Nevzat ÖZTÜRK
Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
Maarif Müfettişi, Eğitimci Yazar

Dil, bir toplumda iletişimi sağlayan en yaygın, en önemli ve en güçlü araçtır. Duygu ve düşüncelerimizi, inanç ve tutumlarımızı, değer yargılarımızı dille ifade eder, yaşadığımız olayları dil ile resmedebilir, kültürel mirasımızı dil ile aktarırız gelecek nesillere. Dolayısıyla dil, en önemli iletişim aracıdır. Dilin bir iletişim aracı olması, düşünceyle ilintili olmasındandır. İnsanlar arasındaki iletişimi, hayvanlardaki içgüdüye dayalı haberleşme ve iletişimden ayıran şey, onun düşünmeye dayalı olmasıdır. Düşüncelerimizi dil yardımıyla ortaya koyar ve başkalarıyla paylaşırız.

Dilin birey üzerinde etkisi olduğu gibi, bireyin de dil üzerinde etkisi vardır.
Ferdin kullandığı dil, onun zihinsel süreçlerini tayin etmede yardımcı bir rol oynar ve böylece şahsiyetin gelişmesine de etki eder. Aynı zamanda dil, bireysel yönünden daha çok toplumsal yönüyle ön plana çıkmış bir olgudur. Dil, toplumsal varlığımızın, kimliğimizin en belirgin ifadesi ve sembolüdür. Toplumsal varlığımız ve kimliğimiz, kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bireylerin ortak bir bilinç, mensubiyet duygusu, uyum ve etkileşim içinde bir arada yaşamalarıyla oluşur. Ortak bilincin sağlanmasında, ortak sembollere ihtiyaç vardır. Etkileşime girebilmek için iletişime geçmek gerekir. Dil de anlamların semboller vasıtasıyla paylaşıldığı ve iletişimin sağlandığı en etkili araçtır.

Dil, ferdin toplumun kendinden beklediği rolleri yerine getirmesi ve toplumsal norm ve değerleri öğrenip içselleştirmesi olan sosyalleşme sürecinde de etkin bir araçtır. Sosyalleşmeyi gerçekleştiren, aile, okul, oyun, iletişim araçları gibi unsurlar vardır. Bu unsurlar, bireyin topluma katılımını sağlayan yetenek ve alışkanlıkların edinilmesini dil yoluyla gerçekleştirir.

Dil toplumsal kimlikle de irtibatlıdır.
Toplumsal kimlik olarak adlandırdığımız sosyal aidiyet bilinci, ortak bir simgesel sistemin kullanımı ile ulaşılan ortak bilgi ve belleğe katılıma dayanır. Bu da büyük ölçüde ortak bir dilin konuşulmasıyla gerçekleşir. Toplumsal kimlik, onu biçimlendiren ve yeniden üreten belli bir kültürel sisteme denk düşer. Ortak kimliğin dayandığı ve kuşaklar boyunca sürdürüldüğü araç olarak kültürel sistemin şekillenmesinde ve yeniden üretilmesinde dilin önemli bir işlevi vardır.

Dinden siyasete, edebiyattan hukuk ve ekonomiye kadar dilin olmadığı bir alan yoktur. Bugün hepimiz bir dil uygarlığında yaşıyoruz. Dünya dinleri, büyük ölçüde, törenlere, vaazlara, ayinlere ve din yayıncılığına dayanır.

Diller özgür olarak doğmazlar; ilişkin oldukları insan topluluğuna bağlı olarak belli sınırlar içinde ilerlerler. Diller durmadan milletle birlikte gelişirler; onların tinsel özelliklerinden oluşurlar. Bireyler kendi özelliklerinin gücü ile insan ruhuna yeni bir atılım verdikleri gibi, milletler de dili kurarken bunu yapabilirler. Öyleyse milletle dilin birbirleri üzerindeki etkisi karşılıklıdır. İlk dil biçimlerinin doğuşu, milletlerin ayrılmasını sağlamıştır. Demek ki, milletleri millet yapan en önemli etken dildir

Din ile kültür arasında da yakın bir ilişki vardır.
Bu anlamda her toplumun kendine özgü bir dini ve kültürü bulunmaktadır. Kültür, toplumların yaşama biçimleri olarak düşünülürken, din de inanca karşılık gelir. Her toplum basit ya da gelişmiş yaşam biçimiyle kendine özgü bir hayat yaşar. Bu hayat, zaman, mekân ve şartlara göre farklı özellikler gösterir.

Dinle kültür arasındaki ilişki karşılıklıdır.
Din kültürü etkilemeye çalıştığı gibi, kültür de din üzerinde etkili olmak ister. Dinin inanç, ibadet ve toplumsal boyutu bu etkiye maruz kalarak şekilsel değişikliğe uğrayabilir. Dinin esası, temel prensipleri toplumdan topluma değişmediği halde, toplumsal hayata yansıyan kısmı değişebilir. Bunun sebebi kültürel etkilerdir. Dinin kendini muhafaza edebilmesi, kültürel etkiyi asli yapısına zarar vermeyecek şekilde kontrol altında tutmasına bağlıdır. Bu anlamda bir kültürel etki çoğunlukla tali meselelerdeki çeşitlilik ve zenginlik olarak görülür.

Topluma yeni katılan bireyin (çocuğun), toplumsal değerleri öğrenmesi ve bu değerler sayesinde topluma uyum sağlaması anlamına gelen sosyalleşmede, toplumun diğer sosyo-kültürel unsurlarıyla sıkı ilişkisi bulunan dinin ve dinden türemiş değerlerin önemi büyüktür. Kişinin dinî sosyalleşmesi onun toplumda var olan dini kültür unsurlarını, değer ve sembollerini öğrenerek kendi kişiliğinin bir parçası haline getirmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede birey genel toplumsal yapı içerisinde yer alan dini unsurları, kendi kimlik alanına taşıma yoluyla, topluma uyum sağlamış olur. Toplumsal uyum konusunda dinin sembolleri ve toplumu organize etmedeki gücü önemli ve etkili bir faktör olmaktadır.

Dil ve dil yoluyla bilinçleri etkileme ve yönlendirme çabası, siyaset, din ve tüketim amaçlı reklam dilinde kullanılır. Özellikle bu üç alanda üretilen dilsel bildirimler, olgu ve olayları ve bunlar arasındaki bağlantıları bulandırarak, toplumda ve bireyde söz konusu durumlar hakkında istenen doğrultuda değerlendirme ve yorumlama eğilimi oluşturmaya yöneliktir. Bu amaçla seçilen sözcükler ve kavramlar, akıldan çok duygu yüklüdür; desteklenen görüş ya da siyaset, en olumlu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayan doğrudan anlatımlarla; karşı çıkanlar ise, kuşku yaratacak en olumsuz anlatımlarla nitelendirilir

Milleti millet yapan dili ve kültürüdür.
Milletler ancak dilleri ve kültürleri sayesinde varlıklarını koruyabilirler. Dilini ve kültürünü korumasını beceremeyen milletlerin yeryüzü arenasında uzun süre kalamayacağı tartışma götürmez bir gerçektir. Çünkü diline sahip çıkmak bir bakıma kültüründen haberdar olmaktır. Kültürüne yabancı olmamak da karakteristik hayat tezahürlerini canlı tutmak, kendine özgü olanı unutmamaktır. Bu niteliğe sahip olan milletler asimilasyon rüzgârına kapılmadan varlıklarını devam ettirme şansına sahip olan milletlerdir. Kısacası, milletin varlığı, sahip olduğu dil ve kültürü canlı tutmalarına bağlıdır. Toplumdaki bireyler arasında olması gereken birlik ve bütünlük anlayışı dil ve kültür dinamizmi ile canlı tutulabilir.

Türkler için dil, dinle neredeyse aynı değerdedir.
Bir dine bağlı olmak dünyayı ve onun içinde süregiden hayatı o dinin ürettiği perspektif içinde okumak ve değerlendirmek demektir. Her din içinde yer aldığı kültürün dil dünyasında gerçeklik kazanır. Farklı milliyetlerin din algısı kendi kültürel envanterleri yok sayılarak anlaşılamaz. İslam’ın ya da Hıristiyanlığın şu ya da bu toplum üzerinde kendine bir karşılık bulması gerçekte o dinlerin söz konusu milliyet, kültür ya da topluluklarla kurduğu/kurabildiği ünsiyetle ilişkilidir. Bir kimlik bileşeni olarak din, bulunduğu toplumun kod değerleriyle hemhal olmuş dil düzeneği içinde kurumsallaşır. Nihayet bu buluşma dil üzerinden gerçekleşir. Dinle dil arasındaki bağdaşıklık, birbirini tamamlayan özellikleriyle kimliğin yekvücut bir sunuma hazır olmasını kolaylaştırır.

Demek ki dil, sadece konuşmalarımızı aktardığımız, düşüncelerimiz seslendirdiğimiz basit bir olgu değil, kültürel değerlerimizle yoğurulmuş, toplumsal kimliğimizi ve kodlarımızı taşıyan, varlığımızı özümüzü bozmadan devam etmesine vesile olan en önemli unsurdur. Dilin, ait olduğu toplumun değerlerini, kültürel kimliğini, özgün yapısını ifade eden büyük bir işlevselliği vardır. Dini duygu, düşünce, inanç ve millete özgün değerlerin aktarımı, içselleştirilmesi, sürekliliği ancak dilin yaşatılması ve hayatın her alanında özgürce kullanılmasına bağlıdır. Dil, ait olduğu milletin değerlerinden bağımsız olarak düşünülemez. Bu bakımdan, dil kullanımı, özellikle dinin aktarılması ve anlaşılmasında, dini değerlerin içselleştirilmesinde dilin çok önemli bir görevi vardır.

Mekteplerimizde çocuklarımızın anadilini çok iyi öğrenmesi, öğrendiklerini ifade edebilmesi çok önemlidir. Özellikle azınlık gruplar içinde kendine özgün değerlerin anadille aktarılması da büyük önem taşımaktadır. Çünkü dil sayesinde kendi milletinin değerlerini öğrenmesi, benimsemesi, yabancı milletlere özenti ve aşağılık kompleksinden kurtulabilmesi için anadilde eğitim şarttır. Bu bakımdan özellikle Balkan coğrafyasındaki Müslüman Türklere anadilleri Türkçe ile değil de bulundukları ülkenin diliyle (Bulgarca vb) İslam Dininin anlatılması, öğretilmeye çalışılması son derece yanlıştır. Bu uygulama aynı zamanda toplumun değerlerinden koparılması, dinin yozlaştırılması, toplumun asimile edilmesi projesidir. Bu yaklaşım iyi niyet ile açıklanamaz.

Bulgaristan’da yıllardır dili ve dini sayesinde kimliğini muhafaza eden Müslüman Türklere “Bulgarca İslam Dini” dersi verilmesi düşüncesi, Bulgarlaştırma ve asimilasyon politikasının sinsi planıdır. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız üzere dil, sadece aktarım aracı değil, aynı zamanda ait olduğu toplumun değerlerini taşıyan, kültürel mirası aktarımını sağlayan, sosyalleşmenin en önemli unsurudur. Bu bakımdan çocuklara “Bulgarca İslam Dini Dersi” verilmeye kalkışmak Bulgarca üzerinden İslam dininin değerlerinin yozlaştırılması, Hristiyanlık kültürünün topluma enjekte edilmesi, İslami değerlerle yoğurulmuş bizi biz yapan toplumsal değerlerimizin unutturulması, İslam Dini perdesi altında kendi siyasi ve sinsi emellerinin yutturulmasıdır.

Müslüman Türklerin özü ve sözü sağlamdır.
Dili dini ile bütünleşmiş, gündelik hayatında kullandığı her sözcük, dini değerleri hatırlatıyor, benliğinin diri olmasını sağlıyor. “Türkçe İslam Dini Dersi” niçin birilerini rahatsız ediyor? Çocuklarımızı İslami değerlerden uzaklaştırmak, Türklüğünü unutturmak gayesiyle gündeme getirilen Bulgarca İslam Dini dersi verilmesini doğru bulmuyoruz. Bu dayatma ve asimilasyon politikasından bir an önce vazgeçilmelidir. AB içinde demokratik ve özgürlükçü anlayışın hâkim olmasını, milletlerin kendi kültürel ve dini kimliklerini muhafaza ederek ait olduğu ülkenin vatandaş bilinci ile yaşamasını arzu ediyoruz.

Türklüğümüzü Türkçeye, sosyo-kültürel kimliğimizi İslam dinine borçluyuz.
Türklüğün özü ile İslam’ın barış ve esenlik anlayışını harmanlayan milletimiz gittiği her yere barış ve huzuru götürmüştür. Yok etmek değil, yaşatmak için gayret göstermiştir. Bulunduğu her yerde Türklüğü, Türkçesi, inancı ile ayakta durmuş, kimseye zorbalıkla dini baskı uygulamamıştır. Bugün Müslüman Türklerin İslam anlayışı; entellektüelliği, akla ve bilime verdiği önem, radikalizmden uzaklığı ile insanlığın umududur. Bu umudun yaşatılması, insanlığın hayrınadır. Bugün radikal İslami hareketlerin gündemde tutulması özellikle bazı ülkelerce desteklenmesi, İslam’ın ve Müslümanların hayrına değil, tam tersine insanlık nezdinde Müslümanları ve İslam’ı aşağılama ve kötü gösterme gayretidir.

Bulgaristan Türkleri, evlatlarımız,
İslam Dinini kendi anadilleri Türkçe ile öğrenme hakkına sahiptir. Bu hakkın ihlali İnsan Hakkı ihlalidir. Dil ve din toplumun kültürel kimliğinin korunması ve yaşatılmasının olmazsa olmazlarıdır. Bu bakımdan Bulgarca İslam Dini dersine ihtiyacımız yoktur. Dinimizi öğretecek muallimlerimiz, hocalarımız, öğrenecek dilimiz/Türkçemiz vardır. İslam dinini kullanarak Müslüman Türkleri asimile ve İslam’ı yozlaştırma çabalarına fırsat vermeyeceğiz. Kimse boşuna heveslenmesin. Buna Türklüğün gücü müsaade etmeyecektir. Dilimiz Türkçe, Dinimiz İslam “Elhamdülillah”, yolumuzdan şaşıramaz kimse bizi!
Ayak oyunlarından vazgeçin, ayak bağı olmayın yeter!
Paylaşınız

Reklamlar