“Çıkayım Gideyim Urum Eline “
-Halk Türküsü-

***
“Aziz-i kavm idik a’da zelil kıldı bizi
Esir-i bend-i bela vü sefil kıldı bizi”
(Efendi idik, düşman, zelil kıldı bizi/Derde belaya atıp, sefil kıldı bizi)
Hüseyin Raci Efendi,(d.Eski Zağra-Bulgaristan 1833 – ö.1906 İstanbul);“Tarihçe-i Vaka-i Zağra” 1910,İstanbul.

***
“Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır”
Yahya Kemal Beyatlı,(d.1884 Üsküp – ö.1958 İstanbul);şair.

***
Rumeli’nin Müşterek Şivesi
Rumeli’nin müşterek şivelerinde H harfini kullanmak yerine doğrudan doğruya A harfini kullanırlar. H harfi olmayan yerde ise, H harfini kullanırlar. H harfi olan yerde katiyyen H harfini kullanmazlar.Bunu Mustafa Kemal’imiz de, Yahya Kemal’imiz de yapardı.Atatürk’ün evlat edindiği hanım kızlardan birinin adı Zehra idi. Atatürk Zehra’daki H harfini yok eder ve kendisine Zera derdi.Yine Rumeliler hamledeki H harfini yok ederler hamleye amle derler…Rumeli’ler Ş harfini de yok eder,onun yerine J harfini koyarlar.Meselâ “kırk beş bin kişi” diyecekleri yerde “kırk bej bin kişi” derler.Yahya Kemal Beyefendi ile dostluk etmek bahtiyarlığına erenler bunu pek iyi hatırlayabilirler.Pek koyu Rumeliler K harfi yerine C harfini koyarlar.Meselâ (köpek yerine küpeç) derler.”A.Be!” nidasını da çok kullanır Rumeliler.”A,Be! Ne dubarıcısınız siz İstanbullular.” derler.Ö harfini pek kullanmazlar.Ö yerine Ü harfini kullanırlar.Meselâ hiçbir Rumelili “börek” demez,diyemez,ille “bürek” der.İşte, bunlar Rumeli’nin müşterek şivesidir.Akılda kalan bunlar.Zaman,evet zaman birçok şeyi unutturuyor.

Münevver Ayaşlı,(d.1906 Selanik – ö.1999 İstanbul);yazar.

***
Rumelim
Akar bir ırmak zaman zaman savsaklansa da
Suyun ötesinden Rumeli türküsü gelir
Yavaş yavaş hatıralar söylenir bakışlarında
Adımları o çizgide hep sis basar
Tutarken buz Türkçemi
Hüzün açardı baharın dalları
Dil olsa da konuşsa çiçeği
En sevdiğim sokaklar şimdi yabancı bakar
Geçerken oyunları çocukluğumun at arabasıyla
Ne sen geliverdin o soğuk kışlarda
Ne ben baharda göçedebildim.

Baharı getirdi bugün bakışları yıllar sonra
Umudumu bir gülücük yalar
Limon sarısına çalan paptyalar
Gelir koynuma girer kokukları bahar kadar kabarık
Açar gönlümün bahçesini bir Rumeli özlemiyle
Rüzgarında salıncak kurar mevsimim
İkindi güneşi bir sıcak bakış,bir heyecan
Sevdalısı eser iklim Rumelim
Tutam tutam sevgi gelir
Ardından parça parça hatıralar
Nice özlemlerin kavşağında yüreğim.

Osman Baymak,(d.1954 Prizren/Kosova – ö.2018 Prizren/Kosova),şair.

***
RUMELİ; ülkemiz insanı için her zaman tarihimizin,kültürümüzün ve kimliğimizin kopmaz bir parçası;dallarında efsaneleşmiş ve destanlaşmış anıların çiçek açtığı bir özlem ağacı;yürek ocaklarında için için yanan küllenmemiş bir közdür.

RUMELİ;lk fatihleri olan Ece Beğ,Fazıl Beğ,Ak Sungur,Akçakocaoğlu ve daha nicelerin kılıçlarına şiddet,Koca Sinan’ın mübarek ellerine marifet,Koca Yusuf,Kara Ahmet,Kurtdereli Mehmet gibi cihan pehlivanların bileklerine kuvvet veren mucizevi bir tözdür.

RUMELİ;gül yüzlü güzellerin düşleriyle süslenmiş gözalıcı el işlerinden,canfes yeleklerin kıvrak dikişlerinden,güneşi kıskandıran bindalıların sırmalı nakışlarından sessizce gülümseyen ölümsüz bir sevdadır.

RUMELİ; Viyana’dan Çatalca’ya değin gerisin geriye akan kara,kanlı bir ırmak,sahipsiz kalmış şehit mezarlarına rahmet akıtan vefalı mehtap,bozgun kasırgalarında savrulan göçmen kuşlarının yükselttiği acı sedadır.

RUMELİ; koskoca Devleti Âliyyei Osmaniye’yi omuzlayan bahtsız bir teneşirdir.
RUMELİ;nesillerin tüketemediği bitimsiz renkli bir şiirdir.
Ahmet Emin Atasoy,Rumeli Motifli Türk Şiir Antolojisi,Asa Kitabevi,Bursa,2001.

***
Ve gelmiş geçmiş bütün peygamber ve azizlerin hüsnükabul,hüsniniyet buyruklarına rağmen ;
Ve İsa’dan bin dokuz yüz seksen beş yıl sonra;
Ve Tuna boyunda ve Dobruca’da ve Deliorman’da ve Rodoplar’da binlerce Türk’ün köyü,evi,bağı,bahçesi kuşatıldı tankla,topla,tüfekle,askerle;
Ve yolu,suyu,rızkı kesildi;
Ve bir komünist hükmetinin emriyle Müslüman adlar değiştirildi bitevi Hıristiyan adlarla;
Ve direnenler oldu ve tutuklananlar oldu ve hunharca öldürülenler oldu ;
Ve sığınabildiğim kucaklayıcı zamanadır bu yakarışlar;
Ve ocak 1985,Silistre
Amin!

Galip Sertel, Taş Toprak Dobruca ,Prizren : Bay Yayınları, 2007.

Ve bir belge:
Bulgar İsimlerini Yeniden Alan Bir Grup Aydın ve Toplumcunun Beyannamesi
(alıntı)

“Gerçeği savunmak için sesimizi yükselterek,yalanları ve iftiraları hiddetle reddederek aşağıda yazılanları beyan etmekteyiz:
Evet,biz Bulgar kökenlerimize tamamen yabancı olan isimlerden,gönüllü,buna inanarak ve tamamen şuurlu olarak vazgeçen Bulgarlar’ız.
Bizler için Bulgar adı,varlığımızın devamının teminatı ve istikbale yürüyüşümüzde manevi garantidir.
Bulgar isimlerimizle gurur duyarak,biz Sosyalist anavatanımıza sadakatle ve candan hizmet vererek,bu isimlerimizi layık surette taşıyacağız.
Bulgar milli ruhunun yeniden doğuşunun ifadesi olan bu doğal sürecin çarpıtılması,bizim milli onurumuz ve insan haklarımıza kabaca ve kabul edilmez bir müdahaledir.
Türk irticai çevrelerinin “göç sorunu” spekülasyonlarına kesinlikle karşıyız.Soy ve vatan lehine kesin tarihi seçimlerini yapmış Bulgarlar için,yabancı bir ülkeye göç etmeleri mantık dışıdır,bu anlaşılmalıdır.Bu olmayacaktır!
Seçim yapılmıştır,o kesindir ve geri dönüş yoktur!”

Sofya,26 Temuuz 1985’de “Oteçestven Front” (Vatan Cephesi) gazetesinin 12187 No’lu sayısında yayınlanmıştır:

Ve yukarıdaki Beyanname’den , “Seçim yapılmıştır,o kesindir ve geri dönüş yoktur!” iddiasına bir yanıt:

“Haziran güneşi Silistre’nin tren garına sıcak sıcak oturmuş, dargın dargın bakıyor coplu,köpekli,kalaşnikoflu polislere,eski sobalara,isli borulara,kırık dökük mobilyalara,eşya kapkacak,giyim,ayakkabı dolu bavullara,çuvallara ve binlerce Türk’ün ruhunda bir bıçak yarasının derin izleri gibi, gözün gördüğü yerlere kadar uzayıp giden raylara…
Göç buradan başlıyor…
Göç deyip zorla uğratılıyorlar.Oğul gidiyor,ana baba kalıyor.Evlât kalıyor,baba gidiyor.Kardeş gidiyor,kardeş kalıyor…
Orada,Silistre garında,Haziran güneşinin yakıcı öğle sıcağında,gerilmiş sicim iplerinin boyunda,oğlunu uğurlayan bir anne,kalaşnikoflu polislerin karşısına çökmüş,uful uful söyleniyor kendi kendine…
“Siz nerden bileceksiniz!Evlât acısı başka.Doğarken belden kopuyor,ayrılırken yürekten. Ayrılık acısı başka…Siz nerden bileceksiniz!”
Oğulu,gelini,torunları iplerin öte yanında.Biraz evvel çağrılmışlar trene binmek için…Ağlıyarak el sallıyorlar gerilmiş sicimlerin önünde oturmuş,harabeye dönüşmüş anneye.
Megafonla tek tek çağrılıyor cedvelde adları yazılı “turizimciler”.Kulakları sağırlaşmış bir dede,eşi anneye çıkışıyor:
“Bizi çağırdılar mare…İşitmedin mi ? Galiba fidan dediler.”

1985 de,Bulgaristan’da ad değiştirme,asimilasyon kampanyasında Türkler’in çoğu,hükümetce teklif edilen o Hıristiyan adları değil de, ağaç,çicek adları almışlar ve bunları da işitmek istemiyorlardı.
“Galiba fidan dediler mare…”
Vagonlara bindirilecek “turizimcileri” çağıran emniyet yetkilisi:
“Şurada,beş senedir adlarınızı öğrenemediniz…Ne geri zekalı,kalın kafalı insanlarmışsınız yahu!” diye mızmızlanırken, yanındaki meslekdaşı:
“Aldırma,Binbaşı Yoldaş! – diyor…On saat sonra,Kapıkule’de bu adlara gerek kalmayacak…”
İnsanın adı!…
Hele de o ad,insanın kulağına yüce ezanın kutsal ve ulvi sesiyle üflendi ise…

Galip Sertel,”Bir Başka Göç”,Balkan Türkleri’nin Sesi,İstanbul,1991,Sayı 7-8.

***
“Balkan memleketlerine ait Türk şiiri, Türk romanı, Türk içtimaiyat ve etnografya ilimleri de, Türk tarihi kadar millî vicdanda derin akisler bırakmaya namzet mevzularını henüz bulmamış ve şaheserlerini yaratmamış. Tuna boylarından kopup gelen muhacir kafilelerinin asırlardan beri alınlarının teri ve ellerinin emeğiyle şen lendirdikleri ana-baba yurtlarını bırakıp kaçmaya mecbur edilen Türk köylülerinin felâket destanı, dünyanın hiçbir yerinde oynanmamış olan bu müthiş facianın azametiyle mütenasip bir şekilde bes telenmemiştir…
Fakat şayan-ı hayrettir ki bu ehemmiyet ve vü-satta bir işin neşriyat ve matbuat hayatımıza ak-setmiş bir humma ve hazırlığını görmek mümkün değildir…
Büyük kahramanlık devrinin tabutunu merhale merhale omuzlarında taşıyarak gelen göçmen kafileleri için, eğer bestekâr olsaydım, bir göç marşı bestelerdim; içinde o kadar derin ve büyük bir ıztırap kaynaşırdı ki, ölüm marşları bunun yanında bahar neşideleri gibi kalırdı.

Ömer Lütfi Barkan, (d.1902 Edirne – ö.1979 İstanbul);Türk iktisat tarihçisi.

***
Bu yazılar kaybettiğimiz dünyamızın ve insanlarımızın hayat hikayesidir.Bugün gençlerimizin birçoğu 600 sene vatan bildiğimiz Rumeli’ni bilmezler bile.
Rumelili kibirli ve asalet iddiasındadır.Neden olmasın? En mütevazi,en mahfiyetkar Rumelilinin 600 senelik bir mazisi vardır…Ben bile hatırlarım,Rumeli’nin Türklerden boşalmasını…
Bir taraftan hasta ve bozgun halinde askerler,diğer taraftan evlad-ı fatihan panik halinde,öküz arabaları ve yaya olarak bir bohça,bir de küçük evlâdcıkları,tatlı ve güzel,sarı saçlı mavi gözlü Rumeli çocukları İstanbul’a hicret ediyorlardı…
Hiç kimse bu hicreti,bu “exodus” su (kutsal kitap),bu Türk dramını,bu Türk faciasını kaleme almamıştı,biz Türkler bile…Halbuki,Nazilerin Yahudilere yaptıkları mezalim bir edebiyat ekolü olmuştu,durmadan kitaplar yazılmış,tiyatrolar oynanmış,filmler çevrilmişti…
Biz Rumeli’yi kaybettikten sonra,Rumeli’den uzakta bile hep Rumeli ile yaşarız.Yemeklerimiz,dostlarımız,nüktelerimiz,türkülerimiz hep Rumeli’nden.
Altı yüz sene vatan bildiğimiz Rumeli.Kolay mı birden ondan kopmak?..
Münevver Ayaşlı (d.1906 Selanik – ö.1999 İstanbul),yazar.

***
Galip Sertel

Reklamlar