İbrahim SOYTÜRK
Tarih: 18 Ocak 2021

Ne olduğunu anlamakta zorlandığımız BULGAR DOKTRİNİNİN, kuşaktan kuşağa ve hücreden hücreye geçen kalıtımsal öğede yaşayan olduğunu yeni duydum. Anlattıklarına göre, mikroskop altında görülmeyen, rengi, boyu, postu olmayan, belki de yiyip içmeyen bu Bulgar özelliği 1878’de İstanbul / Yeşil Köy / San Stafona’da mayalanmış. Mayayı hamurdan ayırmak mümkün olmadığı gibi Bulgar genini de Bulgar beden ve kafasından söküp atmanın yolları yokmuş.

Bir) Tek bir Bulgar San Stefano barış toplantısına davet edilmese ve çağrılmasa da, alınan kararları Bulgarlar kendilerinin malı mülkü, özlerinden öz zannediyorlar, daha doğrusu 142 yıldan beri böyle sanıyorlar. Bulgar genine dönüşmüş olan bu olay, yıllar içinde süzüle büzüle, kesile kırpıla, 3 ay ömrü olan San Stafano protokolünde yazılanlar, çizilen coğrafya BULGAR MİLLİ DOKTRİNİ HALİNE GELMİŞ.

İki) Bulgarlar kendileri bu doktrinin içine bir de “Bu topraklarda yaşayan insanların hepsi Bulgar’dır”, dilleri Bulgarcadır, dinleri Hıristiyanlık’dır, kendi kültürleri yoktur, bu topraklarda tek kültür, tarih ve gelenek vardır, o da Bulgar halk gelenekleri ve Bulgar kültürüdür. Bulgar doktrinin özündeki gen budur. Bu topraklarda yaşayan her kişinin üzerinde etkisi olan bu doktrin, aynı zamanda Bulgar milli çıkarlarının sınırlarını ve özünü belirler.

Bugün tarihlerden 18 Ocak 2021’dir.

Tam 36 yıl önce bugün, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) toplantısında “soya dönüş süreci” /vızroditelen prosets/ kavramının ilk kez dile getirildiği gündür. 24 Aralık 1984 sabahı başlayan isim değiştirme silahlı saldırısı Kırca Ali İline bağlı Mleçino köyünde ilk silahı patlattı. 18 aylık ilk şehidimiz Türkan Kızımız şehit düştü.  Tam 24 gün sonraydı. MKP MK ve İç İşleri Bakanlığı ve devlet güvenlik polisi (DS) generalleri ortak toplantıya toplanmıştı. Rapor sunan İç İşleri Bakanı Dimitır Stoyanov, “Güney Bulgaristan’da 24 günde işi bitirdik, değiştirilmeyen Türk ismi kalmadı diye” rapor okuyordu. Bu raporun içinde Bulgar devletinin insanlık tarihinde işlenmiş en yüzkarası, vahşi ve barbar terör uygulamasına “soya dönüş süreci” o dedi. Ölülerden, yaralılardan, tutuklanan ve Polis Amirliklerine atılan, gece gündüz dövülürken aç susuz tutulan, “Belene” Ölüm kampına ve diğer toplama kamplarına gönderilen, yargısız infaz için Sofya, Stara Zagora, Pazarcık hapishanelerine, Haskovo ilinde kurulan geçici toplama kamplarına kapananlardan söz etmedi. Büyük bir zafer edasıyla konuşuyordu ve sonunda Tanklarımız ve diğer zırhlı araçlarımız artık Koca Balkan’ın tepelerine çıktı, yarın Kuzey Bulgaristan’a akın ediyoruz. Hedef Deliorman ve Dobruca’ dedi ve bol bol alkışlandı.

Katil komünistlere göre Bulgaristan Türkleri kimdi?

İç İşleri Bakanı Dimitır Stoyanoıv Bulgaristan’daki yerli Türk ahalisi için “Bulgaristan Türkleri millet olarak İslamlaştırılmış Bulgarlardır ve damarlarında Bulgar kanı akıyor” demişti. Bakan “Bulgar etniği ve Türk etniği yok” diye belirtmişti.

5 yılık zulüm dönemi geçti, insan genlerini, kimliğini, doğasını, duygularını, öz sezisini, etnik ve milli kimliğini değiştirmenin mümkün olmadığına inanan BKP MK 29 Aralık 1989’da Müslüman Türklerin isimlerini geri verdi ve ibadet özgürlüğünü de yeniden yasallaştırdı.

Yani tükürdüğünü bir yere kadar yaladı. Azınlık haklarını, kültürel haklarını, Türk okulları açılmasını tanımadı, yasallaştırmadı, Türk kimliğini hala tanımadı, Bulgar Polisleri, Türkçe konuşanlara ceza kesmeye devam ediyorlar.

Devlet terörüyle Türk isimlerini değiştirme, İslam dinini yasaklama, Müslüman töre ve geleneklerini, yaşam biçimini yasaklama biçimlerinde aşamalı bir şekilde uygulanan eriterek ve kimliksizleştirerek gerçekleştirilen asimilasyon politikası, bir iç savaş şiddetiyle uygulanmış bir “soykırım denemesi” olarak tarihe geçti.

1990’dan sonra Halk Meclisinde “uygulama biçimi” olarak kınandı.

Ne var ki, Bulgaristan Türk ahalisinin bir etnik topluluk, Türk halkından bir oluşturucu kopmaz parça olarak, “İslamlaştırılmış Bulgar mıdır?” “Türkler İslamlaştırılmış Bulgar mıdır?”  sorusuna cevap gelmedi. “Türklerin damarlarında akan kan Bulgar kanıdır” iddiasına da bir tanım getirilmedi. Bu sorun cevap bekliyor. Bu cevaplar gelmedikçe, her an eski tehlike ve vahşet başkaldırabilir. Bulgarlar kuduzu savmamıştır. Makedonya konusu ortadadır. Makedon kimliğinden, dilinden ve tarihinden ötürü MKC AB yolu kesilmedi mi?

Tekrar eden yıllar.

Demek oluyor ki, yakın geçmişimizle ilgili bu soruna yanıt getirilmemiştir. Son 30 yılda yüzlerce bilimsel konferans düzenlense de bunlardan hiç biri tam olarak bu konuyu ele almamış ve kesin sonuca bağlamamıştır. Halk Meclisi de susuyor. Hak ve Özgürlük Partisi de 30 yıldan beri oylarımızı alıyor. Ne bir tarihçi yetiştirdi. Ne bir çeneli hukukçu yetiştirdi. Ne Türk gibi Türkçe bilen bir polikacı yetiştirdi! Ne de ruhunu satmış milletvekilleri meclis kürsüsüne çıkıp Bulgaristan Bilimler Akademisi (BAN) “Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Türk olduğuna Türk halkından ayrılmaz kopmaz bir parça olduklarına ya da ayrı bir özellikli etnik azınlık olduklarına ilişkin bir tanımlamayı kaleme alıp, meclis oylamasına sundu. Bu zulüm siyasetiyle kişisel ve toplum insan haklarımızın, ibadet özgürlüğümüzün ve kederimizi tayin etme hakkımızın ayakaltına alındığı gündeme getirilmedi.

Damarlarımızda Bulgar kanı aktığı saçmalığı ise insan bilimi – (antropoloji) açısından da tamamen uydurmadır. İnsanlarımıza uygulanan zulüm, işkenceler ve baskılar ise cezasız kaldı. Bunu bile HÖH’ten söyleyen olmadı. Yani 30 yıl bir adım atılmadı. Oysa HÖH partisi bu sorunu çözmek için kurulmuştu. Ne işe yaradı? Hiç!

Bu politik kırmızıçizgi aynı zamanda Türkler, Pomaklar, Tatarlar, Romanlar, için de geçerlidir ve her an değişebilir.

Artık biliyoruz ki “Bulgar Milli Doktrini” 1878’de mayalanmış, 1878-1879 “Kresna-Razlog Ayaklanması”,  1903 „İlinden – Preobrejenya Ayaklanması” vb asi olaylarla yapılanmıştır. 1918’de Birinci Dünya Savaşında Makedonya Cephesinde verilen savaşlar, 1923’te Moskova’da Stalin’in Makedonya topraklarını da içine alacak bir Balkan Federasyonu kurulması ve bu karanlık planlarda VMRO-katiller örgütünden faydalanılması fikri aynı yolun yol taşlarıdır.

Şu asla unutulmamalıdır 1923 Ayaklanmasının bastırılmasından sonra Moskova’ya kaçan Georgi Dimitrov ve Vasil kolarıov Makedonya ve Dobruca’da birleşik Bulgar ulusu oluşturma programı açıklamışlardır. 1913’te Çar Ferdinand ve Başbakan İvan Geşev hükümetinin Batı Rodoplar’da Pomakların Türk isimlerini değiştirmesinden ve camileri kapatmasından sonra, 1949-50 yıllarında Bulgaristan Başbakanı olan Vasil Kolarov,  1923’te Moskova’da iken, Komintern toplantısında, Makedonya’da yaşayan Türklerin, Makedonların, Tor beşlerin ve Çingenelerin Bulgar olduğunu iddia etmiştir. Şu da iyi bilinmelidir. 1942’de faşist Başbakan Bogdan Filov ve Çar III. Boris yönetimindeki Bulgar iktidarı Nazi askerleriyle birlikte Vardar Makedonya’sı ve Ege Trakya’sına girdiklerinde, o zamanki adı İşçi Partisi olan BKP, bugünkü BSP “Makedonya’nın Nazi ordusu ve Bulgar Çar ordusu tarafından işgal edilmesini” desteklemiştir. Bu işin devamında Vardan boyu ve Ege Bölgesi Yahudilerinin ve Çingenelerin Nazi “Treplika” kampına yakılmaya gönderildiği, ayrıca da 5 bin Makedon vatandaşın katledildiği biliniyor. Bu olay, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Çar Botis hükümeti ile Moskova’daki BKP yönetiminin Makedonya siyasetinde örtüşme olduğunu gösteriyor. Yani bugün olduğu gibi o zaman da BKP-BSP ve diğer milliyetçi güçlerin “Bulgar doktrinini savunduğunu” görebiliyoruz.

Bir iki örnekle, İkinci Dünya Savaşından önce Türklerle ilgili siyasete de bakalım: 1934 yılından başlayarak, Bulgar hükümeti bir kararname yayınlayarak, devlet makamlarının özel Türk okullarının işlerine kaba müdahale etme kapısını açmıştır. Bu kararnamede, vakıfların çalışamaz hale getirilmesi ve okullara yardım olanaklarının kesilmesi, ders programlarının kalitesiz ve yararsız duruma getirilmesi için ders kitapları üzerinde tam kontrol uygulamıştır. Arap harflerine dönülmesi istenerek, Kemalizm’in Bulgaristan Türkleri üzerindeki etkisinin sıfırlanmasına çalışılmıştır.

Eğitim Bakanlı tarafından 1936 / 37 ders yılı için hazırlanan bir genelgede, iyi yetişen Türk çocukların iktidarın planlarını çözebilmeleri ve tepki gösterebilmeleri tehlikesinden söz edilmektedir. Yönetici çevreler, lise ve yüksek eğitimin milli bilincin oluşmasında ve azınlıkların kültürel ve ekonomik yaşamında rol oynamasında etkin faktör olduğu görüşündedir. Bulgar Öğretmenler Konferansında, tüm legal ve illegal önlemler alınarak, Bulgaristan Türk azınlığı öğrenim düzeyinin çok düşük düzeyde kalmasında ısrar ediliyor. Böylece 1940 yılında 1 700 Türk okulundan sadece 404’ünde zil çalıyor. Böylece zorunlu eğitim alması gereken çocuklardan % 60-70’i okul dışı kalıyor. 1946’da Türk okulları devletleştirildi. Çok ilginçtir 1934’te Türk okullarına saldırıları başlatan Başbakan, 1946’da Türk okullarını devletleştirip Müslümanları okulsuz bırakan Başbakan aynı kişidir – Albay Kimon Georgiev – Sovyet Genel Kurmay Casusluk Merkezi görevlidir.

1950’den sonra, BKP, faşist çar rejiminin azınlıklar siyasetini eleştirip lanetleyerek, Türk azınlığın kültürel otonomi haklarını tanımıştır. Bütün çocuklar okullara toplanmış, pedagoji okulları, Türk liseler ve yükseköğrenim olanakları açılmıştı. Bulgaristan Türkleri edebiyat dilinde buluştu, Bulgaristan Türk edebiyatı Recep Küpçü, Naci Ferhadov, Osman Aziz, Muharrem Tahsinov, Halid Aliosmanov, Sabri Tatov, Süleyman Yusuf, Ömer Osmanov, Şahin mustafov, Sabri İbrahimov, Hikmet Efendiev, İsmail Çavuşev ve başka yazar, şair ve gazeteciler yetişti.

Birçok tiyatro kuruldu. 1960’ta Şumen Tiyatrosu Viyana’da sahneye koyduğu oyuna yüksek değer aldı. Türkler arasından yüksek başarılı sanatçılarla birlikte, Recep Sadıkov, Ali Dervişev, Yüksel Yusufov, İsmail Bekirov gibi yapımcılar yetişti. Bestecilerimiz arasında Nihat Osmanov, Mesru Mehmedov, Turgut Şenikarov , Hasime Pasacova, Hüseyin Şevkedov ün kazandılar. 1970 yılında ABD Masacuzes’teki uluslararası festivalde M. Mehmedov, dünyanın en ünlü 21 orkestra şefi arasında birinci oldu.

İşte bu gerçekler ortadayken 1984-1989 yılları arasında Türk kimliğimiz yok edilmek istendi. 1989 Mayıs Ayaklanması Bulgar devletini sarsmış ve gerilemeye zorlamıştır. 1990’dan sonra her şeyin değişeceğine inanmıştık. HÖH partisi dönüşümü durdurdu, hak ve özgürlük davamızın yolunu saptırdı, ateşini söndürdü. Bu uzlaşmaz çelişkide Ahmet Doğan ve HÖH politik eliti Bulgar devlet doktrininden yana konum aldı. Aynı uygulama HÖH partisini Müslüman Türklerden kopardı. Haklı davamız yoluna girecek ve muvaffak olacağız duyumsaması güç toplarken,

2021’de politik sahneye “DEN” yani Halkın Birliği Hareketi adlı bir yeni politik nitelikli dernek çıktı. Lideri eski tarım bakanı, Ardino (Eğri Dere) Belediye Başkanı Mehmet Dikme, yardımcılığında Güner Tahir ile Orhan İsmailov’un belirmesiyle beklenti başladı. Nihayet 18 Ocak 2021 tarihinde Başkan M. Dikme Bulgar BGNES haber ajansına bir demeç vererek, yeni politik hareketin Bulgaristan Türkleri açısından özünü açtı. Aynen veriyorum:

“Bulgaristan Müslümanları kalben ve ruhen demokrattırlar. 1989’da Todor Jivkov’un otoriter rejimine karşı ilk ayaklanan ve hayatını veren insanlardır onlar. Onlar yürekten demokrat olduklarından dolayı, yerleri Bulgaristan demokratik toplumundadır. Şu an onların oylarını sömüren ve kamu siparişlerinden, mali ve ekonomik servet toplamak amacıyla yalnızca kişisel menfaatleri için kullanan, mecliste değişik çıkarlar peşinde plan HÖH partisidir. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları bundan sonra HÖH partisinden uzak durmalıdır. Bulgaristan’da Türklerin toplumsal demokratikleşmeye katılması zamanı kapıya dayanmıştır.”

Dikme, HÖH içindekiler bu konuda haklıdır. 1989’dan beri Bulgaristan’da yapılan seçimler arasında en önemli olan seçim bu seçim olacaktır. Bulgaristan’da politik alan yeniden düzenlenecektir.

4 Nisanda Yapılacak seçimden sonra, Bulgaristan başka bir Bulgaristan olacaktır!” * bu konuda da haklıdır.

Evet, buraya kadar kabul ediyoruz. Ama işte bir adım ötesi:

“Program ve Tüzüğümüzde yer alan şu önemli hususlar var: İnsanoğlunun etnik kimliğine bakmaksızın, cinsine ve dinine, hangi politik partiye veya akıma katıldığına, Bulgar, Türk veya Rom oluşuna bakılmaksızın ülkenin yönetimine eşit haklı katılmalarına olanak arayacağız. Önemli olan insanların şerefine göre, niteliklerine göre, imkânlarına ve topluma yararlı olma potansiyeline ve ülkenin gelişmesine faydalı olma gücüne göre değerlendirilmesidir.”

Evet Sayın Mehmet Dikme Bey, Bu sömürgecilerin metropollerde otururken sömürgelerindeki insanlardan yararlanma planlarına göre hazırlanmış kıstasların bazıları olup yabancı programlardan süzülmüştür. Biz zaten 142 yıldan beri hep 2 karlı sömürülen bir ülkenin en zavallı insanlarıydık. Bu program Bulgaristan’da gerçekleştirilemez. Önümüzde koskoca Bulgar Milli Doktrini var. Bu doktrinde azınlıklardan kimseye devlet yönetiminde yer yok. Sizin bakan olmanız başka hesaplara bağlıydı. Bulgaristan AB üyesi olunca yine unutulduk. Kaç defa aldatıldık bir saysanıza. Önce insanımızı eğitmemiz, anadilini öğretmemiz, kimliğini ayak altından alıp yüceltmemiz gerekir. Bulgar bize merhaba demiyor.  Görmüyor musunuz?

Sizin hazırladığınız Tüzük ve Programla ülkede bir şey değişmez. Bizim için birinci ve en önemli değer Türk kimliğimizdir.

Türk kimliğimizin yüceliğini tanıyorsanız konuşmaya başlayalım.

Ötesi – jender toplum programından birinci halkadır.

Değişen bir şey yok.

Okuyanlara teşekkürler.

Kendinize iyi bakınız.

Paylaşınız.

Teşekkür ederim.

Reklamlar