Nedim AKIN
Tarih:  12 Ağustos 2020

Siyasette gün batımındayız. Geçen hafta Dr. Nedim BİRİNCİ Beyin “Yeni Baştan Mı Başlıyoruz?” yazısı beni etkiledi. Gerçekten de Bulgaristan’ın son 30 yılda yaşadıklarına baktığında insanın aklı duracak gibi bir durgunluk yaşandı. Olaya, “geri saymak dedik” anlatamadık, “iki adım ileri bir adım geri dedik” o da tutmadı. Oysa konumuz hep her sızısı yüreğimize vuran vatan Bulgaristan’dı.

Felsefe ile ilgilenenler bilir. Statik ve Dinamik yani hareket (devinim, dönemi vardır. Statik (durgun) devir, adı her felsefe dersinde birkaç defa geçen, düşünce işlerinin Milattan önceki dehası Aristoteles devridir ve Avrupa’da ta Orta çağlara kadar sürmüştür. Bilginize sunarım, Aristoteles kurduğu akademide okuyanların kafasını kalıplamak için bir “dünyada çelişki yoktur” konunu çıkarmıştı. Ve kanun mantıkta yaklaşık 2 bin yıl hakim olmuştur. Dünya dönüyor, her şey devinim, değişim ve gelişme, alçalma, yükselme, yaşlanma vs içindedir diyen pek çok aydın kellesi kaymıştır.

Satır arasına sıkıştırıyorum, Bulgaristan’da 1952’de Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesinde Türkçe Felsefe ve Mantık eğitiminden sonra aynı Üniversite’de (devletin kendi eliyle yerleştirdiği Ahmet Doğan’dan başka) Felsefe dersi görmüş kişilerin parmakla sayılır kadar az olduğunu belirtebilirim. Ahmet de derslerine iyi bakmamış ki, 2000 yılında Çar II. Simeon Başbakan olmak için Bulgaristan’a getirilmezden önce, “Saraya” Sofya Üniversitesi Psikoloji Profesörlerinden Lüdmil Georgiev ve kıdemli istihbaratçı Petır Yapov gönderilmişti. Ahmet Emin’in beynine kurşun çekip 3 çocuğunu öksüz bırakarak cehennemi boylamasına dayanamayan Yapov “Saray” dan ayrılıp “DS ve KGB Şeytanı – Doğan” kitabını yazdı. Bu eserinde o, Doğan’ın “statik – durağan – yetiştirildiğini ve başkasının hiçbir şeyinin olmasını istemeyen bir egoist olduğunu” özellikle belirtmiştir.

Şunu söylemek istiyorum. Okuyanlarımı küçümsemiyorum, yanlış anlaşılma da olmasın bizde derviş kalmadı, göç selleri hepsini aldı götürdü. Şuna vurgu yapmak istiyorum, çünkü bizim dervişlerimiz gezip gören ve düşünce yayan şahsiyetlerdi. Onlarsız biz bir bakıma öksüz kaldık. Bulgaristan topraklarından gelip geçen ve gördükleriyle birlikte düşüncelerini de hatıratlarına kaydeden ilk son düşünür Evliya Çelebi’dir (1611-1682).

Bulgaristan’da ve biz Bulgaristan Türkleri arasında Feylesof, bilge biri yoktur. Sofumuz da kalmamıştır. Kimse alınmasın ancak “ikinci derece düşünürlerimiz vardır.” Bunlarda lise öğretmenlerimizden sosyal derslere girenlerdir. Düşüncelerini Bulgarca idrak edip anlatabildiklerinden dolayı halktan kopmuş kişiler olduklarını söyleyebiliriz.

Osmanlı devrinde adı Yukarı Cuma (Blagoevgrad) şehrinde açılan Amerikan Üniversitesinde Felsefe okuyanlarımız ve hatta bitirenler var. “Uzmanlık alanın” sorusunu sorduğumuzda hep “Eski Yunan Felsefesi – Aristo Önü-Sonrası” cevabını alıyoruz. Aristo komşu çocuğu, komşu yeri Selanik kasabalarında doğup yetişmiş, insanlığa bıraktıklarını bilmemiz iyi olur tabii, faydalıdır da okunanlar ve uzmanlık alanı “statik döneme ait” olunca “odun kafa” kadro yetiştiriliyor. 30 yıldan beri Bulgaristan’ın yarını konulu bir bir türlü başlamıyor. Ortaya atılan fikirler de tutmuyor.

Bunlar beni çok düşündürüyor. Bizim memlekette bir defa FEYLESOF (düşünür, bilge adam) yok. Olsa aklıyla toplumu ileri çekerdi. Dış ülkelerde eğitim görmüş ve parlamaya çalışanlara da,  şimdiki gösterilerde olduğu gibi, genelde “Sorosçu” etiketi yapıştırılıyor. Sorosun adı da “turuncu” ve bilmem daha hangi renkte darbelere karıştı ve karışıyor.  Aklı sivri kadrolar ve düşüncesi eleştirel (olumlu eleştirel) yetişkinler de var aralarında, fakat devlet üniversitelerine işe alınmadıklarından dolayı, Sofya kenarındaki “Yeni Bulgar Üniversitesi’ndeki sosyal fakültelerde eğitim alıyorlar. Yani genelde ülkemizde dinamik düşünceye sahip, Felsefi Algıyı örnekleyebilen kadrolar, sosyal yaşamın yeni öncüleri yetiştirilmiyor. Bu böyle olmasaydı, Sofya meydanında her akşam 10 konuşma yapılır ve halk her akşam biraz daha aydınlanırdı. Ülkede B. Borisov döneminin kapanışı bile bilinçli ve çatlayıp patlamadan, bu kadar inatlaşarak olmazdı.

Neyse konumuza girelim, ne de olsa “Antik Felsefe” de kullanılan   “mukayeseli mantık” açısından “Todor Jivkov ve Boyko Borisov” karşılaştırması yapan gazeteci Aleksandır Andreev’in “Deutche Welle” (Almanya’nın Sesi) Radyosunda Bulgarca yayınlanan yazısını aynen veriyorum.

Aleksandır Andreev, babası 1946 yılından yargısız öldürülenlerden birinin oğludur.

Tercüme:
“Borisov bildiklerini T. Jivkov’tan öğrendiğini kendisi itiraf ediyor. Öyle de olsa, uzun süren yöneticilikten tam ne zaman çekilmesi gerektiğinin farkına varamayan Jivkov’un final yanlışlarını görüp ders almamış olacak ki, bazı işlerin farkında olmadığı görüyoruz.

Yaşlı Bulgaristan vatandaşları, 10 Kasım 1989’da Jivkov istifasını sunarken, dudağı düşmüş ve sönük bakışını hatırlayacaklardır.

Borisov’un torunlarıyla fotoğrafında daha şen bakış gördük. Fakat onun “Zaman torunlarımın tebessümleri ve benimse karar alma zamanımdır” sözleri yakında istifa etmeye hazırlandığına işaret oldu.

Bulgar Başbakanı T. Jivkov’tan çok şeyler öğrendiğini kendisi itiraf etti. Gerçekten de T. Jivkov’un son yanlışından bir şeyler öğrenememiş gibi duruyor. Problem, İktidardan çekilme zamanını belirlemekte gizlidir.

Eğer biz “Bulgaristan’ın yeni bir 10 Kasım’ın eşiğinde bulunduğunu düşünüyorsak,” öğretmen ve öğrencinin hayat yollarının benzerliği üzerinde bir göz gezdirelim. İkisi de bu yola kaba güç kullanarak başlamışlardır.

Jivkov Partizan müfrezesine katılmış.
Borisov, dalaş sporlarında eğitilmiş, kaba kuvvet kullanan birimlerde görev almıştır.

İşin sonunda ise ikisinin de güç kullanmak istemeyişini izliyoruz.

Her ikisinin de göre süresinde en fazla kullandıkları yaklaşım, kavram ve değimler şunlardı:  öncelik tanıyoruz, önerilerinizi aldık, imtiyazlısınız, şerit kesiyoruz, dış amirlerden akıl alıyoruz, rüzgâr şiddetlenince eğiliyoruz, hızı kesilince doğruluyoruz.

Jivkov ve Borisov’un ömrünü uzatan bu uygulama yöntemi oldu.

Aynı zamanda yıllarca yontularak ve yoğurularak oluşan Bulgar idare adamına hayran olmamak elde değil: İyi yürekli idareci; “halktan biri” “siz basit ve görgüsüzsünüz, ben de alelade biriyim ve iyi anlaşıyoruz.”

Dahası var: “Jivkov 2 Bulgaristan kurdu. Botisov anayolları yaptı. Bu işlerin kalitesi ve fiyatını sormayacaksınız. İşlerin yasal ve yasa dışı yollarla mı yapıldığına ve paraların nasıl ödenip paylaşıldığına da burun sokan olmayacak.

Bizdeki yönetim biçimi basittir: İktidarı ayakta tutmak için, içerde ve dışarda, bizden sorumlu olanların gözünde şirin olalım.

Bulgar devlet raporlarına bakıldığında bu 2 yönetici zamanında ülkede çok şiddetli etnik çatışma ve arbede olmadığı yazıyor. Türk isyanı kayda girmemiş. Öldürülen 200 Müslümanın da adları yazılmamış. Toplama kamplarına ve hapislere gire 15 bin Türk’ten söz edilmiyor. Önemli olan defterde, kitapta yazan, dosyalanmış olandır. Örneğin ”Belene” ölüm kampına Türk adı ile giren ve Türk adıyla çıkan kimsecikler yoktur. Önemli olan yazılmış olandır ve Bulgar’ın yazdıkları kayda geçip dosyalanmış olanlardır. Bulgar atlarımızın hepsi de arşivlenmiş ve dosyalarda durmaktadır. Bizde her şey statiktir, durağandır, bekletildikçe olgunlaşır.

“Deutsche Welle” şöyle devam ediyor:

“Todor Jivkov görevde kaldığı sürece politik tutukluları hapislere tıktı, yüzbinlerce Bulgaristan Türkünün tüm haklarını ellerinden aldı, hepsini esamiden sildi ve ülkeden kovdu, zulüm uyguladı, fakat “güneş batarken”  ülkeyi kana boyamaya ve çok büyük sayıda vatandaşı öldürmeye hazır tutulan silahlı güçleri halkın üzerine salmadı.

Borisov yöneti yıllarında hep “alttan almaya”, “yağlı ballı konuşmaya”, “olayları fazla kırıp dökmeden çözmeye” gayret etti. Şimdi artık o da “Güneş batımında” ve başka türlü hareket etmesini beklemek sanki yanlış olur. Şu da var, kendini haklı göstermek için hangi yalan söylenirse söylensin, bir Avrupa Birliği ülkesinin Başbakanı haklı isteklerle gösteri yapan insanlara karşı silah dökemez ve meydanları kana bulayamaz.

Önemli olan her şeyin olduğu gibi durduğu gibi yerinde kalması ve sükûneti korunmasıdır. Bizim var olan durumumuz işte budur.

Sonuç:

Tüm bu anlatmaya çalıştıklarımızdan nasıl bir sonuç çıkarabiliriz.

Bulgaristan Sokak ve meydanlarında gösteri yapan, çadırlarda geceleyen gençler Todor Jivkov’u ve onun devrini tanımıyorlar. O yıllarda biz “Hak yarattı Alemi” desek de inanan yoktu. Çok bilirsen cop ve sopa, saatlerde kötek vardı. Dövülmeyen adam kemik sızısı nedir bilmez.

Şimdi direnenler durağanlığı reddediyor ve DEVLETİN YENİ STARTINI İSTİYORLAR. Hangi noktadan yeni baştan başlamalıyız acaba? Bana kalsa kafalarımızdan!

1989 sonunda da milyonlarca vatandaş yeniden başlayalım demişti. Durgunluk istemiyoruz diye haykırıyordu. Şimdi yazmak kolay. O zaman o milyonlar aldatıldılar. Kimin tarafından aldatıldılar? O günlerin güçlüleri tarafından. Onlar 30 yıl öncesindeki bulanık sularda avlandılar ve günümüzün OLİGARŞİ;-milyarderleri oldular. Yani yeniden başlamak isteyenler önce uyansınlar, manipüle edilmekten ve politika aracı haline getirilmekten ardından yalanlara kanmayacak olgunluk ve bilinç düzeyine yükselsinler. Zorunlu yükselmelidirler. En önemlisi de yerinde sayan Bulgar devletinin bundan böyle nerelere yönleneceğini artık görebilmelidirler.

Okuyanlara teşekkürler.

Korona virüs meselesinde el yıkama, mesafe ve maske işlerine dikkat etmeye devam.

Davamız ortaktır.

Reklamlar