Neriman ERALP

Turnalar gibi süzülerek,

Çifte kumrular gibi uçarak,

Vatan diyarına sonsuz özlemle

Ve hiçbir zaman hiç bir şeyi unutmamak,

Şan ve şerefimizi devralmak ve

Bayrakları daha da yükseltmek için

Geleceklerdi…

Ama gelmediler,

Her elden bayrak alınmaz, dediler,

Beklemeye karar verdiler!

 

AMA MUTLAKA GELECEKLER!

 

Uçaklarla, otobüslerle, özel araçlı alaylarıyla, yürüye yürüye gelecekler. Zaten onlar her an ve her yerde bizimledir. Gözlerimiz yollarda değil, onlar yanımızda aramızdadır.

26 Aralık 1984 kimliğimizi yaşatma davamızın ilk kurbanı şehit Türkan kızımızın akranlarını topluca bekledik. Dede ve ninelerin, ana ve babaların bu defa anma töreninde meydanlarına her zamankinden daha kalabalık toplanma nedeni buydu. Gençler gelecekti. 30. jübile yıldönümüydü. Yüce Davayı törenli devir zamanı gelmişti. Bayrakların kuşaktan kuşağa verilecekti. İnançlarında olan: gazi ruhunu ebediyen yaşatmak; şehit kanının yerde bırakmamak; hiçbir şey asla unutmamaktı! Devri dava günüydü.

 

Türk kimliği, din ve üstün ahlak – özgün kültür özümüzü yaşatandı. Artık gücü bastondan alan, aldıkları ilaçların gününü ve saatini sık sık şaşıran, birbirlerine hatırlatmasalar günleri unutan onursal kuşağımızın beklemekten çökmüş gözleri umutla yaşardı. Hak ve adalet duygusu, hürriyet ve sevgi dediğin çok yüce bir erdemdi. Öz davamızın ufkunda hür ve adil bir vatan, herkes için barış ve huzur, tüm insanlar arasında kardeşçe beraberlik sembolü olan HAK VE ÖZGÜRLÜK coşkusu, atılımlarda dalgalanan bayrağımız vardı. Onlar bugün 25 yıl önce eşlerinin onları mahpustan, özüm kamplarından beklediği gibi sıra düzmüş geçleri bekledi. El öpmelerini, kokularını özlemişlerdi. Onlara en kutsal olanı var oluş davalarını devredeceklerdi.

 

Haber gönderenler HAİN ELİNDEN BAYRAK DEVRALMAYIZ! Demişlerdi.

25 yıl yerinde sayanlar bundan sonra da yürüyemez demişlerdi.

Ömür boyu müzevirlik, ajanlık, hainlik edenler KAHRAMAN OLAMAZ! Demişlerdi.

Siz ocak söndürmeyin, bir zaman belirler, ansızın geliriz, demişlerdi.

 

Yönetimi düşman uşaklarının, hasım ajanlarının, dava döneklik ve kutsallığımıza hainlik edenlerin eline geçenler yalnız kılıf kıyafet değiştirmekle kalmamış öz de değiştirmişlerdi.

Hainler düşmanın 100 yılda yapamadığını 25 yılda yaptı, haklarımızı yaktı, külünü savurdu.

Hainler düşmanla sarmaş dolaş oldu. Varımızı yoğumuzu ganimet sayıp talan sofrasına oturdular.

Hak ve Özgürlük davamızı BOĞAZ TOKLUĞU DAVASI haline getirdiler. Kendini açlıktan yakanlar ülkesinde yaşıyoruz. Dibin dibine inip, zindanın en karanlığını ararken fakirlik, yoksulluk, sefalet ve sefilliğin hangi geçim asgarisinin ne kadar altında ve tam neresinde bulunduğunu artık tamamen kestiremiyoruz. Mutfağımızda kepçe yok, büyük kaşıkları toplayıp sakladık, çocuklarımıza demokraside en büyük kaşığın çay kaşığı olduğunu anlatıyor, böylece bir yudumu beş yudumda yediriyoruz ki, safradan aç kalktıklarının fark etmesinler. Biz her gün bir şeyler icat ediyoruz ama sizin kadar büyük yalanlar uyduramadık. Biz aldatıldık. Bize vatanın yenmediğini, neme lazım olduğunu söylediniz, oysa vatansız olmuyormuş. Bize vatan toprağından uzak kalmanın da mutluluk olduğunu söylediniz, ama olmuyormuş. Türkler kendilerine yapılan kötülüklere, zulme öfke tutmaz dediniz, ama bu da yalan. Her gün, her gece Türklüğümüz uğruna can feda edenler gözlerimizin önünde, tanklar, toplar, silahlı asker ve polisler analarımızın babalarımızın üzerine yürüyor. Babam tutuklanmış, kolları kelepçeli her gece götürülüyor. Hafızam buram buram nefret, buram buram öfke, buram buram hınç kaynıyor. Nefesimde öç alma kokusu var. Dim dik yürürken suçluların 30 yıl cezasız kalması beni deli ediyor. Ruhum af edilmez diyor.

 

Zulme zaman aşımı olamaz! Halkıma 100 yıl zulüm edildi. Bunu yapanlar modern uygarlığa dokunamaz! Avrupa yargı değerlerinden, yeni bakış açısından söz edemez! Atılacak ilk adım insan düşmanlığının her türünün, milliyetçilik, ırkçılık ve öteki düşmanlığının her türünün ve her belirtisinin başını mutlaka ezmek gerekirdi! Bu yapılmadı, yapılmadan utananlar anma törenine gelmediler. Gençlerimiz dava devir törenine “demokratik” Bulgaristan gerçekliğinden utandıkları için gelmediler. Hapiste olması gerekenlerin kürsüden konuşması, mecliste olması, devlet ve parti adına konuk ağırlaması ve kuyruklu yalanlarına devamlı yenilerini ekleyerek ömürlerini uzatması ne tuhaf, ne utanç verici değil mi?

 

Biz gençler, şu bizim bayır ve yamaçlara son 25 yılda yalnız otobüs garı kurulmasına da şaşıyoruz. Sanki biz göçebe bir milletiz. Sanki bir yerlere gitmeliyiz! Sanki bir bekledikleri var. Bizim vatanımıza başka birileri gelip bizim yuvamıza yerleşip sanki mutlu olacaklar. Sanki bu bayırlar, ayazmalar, pınarlar, dereler, tepeler, kabirler, dikilmiş açlar, boş kalmış tarlalar, viran evler, hala açmaya devam eden ve koparılmadan solan çiçekler ve topladığımız bal bu sene de sandıkta kaldı diye vızıldayan arılar bizim değil! Biz gençler bu duruma üzgünüz. Altın kesen tütün tarlalarımızı bırakıp tuz torbasını sırtlayıp Avrupa ülkelerinde, İsveç, Türkiye, Kanada ve Amerika’ya, hatta Avustralya uçup yeni EKMEK TEKNESİ yaratmak zorunda kaldık. Bu çok acı değil mi? Bunun da hesabı sorulmayacak mı?

Gelmeyişimiz,  yönettiğiniz ve dayatılan Bulgar demokrasisinin kısırlığına isyanımızdır. Bu bizim, HÖH-DPS partisinin yalan öğüten bir ihanet değirmeni haline gelmesine başkaldırımızdır!

Üzgünüz, çünkü terimiz başka topraklar suluyor.

Üzgünüz, çünkü ümitlerimiz başka diyarlarda parlayıp sönüyor. Başımız nerelere dönse memleket hep gözlerimizin önünde, burnumuza kokan umutlarımız hemen yeşeriyor.

 

Mitingteki yaşlı gözlerde PARAMPARÇA OLUŞLUKTAN hüzün okunuyordu.

Yılların bilgeliği DİDİK DİDİK DİDİLMİŞ acılarda konuşuyordu.

“BELENE” KAMPINDA ÖLÜM BEKLERKEN YILMAYANLAR gençlerimizi dava devir törenine beklerken yürekler buruktu.

Yapamadıkları işlerin dinmeyen sızısı vardı içlerinde. Acıyan geçmişin savmayan acısıydı.

Onlardan hiç biri hürriyetlerin en küçük zırnığını,  adaletlerin en küçük bir parçasından bir kırıntıyı, hatta ufacık olduğundan dolayı göremediği bir ayrıcalık hakkını kendileri için talep etmeyi bile düşünmemişlerdi. Edinimler onlar için ekilecek tohumdu. Ekmeden bitmez, yetişmez, bağlamaz, sarmaz, püskülleşip tozlaşmaz inancı onlarındı. Hürriyet ve adaletin harman dolusu olacağına inanıyor ve ihtiyacı olanlara istedikleri kadar dağıtacaklarına ve her şeyi kardeşçe paylaşırken mutlu olacaklarına inanıyorlardı. Dava bunun için verilmişti. Şimdi yaşlanmışlar ve yılların birikimini dalgalanan bayraklar altında devretmeyi bekliyorlardı. Onları en fazla üzen ise tarlaların nadas, hayatın durmuş olmasıydı.

 

Tüm olumsuzluklara karşın, gaziler genç kuşağımızın da kendisi için değil halkımız için savaşacağına inanıyorlardı.

 

ANI ÇEŞMESİNDE DAVA BAYRAĞINI DEVİER TÖRENİ YAPILAMADI!

Dava devrinde bayrak töreni için Mestanlı’da da asker gibi dizildiler. Devre hazır olanlar kasketli, neneler bürgülü ve birçokları iki kat büklüm ama hepsi son yolculuğa çıkarken beraberinde yalnız çekilerini götürmek isteyen güzel insanlardı. Arkalarında kahır, acı, çeki, kıtlık ve yokluk kalmasın diye illetten saydıklarını beraberlerinde almayı niyet etmişlerdi. Türklük onurunu, insana olan sevgi ve saygıyı, Türk ve Müslüman gibi yaşama üstünlüğünü hoşgörü ve kardeşliği genç kuşağa cani gönülden devretmeye gelmişlerdi.

 

Oysa ne oldu?

 

Karşılarına dikilenin adını artık hiç kimse ağzına almak istemiyordu. 30 yıldan sonra da kendini Türk lider olarak tanıtan, Türklere Bulgarca konuşuyor, bir takım danışlı dövüş cezalardan yakınıyor, daha 1990’da esemeleri tamamen silinenmiş olanların sırtlarını sıvazlayarak onları palazlandırıp hortlattığını gizliyor, onları düşman gösterip kitleye dert yanıyordu. Kiminle yiyip içtiği, kiminle gizli görüştüğü, kimin elini öptüğü bilinmese belki kendisine inanan da olurdu. Bizim başımıza sarıca arı sepeti geçirenlerden biri de kendisiydi. Yediden yetmişe hepimizi yok etmeye kalkanların oğullarıyla Sofya “Kartal Köprü”de sarmaş dolaş barışan, erkek erkeğe öpüşen oydu. Hiçbir hakkımızı geri almamış olsak da gidip pes edip teslim olan da oydu. Hesap sormaktan vazgeçince, hainler babasını saraya yerleştirip koruma verdiler. Günümüzdeki sahte sosyalistlerin totalitarizm-faşisti babalarının zulmünü yanlarına bırakanların sefa devri böyle başladı. İradesiz, onursuz ve fikirsiz olduğundan ipi nereye çekilirse oraya giden ve art arda pot kıran karşılarında kime boyun eğmesi gerektiğine zor karar veriyordu. Bu anma töreninde neden bir tek Bulgar yok diye soran olmadı. Meclise 20 Bulgar milletvekili soktuk, 2 de Roman – Çingene girdi, dava ortak değil mi, onlar nerede deyen olmadı. Mestan’ın kişisel çıkar hesaplarına dayanan davranışları bütün hak ve özgürlük hareketini yok olma tehlikesine itiyordu. Herkes bunun farkındaydı. Bunu bilen geçler “bizi boş işlere alet etmeyin” deyip gelmediler.

 

2 milyon Türk ve Müslüman’a çektiren zihniyete hizmet etmek büyük bir hainliktir.

500 binmemizi ana toprağından söküp atan zihniyetle laubali olmak da hainliktir.

Tüm gençliğimizi bir lokma ekmeye muhtaç bırakmak da af edilir bir suç değildir.

Bu hesapsızlık ve kötülüğün Türk ve Müslümanların vatanlarından kovulması için yapıldığı dikkate alındığında, bu da bir hainlik türüdür. Çünkü hak ve özgürlükler davasının özünde kendi yurduna halkına yararlı refah içinde yaşmama hedefi vardır.

Yaşayışımızı zindan edip, topluluğumuzu parçalayarak, dağıtarak cehennem azabıyla doldurmak da hainliklerin en büyüklerinden biridir. Şu kafası boş lider bozuntularının anlattıkları saçmalıkların hepsi günümüz için anlamsız ve yararsız olduğu gibi zarar vericidir de. 25 yıl kimseye bir yararı dokunmayanlardan iyilik beklemek boşadır.

Her mitingde yeniden anlattığı saçmalıklardan biri de Türkçe konuşmuşmuş da ceza almışmış da, mahkeme açmışmış da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiymiş de vs. vs. git sen bunu en baş komünist kaynatan Hasan’a anlat! Git sen bunları HAİNLER BABASI AHMET DOĞAN’a anlat! Git sen bunu en yakın dostun olan zorbacılar torunu Sergey’e anlat! Bulgar totaliter faşist devleti biz Bulgaristan Türklerinden yalnız 1989 Ağustosunda 10 milyar leva Türkçe, Türklük, Müslümanlık, dil, yazma, konuşma, Türk gibi ağlama, din, iman, Türk gibi sevme ve sevilme cezası aldı. Senin bundan haberin var mı? Biz bu yoldan döndük. Sana ceza kesilmesini yasallaştıran kanunu sen son dönemde yani 2013’te iktidarda iken BSP-DPS-“Ataka” üçlüsü olarak birlikte yazdınız, okudunuz, onayladınız ve uygulamaya koydunuz. Ucu sana dokunmuş. Eh, olacak o kadar!

Kafandaki şeytanlıkta bizi yıldırmak vardı. Onlar ne kadar sıkıntılı, ezilmiş ve aciz ise, ben kendilerini o kadar daha kolay idare edebiliyorum, saplantısı var sende. Saraydaki da öyle düşünüyor. Bizi tuzaklara itip ardından ben sizi kurtardım demek, planları senin. Ama geçti o günler.  Derman için çalacağımız kapıları kapayan da sensin. Sen, bize karşı işlenen suçların ebediyen af edilmez olduğunu 41. Meclis’te engellemeye çalıştın. Sen, sakalın ağırmış da olsa, bir gön suratlısın. Biz bu mitinglere seni dinlemeye gelmemiştik, gençlerimizi bekledik. Onları özledik. Davayı devretmeye gelmiştik. Miting konuşmalarında anlattıklarının adı, haddini bilmemektir.

 

Birçok yerden konuşmacı da toplamışsın:

 

Biz bu anma törenlerine, gerçekleşmeyen dava devir merasimine kendimiz geldik.

Senin davet ettiğin konuşmacı konuklarla ilgili de iki sözüm var. 100 yıl devam eden kimlik, adalet, hak ve özgürlük mücadelemizin Türkan Çeşme 2014 töreninde söz verilen, birçok kurban alan davamızda sözde ilk kıvılcımları çakan Necmettin Hak zahmet edip Dovriç’ten geldi. Hapishane sırdaşları önünde yaptığı konuşmada, 30 yıldan beri Bulgaristan Türklüğüne ve Müslümanlığa boşa kürek çektiren Ahmet Doğan hainini, Bulgaristan Türklüğünün başına örülen çorapları, gizli servisle bağlarını, yapılan hainliğin hedeflerini ve bu iş için alınan paraları, saray şeytanlığını açıklama, halkı aydınlatma, gençlerle birkaç ibret dersi paylaşma umudu doğdu. Olmadı! Hainliğin bir sır işi olduğuna bir daha inandık. Söyleyeceğin bir şey yoksa gelmeseydiniz, herkesi bir daha ve bir daha hayal kırıklığına uğratmaya ne gerek var. Durum ortada, halkı daha fazla aldatıp umutlandırmaya gerek yok. Karşınızdaki insanların yaş ortalamasına bir baktığınızda tüm gerçeklerin bütün ayrıntılarını bildikleri zaten belli oluyor. Maalesef, Sayın Hak, kurulmuş bir saat rolünden kurtulamadınız, hep aynı melodiyi çalmaktan usanmadınız mı? Yaşınıza saygıdan ağır söz yazmak istemesem de, söyleyeceğiniz bir şey yoksa bir daha zahmet etmeyin lütfen. Ölmüş eşeğin mallarını sökmeye gerek yok. Devrimci dönüşüm davası sıçramalı gelişmez. İlk önce politik sahneye 1985’te, sonra 1990’da ve ardından 2014’te çıkmanızın anlamını açıklamadınız, bildiklerinizi dökmediniz. Biz günleri dolmuş hainliğe mezar kazıyoruz. Bu işte bizim de tuzumuz olsun diyorsanız, çorbaya sonradan konan su lezzet bozar. Zaten dibin dibinde ve zindanın en karanlık yerindeyiz.

 

“Türkan Çeşme” mitinginde mikrofon kapan BAL-GÖÇ Başkanı Prof. d-r Yüksel Özkan’a da selamımız olsun. Sizin 3. cümlenizde baba ve dedelerimizi CUMA NAMAZINA acele edelim havasına sokmanız dikkat çekiciydi. Karşınızda duran ve her sözünüzü işitmek için kulaklarını minareye değil kürsüye çevirmiş o yaşlıların kılınmamış kaza namazı yoktur.

Baba ve dedelerimiz eda namazlarını kılıp onurla gelmişlerdi o törene. Kendilerini incittiniz! Sizin HÖH-DPS yönetiminde gruplaşmış, yarısından fazlası bugün de Türklük ve Müslümanlık kuyusu kazan dolaplar çeviren kişilerle fazlasıyla yakın olmanız, bazılarına yersiz destek sağlamanız, halkı oyalayanlara arka olmanız dinleyicilerden hiç birinin gözüne bakamamanıza neden oldu. Kimseyle göz göze gelemediniz. Kutlama törenlerinde geçmişten çıkarılan dersler paylaşılır ve yön belirlenir. Bu da yoktu. L. Mestan’ı desteklerken pervane çevirmiş oldunuz, dikkatten kaçmadı.

 

1984’te başlayan haklı davamızın daha ilk aylarında devlet zulmüne silahlı tepki gösterilmesinde 2 arkadaşı ile birlikte karar verip, kurşuna dizildiği 1988’e kadar Bulgar polisine uyku uyutmayan, Trınaklı Enver’in ağabeyi Sabri Mehmet Beyin kürsüye çıkıp mikrofonu alması herkesi heyecanlandırdı. Ne yazık ki, o da kardeşinin gösterdiği kahramanlığı unutmuş bir tavırla, hak ve özgürlük, doğal haklarımız, dinimiz ve öz kültürümüz, ana dilimiz davasının sahte özgürlükçülerin hainliğine kurban gittiğini söyleyemedi. Beklenen ile olan arasında dağlar kadar fark ortaya çıktı.

 

Bulgaristan Türk gençliği miting meydanlarını doldurmadı ama hainlerle mücadeleye, suçluların mutlaka cezalandırılması davasında kararlıdır. O, bu davada Bulgar demokratik güçlerinin de yeri olduğuna inanıyor. İnsan haklarında tam eşitlik, eşit vatandaş ve vatan hakkımızın dokunulmazlığı, daha güzel ve daha yaşanası bir memleket uğruna demokrasi ve hürriyet davasına yeni bir atılım kazandırma yoluna devam etmeye de kararlıdır.

 

İşlerimizin sanki yalnız biçimsel bir görünüm içinde olması, öz davamızın yalnız bayramdan bayrama törenlerde anılması, anlamlı bir perspektif sergilenmemesi, lehimizde hiçbir gelişme olmaması hepimizi rahatsız ediyor. Biz sanki her yerde ve her zaman engelleniyoruz. Lütfen şunu aklımıza yazalım: Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının Hak ve Özgürlükler davası Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan’ın kişisel davası değildir. HÖH-DPS partisi babalarından kalmış miras çiftlik de değildir. İşi çarpıtan, davaya ihanet eden, kişisel menfaatlerini ön plana çeken çekip gider. Bu mitinglerden çıkan sonuç budur. Gençlerin gelmek istemediği bir anma töreninin yarını olamaz. Bunu düzenleyen partinin de yarını yoktur.

 

Bu gerçekleri sezen ve anlayan, olayların bilincinde olan Bulgaristan Türk ve Müslüman gençleri anma törenlerine bu yüzden bilinçli olarak katılmak istemediler. Olay bir protestodur. Aynı genç kuşağın temsilcisi olan üniversiteli Oktay Yeni Mehmedov  HÖH-DPS partisinin 8. olan kurultayında hain lider Ahmet Doğan’ı kurultay kürsüsünden saman çuvalı gibi atmıştı. Buna rağmen gerekli ibret dersleri çıkarılmamıştır. Bu gerçek Aralık 2014 anma törenlerinde bir daha ortaya çıktı.

 

Bulgaristan Türk gençliği DAVAYI DEVRALMA HAZIRLIKLARINA DEVAM EDİYOR! Selam olsun!

Reklamlar