BGSAM
29 Şubat 2021

Yılın başından beri Bulgaristan’da olan biten arasında en kötü olan korona virüs aşısının bitmesi oldu. Tam düzen kurulurken, vatandaşın % 51’i aşı olmak, aşı pasaportu alıp dış ülkeye çıkmak istiyorum hazırlıkları yaparken merak ve niyetleri kursaklarında kaldı. Biz Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğumuzdan Rusya ve Çin’den aşı alamıyoruz, çünkü AB’nin “tek kafadan, tek elden” kuralı bozuluyor.

Soruyorum:  Avrupa Birliği ile sosyalizm arasında ne fark görebiliyorsunuz?

Avrupa Birliği insanların, malların ve sermayenin serbestçe dolaşması için kurulan bir devletler birliğidir.

Sosyalist düzende insanların, malların ve sermayenin serbest dolaşımı yasaktı ve bu milli devletlerin ve toplumların gelişmesini engellediğinden, sosyalist sistem kapitalist sistemle yarışı kaybetmiş ve 1989’dan başlayarak dağılmış ve çökmüştü.

Bu karşılaştırmayı yapmamın nedeni, “Astra Zeneka” şirketi anlaşması imzalanmış ve parası ödenmiş 200 milyon aşı yerine 130 milyon aşı vereceğini bildirdi. Vaka sayısı hızla artarken ve hastanelerimizdeki yoğun bakım bölümlerinde boş yatak kalmamış, “kusura bakmayın veremiyoruz” haberi yıkıcı oldu.  Daha da kötüsü Çin ve Rusya ile aşı için görüşme hakkımızın kaldırılmış olmasıdır. Bulgaristan bağımlı bir ülke.  AB boynumuza dolanmış “anakonda” değil de, nedir?

Sofya Mahkemesi eski yargıçlarından Bayan Rumyana Çenalova son durumu şöyle değerlendiriyor:

“Bulgar halkının üçte biri bilinçli ve gönüllü olarak devleti terk etti. Vatanımızı değil, çünkü vatan, anan, doğuduğun ev ve ataların gibidir, her zaman seninledir.

Onları yoksuzluk, çaresizlik, güvensizlik, ilgisizlik ve devlet kurumlarının hepimizi ötelemesi kovdu. Savaş halindeyiz. Saflarımızı sıklaştıralım.”

Sağlık Bakanımız Angelov mektuplar yazıyor, cevap veren yok, Başbakan B. Borisov Avrupa Konseyi video konferanslarında konuyu uluslararası alana taşıyor, yanıt yine yok.
Anlaşılan 2021 yılı da “iyi başladı” derken, aslında “ayağı kaymış ve çukura tekerleniyor.”

Bu arada “kulis” veya “perde arkasındakiler” adıyla tarif ettiğimiz, “devletin gizli kurmayı” ne işler çeviriyor? Halk “ölüm kalım kavgası veriyorsa” derdine derman bulamıyorsa, tehlikeleri öngörüp önerilerde bulunması gereken “devletin gizli kurmayı” nerede?

Parası ödenmiş bir aşı için başka ülkelerin daha yüksek fiyat vermesi kabul edilebilir geçerli bir sebep sayılamaz. Bu ilaç şirketinin fabrikaları Avrupa’dadır ve gerekli önlemler alınmalıdır. Aksi halde bizim gibi küçük ülkeler ticaret savaşı içinde boğulacak, 2021 yazı da boşa geçecek, turistlere kapılarımız kapanacak, gurbetçilerimiz işe dönemeyecek, ekonomi durgunluk noktasından kopamayacak, zararlarımız biriktikçe birikecek ve devlet son olanaklarını ve yedeklerini de kullansa bile durum değişmeyecektir. Bu işlerin tazminatı olmaz…. İşte küresel güçler böyledir. Hasta yapar-ilaç satar, şimdi de CORONA diye korkuttular, ekonomiyi tıkadılar, para satalım diyorlar, şimdi de aşı yapıyor para kazanıyorlar. Mart 2020 yılından günümüze kadar kazanan firmalara bir bakın hepsi de kendi uşaklarıdır. İşte gerçek budur.

Soru: İşler neden bu duruma geldi? Yoksa ta baştan mı böyleydi?

Bulgaristan nasıl bir ülkedir, demokratikleşmesi ve modernleşmesi ihtimal kapsamında mıdır?” gibi sorular artık insanları rahatsız etmez oldu. Biz dipsiz kuyunun dibindeyiz ve karanlığı delen ışık yok. Biz neden yol bulamıyoruz? Elimizi kapan sırtımıza biniyor.

Singapur, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkeleri örnek alsaydık, şimdi ekonomik gelişme ve serbest Pazar ekonomisi gibi konularda birincilerin arasına fırlayabilirdik. Sıraladığım ülkeler 30 yılda azgelişmiş ülkeler bataklığından birinci gruba sıçradılar. Bu atılımları Türkiye ekonomisinde de görebiliyoruz. Türkiye ekonomik motoru olmasaydı Balkanlar, Kafkaslar ve Yakın Doğu, hatta Afrika sıkıntı yaşanabilirdi.

AB’de özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un milliyetçi paketlerle alana çıkması topluluk içinde sıkışma ve boğulma yarattıyor. “Brekzitten” sonra bunalımlar daha da derinleşti. Örneğin “Mobilnost” adıyla 2019’dan beri TIR kamyonlarına AB ülkelerinde serbest ulaşım ve mal dolaşımını engelleyen önlemle paketi Bulgar ekonomisine Gayrı Safi Milli Hasılanın % 15’i oranında küçülme darbesi indiriyor. Sonucunda 120 bin Bulgaristan vatandaşı daha ülkeyi terk edip aile olarak Batı’ya taşınmak zorunda kalacaktır.

Her dönemdeki büyük düşmanımız – enflasyon

Bulgaristan bütün savaşlar ve dönüşümler neticesinde felaket yaşamıştır. Başa gelen ekonomik olmazdan önce, mali çöküştür.

1918’de Çar Ferdinand’ın ülkeyi terk etmesine sebep olan büyük savai yenilgisi felaketinden sonra, 1945’te “Kızıl Ordu” darpanemizi aldı götürdü. 1988’de 1 ABD Dolar 86 stotinka ederken, 1976’de 3 000 leva oldu.

Bulgaristan gerçeklerini Bulgar yazar ve tarihçilerinin yazdıkları kitaplardan öğrenebilmek imkânsızdı. Şahsen ben önünü ardını, yazı tura tarafını ilk kez adı birleştirici olarak ünlenen Çar III. Boris’in özel kalem müdürü (kançelarya şefi) öldürülen Pavel Gruev’in oğlu, ömrü mülteci olarak geçen, “Paris match” dergisi gazetecisi Stefen Gruev’in monarşinin biyografik romanı “Dikenden Taç” eserinde görebildim.

10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un devrilmesinden sonra Sofya Üniversitesi ve Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) kadrolarından bir çokları Yeni Bulgar Tarihi olaylarını objektif irdeleyerek yansıtmaya koyuldular. “Bulgar halkının millet olmadığını” ilk kez Prof. Nikolay Gençev yazdı.

Biz dönelim mali çöküş biçimleri konumuza.

1941’den sonra da Çarlık döneminde Bulgar levası “altın çağ” yaşamıştı. Bu nasıl mı oldu? Ege Trakya’sı, Vardar nehri boyu ve Üsküp bölgesini işgal etmek için Bulgaristan’a giren Alman Nazi Askerlerinin maaşları ve tüm diğer giderleri Çar III. Boris iktidarı tarafından karşılanıyordu. III. Boris Sofya darphanesinde leva basıyor, paraları Almanya’ya gönderiyor, aynı paralar yatırım şeklinde Bulgaristan’a akıyor, iç Pazar canlanırken sanki refah dönemi yaşanıyordu. Bu sahte yatırımlar, Alman faşizminin Bulgar halkına tuzaklarından biriydi.

Sovyetlerle oynan oyun farklıydı.

Dış ticaret yapıyoruz şeklinde fatura keserek Sovyetler Birliği’ne mallar gönderiyoruz, Moskova’daki darphanemizde kesilen levalarla ya da “petrol” gibi hammaddelerle “ödeme” yapılıyor, (takas ediliyordu.) Rusların Bizde kurdukları potro-kimya tesislerinde benzin, mazot, propilen, polietilen, azotlu ve fosforlu gübre, kemik al ve yapay elyaf üreterek Türkiye ve bazı başka ülkelere satıyorduk. Üreticilerimizin eline para geçmiyordu. Tütün üreticilerimiz un, yem ve şırlana karşı çalıştırılıyordu. Bu üretimin örgütsel biçimi kooperatifçilik olsa da, natürel tarımsal üretim şekliydi. 1945-1975 yılları arasında Bulgaristan ekstanziv endüstrileşme devri yaşadı. Bu devirde de para kıtlığı devam ediyor, ücret olarak ödenen parayı geri toplayan devlet bir “Lada” araba için 12 yıl, bir daire için 15 yıl bekletirken, kaparo ve taksit topluyordu.

Enflasyon patlaması, 1995’te iktidara gelen BSP’li Başbakan Jan Videnov döneminde yaşandı. 1997’de Başbakan İvan Kostov, Bulgar levasını Batı Bankalarına 1 Avro 1 leva 96 stotinka üzerinden ipotek etti ve durumu kurtardı. 15 banka birden kapandı.

Ve bugün Levanın Avro karşısında dondurulmuş olduğu ve artık 23 yıldan beri devam eden bu “bordo” uygulamalı dönemde, sağlanan ekonomik kıpırdama ve özellikle emekli maaşlarına yapılan cüzi zam ve ortalama aylık iş ücretinin 1200 (altı yüz) levaya yükselmesi üretim artışı sayesinde değil, öncelikle uzun vadeli Brüksel fonları sayesinde sağlanmıştır. Ülkede gerçekleştirilen altyapı tesisleri ise, NATO ve AB ulaşım ve lojistik projelerine uygun hedefli yatırımlardır. Bulgaristan’a kolonist bir sistem yerleştiriliyor ve devletin gizli kurmayı bunu kabul etmiş durumdadır.

Enflasyon cebimizdeki paran alım gücünü her gün azaltıyor.

Gurbetçilerimiz 2019’da Batı ülkelerinden ve Türkiye’den yakınlarına 1 250 000 000 (bir milyon iki yüz elli bin) Avro göndermiştir. Bu 2.5 milyar levaya eşittir ve sosyal yaşamı kargaşa sız ayakta tutan karşılıksız destektir. Bu gerçeği izleyen devletin gizli kurmayı bu durumu izlemekle yetiniyor.

Propagandanın önemi artıyor.

Bu işlerin bozulmadan ayakta durmasında propaganda kanallarının devlet elinde olmasının önemi büyüktür. Bulgaristan vatandaşları devlete inanmaya alışmış, lider sesi işitmek istiyor ve işitince avunuyor.

1989’dan önce enformasyon kanal ve araçlarının hepsi devletin elinde ve gizli polis (DS) kontrolündeydi. Propaganda ayarlı ve manipüle edici nitelikteydi. Açlık içinde, sınırları kapalı bir ülkede yaşayanlara dünyanın hiçbir ülkesinde bundan daha iyi ve mutlu bir hayat olmadığı, BKP’nin yalnız halkı düşündüğü, SSCB’den büyük ve sadık dostumuz olmadığı anlatılıyordu. Halk azla yetinmeye, kıt kanat geçinmeye alışmıştı. Resmi haber ve yorumlardan, olumlu olaylardan eleştiriye yer yoktu. Zekâları köreltmek, beyinleri boşaltıp değersiz ve anlamsız hale getirip, işe yaramayan bilgilerle doldurmak ana hedef olmuştu. Vatandaş, bu çarpık durumu normal kabul etmek zorunda bırakılmıştı. Gazete okurken satır aralarını okumaya çalışıyorlardı. Uyanan başlar, erken öten horoz başı gibi hemen kaydırılıyor, herşeyin aynı boyda olmasına dikkat ediliyordu.

Bu arada bizde BKP her şeyi biliyor, düşünüyor ve görüyor şeklinde bir üst akıl imajı yaratılmıştı. Her şeyin anlamı tekti.

Gerçeğin kıstası

Yazı ve turası olan gerçek, değişik anlamlar, bizden üstün olan herhangi bir şeyler asla konuşulmuyordu. Farklı konu açmak bile yasaktı.  Faşizm ve sosyalizm döneminde tek anlamlı değerler içinde yaşayıp yetiştiğimizden, birçok kişi için gerçeğin kıstası “radyo dedi” olmuştu.

O olayların üzerinden 50 yıl geçtikten sonra, yeni durumda neyin doğru, neyin yanlış olduğu kavgası yeniden ve büyük bir hızla ve enerjiyle kızıştığına tanık oluyoruz. Tabii Bulgarlar arasında “soya dönüş süreci” adı altında dayatılan soy kırım denemesi ve vatandaşı ülke dışına kovarak temizlik yapma uygulaması henüz tartışılmıyor. Bulgaristan Türklerinin “Osmanlı devrinde İslamlaştırılmış Bulgarlar olduğu” yalanı da henüz kamuoyunda tartışma ve lanetlenme konusu olmadı.

Başlayan didişme önce “antisemitizm” (Yahudi düşmanlığı) komünist – anti-komünist, faşist, anti-faşist gibi konular üzerinde başladı ve kızışıyor. Bulgarlardan pek çoğunun “antisemitizmin” ne olduğunu bilmediği ortaya çıktı. Olayların üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen, öğrenme imkânı bulamamışlar. Medya gece gündüş “Bulgarların Yahudileri ölümden kurtardığını” anlatıyor. Gerçelkler okullarda kaç kuşaktır okutulmuyor. Bulgaristanlı Yahudilerinin çekilerini bilen yok… Çar III. Boris de Yahudileri Türkler gibi Osmanlı kalıtı sanmış olacak ki, 1942 yılında T.C. Başbakanı Refik Saydam’a bir mektup göndererek Trakya’da 3 kamp kurmasını ve Bulgaristan’daki Yahudilerin hepsini almasını rica etmişti. Tam da şimdi Başbakan Borisov’un Büyük Türkiye devleti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan savaş kaçaklarını ve ekonomik göçleri Bulgaristan’a salmamasını istediği gibi…

Kuşkusuz yılların geçmesiyle Bulgar Çarlığının 1942’de işgal ettiği Makedonya, Ege Boyları ve Vardar Ovası Yahudi ve Çingenlerini – 20 000 (yirmi bin kişi) Nazi Almanyası yönetimi önünde, yakılarak imha edilmeleri üzere  – Polonya’nın “Treplinka” toplama kampına göndermeyi üslendiği ortaya çıktı. Ne ki, bu haberi alan Makedonya Yahudilerinden “Ohri Gölü” bölgesinde yaşayanlar Arnavutluk’a ve oradan da İtalya’ya geçmişlerdi. Bulgar faşist tuzağından kaçmayı başarmışlardı. İtalya’yı seçmelerinin sebebi ise, İtalyan faşizminin Alman Nazilerinden farklı olarak, Yahudilere dokunmamasıdır. 20 binden eksik kalan 3-5 bin Yahudi’yi Bulgaristan’dan toplama çabaları sürmüş, Yahudi analar çocuklarıyla birlikte tren garlarına toplanmıştı.

Bulgar Türkü ve Bulgar Yahudisi gibi bir şey yoktur.

Bir defa, onların dilindeki “Bulgar Türkü” olmadığı gibi,  “Bulgar Yahudi”si diye bir şey de yoktur. Bulgaristan’da veya Balkanlar’da yaşayan Yahudilerin hepsi 1590’dan beri İspanya’dan gelmiş Osmanlı misafiridir. 1942-43’te Bulgaristan’dan Türkiye’ye kaçıp kurtulmalarında Sofya’daki Türk ve İspanyol diplomatlar büyük rol oynamıştır. Bulgaristan, Türk düşmanlığı gibi Yahudi düşmanlığı da yaşamış bir ülkedir. Bu bakıma, Sofya’da demokratik çevrelerin ve birçok gazetecinin Antisemitizm kavramına artık doğru anlam verme çabalarını kutluyoruz. Ardından Türk düşmanlının anlamı da irdelenir İş Allah.

GERB, BSP ve CDC “Lukov Marş’ın” yasaklanması konusunda birleşti.

Bu seneki faşist, anti-faşist, Nazi, sol-Nazi tartışmaları farklı yön alırken derinleşti. 13 Mart 2021’de Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığının “Lukov Marş” adıyla ünlü faşist gösteri yürüyüşlerini “Covid-19” ve Başsacvılık uyarısıyla yasaklaması vesile oldu. Karar iktidar partisi GERV, Demokratik Güçler Birliği ve sosyalistlerin BSP vekillerinin oylarıyla onaylandı. Olay, antifaşist nitelikli bir ilk ve büyük başarıdır. Gelişmelerde kafa karıştıran şu oldu.

Dünkü anti-faşistler bugün faşist çömezleri savunuyor.

Todor Jivkov’un heykellerine çiçek ve çelenk taşınmasına, Kazanlık ovasındaki “Koprinka” barajında Moskov’çuların her yıl üç gün ve gece vodka partileri düzenlemesine susan. Hatta “Şipka” Tepesine çıkanların çar II. Aleksandır, Lenin ve Stalin’i övmeleri işitmezden gelen. Bulgaristan’ın 2 defa Rus esaretine düşme yıldönümünü kutlamasına kör kalan, ABD’nin Sofya Büyükelçisi Bayan Hero Mustafa bu defa faşist çömezlerin sönmüş hayallerini savundu. İşte burada da değer yargılarının değiştiğine şahit oluyoruz. İkinci Dünya Savaşında Hitler faşistleri ve Nazilerle savaşan, anti-faşist cephenin ana gücü olan ABD, günümüzde faşistlere gülümsüyor, hatta onları kışkırtıyor.

Anti-faşist olayında Bulgar tarihindeki çelişkili yansıma.

21 Şubat 1941 tarihinde Hitler 300 bin silahlı ve motorize askeri güçle Bulgar sınırına dayanmıştı. Yunanistan’a çıkmak için yol istiyordu. O zaman komünist, çiftçilerin her türü, sosyal demokrat, zvenar ve halkçi güçlerin liderleri bir araya gelip bir mektup yazarak Çar III. Boris’ten “geçit vermemesini” istemişlerdi. Bu vesileyle 21 Şubat 2021 günü Sofya’da “gerçek Bulgar anti-faşistleri anma günü” kutlanması yapıldı. Bu gibi törenlerde Bulgaristan’da tek hedefli, ama ne sol, ne sağ, ne kırmızı ne de mavi olmamak şartıyla birleşme çağrısı yapılıyor.

1990 yılına kadar Bulgaristan’da “anti-faşist” anlamında yıllarca meşeliklerde kalan ve faşistlere karşı silahlı savaşım verenler, İkinci Dünya Savaşın’da “Kızıl Ordu” ile birlikte Alman ordularını Budapeşte’ye kadar kovalayanlar ve ülkede faşist militanlara karşı infaz eylemleri düzenleyen kahramanlar yer alıyuordu. Emsal olarak, Nazi Almanyasında “Hitler Jugend” (Hitler Gençleri) örnek alınarak Bulgaristanda kurulan “lejiyon”, “ratnik” ve “branik” adlı saldırgan terör örgütlerinin kurucu lideri Hristo Lukov’un BKP anti-faşist infaz grupları tarafından evinin önünde kurşunlayarak öldürmesidir. İnfazı gerçekleştiren illegal komünist anti-faşist örgütten Bayan Violeta Yakova ve İvan Burudjiev’tir. 1945’te kurulan “Halk Mahkemesi” Bulgaristan’ı Nazi Almanyası ile yaynakştırdığı, Sofyet Cephesine ordu göndermek için çalıştığı ve faşist gençlik örgütleri kurma suçundan Hr. Lukov’u ölüm cezasına çarptırmıştır. Günümüz “Lukov marşı” taraftarları infazı gerçekleştirenlere  “komünist terörist” diyorlar.

İşte bu yeni ideolojik görüşten 2020 yazında sokaklara dolan enerjide birbiriyle yakın ya da uzak noktaları olmayan politik güçlerin, normal seçimleri atlayarak, (öne çekerek),  iktidara el koyma yürekliliğiyle kavşaklara dolup trafiği kestiğini,  devlet ve parti binalarına balık, yumurta, domates, patates attığını izledik.

Bu gelişmeler ışığında “Bulgaristan’da faşizm var mıydı?” Tabi ki “yoktu” diyenler, öyleyse “anti-faşizm” de yoktu, diyorlar. “Vardı” diyenler “Gerçek antifaşistler kimdi?” tartışmasına benzin döküyorlar. Ayrıca “Bulgar monarşi faşizmi” ve gerçek faşistler kimdi: yıllarını meşeliklerde gizlenerek geçirenler mi yoksa 1941’de 300 binlik orduyla kapımıza dayanan ve ülkemizi çiğneyip Yunana geçmen isteyenlere “DUR!” diyen Bulgarlar mıydı? Tartışması alev alıyor. Ayrıca Bulgar ve Nazi ordularının Makedonya’ya birlikte girmeleri ve başka bir hararetli tartışma konusu oldu. Bugünkü Bulgaristan Cumhuriyeti – Kuzey Makedonya Cumhuriyeti (KMC) dil, tarih, KMC’nde “Bulgar azınlığı” ve Bulgaristan’da “Makedon azınlığı”, Makedon kimliği ve KMC’nin AB üyeliği gibi konularda çetin ceviz oldu.

Soru bir de şudur. Bugün Bulgaristan’da (4 Nisan 2021 seçimlerinde) iktidara tırmanmak isteyen hangi anti-faşislerin veya demokratların torunlarıdır: Elde silah meşeliklerden inen partizanların torunları mı, yoksa Yahudiler ve Naziler konusunda III. Boris’e mektup yazmakla yetinenlerin uşakları mı? Bugünkü Bulgaristan’da bunlar cevabı çok zor sorular…

Şu da var Bulgaristan’da komünistlerle faşistler arasındaki kesin hesaplaşma konusu 80 yıllık geçmişi olan ve parçalanmış bir halkın elit tabakası arasında 17 Temmuz 1942’de başlamıştır. O tarihte Bulgaristan’da Vatan Cephesi (VC) kurulmuş ve Programı’nin 9. Maddesinden okuyoruz: “Yürütülen yıkım politikasından ve halk savaşçıları ve barışçı Bulgar halkına zulm edenler Halk Mehkemesi’nde yargılapıp cezalndırılacaktır.”

VC, Kimon Georgiev tarafından kuruldu ve “Halk Mahkemeleri” çalışırken (1944-1946) K. Georgiev Bulgaristan Başbakanıydı.

Bir “gerçek anti-faşist” kahramanın kimliği:

Kimen Georgiev: Birinci Dğnya savaşı kahramanı, albay, 1925 ve 1934 askeri darbelerin mimarıdır. 1934’te başbakan, siyasi partileri kapatmış ve Anayasayı yürürlükten kaldırmıştır. Müslüman “Turan” derneklerini dağıtan, Türk okullarına, müftülükler ve geleneksel yaşamına saldıran ve kısıtlamalar uygulayan da odur.

Komünistlerle yakınlaşması 1935’te iktidardan düştüğünde sürüldüğü “Sveta Anastasiya” adasında olmuştur. “Zweno” partisi ve 1942’de “Vatan Cephesi” kurucusudur. 1943’te komünistler tarafından yeniden aranmış, 9 Eylül 1944’te Çar rejimini askeri darbeyle devirmeyi gerçekleştirmiş ve Stalin’in emriyle 3 kez art arda Bulgaristan Başbakanı olmuştur. Halk Mahkemeleri 25 bin kişiye ölüm cezası vermiştir. Onun başbakanlığında tüm politik partiler kapatılmış ve taşınmazlarına el konmuştur. 1945-1969’da ölümüne kadar devamlı milletvekili seçilmiş ve Halk Meclisi Başkan Yardımcısı görevinde bulunmuştur. Defalarca ödüllendirilmiştir.

Şöyle bir soru da var gündemde:

21 Şubat 1941’de Çar III. Boris kapımıza yığılan Hitler güçlerini ülkemize bırakmasaydı, yollarını kesseydi, Hitlere savaş açsaydı, anti-faşist mi olacaktı? O zaman, ülkemizde öldürttüğü 15 binden fazla partizan anti-faşistte ne demeliydik? Onların yeni adı ne olacaktı? Yoksa antisemit olaylardan ve 48 bin Yahudi’nin 1948’de Bulgaristan’ı topluca terk edip Filistine gitmesinden sonra başlayan “Bulgar Halkı Yahudileri kurtardı” şarkısı bir de “III. Boris anti-faşistlere kıymadı” şeklini mi alacaktı? Bulgar ordusunun 1944’te Üsküp’te 5 bin Makedon anti-faşisti kurşunlamasına ne diyelim?

Geleceği görmeye çalışalım.

Her yıl 3 Mart’ta Plevne tabiyelerinde ve Şipka Tepesinde atalarımıza kıyanlara “kurtarıcımız” demeye zorlandığımızı unutmadık tabii… Özü hiç değişmeyen Bulgar ırkçı zihniyeti tırmanmaya devam ederse 1972-1975 ve 1984-1989 yılları arasında soyumuza kıyanlara, ırkçı temizlik gerçekleştirenlere  “kurtarıcımız” mı demeye zorlanacağız?!

“Antifaşist” kavramının insan sevgisi gözenekleri hala boş.

Gerçek anti-faşist” kavramının karşısına bir de “Bulgaristan’da hiçbir zaman faşizm olmamıştır” diyenler dikildi. Parlamento dağıtılmazdan önce 1942’de faşist nitelikli “Milleti Koruma Kanunu” onaylanan unutturmak istiyorlar. Bulgaristan’da 4 yıl anti-faşist iç savaş yürütüldüğünü hafızadan, ders kitaplarından ve edebiyattan silmek, 20. Yüzyıl boyunca hiç istisnasız tüm iktidar ve rejimlerin Türk, Müslüman ve İslam düşmanlığı hafızamızdan asla sökülüp atılamayacaktır.

Burada halka açıklanması gereken bir başka özellik de şudur: Hitlerin faşist ideolojisinin gerçek adı – nasyonal sosyalizmdir.

Bulgaristan’da 1500 tarihçi var. Onların nasyonal sosyalizmin ne olduğunu anlatması gerekmez mi? 120 yıldan beri sosyalizm gölgesinde serinleyen BSP’nin ana ödevi bu değil midir?

  1. Yüzyılın 90’lı yıllarında Prof. Milen Semkov “Hür Halk” gazetesinde şunları yazmıştı:

“Totaliter sistemin tüm alametlerine göre, komünizm ile faşizm birbirine benzeyen, bir anti-demokratik sistemin iki kolu, hatta ikizlerdir.  Geçen yüzyılın 20 yıllarında ikisi arasında benzerlik işareti konmuştur.”

Fransız tarihçi M. Bomon: “Lenin olmasaydı, Musolini ve Hitler olabilir miydi? Roma ve Berlin Moskova’nın yolunu izlemiştir. Proletarya diktatörlüğü diğer diktatörlüklere yol açandır.”

12 yıl Sovyet kamplarında kalan Vladimir Bukovski 1976 yılında şöyle demişti: “ Sorun komünizm değildir, çünkü o kendiliğinden çökecek ve eriyip yok olacaktır. Sorun komünizmin bir toplum sistemi olarak, işlediği suçlardan ötürü yargılanmasıdır. Nürnberg’te faşizmin yargılandığı gibi, Moskova’da, Sofya’da, Prag’da da komünizmi yargılayan duruşmalar yapılmalıdır. Bu dehşet saçan, yeryüzünde milyonlarca insanın yok edilmesine sebep olan “sosyal olgunun” felsefi temelleri sökülüp yok edilmelidir. “

Bukovski: “ Böyle bir dava açılsa komünist elit ne kaybedeceğinin farkındadır, fakat böyle bir dava açılarak, komünizmin yargılanıp cezalandırılmasına asıl karşı olan BATI’dır.”

Bütün dünya ülkelerinden binlerce kişi, Rusya Federasyonu Başkanı Boris Elsin’e mektup ve telgraf göndererek, komünizm arşivlerini açmamasını, Moskova’da komünizmi yargılayan bir dava başlatmamasını, komünizmin suçlarını ve cinayetlerini insanlardan saklamasını istedi.

HÖH-DPS şefi A. Doğan ve Multigrup başkanı L.Pavlov Moskova’ya çağırıldı ve kendileri aynı ödev verildi. Bulgar komünistlerinin 20. asırda gerçekleştirdiği iç savaş ve soy kırım denemeleri böyle gizlendi. Bugünkü Bulgar Başsavcısı İv. Geşev’in ana ödevi de budur. Bulgaristan’da davaların açılması ne yazık ki, böyle engellenmıştır.

Bukovskiye’ye göre, “Dünyanın Moskova ile bağlı olduğundan dolayı olduğu için gönderilmedi bu mektup ve telgraflar, sebepler öncelikle ideolojik bağımlılık kaynaklıydır.

Sosyalistlerin Batı ülkelerindeki liderlerinden biri M. Gorbaçov’a şunları yazmıştır: “Doğu’da sosyalizmin çökmesi bu düşünce biçiminin Batı’da da bunalımına yol açacaktır. Biz ise bunun olmasını istemiyoruz.”

Kötülüklerin yeni köstebekleri.

Kafa karıştırmak amacıyla Batı bilim kurumlarından Bulgaristan’a birçok bilim işçisi geldi. Demokratik, adaletli ve ahlaklı iddialarıyla yaşayan dünya kamuoyu, bu “bilimcilerin” ülkemizde komünizme, İtalyan faşizmine ve Alman nasyonal sosyalizme aynı şekilde yaklaşmamalarını artık ikiyüzlülük ve açgözlülükle itham ediyor.

1993’te Sofya’ya gelen bir ABD hukuk profesörü, “biz BKP’nin nomanklatür (menfaatçi) kadrolarına güveniyoruz, çünkü onlar eğitimli, iyi yetiştirilmiş ve dil biliyorlar, Batı’yı biliyorlar ve paralarda onlardadır. Bu kadrolar ve onların evlatları G. SOROS üniversitelerinde burslu okudu, “Hür Toplum” cemaatlerinin başına geçtiler. Bu cemaaten yararlandılar, ABD ve Büyük Britanya’da uzmanlaştılar, memleketlerinde bir sürü parti, hükümet dışı dernekler kurdular, birçok mali kaynaklara el attılar ve toplum ve devlet kurumlarına çöreklendiler.

Ve tüm bunlar, 2 000 yılında komünist rejim Bulgaristanda suçlu ilan edilmiş olmasına rağmen oldu ve oluyor.  Bu gerçekler, kavramların anlamının neden ters yüz olduğunu, kömünizm ve totalitarizm cesedinin neden kaldırılamadığını anlayabilmemize yardım ediyor ve bu Batı bilim adamları ve politikacıları aslında azınlıkların kuyusunu kazanlara da arka oluyorlar.

Ana konumuz o kadar dallı budaklı ki, anlatmak zorlaşıyor. Bu, Bulgar devletinin derin kurmayının öyküsüdür.

Reklamlar