ismail cingoz1 İsmail CİNGÖZ*

Türkiye 15 Temmuz 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisinden bir grubun, emir komuta dışarısına çıkarak “Darbe Yapmaya Kalkışması” ile karşı karşıya gelmiştir.

Darbe girişiminde bulunan askerler,  kökü dışarıda olan bir ideolojik yapının (Fethullahçı Terör Örgütü) çok uzun bir süredir sinsice örgütlenmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Fakat bu örgütlenmenin esasında yalnızca TSK içerisinde olmadığı, devleti yöneten karar alıcı mekanizmalar tarafından uzun bir süredir bilinmekte olduğu ve temizlik yapılmaya çalışıldığı kamuoyu tarafından bilinmektedir.

Türkiye 1960, 1971 ve 1980 yıllarında TSK’nın fiilen yönetime el koyması ile darbeler yaşamış bir ülkedir. Ve bu darbeler kendi dönemlerinde öyle ya da böyle halk tarafından zımnen kabul gördüğü görülmektedir Çünkü o darbeleri gerçekleştirenler çok iyi organize olmuş ve darbenin meşru kabul edilebilmesi için gerekli zeminin bir şekilde oluşturulmuş olduğu ilerleyen süreçte anlaşılmıştır.

15 Temmuz darbe girişimi ise halk tarafından engellenmiş olması ile ayrı bir yere ve öneme haizdir. Bu konuda bir çok yorum ve değerlendirmeler çeşitli basın ve yayın kuruluşlarında değerli akademisyenlerce ve konuya hâkim kişilerce yapılmaktadır.

Bu darbe girişimi yaşanırken gözden kaçırılmaması gereken başka bir husus daha vardır. Türkiye darbe girişimi yaşarken, en az darbe kadar önemli başka iki tehlike daha atlatmıştır. Şöyle ki; darbe girişimi yapan TSK mensupları ve yandaşları bu eyleme başladığı an itibariyle TSK ikiye bölünmüştür. Bu olaylar yaşanırken ya IŞİD güney sınırlarımıza saldırmış olsaydı ya da PKK terör örgütünün Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimiz başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarına top yekûn bir saldırısı ile iç isyan hali yaşanmış olsaydı!!

Çünkü darbe girişiminde bulunan bir grup TSK mensubu ile bu girişimde yer almayan, hükümete bağlı TSK mensuplarının biri birleri ile mücadele ettiği bir kaos ortamı yaşanmıştır. Darbeye karşı mücadeleye destek veren Emniyet kesimi ile darbeci kesimin saldırısı altında olan Emniyet kuvvetlerinin olduğu bir hal yaşanmıştır. En önemlisi de darbecileri içten içe desteklen, yıllardır devlet içerisinde yuvalanmış ve hala temizlenememiş kesimlerin pusuda bekliyor olma hali… yaşanmıştır.

“Kurt puslu havayı sever” sözünden hareketle, darbe girişimi yaşandığı süreçte ülkemiz harici bir saldırıya uğrasaydı, PKK yandaşları da bir isyan kalkışması yapsaydı?? “Allah korusun”, ya da “Allah korumuş bizi” değil mi? Türkiye büyük bir tehlike daha atlatmıştır.

Türkiye’de halen meşru bir hükümet iş başındadır. Elbette hükümete oy veren hükümet taraftarları ile oy vermeyen muhalefet kesimi vardır. Ve demokrasinin gereği olmalıdır da. Aksi halde demokrasi olmaz…

Ülkemiz bu sınavdan da başarı ile çıkmıştır. “En kötü demokrasi, en iyi darbeden iyidir” sözünden hareketle siyasi partiler ile halk tek yürek hareket edebilmiştir. Yasal süreç devam etmektedir ama bu süreçte gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus da doğası gereği “emir-komuta” altında hareket eden yani görevin mahiyetini bilmeden kışlasından çıkan/çıkartılan askerler ile darbe yapma amaçlarını gizleyerek emir veren komuta kademesi aynı kefede tutulmamalıdır. Türk adaleti belki ağı aksak ilerler ama adil kararlar alır. Bizim de adaletin yerini bulacağına olan inancımız tamdır.

* Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı, BULTÜRK Derneği Ankara Temsilcisi, cingözismail01@gmail.com

Reklamlar