Tarih: 25 Haziran 2019
Yazan: Mehmet ÇAKIR
Konu: Hiçbir kimse türbülansa düşmek istemez.

Gelip geçen seçimlerden sonra hava sanki biraz açtı.  Sosyal olayların peşin yazılmış kuralları yoktur. Politik havanın tam ne zaman kararıp boşalacağını ve tam da ne zaman açacağını kestirmek zordur.

Biz Bulgaristanlı soydaşlar, düşmanlıkların katmerleşmesi ve toplayan zulüm çıbanlarının patlayışı bakımından belirli bir sezinleme ve öngörü sahibi olsak da, Türkiye gerçekliği üstüne son söz söyleme olgunluğuna henüz erişemedik. Buna rağmen, 31 Mart seçimlerinin İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı kısmında aynı aday ve kurallarla tekrarlanacağı haberini alınca, “Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım 6 puan farkla kaybeder” dedik. Bilemedik, fark 9 puana çıktı.

Bu defa seçim günü yaklaştıkça sokaklara umut doldu. AK Partinin sakin suskunluğunu bozan sanki bir çığıydı. TV ekranlarını ve sosyal medyayı kapladı. Anlaşılamayanı açıklama seferberliği başladı. Deterjanı fazla kaçmış çamaşır gibi köpürdükçe köpürdü. Aslında 25 yıldan beri belediye başkanlığında çamaşırı olmayanların niyet ve hevesten başka yıkayacak pek bir şeyi yoktu.

Kişisel durumlarından memnun, iç çelişkilerine kapanmış iktidar partisi yetkilileri kollarını sıvayacaklarına,  Baş Komutan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sahaya inmesini ve “Yenikapı” misali 5-6 milyonluk bir mitingle rüzgârın yönünü değiştirmesini beklediler. Bekleyenlerde hareketlenme gerekçesi yok gibiydi. Bu nedensiz bekleme esnasında ard arda birkaç aksi olay da oldu.

Seçim tam kapı çalarken, AK Parti öz kadrolarından olan Bülent Arınç,    “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden parlamenter sisteme geri dönülse iyi olur,” dedi.

Hemen ardından, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Güllün yine eski AK Parti Maliye Bakanı Ali Babacan’ın kuracağı Birleşik Türk Sermayesi Partisine fahri başkanlığı kabul ettiği açıklandı. Metrepol ve Anadolu sermayesinin birleşmesi Büyük Türkiye’nin kısa yolu umudunu uyandırırken,  AK Parti eski Bakanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Anadolu’da taban parti girişimi” İstanbullu AP Partili seçmende “iç çelişkilerden biz geliyoruz” kıvılcımı çaktı. Bu arada, MHP’li Cumhur İttifakı militanları sahada geceyi gündüze katsalar da, AK Parti saflarında bir şey yapmaya gerek yok rahatlığı sürdürdüler. Manevi yıkımı gören AK Partili çıkar grupları birbirine kılıç çekmeye gecikmedi. Kabaran muhalefetin gücü küçümsendi ve doğru değerlendirilemedi. Nereden emir alacağını şaşırmış etnik Kürt seçmenden medet ummanın yanlış olduğu bilinciyle sahadan çekilirken, seçim sonuçları gecikmedi.

10 milyon seçmenin katılacağı bu seçimin anti-emperyalist niteliği ortadadır. ABD Başkanı Donald Tramp’ın Türkiye devlet ve halkının bağımsızlık iradesine kuzgun gibi çullandığı, Suriye’ye İkinci Dünya Savaşında kullandığı silahlarda daha fazla yığınak yaptığı ve devam etmektedir. PKK’ya devlet kurdurup Türkiye devlet egemenliği karşısına dikmeye çalıştığı çok gergin şu dönemde, seçmenin ideolojik ve sosyal problemleri bir yana bırakıp devletine sımsıkı sarılıp, Baş Komutan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la saf tutması beklenirdi ve bu bekleyiş doğaldı.

31 Mart seçim sonuçları aslında bu öngörüyü doğrulamıştı.

Ne yazık ki, seçimin tekrarına giderken, Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun  bir çok cephede birden sıcak savaş yürüttüğümüz, askerlerimizin Suriye’de silahlı mücadeleye devam ettiği bir dönemde, ekonomik sıkıntılara basarak, milli çıkarlarımızı ve ulusal huzuru bir yana itti. 2017 Ankara-İstanbul yürüyüşünde çaldığı “adalet umudu” klavyesine basıp, geçen yılın Haziran günlerinde Cumhurbaşkanı Seçimlerinde 3 kanattan dağınık hareket eden muhalefet güçlerinde, aynı kıvılcımın bu defa alevlenmesini görmesiyle tepki dalgası yükseldi. Bütün bu gelişmelerin sonunda, CHP milli bir parti olarak, Kürt vatandaşın oyunu alırken,  Kürt-PKK teröristlerine de ebe kaldı.

İhanet ve boş vaatlerle dolu 2019 İkinci İstanbul kapışmasında, kuşkusuz iktidar partisinin yedek güçleri de vardı.  Balkanlı soydaş toplulukları işaret bekledi. Tek başlı bir güç oluşturmasalar da, düzgün ve disiplinli derneklerde birleşmişlerdi. Ardına kadar açık dernek kapılarından Selam verip girenler hep Ankara’dan gelen CHP militanları oldu.

Şu da var, seçim olsun da AK Partisi adayını destekleyelim feryadında kendiliğinden birleşme de izlenmedi. Balkan göçmenleri ve özellikle de Bulgaristanlı soydaş topluluğu hep kabaracak dalgayı bekledi. Bu bekleyişte, aramıza inip bizi dinleyecek, anlayacak ahlaklı ve yürekli yeni biri gönderilir umudu belirleyici oldu. Ne var ki, gelen-giden olmadı. Kimseyi suçlayamayız…

31 Mart – 23 Haziran seçimleri arasında AK Parti yetkilisi Aziz Pabuççu (Bulgaristan’da kimse kalmamış ve bu iş ona kalmıştı) seçmeni bilgilendirmek amacıyla hiç bir şey yapmazken, hep kendi kafasına göre hareket etti.

2015’ten beri bir önceki T.C. Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe ile birlikte Bulgaristan Türkiye ilişkileri ve Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklerin durumu ve siyasi mücadelesi gibi konularda kırdıkları seri potları azdan aza onarma işine koyuldu. Bu amaçla, yine diplomasimizi kullanıp, Ankara, İstanbul ve İzmit Siyasal Bilimler Vakfında Bulgaristan’dan 92 yaşındaki Dr. İsmail Cambaz ve imam hatipli Vedat Ahmet Hoca’ya konferanslar verdirdi.

Bu şahıslardan ikisi de Bulgaristan’da komünizme karşı direniş hareketine katılmamıştır. Politik mücadele dışında kalmıştır.

Konferanslarda, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davasına altını oyup çökertmekten başka hiçbir hizmeti olmayan, komünizme ve totaliter baskı rejimine hizmet edenlere öncülük eden kıdemli bir yaşlı ajan ağzından çarpıtılan gerçeklerle kafa karıştırdı.

Pabuççu’nun Bulgaristan Türkleri hakkında kurguladığı çarpıklıkları aklamak için 92-yasinda ihtiyarlardan ve hiçbir siyasi ve sosyal yapıda yer almayan kişilerden yararlanarak içine düştüğü durumdan sıyrılma çabaları geniş tepki uyandırdı. “Başımıza ne geldiyse ondan geldi” diyenler de çoğalmıştı. Kitlede toplumumuzda Türkiyelilerden çekinme ve Türkiye Cumhuriyetine güven konusunda erime aldı başını yürüdü.

Bu tepkilerin yeni aşaması 23 Haziran seçiminden hemen önce Çorlu’da yapılan ve A. Pabuççu’nun birinci sırada oturduğu “Göçün 30. Yılı Konferansında” yaşandı.  Ev sahibi Çorlu Belediye Başkanlıydı. Büyük sayıda Türkiye ve Bulgaristan Üniversitesi temsil edildi. 19 Prof. Dr., 3-Doç.Dr., 9 Bilim Doktoru ve 7 araştırmacı yazar ve çok gazeteci katıldı. Ayrıca Üniversity of OXFORD, Massashusetts İnstitute, NYU ve Berkkey Umiversity of Kalifornia  gözetimviliği olağanüstü önemlidir.

Beklenenden farklı bir yaklaşımla, 140 yıldan beri dalgalı süren Bulgar zulmü sunumlarda yumuşatılırken, Bulgaristan Türklerinin rehin olarak tutulup alabildiğine sömürülerek, köle gibi ezilmelerinden söz bile edilmezken, üstüne üstelik Türk kimliği mücadeleleri üstüne susulurken, Bulgaristan Türk politik kimliği çarpıtılarak anlatılırken, aşağıdaki şekilde parçalanmış gösterilmemiz dikkati çekti:

 Bir) Bulgaristan Türk toplumu;
İki) Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşları;
Üç) Bulgaristan’da yaşayan Türk vatandaşlar (Çifte vatandaşlar);
Dört) Üçüncü bir ülkede yaşayan Türk vatandaşları;
Beş) Bulgaristan’da yaşayan Türk soydaşlar (Bulgaristan vatandaşları)
Altı) Türkiye’de yaşamak istemeyen Bulgaristanlı Türk vatandaşlar;
Yedi) Batı Avrupa, Amerika, Kanada ve Avustralya’da yaşayan Bulgaristanlı Türkler vs. gruplara ayrıldık ve Birleştirici unsur olan anadilimiz Türkçeden, dinimizden, gelenek ve yaşam tarzımızdan söz dahi edilmedi.

Hak ve özgürlüklerimiz, 1989 Mayısında gerçekleşen ve 72 bin Türkün katıldığı ayaklanmamızın diktatör Todor Jivkov’u devirmesinden ve Bulgaristan’da demokrasi ve adalet devri başlatmasına da değinilmedi. Bizi hepimizi daha da parçalara bölerek dağıtmak için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar.

Tüm bunlar Türklüğün, Türk bütünlüğünün, tüm Türk dünyasında aynı olan Türk Kimliğinin parçalanmasıdır. Bulgaristan Türklerinin Türkiye’den ve Türk Dünyasından koparılması için yapılsa da Aziz Pabuççu her zamanki gibi Çorlu Konferansında da suskun seyirci kaldı ve tepki dahi göster(e)medi.

Bunları çok yakından takip eden Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’deki soydaşlarımızın böyle bir kişinin ardına takılıp da oy kullanmada tercih yapmaları imkânsızdı bu asla olacak bir iş değildi.

Bulgaristan’da 2017 ve 2018 olaylarını kimse unutmamıştır.

Onun sözüne kulak verip ardına takılan 100 bin vatandaşımız ırkçı milliyetçilerin saldırısına uğrayınca o sustu, saklandı, kayıplara karıştı, şimdi kendisini aklamaya çalışıyor ki, bu olanaksızdır. Tavrının İstanbul seçim sonuçlarına yansıması kesin kanıyı sertleştirmiştir.

Aynı zamanda, son yıllarda Bulgaristan Türkleri konusunda pek bir şey yapmayanlar, becerisizliklerini Türkiye dışındaki Türk toplulukları – özellikle Bulgaristan Türklerini – önemli ve değerli bir özne olarak gören Türkiye Dış Politikasında, belirsizliklere neden olmuş, bu belirsizliklerse zaman zaman krize yol açmış gibi iddiaların ardına gizleniyorlar. Maalesef Hiçbir diplomat ve siyaset yardakçısı Bulgaristan Türkleri davasını kucaklayıcı çıkışlarıyla halkımızın gönlünde ız bırakmamıştır.

Uluslararası tanınan azınlık haklarının Bulgaristan’da çiğnendiğine göz yumulan bu toplantılara aslında dış ülkelerden olayları çarpıtanlar toplanıyor.

30 yıl önce 360 bin Türkün çok kısa bir sürede evinden, işinden, çocukları okuldan, hastalar hastaneden kovulması, hatta birçok kişinin mezarlıktaki ecdadının kemiklerini bile bohçaya sararak beraberinde götürmeye zorlanması zulmün çıplaklıyla ortaya konması beklenmişti.

Bu konuyu kaşıyanlar önce doktor, ardından doçent ve profesör oldular da, fakat çilemizi bir türlü anlatamadılar. Bir iki istisna dışında onlar mücadelemizde yer almadı. Etnik haklar, kolektif haklar, azınlıkların özgün hakları konusu asla işlenmedi. Pabuççu gibi yetkili geçinenler burs verip kendi kadrolarımızı yetiştirmemizi hep engelledi.

Bulgaristan’da faşizm ve komünist totalitarizmin bütün vahşetiyle ayakta durduğu ve insan ve azınlık haklarının tümünden, eşitlikten, adaletten ve demokrasi nimetlerini tatmaktan yoksun, dışlanmış, ötekileştirilmiş ama sürekli asimile edilen öcüleştirilmiş azınlık toplulukları olduğuna ve onların sızılarına inilmemiştir. Bulgaristan Müslümanlarına dil yasağı başta olmak üzere baskının her türü ve en ağır şekli uygulanmaya devam ederken, Türkler bir umum yok edilmek isteniyor. Bu sorunlar dile getirmediğinden dolayı, soydaşlarımız sokakta esen rüzgâra kapılıyor ve oylar başka kümelerde toplanıyor.

Büyük Atatürk’ün şu sözlerini asla unutmayalım:

“Milli irade öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur!”

Seçim analizi dizimizin birinci yazısını okudunuz.

Paylaşırsanız memnun olurum.

Teşekkürler.

 

Reklamlar