan Değişiklik ve Açıklığı Destekleme Kulübü başkanı Jelio Jelev, anti-faşist savaşçı, film yapımcısı Anjel Wagenştyn, şaire Blaga Dimitrova, yazar Radoy Ralin, ressam Svetlin Rusev, Yazar Yordan Radiçkov ve daha 6 aydın katıldı. Onlar F. Mitterran’a  “asimilasyon utancımız”, “Azınlıklar ezilirse, özgürlük olmaz”, “Müslümanlara terörü ve zulmü kınıyoruz” diyemediler. Bu görüşmede “demokrasi” , “adalet” ve “insan hakları” konularına değinilmedi.

Aynı kişiler 7 Aralık 1989 tarihinde Demokratik Güçler Birliği’ni (CDC) kurdular. Bugün günlerden 9 Kasım 2019, yarın Todor Jivkov’un totaliter komünist diktatörlüğünün yıkıldığı tarihin 30. Yıl dönümü. CDC yönetimi bu tarihi anmıyor, kutlamıyor, gerçekleri halka anlatmadığına göre unutturmak istiyor. Demek oluyor ki şu CDC’nin mayasında anti-totaliter, anti-diktatör bir ruh yok ki  bu tarihleri anmak istemiyor.

Beni konuyu örnekleyerek değinmeme iten bir olay 7 Kasık 2019’da belirdi.

2019 yerel sonuç sonuçlarını değerlendirmek üzere SOFYA’DA MUHTARLARLA BİR ULUSAL GÖRÜŞME DÜZENLEYEN GERB PARTİSİ, bu seçimi başarılı bir parti olarak sonuçlandırsa da, kamuoyu büyük bir kuşku içindedir.

Sofya’da birinci turda (27 Ekim 2019) seçim listelerinde kayıtlı seçmen sayısı 1 165 955 kişi iken, ikinci turda (3 Kasım 2019) listelerdekiler 1 064 772 kişiydi. Pleven şehrinde seçmen sayısı birinci ve 2. Tur arasında 20 bin arttı. 115 324 idiler ve birden bire 135 179 oldular. Kazanan ve kaybedenler arasındaki fark ise kıldan ince. Örneğinde Gurkovo belediyesinde 16 oy; Şumen’de 77 oy; Dubnitsa belediyesinde 111 oy, Sofya’da ancak 20 bin oy vs vs.  GERB’in seçim ortağı CDC yolsuzluklar karşısında susuyor. Bulgar halkı gerçekten de duyarlı davranıyor. CDC’yi defterden silmesinin nedeni bu vurdum duymazlık olabilir.

Bu seçimden 2. siyasi güç durumuna yükselen Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Mustafa Karadayı seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra ve ilk demecinde “GERB partisinin seçimi kazanmak için yerel ortamda baskı uyguladığını, Dulovo, Çepelare ve Dospat belediyelerinde devlet cihazını seçim kazanmak için korkutma, baskı ve işkence aracı olarak kullanıldığını” bildirdi. GERB partisi ile karma bölgelerde ciddi bir kavga yaşandığını anlatan Karadayı, Cebel, Gırmen ve İsperih’te kazandıklarını, Pavel Banya, Vyatovo, Macarovo belediyelerini tek başına, Gılıbovo, Gurkovo, Dimovo ve Belogradçik belediyelerini de ortaklıkla elde ettiklerini belirti.  Dulovo, Nikola Kozlevo ve Hitrino belediyeleri ise geri alamadıklarını, Sungurlare belediyesi DPS Gençlik Örgütü başkanının eşi ise 3 kişi tarafından evinde saldırıya uğradığına, dövüldüğüne vurgu yaptı.

Hak ve Özgürlük Hareketi başkanı, vatandaşın oy kullanabilmesi için seçimden 6 ay önce Bulgaristan’da yaşama MECBURİYETİNİN KALDIRILMSINI ve ANADİLME SEÇİM PROPAGANDASI YAPMA YASAĞININ DA HEMEN KALDIRILMASINA yeniden gündeme taşıdı.

Subaşına dönersek, işler hep 20 Ocak 1989 Mitterran ile sabah kahvaltısına dayanır. Bir binanın temeline taşlar denk konmazsa, bina çatlar, kayar. Bizde de öyle oldu. “İnsan hakları, özgürlük, demokrasi, kolektif haklar” hep eksik ve kırpılıyor.

Tabii Bulgaristan’da anti-totaliter hareketin gevşek mayalanması son 30 yılda Bulgaristan’da yeni-faşizm, ırkçılık, sol ve sağ milliyetçilik doğurdu.

2009’da GERB partisi Türk düşmanlığı ateşini söndürmemek şartıyla iktidara geldi.  Azınlıkların değişik şekil düşmanı olan yeni ırkçılar 2017’de iktidara tırmanmayı başardılar. Faşist ırkçı olduğu için 1990’a kadar yasak olan aşırı milliyetçiler yeni düşmanlık ateşi yaktılar.

Mitterran ile görüşmeye 3-4 Türk ve diğer azınlıklardan temsilci davet edilmiş olsaydı, bu günkü durum buram buram faşizm kokmaz, asla böyle olmazdı.

21 Mayıs 1989’da başlayan Türk Ayaklanmasına Bulgar demokratlar da katılacaktı. Bizi desteklemeleri doğal karşılanacaktı. Birkaç ay sonra, Türklere edilen zulmü dünyaya duyurmak, isim, din ve kimlik değiştirme ve dil ve gelenek yasaklayanları kınamak için hazırlanan bir Bildiriyi Paris-AGİT 1989 Konferansında okumak üzere bir Bulgar heyeti “desidentler”, Değişiklik ve Açıklığı Destekleme Kulübü adına Fransa’ya gitti.

1991’de Cumhurbaşkanı olan Dr. Jelio Jelev, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Bayan Blaga Dimitrova ve daha birkaç temsilci heyetteydi. Ne yazık ki AGİT toplantısına girmediler. Bildiriyi okumadılar. Sunmadılar. 360 bin Türk yollara dökülmeye zorlanınca da sustular. Daha sonra bu güçler bizi “yuvarlak masaya” da davet etmediler. Oysa yuvarlak masa fikri Demokratik Lik Başkanı Mustafa Ömer’den gelmişti.  Türkiye hükumeti ile Hak ve Özgürlükler hareketi arasını açmak için yıllarca çalıştılar. Direşken ruhlu Türklerin başına iki viskide kafa tutan ve her akşam sızan bir aile bile kuramayan, vardığı yerde bir çocuk bırakan zavallının birinin saray sefasına göz yumdular. Bu günde devlet bütçesinden bu sefil ruhuyla 220 milyon leva vermeyi planlamışlar. Bu işin arkasında neler gizli bilinmez. GERB-CDC 2019 yerel seçim ortaklığında beraberdi. Düşmanların birleşmesinden korkmalı…

Bu yeni beraberliğin mutluluğunu yaşayan, 1944 öncesi tarihleri baştan başa İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) birinci turda 3 belediye başkanlığı, ikinci tura kalan belediyelerin ise hepsinde VMRO-GERB-CDC  yakın işbirliği dikkati çekti.  İki bacağı da Moskova’ya bağlı olan, “Multigrup” ve DPS yönetimi parasıyla kurulan  “ATAKA” partisi ve lideri Volen Siderov yerel seçime giden günlerde VMRO-GERB-CDC grubundan ayrıldı. Ne ki ülkede, önce sol, ardından sağ ırkçı milliyetçiliği solmadı da Moskova memleketimizde yeni örgütlenme biçimi seçti. 1300 Rusofil’e emekli maaşı verdi. Bulgaristan’da Rus casusluğundan yargılanan Malinov’u V. Putin “Halkların Dostluğu Ödülüyle” taltif etti. Sabıkalının Bulgaristan koşullarında “dokunulmaz” olduğunu ilan etti. Kremlin Bulgaristan masası şefi L. Reşetnikov’un Bulgaristan’a girmesi 10 yıl yasaklanınca ve DPS partisi meclis grubunun “F-16” uçaklarının hemen ödenmesini itirazsız onaylamasından sonra Rusya’Nın Bulgaristan istasyonunda değişiklikler oldu gibi.   Rusofob konumlu güya “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NDSB) başkanı Valeriecliste  Simyonov bu seçimde de belediye başkanlığına uzanamadı, hükümet ve parlamento ortaklığında çatlama yaşanıyor.

Bulgaristan’da bugün kışkırtılan aşırı sahte milliyetçiliğin, sahte yurtseverliğin köklerine in köklerine inmek zorundayız. Bulgar milli idealinin (ülküsünün) sahte olduğundan yola çıkalım. Bir defa bu ideal – SAN STEFANO SINIRLARINDA BULGARİSTAN GERÇEKLEŞTİRMEK olarak belirlenmiştir ki, bu bir hayaldir. Çünkü Makedonya bağımsız ve egemen bir devlettir. Bulgarlar 1878 San Stefano Geçici Protokolünde taraf değildir. Sanstefano Toplantısında çizilmiş devlet sınırları olan bir Bulgaristan yoktur. Bu bakıma, VMRO gibi asi örgütlerin kışkırttığı şu olması olanaksız emeli savunanlar, 1934’e kadar kovalanmış, 1934’ten 1991’e kadar yasak kalmıştır.  Bulgaristan Nazı Almanya’sıyla bağlandığında gelişen “brannik” , “Lukov Hareketi” gibi faşizan ocaklar oluşmuştu. Bu hareketlerin aktif üyelerinden olan ve sosyalizm yıllarında 24 yıl içerde klan İliya Mitev, Stara Zagora hapishanesinde müebbetçilerle birlikte kalırken, Bağımsız İnsan Hakları Örgütü kurmuştur. Fakat bir eski faşistin insan haklarıyla, özgürlüklerle, demokrasıyla ve hele de azınlık haklarıyla ilişkisi kabul edilemez. 1989 Nisanında bu örgütün temsilcileri olan Lübomir Sobaciev ve Nikolay Kolev (Bosiya) gibi KGB tarafından örgüte aşılanmış muhalifler sözde“disidentler”,  o zaman hala sürgünde bulunan Türk İnsan Örgütü – Demokratik Lig yöneticileriyle temas kurmuş ve örgütsel birlik istemiştir. Ne var ki, Mustafa Ömer, İskender, Ormancı, Nuh gibi önderler bu öneriyi olumsuz karşılamıştır.

VMRO, NFSB gibi ve daha onlarca Bulgar sözde insan hakları ve yurtsever örgütü, XXI. Birinci yüzyılda “sol-sağ” yok, “modern milliyetçilik”   gibi sloganlarla halka tutunmayı çalıştı. Kendilerinin klasik faşistlerden farklı olduklarını anlatmaya çalıştılar, fakat ırkçılıktan, İslam ve Türk düşmanlığından bir an için vazgeçmediler.  Bu seçimde ilk kez kendilerini destekleyen oy potansiyelinde azalma tespit edildi.

8 adet F-16 jet uçağı için ABD’ye bol keseden ödeme yapılmasını destekleyen VMRO meclis grubu, partinin Başkanı, başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov’un bir dolandırıcı olduğu kokularının yayılmasıyla Bulgar halkından pek oy alamadı, fakat ABD Başkanı önünde güveni artmış benziyor.

29 Kasımda Başbakan Boyko Borisov’un Başkan Donald Trump tarafından özel görüşmeye davet edilmesi ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un bu heyete alınması öngörülerimizi kanıtlamış oldu.

Devam edecek.

Yeni konumuz: Şehir Orta Tabakası veya Demokratik Bulgaristan Hareketi toplumda nasıl yön alabilir?

Paylaşanlara teşekkürler.

Reklamlar