Tarih: 23 Haziran 2019
Yazan: Sevilcan YÜCE
Konu: Hak ve Hürriyet Savaşçıları Ölümsüzdür.
İnsanların onuru, büyüklüğü uğruna can verdikleri davada aldıkları yer ve gördükleri rolle ölçülür. Davamız, Milli Türk Kimliğini yaşatma davasıdır. Boyutları Türk Dünyası kadar büyüktür. Uğruna nice şehitler düşmüştür. Yattıkları yer cennet, ruhları aramızda, bizimle yaşıyor.
Bu sabah – 24 Aralık 2018 tarihinde – Kırca Ali/ Eğridere (Ardino) /Süt-kesiği (Sütkesiği) Mleçino camiinde okunan mevlitle şehitlerimizin hepsi topluca anıldı. Kendilerine rahmet, yakınlarına ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlara ve Türkiye Cumhuriyetindeki yakınlarımıza huzur ve sağlık dilendi. Doğu Rodoplar’da etraf belediyelerden, Bulgaristan’ın 2 927 Türk köyünü ve kasabalarımızı temsilen şahıslar, heyetler özel araçlarla “Türkan Çeşme”, Mestanlı, Raven, Nanovitsa anma törenlerine katılmaya, kahramanlık anıtlarımıza çiçek ve çelenkler koymaya, mitinglerde “Ne Mutlu Türküm Deneye!” anıtını bir daha toplu halde içmek amacıyla tören yerlerine yöneldiler.
Bulgaristan’daki Türklerin 20. Yüzyıl ruhunu yansıtan şiirinde Karaoğlan şöyle demişti:
Zaman bir balyoz gibi
Vurur tarihinin örsüne
Ben arada dövülen bir kara demirim
Ben bir kara demirim
Bin bir biçime girerim bir saniyede
Çağının altında ve üstünde tarihin
Yoğrularak hamur örneği

Örsle çekiç arasındayım
Geçerim kalıptan kalıba
Yine de ne örsten yakınırım
Ne tarihten usancım var
Nankörlük de etmem çağıma
Ben bir kara demirim
Dövülürüm
Eğrilirim

Ama perçin olmaya değil
Sonsuzluklara çekilecek gemilere
Ray olmak için
Yoğrulup girerim bin bir biçime
Çağın balyozu altında
Ve üstünde tarih denen örsün
Türküsünü dinleyerek zaman emellerinin

Evet, biz bir kara demirdik.
20. Yüzyılın faşizmi ve totaliter komünizmi balyoz gibi indi ensemize ve bizi Bulgar yamasına perçinlemek istedi. 24 Aralık 1984 Ayaklanmamız bir Türk Ayaklanmasıydı. 6 yıl sonra 72 bin Türkün katıldığı büyük İsyanımızın için kıvılcımı bir provasıydı. Bize silah yöneten düşman totaliter devletti. İsimlerimizi ve Türk kimliğimizi değiştirmek, geçmişimizi ve geleceğimizi yasaklamak ve mezar taşı olmayan bir çukura gömmek için devlet terörü kullandı Balyoz olan bu devlet terörüydü. Örs ise vatan toprağımız, memleketimiz, yurt sevgimizdi. Karşımıza diktiği ise, silahlı asker, milis, kızıl bereli, sopacı serseri ve çaresizlikti. Bulgarlaştırmak istediği Rodop Dağlarında hiçbir zaman Bulgar yaşamamıştı. Dağ taş, dikenler, yamaçlar, doruklar, dere tepe, hayvan ve insanlar Türk’tü. Türküler, şarkılar, ağıtlar ve ezan sesi, burada ancak ve yalnız Türk yaşadığını anlatıyordu.
Bizim tükenmez güç kaynaklarımız, dilimizdir. Türkçemizdir. İsimlerini vermemek için ayaklananlar eğitimli ve öğrenimli Türklerdi. Yürüyenler dua ediyor. Ruhlar birleşiyor ve asla yenilmez bir güç dünyaya geliyordu. Onlar bilinçliydiler. ”Türk doğduk Türk öleceğiz!” yemini içmişlerdi. Yürüyenler yediden yetmişe herkesti. İlk şehidimiz Türkan kız 17 aylık ve annesinin sırtında kundaktaydı. En önde gençler, onlarla birlikte gelinler, anneler, dedeler ve yürüyen çocuklardı. Yollara sığmayanlar buz tutmuş tütün tarlalarında adımlıyor, “Canımı veririm, ismimi, Türklüğümü vermem!” diye tempo tutuyorlardı:
İşte şehitlerimiz:
Türkan kız, Mehmet Emin Mehmet, Mehmet Saraç, Hasan Salih Arnavut, Necip Osman, Sezgin Salih Karaömer, Ahmet Mehmet Buruk, Mustafa Bilal, Mehmet Emberli, İbrahim Çetin, Mustafa Emin İlyaz, Mustafa Ömer Osman, Efraim Salim Efraim, Münin Mustafa Ahmet, Turhan Basri İsmailoğlu, Halit Oğlu, Osman Bali Demir, Hasan Çakal, Mehmet Salih Lom, Necdet Adem, Orhan Adem ve daha yüzlerce ismi gizli kalan kardeşimiz.
Kimlik kavgamız anlatmakla bitmez. Bir milyon göçe zorlanandan başka, 12 500 kardeşimizin tutuklanma, polis karakollarında sorgulanma, işkence odalarında başlarına gelenler, yargısız infazlar, öteye geçerken sınır tellerinde asılı kalanlar, sürgünde sürünenler, “Belen” ölüm kampı mağdurları, Eski Zara, Varna, Sliven, Pazarcık, Sofya hapishanelerinde yaşananlar, elsiz, kolsuz, bacaksız kalanlar, cesedi bulunamayanlar. Bu zulmün adı yoktu. Anlatılamaz! Yüzlerce okulun öğrencisiz, tarlaların boş, hayvanların başıboş kalışını ve kuşların bile bir daha buralara uğramayışını…
Ve bunu yapanların kendisini “milletten” saymasına, yabancı dillerden çaldıkları sözlerle haklı olduklarını anlatma gayretlerine akıl erdirmek zor. En zor olan da, sürüngen olmak ve iki ayağı üstünde başı dik yürüyen ve gözleri ufka bakan, her sabah güneşin kendilerini gururla selamladığı insanları sürüngen olmaya zorlamaktı. Tarihlerinde dünya nimetlerine hiçbir şey katamamış bu zavallıların ellerindeki silahlarla Türk ruhunu esir alıp Türk Kimliğini değiştirmeyi denemesi ne kadar zavallı ve utanç verici bir hareketti. Birbirlerine rapor verdiler 1 253 bin Türkün elindeki kimliklerde yazılı isimlerini değiştirdik, mezar taşlarını yıktık, tüm Türk köylerine tankla, topla, zırhlı araçla girdik, her bir Türk hanesine çomak soktuk, Türk gibi nefes almalarını, Türk gibi öksürmelerini ve Türk gibi dik yürümelerini kesin yasakladık diye. Ne ki bize Türk gibi küfür etme de yetti. Şarkılarımızı türkülerimizi içimizden söyledik, şiirlerimizi dağlara okuduk, masallarımızı çocuklarımıza okuduk ve asla sürüngen olmadık. Köpeklerin havlayışı, kedilerin miyavlayışı ve bülbüllerin şarkıları ile derelerimizin senfonisi bizimleydi. Türk kokuyordu ve koktu doğa, çiçekler, Türkçe vızıldadı arılar ve düşmanı korkutan eşek dikenleri Türk dikenleri büyüttü.
Ne de olsa çok derin bir sarsıntı yaşadık. Şair Bayram şöyle der:
Karabasan
Gözlerimi yitirdim
Renkler kana boyandı ışık karıştığında
Doruklar düzlüğe dönüştü
Sesim sokaklarda tutsak
Gururum kamburum oldu
Gözlerimi yitirdiğim gün.

Gözlerimi yitirdim
Issız yörüngesinde durdu yürek
Sevgilerim donakaldı karanlık pusularda
Silinince geçmişle geleceğin anlamı
Hangi dilde ağlayıp, hangi dilde güleceğim
Dostlarımı anılarda nasıl bulacağım
Bilemedim gözlerimi yitirdiğim gün.

Gizlerimi yitirdim
Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman
Öz saygımın burcundan bir yıldız kaydı
Türklüğüm prangalı
Mezarımda babam bile yabancı oldu bana
İzlerimi yitirdiğim gün
Gözlerimi yitirdim
Gizlerimi yitirdim
İzlerimi yitirdim
Adımı elimden aldıkları gün.
1985 Sofya
Ve yüzlerce şair, yazar ve aydınımız haykırdı bu gerçekleri aynı gün.
Hiç biri umut yitirmedi. Onlar bu Vatanla vardı ve bu Vatan evladı olmak için can atıyordu.
1984’ün o buzlu Bocuk sabahında ilk şehitlerimizi verdiğimiz anlarda kalabalığın içinde bulunan şair Faik İsmail Arda şöyle haykırmıştı:
Ben seni
Başkasının olsun diye sevmedim.
Benim bahtı kara
İçi kara memleketim
Ağlama!
Dinsin gözyaşların
Ben baharlar getireceğim.,
Senin karakaşına
Yağmurlar yağdıracağım
Mutluluk yağmurları
Toprağına taşına.
Şehitlerimizi anma törenlerimiz, yüksek ruhsal donanımla, birlik ve beraberlik havası içinde geçiyor. Davamızı devrettiğimiz yeni kuşak Milli Türk kimliğini yaşatma ve yüceltme yolunda şahlanmıştır. Yenilmez bir millet olduğumuzu her gün yeniden kanıtlıyoruz. 21. Yüzyıl mazlumların zafer ve kıtalarca dayanışma, özgürlük, adalet yüzyılı olacak ve dünyayı milli devletlerin çöküşünde kurtaracak olan etnik kimliklerin serpilip açması olacaktır. Biz çeşitlilik içinde birlik savaşçılarıyız. Zafer yolunu seçenler bizi izleyenlerdir.
Kahramanlarımızın yattığı memleket toprağı cennetleri olsun.
Şanlı savaşımızın aziz kahramanlarına sonsuz hürmetler.
Ne mutlu Türküm diyene!
Türk olma şerefini yaşatanlara!
Son.

Reklamlar