Deliormanın incisi Şumen’deyim.Aynı ismi taşıyan otelin balkonunda İsrailli dostum Jackob Alsheich ile karşılıklı oturmuş kahve içiyoruz. Jackob 60’ın oldukça üstüne merdiven dayamış, onun okuduğu zamanlar elektronik bilim doğumuz muydu bilmiyorum ama o bir elektronik mühendisi ve “S.AL İnternational” Şirketinin Müdürü onuruyla yudumluyor az şekerli ve az sütlü expresoyu. bulgaristan-turkiye-bayraklari2 günden beri konuğumdur. Daha doğrusu bir işle gelmiş de, her sabah bir taksiyle Varna yolu boyunca bir yerlere gidip geliyor, fakat derdini henüz dökmedi. Bulgarcası senden benden düzgün, dil problemi yok, çocukluğu bizde geçmiş, Tel Aviv’de Vatan dilimizi beslediği belli oluyor. Dürüst, anlaşılır ve gramer kurallarına uygun konuşuyor.
— Bu sabah pek düşüncelisin, bir şeyler mi oldu?, diye sorup, ağzından
Laf almaya çalışıyorum, gözüne bakarak tabii. Bir telaş, bir heyecan var sanki üzerinde, içine sığmayan endişesi kendini ele veriyor.
–   Yeni toprak kanunu oya sunuldu, dedi.
–   Hayır, ola Yahudiler bizde toprak işlemezdi, ne iş diye sorduğumda
bir SMS aldı, telefona sarıldı ve haberi açıp okumaya koyuldu ve anlatmaya başladı. “Bugün Sofya parlamentosu ATAKA partisinin yabancılara toprak satılma yasağınızı uzatan tasarısı onaylanacak, bilmiyor muydun? diye sordu.
     Yabancılara toprak satmayı yasaklayan kanun süresinin 2020 yılına kadar uzatılmasına ilişkin ATAKA partisinin sunduğu önerinin bugün tartışılacağı ve onaylanacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Zaten hem hükümeti hem de devleti parmağında oynatan Volen Siderov’a öteden beri öfkeliydim. Ahmet’ten sonra Lütfünün de onun oyununa gelmesine zaten tepem atmıştı. Ben, Bulgarlar milliyetçilerin yabancılara toprak satılmasına karşı olduklarını biliyordum.
Avrupa Birliği’ne gireli bu sorunun bir çıbanbaşı gibi zonkluyor. Biz gidip Hollanda’dan toprak, ev, bahçe satın alabiliyoruz da, aman bizim malımıza dokunan olmasın havası atmada da ustayız. Bulgarların gözü dışarıdadır. Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev Yunanistan’dan 700 000 Evroya bir malikâne satın aldı. Kapısında şu kadar bekçi, mutfağında şu kadar hizmetçi olduğunu gazeteler sayfa dolusu yazdı. AB üyeliğimize dayanarak biz dışardan istediğimiz gayrı menkulü satın alabilirken, AB üyesi devletlerden yabancıların bizden arzu ettikleri toprağı satın almalarına yasal yasak uygulanması, hem birçok kişiyi rahatsız ediyor, hem de dış basında da yorum konusu oluyor. En fazla rahatsız olan da AB yönetim organlarıdır.
–       Şu Volen Siderov faşisti var ya, o toprak satmayı yasaklıyor,
Derken, Yahudi konuğum hazır cevap bir cümleyle düşüncelerimi kesti ve gözlüklerini takarak gözlerini “Bulgaristan 1300 Yaşında” heykelinin bulunduğu karşı tepeye dikti.
–       Siz faşistlerden çok çektiniz, unutamıyorsunuz tabii, derken onu avutmak
istesem de Jackob’un yarası hem derin hem de tazeydi.
–       Doğrudan konuya girdi, şu “Bağlar Ardı” mevkiinde, şuracıkta, hem de topluca
bir yerde,  İkinci Dünya Savaşı sırasında buradan kovulan bazı Yahudi ailelerin 11 dönüm yeri var, parsellenmiş, geçen yıl şehir planına alınmış olan bu toprağımızı hayırlı bir müşteriye kısmet olursa satmaya geldim, sözlerini üstüne basarak ifade ederken, derdini açtı.
–       İyi de, bu bunalımda, herkes sıkışık, keseler boş, alıcı bulunur mu?  dedim
hafifçe ve bense ters yöne yani Varna yolu istikametine çevirdim başımı ama önüme dikilmiş cevizin henüz dalında olan yapraklarından uzağı göremedim.
–       Moralimi bozan, Sofya’da yapılan oylama, işte bak, haber SMS olarak
geldi. Hak ve Özgürlükler Partisi dışında, üç partinin milletvekillerinin yarısı yabancılara toprak satımına karşı oy kullanmış. ATAKA ise, tümüyle “yasaklanmalı” diyor. Yabancılara toprak satmayı yasaklayan yasa 2020’ye kadar, yani 7 yıl daha uzatılmış.
–       Bu iyi mi? Kötü mü? diye sormama izin vermeden devam etti:
–        Alıcım hazır, Hollandalı bir müşterim var, hemen bu akşam uçakla
İnecekti, neyse, sonu iyi olsun, dedi, içini çekti ve bir SMS’le değişen durumu müşterisine bildirmeye koyuldu. Adam aktarmış ve bizim Koca Balkan eteğimde şifalı çiçek, ot, kök ve yaprak kurutma tesisi yapacakmış. İyi aslında, birkaç kişiye iş de olur.
–       Kaça verecektin? Aktarmış ha! Pazarı varsa iyi iş…Hollandalı buraları sever.
Onun Vatanı olan vaadi deniz seviyesinden alçak olduğundan kuzey buzları eridiğinde su altında kalacakmış, diyorlar.
Su üstü, deniz dibi Vatan olmaz, gelsin, gelsin, sevap olur!
Aslında bir yabancıya satılacak olan bu arazi bizim Vatanımızdan bir parça olduğundan ilgim daha da arttı. 65 yıl önce, Almanya’da ırkçı Hitler hortlamasından sonra o zamana kadar, belki de 500 yıl Vatan bildikleri topulu topraklarından tasını tarağını toplayıp canlarını kurtarmak pahasına kaçmak zorunda kalan karşımda oturan Jackob ve soyu, artık bizden tamamen yabancılaşmış şu haliyle Vatan toprağımızı bambaşka bir yabancıya satmak istediğinden ötürü ilgimin büyümesinde haklıydım ve 1 metre kare Vatan toprağımızın kaça pazarlandığını bilmek istedim.
–       O, metre karesini 8 Evro’dan alacaktı. Parayı bloke etmişti. Fakat bu durumda
gelmez ve pazarlık şu an bozuldu, yazık oldu, derken, onun bakışında bir arayış belirdi.  “Bir bira içsem belki kendime gelirim, biraz sıkıldım,” dedi.
–       İkramım olur, sen misafirsin, burasının en güzel birası yerli biramızdır,
fıçıdan isteyelim nefistir, dedim ve el işaretiyle garson kızı aradım.
Biraları beklerken hayretim yüzüme vurdu.
Jackob’ın sıkıntısını sindirirken, bizde bir metre kare kırsal toprağın 2-3 levadan alıcı bulmada zorlandığı şu dönemde, bir ucu İsrail’de bir ucu da Hollanda’da internet üzerinden sürüp giden pazarlıklarla topraklarımızın metre karesinin 16 levadan alıcı bulmasına, şaşmadım desem, yalan olur. Bir ay önce yakın tanıdığım şu bayırın ardındaki Hitrinolu Ayşe nine evinin kiremitlerini aktartmaya para ararken, yoncasının bir köşesini 300 levaya satabildim diye seviniyordu. Şu internet denen alet var ya, istediğin toprak parçasını ekrana çektiğinde ve köşesine tapusunu eklediğinde dünya çapında pazarlık başlıyor. Yeme de yanında yat!
Biz bu diyarın her yerine özel bir duyguyla bağlı olduğumuzdan, güzelliklerimizin buketi bozulmasın diye bir tek çiçek koparılmasın, tek ağaç kesilmesin diye titrerken, ne su ne de para isteyen Vatan sevgimizi geleceğimize taç ederken, oyun bozulmazsa bir müddet daha böylece mutlu olabiliriz. Jackob’un sülalesi bu memleketten gitmek zorunda bırakıldığı zaman, Deli Orman’a olan tutkuları yüreklerini yakıp cız etmeden sönmüş.  Oysa bizim buradan toprak almış olmaları, onların da burasını bizim kadar sevdiği anlamına gelmeliydi. Ne yazık, zamanla sevgileri buhar olup gitmiş gibi. Burada kalan Vatan toprağı değil, bir avuç para…
Satılacak bir mülkü! Elinden çıkarıp, buraları iyice unutmak istiyor. Evlatları ve torunları “Bağlar Başı”nı bilmiyor, gelip görmek istemiyor. Tek istekleri var: “Bağlar Başı”nın parasını banka hesaplarında görmek. Fiyatların alçalıp yükselmesini beklemeden bu işi bitirmek için dedelerini Şumen’e göndermişler. Karşımda oturan konuğum bir yurtsever değil, bir satıcı durumunda, hedefi para kazanmak. İyi ki bizde emlakçılık gelişmedi, emlak pazarı kapalı. Kapalı kapalı olmasına da değiş tokuş şeklinde memleketin yarısı el değiştirdi.
Bizde toprak pazarının gelişmesine en büyük engel aslında toprak mülkiyetimizi yani öz topraklarımızı tapulu senet haline getirememiş olmamızdır, hele şu 1990’larda terk edilen topraklarda, çayırlarda, korularda, bağ bahçelerde Romlar at oynatıyor. Yollara dökülmeyen üreticimiz bir, elinde birikmiş parası olmadığından, iki, elimdekini de kaybederim korkusuyla yaşadığından dolayı özel mülkiyete dayanan üretim geliştirmek için banka kredisine başvurmadı.
Köylümüz, her Cuma, Hz. Muhammed’in “bana tarlayı değil, pazaryerini gösterin” sözlerini hatırlatan imamı dinledi. “Demokrasi geldi.” “Pazar ekonomisi yerleşti” diyenlerin saçmaladığını biliyordu. AB, “her derdinize derman olacağım” kandırmacısıyla şimdiye kadar Bulgaristan’dan 5 milyar Evro yıllık üyelik parası aldı da, ancak 2, 6 milyarını kredi olarak geri verdi o da köylere uğramadı. Bu işten de zararlı çıkıyoruz.
Çingenelerin kırda, hasat zamanı tarlada bağda bahçede hakim bir durumu var. Mülkiyet hakkı tanımıyor, saldırıyor, yoluyor, talan ediyor, altından girip üstünden çıkıyorlar. Kalabalık oldular. Bağ bahçelerde meyvelerimizi ham yiyen hep onlar. Ellerinde sırıklarla süt cevizlerimizi dalından indiren onlar. Bu bollukta dilenmeden geçinmeye alıştılar. Gözleri kesince istedikleri mülke istedikleri gibi girip çıkıyorlar. “Alsın geber esiciler yesin patlasın” lanetini savuranlar bu defa haklı çıkmadı, kısmet Çingene şoparlarınınmış…
Aşılması gereken sorun da bu aslında, malımızı mülkümüzü gelecek kuşağa tapulu olarak devredip yeniden sahiplenmek. Satıp kurtulmak işten değil. 2020 yılı yakında gelecek, toprak pazarı yabancılara açılacak, biz bu defa hazırlıksız yakalanmadan tedbirlerimizi zamanında almalıyız.
Bu arada, HÖH’ün daha önceki iktidar ortaklığı döneminde, hele de Tarım Bakanlığını Nihat Kabil’in yönettiği yıllarda, bilinen demokrat ve araştırmacı yazar Edvin Sugarev’in geçen hafta çıkan “Lanetli Zamanlar” kitabının 7. sayfasında toprak değiş tokuş işlerinde koalisyon hükümetleri döneminde 6,2 milyar leva tutarında yolsuzluk yapıldığını yazıyor.  Kuş uçmaz kervan geçmez yalçın tepeler deniz kıyılarıyla, Kamçiya Irmağı ovasına ve sahil kıyılarına parsellenerek değiştirilmiştir. Türkiye’ye gidenlerin yerleri de ne hikmetse köy muhtarlarının oluverdi.
Ülkemizin en verimli bölgelerden devlet ve belediye mülkleri dağa taşa peşkeş çekilmiştir.  El değiştiren orman, koru, çayır ve işlenir arazilerin toplamı 440 bin dekardır. Bu değiş tokuş işlemleri yasalara terstir, usulsüz yapılmıştır. Olaya savcılık el atmalıdır.
Bu işte milyarlarca Evro tutarında yolsuzluk var, bir çok insanımızın hakkı yendi. Bu rüşvet denizinde o zamanlar HÖH Başkan Yardımcısı sıfatıyla eli uzun olan Kasım Dal da vardı. Onun yaptığı değiş tokuşun toplam 80 milyon US Dolar tutarında olduğu basına sızdı.
Başbakan Stanışev’in kardeşi ve eski bakanlardan Nikolay Vasilev ve başkaları yolsuzluk çetesinin başını çekmiştir. Halen bu yolsuzluk olaylarını masa üstüne yatıran Avrupa Birliği Adalet Komisyonu’ndan Bulgaristan’ı 2–3 milyar Evro cezalandırması bekleniyor ve bu büyük bir sıkıntıya neden oluyor.
Bu gidişle AB’ye ceza ödemekten başımız ağaracak. Derinlere daldığımı anlayan misafirim Jackob birasını “şerefe” demeden yudumlamaya başladı.
Onda olan para kazanma duygusu, dede mülkünü satıp para kazanma hissi, biz Türklerde henüz kristalleşmemiş. Aramızda bunu ağzına alan, düşünen bile yok. Birisi tarlasını, bağını, bahçesini, ormanını satsa camiye zor girer, cemaat içinde gözden düşer. Toprağımız bizim için azizdir. Allah bize onu bizi beslemesi için vermiştir. Elimizden çıkarmamız, kaptırmamız, talan ettirmemiz günahtır. Toprağımız Vatanımızdır. Vatan satılmaz. Satılsa parası yenmez, içilmez…
Biz en sevdiklerimizden ayrılırken, ayrılık bizi yıkamaz, bir şey olmaz” deriz, iki insanın birbirini sevmesi için devamlı beraber olmaları gerekmediği gibi, bir meta, bir mal, bir mülke beslenen duyguları uzaktan yaşatmak da olasıdır. Çünkü biz başka yere gitsek de “zor ısınırız” hep aklımızda olan bizi yaratanın bize uygun gördüğü, Vatan olarak bahşettiği yerlerdir. Atalarımız, soy kültürümüz hep oradadır.
Tabii düşüncelerim derinleşmeye başladı. Şu işe bak. Sultan Süleyman’ın XV. yüzyılda İspanya’dan enkvizisyon imhasından, ateşte yakılmaktan kurtarıp Anadolu ve Balkanlara taşıdığı, ev bark verip topraklandırdığı ve Osmanlı tebaasına kabul ettiği Yahudiler mallarına ne güzel sahip çıkıyorlar. Hele biz Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına her bakıma örnek bir harekette bulunuyorlar. Onlar,  buralarda misafir,  esnaftır, tüccardır, tefecidir derken tapulu mal mülk sahibi olmuşlar. Büyük Savaşta dünya yanarken, Yahudiler Aushwitz, Gissenbau, Varşova toplama kamplarında gaz kamaralarında acımasızca yakılmıştı. Bazıları da o zor günlerde bile mal mülk evraklarını büyük bir özenle koruyabilmişler. O dehşetli yıllardan 65 yıl sonra geri dönüp Şumen’in Varna Yolu kenarsında “Bağlar Başı”da 11 dönüm benimdir, tapulu malımdır, deyip, Hollandalı birine metre karesini 8 Avrodan pazarlamıştır. Deyecek sözüm yok vallahı. Ancak biz bu işlemi yapabilmekten ne kadar uzağız diye düşünüyorum, kafamda bir hararet dalgası yükseldiğini fark ediyorum ve ben de Jackop gibi bu sıkıntımı şimdilik ancak şu köpüklü bira düzeltir, gibi bir içecekten medet umarken,  kadehime uzanıyorum ve kaldırırken “şerefe” diyorum.
Ya biz neden böyleyiz. Ya biz neden modernleşemiyoruz, neden bu kadar geri kafalıyız. Ya hepimizin aklımız başımıza ne zaman gelecek!  Osmanlı 513 yıl önce şu Jackob’un dedelerini ta İspanya’dan infazdan kurtarıp bize bir şeyler öğretsin diye gemilere doldurup buralara getirmiş ve istihkâm etmiş ama biz onlardan düzgün evraklı mal mülk sahibi olmayı, malımızı mülkümüzü, yeri değişmezlerimizi belgelendirmeyi, belgelendirerek ebedileştirmeyi, evrakları tanzim ve tasdik etmeyi, bizim olanı istediğimize, evlatlarımıza devredilebilir duruma getirmeyi, mülk evraklarımızı dünya var oldukça geçerli duruma getirme konularının inceliklerini bir türlü öğrenememişiz. Aklıma gelen şu oluyor. Tüm topraklarımızı tapulu halde birleştirsek ve Avrupalı bir tarımcı menajere kiralasak ve parasını kıtır kıtır Boğaz kenarında yesek, ne güzel olur, değil mi. Biz bu işten sadece bir adım uzağız. Biz AB içinde en büyük ve en modern soydaş çiftliği kurabiliriz. Bu defa Volen Siderov’un milliyetçiliğinden yağ çıkarmalıyız. Tapusunu alırsak vergisi olur, sigortalarsak harcı olur korkusunu yenmeliyiz. En basit bir tapu alma işinde neden atılgan değiliz. Son göçte kanımızı emen, bizi bitiren tapusuz üretime dayanan kooperatifçilik oldu desek, katılmaz mısınız? Şu her şeye boş verme gevşekliği kanımızda olmadığına göre, nereden geliyor acaba? Tanrıya inanınca, gece gündüz iman ederken, iş bu basit işlerin kendiliğinden oluvereceği anlayışını aşmamız mümkün olmadığına göre, el ele verip bir daha bir daha ne zaman yola çıkacağız, bir söyler misiniz! Şu büyükçe camilerimizde vaaz üstüne vaaz veren hocalar, aynı şeyleri bilmem kaç defa anlatmaya çalışacaklarına, bizim insancıklarımıza, şu derdinizin dermanı şudur, demeye ne zaman başlayacaklar, hiç düşündünüz mü?
Vatan toprağı denizimizi baştanbaşa bırakıp gittik, şırıl şırıl akan ırmaklarımıza dönüp bakmadan çekildik, biz sılayı kendimiz seçerken, sahipsiz mülkün öksüz çocuk gibi çaresiz kaldığını bilsek de, en kötüyü düşünmedik. Düşünmek istemedik. Yaptığımız yanlışların hesabını kendi kendimizden bir gün soracak mıyız. Ya şu her seçimde, kendilerine sandık dolusu oy verdiğimiz Ahmet Doğan ve tayfasına “bir tapu bir oy!” demeye ne zaman başlayacağız. Tarlalarını evlerini, çayırlarını, bağlarını, bayırlarını elinin tersiyle itip göç etmek zorunda kalan ve halen maddi durumları iyi olmayan soydaşlarımızın oralarda kalan mal ve mülklerinin tapuları tamamen bedava olmak üzere, ne zaman ellerine verilecek? Bu kavşaktan tek çıkış var: bir tapu bir oy! Politikası olmalıdır.  Bunları haykırmak geliyor içimden otel balkonunda otururken ama Jackob’dan utanıyorum. Siz anlatanı anlamaz, ne kalın kafalı insanlarsınız, diyecek diye korkuyorum. O bir şey demeden susuyor. Bizim Türklerle sorunumuz olmamıştır, siz iyi insanlarsınız, iyi komşularımızdınız, hoşgörünüzden çok şeyler öğrendik diyerek durumu idare ediyor. Korksam da ne olacak. İçimi bira ile serinletip aynı kör yolun yolcusu olmaya devam ediyorum.
       –  Jackob, sizin milletvekilleri bu defa çok yüksek Avrupalı bilinci gösterdiler, diyerek giriyor söze, HÖH partisi yabancılara toprak satma konusunda beraberce “satılsın” dedi. Satılsa ne olur ki. Bizim Cumhurbaşkanı Yunanistan’dan ev alıyor da ne oluyor, değişen bir şey yok. Ben dış ülkelerden birinin gelip bizim tarlaları satın alıp tütün işleyeceğine inanmıyorum. İrlandalılar, Şotlandalılar ve İngilizler Veliko Tarnovo ili köylerinden ev aldılar, evlendiler tozdular ama ısınamadılar, çekip gittiler. Çünkü işin içinde helal yoktu. Kaptı çaldı sattı…olmuyor işte. Bize gelen Japonlar da aynı kaderi yaşıyor. Ne olacak öyleyse, biz satamıyoruz, onlar alamıyor, ama bize satıyorlar…
Ukrayna’nın engin buğday ve ayçiçeği ovaları geldi gözlerimin önüne, para işleri krizi oranın da belini bükmüş, Kiev hükümeti ülke toprağının % 10’unu Çin devletine 50 yıllığına kiralamış ve 2 milyar US Dolar almış. Avrupa nüfusunu besleyecek durumda olan bu bereketli toprakları önümüzdeki yarım asır, neredeyse bir insan ömrü Çinliler ekip biçecekler. Bu ovalardaki Ukrayna köylüleri Çin kuşatması içinde yaşayacaklar, belki de o bölgeyi tamamen boşaltacaklar. Çok acı değil mi! İnsan Vatan toprağını başkasına kiralar mı? Vatansız yaşanır mı?
Bizde tarım kooperatifleri (TKZS) ve Tarım Sanayi Kompleksleri (APK)  bozulurken, köylülerin topraklarının, çayırların, ormanların tapuları geri verilmeliydi, ne yazık ki verilmedi. HÖH bu konuda hiçbir şey yapmadı. Kooperatifçilik düşmanlığı köylerimizi ve köy ekonomimizi yıktı. Köylü ahırlarında 960 bin iri baş hayvanımız vardı, bugün AB bize 90 bin inek ve manda size yetsin diyor. Darlık içinde bolluk olmaz. Göç yüzünden 150 bin hanenin malları ve mülkleri telef oldu. Halen işlenmez durumdadır. Kimse geri gelip tapu peşinde koşmadı. Sözde işler düzelirken bir yandan da işte böyle derin bir bozgun oldu. Bu gerçekliği iyi bilen HÖH partisi hazır oncuları da insanımıza ve soydaşımıza arka olmadılar.
Tabii ben, birlikte bira yudumlamaya devam ettiğim İsrailli mühendis Jackob Alsheich’in bu yolsuzlukların hepsini bilip bilmediğini bilemem ama onun Bulgar yayınlarını yakından takıp ettiğinden eminim. Beldi de bu nedenle, hala Yahudi malları ve mülkleri yerli yerinde dururken, satıp kurtulayım zihniyeti onu buralara getirmiştir. Geldiği yerse yıllardan beri Suriye ve İran füzelerinin menzilinde, Hamas Grubunun hedefindedir, ama Vatandır ve hiçbir şeye değişilmez. Ne var ki, bizim yani Bulgaristan Türklerinin böyle bir zihniyete yükselmemiz gerekli oldu. Vatan toprağı yabancıya satılmaz. Başkalarının Vatan toprağına da göz konmaz.
–Şerefe diyorum! İçtiğimiz biranın arpasının bizim tarlalarda yetiştiğini düşünmem bile, toprağımızın bu denli harika bir tat ve lezzet taşıması, ruhumu okşuyor.
İzet HOCAOĞLU
Reklamlar