Raziye ÇAKIR

Tarih: 11 Aralık 2017

Konu:   “Dik dur eğilme Allah seninle”, “Reis sana canım feda”.

Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan ile beraberindeki resmi heyetin 7-8 Aralıkta Yunanistan’a yaptığı ziyaret Balkanlar’da çok büyük etki yaptı.

65 yıl aradan sonra gerçekleşen ziyaretin her adımı çok derin siyasi anlam taşıyordu.

Başkent Atina’da Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos ile görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan “Geçmişten ibret alırsak tarih tekerrür etmez” dedi ve iki ülke arasındaki karşılıklı yararlı işbirliğinde yeni bir sayfa açmak için birçok öneride bulundu. Bunların başında iki ülkeyi bağlayan Lozan Antlaşması gibi temel antlaşmaların günümüzün değişen koşullarına göre gözden geçirilip ikili protokollerle daha işlevsel bir duruma getirilmesini, karşılıklı yatırımlarla birlikte üçüncü ülkelere ortak yatırımlarla çıkma yollarının aranmasına işaret etti. Yunanistan Cumhurbaşkanı da ülkesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olma hamlelerini desteklediğine işaretle, sığınmacı selinin durdurulması konusunda Türkiye’nin oynadığı sonuç belirleyen role önemle değinirken bu konuda imzalanan antlaşmaların AB tarafından tamamen yerine getirilmesi gereğine vurgu yaptı.

Başbakan Sipros ile de görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan resmi görüşmesini Batı Trakya’ya geçerek sürdürdü.

Batı Trakya ziyareti esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte eşi Emine Erdoğan ve beraberindeki devlet erknı Batı Trakya Türklerini de ziyaret etti. Çok sıcak bir ortamda geçen Gümülcüne ziyarete Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar, Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Avrupa Birliği Bakanı ve Baş müzakereci Ömer Çelik, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ve İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu katıldılar.

Sayın Erdoğan ve heyet Cuma namazını Gümülcü ne’nin Kırmahalle Camisinde kıldı. Heyeti Gümülcüne seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif, İskeçe seçilmiş müftüsü Ahmet Mete ile Türk Azınlık Kurum ve kuruluşlarının temsilcileri tarafından karşılandı, çocuklar çiçek sundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dik dur eğilme Allah seninle!” ve “ Reis sana canım feda!” şeklinde tezahüratlarla kendisini bekleyen vatandaşları yanlarına giderek selamladı.

Erdoğan Kırmahalle’deki “Celal Bayar Azınlık Okulu ve Lisesini” de ziyaret etti, İskeç milletvekilleri Mustafa Mustafa, Ayhan Karayusuf  ve Hüseyin Zeybek temaslara katıldı.

Bu ziyaret ve görüşmeler, yerli Rodop halkının Türkiye Cumhurbaşkanı’nı son derece sıcak karşılaması, miting konuşmasını ilgiyle dinleyip alkışlaması dikkati çekti. Özellikle geçen ay Türkiye hükümetinin Batı Trakya’da, Bulgaristan ve diğer Balkan ülkelerinde lise bitiren Türk Müslüman öğrencilere Türkiye Yüksek Okul ve Üniversitelerinde eğitim ve öğrenim görme, yüksek lisans yapma hakkı tanıması büyük bir sevinçle ve takdirle karşılandı.

Bu ziyaret esnasında Batı Trakya Türklerinin hiçbir konuda ve asla yalnız olmadığı bir daha her yönüyle kendini belli etti.

Azınlık haklarının korunmasında Balkanların büyük lideri olarak beklenen Güneş gibi doğan Sayın Recep Tayyib Erdoğan’ın  Batı Trakya ziyareti Batı Trakya’da yaşayan Müslümanların hepsinin hak ve özgürlükleri, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının adalete dayanan çözümleri için ifade ettiği siyasi tutum Bulgaristan’da etkili oldu. Bulgaristan azınlıkları izlenen dayanışma, birliktelik ve ortak gelecek siyasetine tam estek verirken, aşırı sağcı milliyetçiler, özellikle VMRO Başkan Yardımcısı ve Avrupa Parlamentosu milletvekili An. Cambazki, “Batı Trakya’da Türk yaşamadığını, orada ikamet edenleri Bulgaristan’dan kaçmış Müslüman Bulgarlar olduğunu iddia ederek tepki aldı. 1913 yılında Çar Ferdinand iktidarının Balkan Savaşı yenilgisinden sonra Batı Rodoplara yaptığı din, isim ve gelenek değiştirerek Müslümanları Bulgarlaştırma saldırısına 250 kişinin hedef olduğu ve bir o kadar vatandaşımızın da zulümden kaçarak kurtulma yolunu seçtiği bilinir. Bu saldırılar esnasında Karasu (Mesta) boyu köylerinde katliam işlenmiş, camilerin minareleri yıkılmış, mescit ve medreseler kilise okulu, camilere de papaz atanarak kilise haline getirilmişti. Asker ve jandarma gücüyle cami avlularına toplanan Pomakların fesleri toplanmış, başlarına külah geçirilmiş, kuranlar halkın gözü önünde yakılmış ve herkes zorla vaftiz ettirilerek Bulgarlaştırılmıştır.  İsim, din ve gelenek değiştirmek istemeyenlerin gece gece köylerinden kaçmak zorunda kaldığı, birçoklarının kendilerini köprülerden atıp ya da kış günlerinde taşkın dere ve çaylardan geçerken boğulduğu zorbalıkta bugün faşist Angel Cambazki’nin temsil ettiği aynı insan düşmanı zihniyet Bulgaristan’da aslında çökmüş ve kokuşmuştur.  Çünkü komşu bir ülkede (Batı Trakya’da) yaşayan Türklerin diğer Yunanistan vatandaşlarından 9 defa daha yoksul işsiz ve zorluklar içinde yaşadığını görmeyen Cambaski ve benzerlerinin bir yerde 4 Bulgarca kelime bilen her kişiye “sen Bulgarsın” demesi ilgi çekicidir. Bu cümleden olmak üzere, Bulgaristan Ankara Büyük Elçiliğinde soydaş dernekleri başkanlarının Büyük Elçi Neyski’den Bulgarca kitap ve Bulgar dili kursu açmasını istemesi de anlaşılır gibi değildir. Sanki 100 yıllık zulüm unutulmuş ve yaralarımızı Bulgarca pansuman edeceğiz…

Aynı dernek başkanlarının ve “Belene” ölüm kampı mağdurlarının 24 Aralık’ta  “Türkan Çeşme Mitinginde” muhtemelen yapacakları konuşmalarda ne diyeceklerini bugünden merak ediyorum.

Bana öyle geliyor ki, bizim insanlarımız 1989 Mayıs Ayaklanmasından sonra “hiç bir şey yapmamanınkısır döngüsü içine düştüler. Atalarımız çaresiz insanlar büyük yalanlara inanmaya hazırdır, demişler.  Yakın geçmişte Bulgar’ın birisi bana “sizlere yalan söylemek de güzeldi, o yalanlara inanmanız da ilginçti,” demesin mi? Bulgar meclisinde “vatandaşlarımızın % 80’ni zavallı güçsüz (debil)” diyenler etnikler arasında böyle bir araştırma yapsalar, acaba ne gibi sonuçlar elde eder?

Memleketimizde çok sert ve çok büyük bir çatılmadır hala devam ediyor. 28 yıl sonuçlanamayan bu kapışmanın daha ne kadar süreceğini söylemek bugün de çok zor.

Fakat bu işlerin ne kahvehanede pişti veya bel ot oynamakla ya da yalnızca hayal ederek beklemekle de çözülemeyeceği ortadadır. Kazananlar susup bekleyenler değil, gece gündüz direnenlerdir.

Hak ve Özgürlük Hareketi meclis grubu, güya “soya dönüş süreci” yıllarında isimleri değiştirilen ve Bulgar adlarıyla şehit düşen kardeşlerimizin Türk isimlerinin iade edilmesini istese de, bu defa da tosladı.  Ne ki bu sorunun Avrupa Konseyinin Bulgaristan Başkanlık dönemi öncesinde güncelleşmesi iyi oldu. Gelişmeler o denli kanlı bıçaklı ki. Yine HÖH’ün yine Aralık 1989 ile Mart 1985 arasında ve 1989’a kadar süren zulüm süresinde kurşun ve dayaktan kötürüm kalan Müslüman vatandaşlara mağdur emekliliği verilmesine ilişkin tekliflerinin de kabul edilmesi, 28 yıldan beri uyuyan birçok kişinin gözüne buzlu su gibi geldi ve artık uyandılar. Bulgar Etnik Modeli’nin insan ayrımcılığının Bulgar modeli olduğuna inanmak istemeyenleri de uyandırdı. Köylerde anaokullarından ve okuldan dönen çöcukların Türk analarına Bulgarca konuşması, Bulgar dilinin hane dili olarak yerleşmeye başlaması, “nereye gidiyoruz” sorusunu güncelleştirdi. Yalnız camiye gitmekle, bir tek Müslümanlıkla Türk kimliği oluşturmanın mümkün olmadığının farkına varanlar artıyor. Müslümanlığımız, dinimiz Türk kimliğimizi sadece bir yarısıdır. Öteki yarısı ise dilimiz, edebiyatımız, sanatımız, geleneklerimiz, kültürümüz ve Büyük Türk uygarlığından bir oluşturan parça olmamızdır.

Son 28 yılda bu amaçla verilen mücadele ilk bireysel meyvelerini vermeye başladı.

Güya “soya dönüş süreci” (Bulgarlaştırma” esnasında sakat düşen adının yalnız birinci harfleri Ş.S.M. olarak açıklanan bir kardeşimiz, açılan bir davanın kabul edilebilir bir süre içinmde bakılıp karara bağlanmasına ilişkin vatandaş haklarını çiğneyen Bulgar devletinin Sorumluluk Yasasına uymayan Bulgar Savcılığına dava açtı, mahkemeyi kazandı.  Sofya Belediye Mahkemesinde görülen davadan, uzun yıllar kör sokakta kalan davadan, suçluların cezalandırılmadan kalması ihtimali belirmesinden doğan korku, 1991 -2017 yılları arasından sürekli tehdit ve öç alma endişesinden manevi sarsıntı ve çöküntü geçiren sanığa 100 000 (yüz bin) leva tazminat ödenmesini kararı çıktı.

Bu konuyu işleyen Sofya’da çıkan “Sega” gazetesi, “adaletin yerini bulacağı umudunun boşa çıkması, haklarının ve şerefinin ayakaltına alınması, sebep olunan duygusal gerginlik yaşantıları, devlet kurumlarına güveni tamamen yitirilmesi ve sebep olunan sağlık problemleri tazminat kararı alınmasına gerekçe olmuştur. Burada söz konusu olan, 1980’li yıllarda güya “Bulgarlaştırılmış”  Bulgaristan vatandaşlarının isimlerinin zor kullanılarak değiştirilmesidir. 1991 yılında açılan sorgulama davası henüz tamamlanmamış ve dosya kapanmamıştır.

“Sega” gazetesine göre, Sofya Belediye Mahkemesi bu dava ile ilgili kararını 1 hafta önce aldı. Tabii ki bu birinci dereceli bir mahkemenin 27 yılda aldığı bir karardır ve itiraza açıktır.

Baş Savcılığın konuyla ilgili açıklamasında olayın karmaşıklığından dolayı davalarda karar alınması uzuyor. Fakat bütün Bulgarları Türklerin üzerine sürüp 3 ayda 1 milyon 253 bin Türk’ün isimlerinin değiştirilmesi uzun sürmemişti. Bu noktada davaların hızlandırılması için “Belene” ölüm kampı, sürgün kamplarının hepsinin, hapishanelerin ve Türklerin zorla yaşamak veya çalışmak için sürüldüğü yerlerin hepsinde oluşturulan dosyaların açılması ve suçluların yargılanması ve mağdurlara veya yakınlarına tazminat ödenmesi şarttır. Soykırım yapıp da aklanmayan hiçbir halk ileri adım atamaz, tarih sahnesinden çekilmek zorundadır.

Bulgaristan Türkleri şerefleri ayak altında kalacak bir topluluk değildir. Ülkede yapılacak olan Adalet reformunda ve istenen Anayasa değişikliğinde en önemli konu totalitarizm suçlarının açılması, suçluların cezalandırılması ve ülkede yaşayan halk topluluklarının kardeşlik ve dostluk yolunun açılmasıdır. Alınacak olan ilk kararsa, faşist partilerin iktidardan uzaklaştırılıp yasaklanmaları olmalıdır. Bulgaristan’da faşizme yer olamaz, olmamalıdır.

 

Reklamlar