Rafet ULUTÜRK  –  bilmediğimiz tarihsel ihanetler
Tarih: 09 Ocak 2022

Bulgar toplumunun hasta olduğunu biliyoruz. Artık kanserleşmiş olan bu hastalığın sökülüp temizlenmesi Bulgar toplumunun kendi işi olmalıdır. Ne yazık ki, kökleri çok derin. Bu yönde hiçbir yönde ve şekilde çalışılmadığını söyleyemeyiz.

1919’da Çiftçi Partisi Başkanı ve Başbakan Aleksandır Stanboliyski Paris Barış anlaşmasını imzaladıktan sonra, Birinci Dünya Savaşında Bulgaristan Milli Felaketi Suçlularının Yargılanmaları için 19 Kasım 1922’de halk oylaması (referendum) yapıldı. Katılan her 4 kişiden 3-ü Devlet Mahkemesi kurulmasına ve yargılanmalarına EVET dedi. Yargılama süreci 1911’den 1918 yılının sonuna kadar uzanan süreyi kapsadı. 927 bin Bulgaristan vatandaşı sorgulandı. 647 bin kişi bakanların ve komutanların suçlu olduğunu söyledi. 1923’te kurulan Devlet Mahkemesi son kararını 1924’te verdi. 6 kişi idama cezası aldı. Büyük sayıda bakan ve yüksek rütbeli subay hapse düştü.

Üzerinden 98 yıl geçmiş olmasına ve olay kapanmış gibi olsa da, Osmanlı ve Bulgar Çarı (Ferdinand) ordularının 1918’de üstünlük sağlamış olduğu Makedonya Cephesinde hala bilinmeyenler var.
100 000 Bulgar askerinin kapana düşürülerek esir alınması ve kendilerine yalan söylenerek silahsızlandırılmış olması da işin içinde açıklanmamış bir ihanet olduğu kuşkusu Bulgar halkının beyninde bugün de yaşıyor.  Cephelerden dönmeyen 115 bin Bulgar Krallığı vatandaşından 9 656’sı Bulgaristanlı Müslüman Türk’ür. Dönmeyenler için köyerde asker mezarlıkları vardı. Bu şehitlerin bir kısmı Deliorman’ın Ayvaaltı (Podayva) köyündendi. İsimleri köy okulu duvarına yazılmıştı ve öğrenciler hepsinin isimlerini biliyordu. Sözde “isim değiştirmek” için Bulgar ordusu köylüler top meydanına topladığında, okul duvarına ateş açıldı ve kahramanların isimleri kurşunlanarak silindi. Köylüler dövülürken “sizin bizim tarihimizde yeriniz olamaz!” diye bağırıyorlardı. Aslında Bulgar’ın tarihi olmadığını bilenler, baştanbaşa kendi halkına ihanet ve yolsuzluk ve rüşvet kokan bu tarihten bir parça olmayı asla istememişler ve istemiyorlardı. Ama gerçekleri bilmek ve yüzlerine vurmak zorundasınız. Hele günümüzde.

Bu yazımızda anlatmak istediğimiz olaylar 1918 yılına, Birinci Dünya Savaşı’nın son dönemine aittir. Konuya, BGSAM olarak bizim de dönmemize neden, gazeteci Hristo Georgiev’in “Duma” gazetesinde çıkan “İhanet, Rüşvet ve Yolsuzluklar Bulgaristanı Yok Edebilir başlıklı yazısıdır. 100 yıl öncesini anlatan bu başlık, çok aktüeldir.

Yalnız hatırlatıyoruz: Bulgaristan’da ilk devlet mahkemesi 1911 yılında kurulmuş ve işlediği yolsuzluklardan dolayı, Başbakan Aleksandır Malinov’u yargılamıştır. 98 yıldan sonra milyarlar çalan Başbakan Boyko Borisov da tahminlere göre adaletle yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Konumuza dönelim, çünkü Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşını kaybetmesi sonucu Rodop Türk Cumhuriyeti toprakları Bulgar Krallığına, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti toprakları da Yunan Krallığına verildi. “Hangi karanlık oyunlar sonucu olduğu günümüzde de hala yazılmayan ve bir sır olarak kalan” Güney Doğu Rodoplarda Türklerin ve Pomakların yaşadığı 9 Belediyenin Osmanlı’dan koparılıp Bulgar Krallığına katılmasıdır. “93 Harbinde” ve  Birinci Dünya Savaşında bu Türk topraklarında savaş yaşanmamıştır. Sizin için hazırladığımız yazıda daha önce hiçbir yerde okumadığınız ilginç özelliklere rastlayacak,  (büyük bir ihanet olayı) ile yüzleşeceksiniz ve Bulgar karakterindeki bu çizgi bugün de belirleyici olandır. Bulgar ordularına ve halkına ihanet eden generaller, bakanlar yargılansa da, ihanet paralarını alan belki de 1918’de Bulgaristan’dan kaçan Kral Ferdinand’ın ta kendisidir.

***

1918 yılı tarihimizden gerçekler.

Birinci Dünya Savaşı için, Bulgar Krallığının bu savaş asil hedeflerle katılışı ile ilgili, bu savaşa katılan askerlerin kahramanlığı üstüne her zaman ballandıra ballandıra yazılmıştır. Bulgaristan’ın Almanya müttefiki olması yanlışından kimin sorumlu ve suçlu olduğunu kimse anımsamıyor, bilen yok. Bu büyük hainliğe bulaşmamış parti ve politikacılar bir elimizin parmaklarından fazla değildir. O zaman olduğu gibi şimdi de devletin en yüksek katlarında gerçekleşen yolsuzlukların (ah ne büyük yolsuzluklar bir bilseniz) hepsinin ağızında onlarca fermuar ve anahtar var. Konstantin Petkanov ve Anton Straşimirov gibi birkaç yazar Bulgar yazarlar halkı dehşete düşüren kitaplar yazarak Bulgar edebiyatının “altın külliyesine” girip halkın yüzünü güzünü yıkıyor. Öte yandan birçak politikacı ve komutan gerçekleri anı eserlerinde ve Üçüncü Devlet Mahkemesi duruşma salonlarında anlattılar.

Petır Peşev 1858’de Sevlievo (Selvi) şehrinde doğdu. O, Nikolaev şehrinde lise, Moskova Üniversitesinde de hukuk okudu. Bulgar Okuyanlar Derneği gerçek üyelerinden biridir. 1894 yılında Konstantin Stoilov, 1899 yılında Todor Grekov, 1899-1900 yıllarında Konstantin Stoilov ve 1913 – 1918 yılları arasında Vasil Radoslavov hükümetlerinde Adalet ve Eğitim Bakanı görevinde bulunmuştur.

Onun hayatından bu birkaç satır da Petır Peşev’in her zaman bilgi sahibi bir kişi olduğuna işaret etmektedir.

Peşev anılarında, Bulgaristan’ın Birinci Dünya Savaşında hezimete uğraması olayını yazanlardan hepsinden çok daha farklı ve çok derin bir acıyla anlatmıştır.  Onun anı eseri sayfalarını açanlar Birinci Dünya Savaşında Bulgaristan’ın düşman orduları tarafından değil, ancak hainlikle yolsuzluklarla ve dalaverelerle uğraşan Bulgar idarecilerin oyunlarına kurban edildi dediğini görecektir.

İtilaf devletleri (İngiltere ve Fransa) altınları, Bulgar ordusunun yenilmesinde ve I. Dünya Savaşından önce ve sonra hiçbir zaman bu kadar alçak düşmesinde sonuç belirleyici rol oynamışlardır. Arkada kalan 100 yılda bu gerçek ile ilgili çok az konuşuldu, az yazıldı ve hakikat tüm çıplaklığı ila ortaya çıkarılamadı, çünkü Bulgaristanın bu savaşta hezimete uğratılmasında gerçek neden, günümüzde de Batı devletlerine hizmet eden yöneticilerin hiç de hoşuna gitmeyen, 1918 yılındaki rüşvetler, ihanet ve yolsuzluklardır.  Milli felakete sebep olanların manevi ve partili devamcıları onlar değil midir?

Petır Peşev’in “Kurtuluşumuzun Arifesinden Günümüze Kadar Tarihsel Olaylar ve Ayrıntıları” başlıklı anı eseri 1993 yılında Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) tarafından yayınlandı.

İtilaf devletleri (müttefik devletler – İngiltere, Rusya ve Fransa) Bulgaristan’ı kendilerinden yana çekmek için rüşvet silahını kullanmıştır. (I. Dünya Savaşında Üçlü Anlaşma – Almanya-Avusturya-Mcaristan, Osmanlı devleti ve Bulgaristan Krallığı üçlü anlaşma yani İttifak devletleridir.) İngiltere başta olmak üzere, İtilaf devletleri I. Dünya Savaşı esnasında da savaş cephelerini dağıtmak, askerlerin kafasını karıştırmak ve Bulgaristan’ı müttefik olan Almanya ve Osmanlı’dan koparmak amacıyla rüşveti bir araç olarak kullanmaya devam etmişlerdir.

Viktor Berar, “La paix Francaice” eserinin (19. Sayfasında) “1918 yılının Ağustos ayında Bulgaristan’daki idarecilerin ve bazı yüksek rütbeli subayların gözlerini kamaştıran İngiliz altınları, Bulgaristan halkının İtilaf devletleri karşısında teslim olmasının başlıca sebebidir” yazıyor.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir milletvekili sıfatıyla Fransa milli menfaatleri için çalışmak üzere İsviçre’ye gönderilen, Fransız senatör Lazar Weiller, 7 Mayıs 1917 yılında Fransa Başbakanı Ribo’ya gönderdiği bir raporda, “Bulgaristan’ın Almanya’dan ayrılıp İtilaf devletleri ile barış imzalaması için, Fransız hükümetinin rüşvet vermesi gerektiğini” yazmıştır. Bulgaristan’ın Makedonya ile ilgili iddialarına gelince senatör Lazar Weiller şunlara ver vermiştir:  “Ben daha önce, para kasalarının açılması Makedonya’nın yerini alabilir.  Ben, Bulgar açgözlülüğünde Makedonya iddialarıyla takas edilebilir bir değer gördüğümü başbakana söyledim… Buna kesin inanıyorum. Bulgar devlet yöneticilerin iştahı açılmış ve biz onları doyurmalıyız.”

“… Bu savaşın her günü Fransa ve İngiltere’ye 300 milyona patlıyor. Sayın başbakanım, ben size, şu olağanüstü ağır günlerde riske girerek, savaşın 1-2 günü için harcanan paradan tasarruf edilmesini, insan, insan emeği ve birkaç aylık gider olarak ve birkaş yılın savaşımı olarak hayırlı olacağını söylediğimde, siz önerimi kabul etmiştiniz.”

Kimlerin iştahı ve nasıl tatmin edildi? Bu henüz açıklanmadı…

“Dobro Pole” de cephesinin yarılmasından birkaç gün sonraydı. Bulgar Meclisi’nin gizli oturumlarının birinde Başbakan Al. Malinov, düşmanın cepheyi yarması “bir ihanet sonucu meydana gelmiştir” dedi. 2 Ekim 1918 tarihinde politik parti başkanlarıyla görüşmesinde ise Al. Malinov ve General Todorov aynı şeyi tekrar etmişlerdir.

“Dobro Pole” ye yapılan saldırının Bulgar hükümeti için bir sürpriz olmadığı tespit edilmiştir. Böyle bir saldırı olacağı değişik kaynaklardan önceden bildirilmiş, haber alınmıştır. Bu kaynaklardan biri İsviçre’den alınan bir özel haberdir. İkincisi de Sofya Merkez Hapishanesinden Doktor Genadiev’in gönderdiği yine özel bir haberdir…

“Dobro Pole” cephesinde düşmanın kesin bir saldırıya hazırlık gördüğü belirli bir zamandan beri bilinse de, bu saldırının gereği gibi karşılanması ve düşman güçlerinin geri püskürtülmesi için gerekenin yapılmasına hazırlık görülmemiştir. Üstelik cephe hattını yaran düşman güçlerinin, stratejik onemi olan “Kozyatsite” mevkiğinde değilse, daha sonra yolunun kesilmesi için hiç bir şey yapılmamıştır. İtilaf güçleri önünde, tek yanlı bir barış anlaşması imzalanması gereğini söyleyebilmek için bu gerilemeye ihtiyaç olduğunu söyleyenler çoktur.

Bu çevrelerden gelen söylentilerde, tek taraflı barış anlaşması imzalandığında Bulgaristan’a küçümsenerek bakılacak ve Willson’un 14 maddelik yaptırımları Bulgaristan’a uygulanacaktı.

Bu sorunun açılmasında şu deliller önem taşır:

Makedonya kolordusu eski genelkurmay başkanı Stoyanov, Bulgar Generalı Lukov’un yerine atanan D. Petkov Sofya İl Mahkemesi’ne tanık olarak verdiği bilgilerde şöyle demiştir:

“Çarpışmaların yürütüldüğü zaman tedavi oluyordum. Döndüğümde kolordumu Yukarı Cuma’da (Blagoevgrad) buldum. Kolordu komutanı General Zlatarev’le görüştüm ve o şöyle dedi: “Ordu Komutanı Gen. Lukov’a telefon ettim, kolordumla saldırıya geçerek “Kruşa Planına” mevkini ele geçirip düşmanın yolunu kesmeye izin istedim, önerimi reddetti. Bana, barış görüşmelerinin yakında başlayacağını söyledi.

Mahkemede tanıklardan biri olan, 8. Tunca kolorusunun kurmay başkanı, Albay Manolov duruşma salonunda şunları bildirdi: “Kolordu komutanı General Bogdanov, benim yanında olduğum bir ortamda, komutan Gen. Lukov’a telefon açtı. Düşmanın geri çekilmesini tehlike altına alarak, çarpışmaya devam eden birliklere destek sunmak amacıyla hücuma geçmek için izin istedi. Lukov hücuma geçilmesine izin vermedi.  Kolordumuzdan 55. birliğin “Dobro Pole” den çekilmekte olan askerlere yardıma gitmesini emretti.”

Eski Savunma Bakanlarından biri olan General K.  Naydenov’un hapishanede anlattıklarına göre, 1918’in Ekim ayında Macaristan’dan döndükten sonra, yardımcısı General S. Savov’a uğramış ve şunları paylaşmıştır:

Dobo Pole yenilgisinden sonra gerekli önlemleri almamakla Bulgar hükümetinin Almanları aldatarak, hezimete uğratılan ordunun yeniden toparlanıp mukavemet etmesi mümkün olmadığından dolayı barış antlaşması imzalamak zorunda kalacağına inandırmayı başardım.

Bay Al. Malinov General Savov’un vurgulayarak belirttiklerini doğrulamıştır. 28 Eylül 1918’de Al. Malinov, Dobri Petkov  ile görüşmüş ve şu kendisine soruyu yöneltmiştir. “Uzun süre tatilde olan sıra askerleri ve yeni gelenlerle sağlam bir kale ceğhesi oluşturup barış görüşmelerinde Bulgaristan için daha elverişli koşullar oluşturmak amacıyla hükümet ne gbi önlemler alıyor? (Al. Malinov 1918’de Bulgaristan Başbakanıdır.)

Bay Malinov’un yanıtı şu olmuştur: “Ateşi kesip barış anlaşmasını  imzalama niyetiyle görüşmelere gitmemi İtilaf devletleri önünde haklı gösterebilmek için savaş cephelerindeki gelişmeleri gevşetmek fikri benimdi.

“Zname” (Bayrak) gazetesinde çıkan bir yazısında eski başbakan Malinov bu sözlerini inkâr etmiştir. Fakat düşman askerlerinin “Dobro Pole”ye girmelerine engel olunmaması ve bu suretle savaşa son verilmesi fikri, onun Devlet Mahkemesi duruşmasında tanık sıfatıyla verdiği şu ifadelerle doğrulanmıştır.

“Sol kanadımızla iletişim kuramadık, öte yandan ise, düşman birliklerinin ilerlediği, geldikleri haberleri alıyorduk. Sol kanada durumu bildirmek üzere, bir uçak göndermemiz teklifi geldi. Üsküpü arıyorum. Subaylarla istişareden sonra, bazı subayların uçakla gidip gerekli bilgileri vermesinde ısrar ediyorum. Sağ kanadın Üsküp yönünde harekete geçmesi, birkaç ay sürecek bir savaştan sonra yine aynı noktaya dönmemiz söz konusuydu.”

Sağ cepheden Üsküp’e doğru bir hücumla düşman durdurulabilirdi, fakat ne pahasına olursa olsun tek yanlı barış isteyen hükümet kabul etmedi.

“Dobro Pole” cephe hattının yarılmasından olumsuz sonuçlar çıkmayabilirdi, hatta karşı saldırı gerçekleştirilmiş olsaydı düşman güçleri hezimete uğratılırdık, iddiaları uzman komutanların görüşleridir. İtilaf devletler komutanları bir karşı saldırıdan korktuklarını gizlememişlerdir.

Sofya İl Mahkemesinde General Lukov davasında, yedek General A. Tanev’in savunucusu ola D. Petkov şöyle konuşmuştur:

Bu arada “Dobro Pole’de” zafer kutlayan düşman, hiçbir mukavemetle karşılaşmamıştı. Weles – Üsküp yönünde tören marşı eşliğinde ilerledi. O zaman Doğu ve Batı cephelerinde bizim birliklerimiz ne mi yapıyordu? Doğuda, Birinci Ordu “Doyran” yakınlarında İngiliz ve Yunan birliklerinin önündeydi. Batı’da, iyi silahlanmamış, güçsüz İtalyan birlikleri bulunan ve 5 kolordusu olan,  XI. Ordu yerinde duruyor ve ne ileri ne de geri kımıldamıyordu. Onun gözü önünde ise, düşman birlikleri Weles ve Üsküp istikametinde ilerliyor. Belgrat’ta düzenlenen bir subay toplantısında “Dobro Pole” konusunda konuşan voyvoda Peşiç, Fransızlarla birlikte onun çetesi de Weles ve Üsküp’e doğru ilerlerken 11 Bulgar ordusunun yandan saldırıp onları paramparça edeceğinden korktuklarını anlatmıştır. Böyle bir saldırı yapılmış olsaydı, kıyılırdık, demiştir. Her şeyi kaybedebilirdik. Fransızlar ile Sırpların Selanikteki üsleri ile ilişkisi kesilecek ve silahlarını teslim etmek zorunda kalacaklardı. Bizim kol ordularımız esir düşeceğine, onlar tebrik aldı.

Bitolya (Manastır) cephesinde hareket eden Bulgar ordusu düşmanın Üsküp yolunu bir saldırıyla keseceğine, geri çekilme ve ardından da düşmana teslim olma emri almıştır. Silahları ellerinden alınan, esir edilen Bulgar ordusu Selanik’e götürülmüştür.

100 binlik bir ordunun acel acele düşmana teslim edilmesi beklenmedik bir harekettir.  D. Simov olayı şöyle anlatmıştır:

“24 Eylül 1918’de Bitolya Cephesi askerlerinin geri çekilmesi emri alındı. Bu çekilme askeri tarihte eşi olmamış bir şekilde gerçekleşmiştir. Düşman her yeni mevzimizde bizde bize erişiyor, yeni gerileme emri almadan bir adım atmıyorduk. Geri çekilirken bile onları ezip geçmiştik. Bize saldırın emri gelse düşmanı anında yok edecektik…

30 Eylül 1918’de ikindi sularında düşman birliklri tarafında bir boru öttü. Biz onun barışa çağrı olduğunu bilmiyorduk. Elinde beyaz bir bayrakla düşman saflarından bit atlı belirdi. Ateş kes kararını bildirdi.

Bulgar komutanlar bu haberi gülerek karşıladı. Bu, bizi aldatmak için düşünülmüş bir askeri oyun dediler. 30 Eylül 1918 gecesi, Kiçevogüneyinde başka bir yere çekilme emrini yerine getirirken, biz arış sağlandığı resmen bildirildi. Geri dönün emri geldi, düşmanın terk ettiğimizi bilmediği mevzilere geri döndük. Savaşı kazanan bizdik. Bizim zafer heyecanımız, yüceliğimiz, işbu barış antlaşmasını imzalanana kadardı.  Biz alçakça aldatıldık. Bize önce barışın yalnız Bulgaristan’la sağlandığını bildirdiler, Alman ve Avusturya askerlerini kovalamaları için düşman askerlerine yol vermemiz istendi. Trajik son başlamıştı. Şanlı müttefiklerimize ihanet etmiştik, birlikte kaıldığımız son çarpışmalarda can veren Alman, Avusturyalı ve Osmanlı askerlerinin cesetleri hala toprağa verilmemişti. Düşmanın asker alayları, top tüfekler ve arabaları önümüzden geçiyordu. Bulgar askerlerin boynu bükülmüştü.

Düşman gelip geçti ve biz arkalarında kaldık. İkinci yalan haber geldi. Silahlarımızla eve döneceğimiz bildirildi. Komutanlarımız mermilerimizin, belimizdeki bombaların toplanmasını emrettiğinde biz düşmanın bizi silahsızlandırdığını henüz bilmiyorduk. Üçüncü emirle elimizdki silahları, otomatik silahları, topları, havan toplarını teslim etmemiz istendi. Bu emirleri yerine getirirken biz aramızda düşman askeri veya subay görmedik.  Biz bu emirlerin bizim komutanlarımız tarafından verildiğini sandığımızdan dolayı kuşkulanmadan yerine getiriyorduk.

En kötü olan dördüncü emirdi.
Alaylar halinde dizildik, tüfeklerimiz süngülü, İtalyan General Monbeli’yi selamlayacaktık!

Emirler verildi. Silahlarımızı yere koyduk. Silahsız arabaların yanında toplandık. Sofya’ya doğru hareket emri bekledik. Yüzkarası bir durumdu. Tutuklu olarak Selanik’e götürüldük. Silahsız, soyulmuş, cesareti kırılmıştık, bayır ardından gizlenen düşman askerileri bizi kuşattı, subayları askerlerden ayırdılar, kuşatılmıştık.

Bize ihanet edilmişti. Kader tutukluları ve anlaşma rehineleriydik. 100 binlik ordunun şan ve şerefi canlı gömülmüştü! Herkesin gözünden kanlı gözyaşları damlıyordu! 10 günden sonra değil, 100 yıldan sonra, bu ihanetin tekrar etmemesi için asla unutulamaz ve unutulmamalıdır.

100 bin kişilik Bulgar ordusuna ihanet edilmiş ve kendi isteğiyle teslim olmaya mecbur edilmişti.

Not:  Anlatmaya çalıştığımız olay Bulgaristan’da hainlik, rüşvetçilik ve yolsuzluk şeklinde defalarca tekrar etmiştir.  Cepheden dönen askerler 1918’de Vladaya Ayaklanmasını başlattı. Çar Ferdinand cephedeki askerlere ihanet etmekle kalmadı, Sofya’daki Alman askerine ayaklanan Bulgar askerlerini kıydırdı. Onlarsa Birinci Dünya Savaşında müttefiktiler.

1942’de Ferdınandın oğlu III. Boris Nazi ordularını Bulgaristan’a yeniden davet etti. Darphanede kestiği paralarla maaşlarını ödedi. İnsanlar toplama kamplarına gönderildiler, vatanlarından kovuldular, kıyıldılar.

Ferdinandın başka bir oğlu olan Todor Jivkov Bulgaristan’ı 2 defa Sovyetler Birliğine satmaya kalktı. Bu milli ihanet değil de nedir.

Bugünkü gelişmeler de aynı ihanet, rüşvet ve yolsuzlukların devamı değil de nedir?

Saygılarımla,

Reklamlar