Ertaş ÇAKIR

Konu:   Neden birlikte olduklarını bilmeyenlerin sorunları

Ben derinleşen olaylardan korkarım. Çünkü derinleştikçe altından ne çıkacağı belli olmaz. Konular, kafa yormakla kendiliğinden çözülmez. Son gelişmelere bir bakalım.

Çocukluğumda nenem ablama sevgiyi bir ırmak olarak anlatırdı. “Sevgililer ırmağın iki yakasıdır” derdi. “Sevgi ırmak suyudur. Irmak yakadan yakaya ne kadar doluysa, sevgi de o kadar büyüktür. Sular azaldıkça sevgi azalır. Irmak kuruduğunda sevgi biter. Dikkat et kızım!” olurdu son sözleri.

Bu hiçbir kitapta yazılmamış kural, hayatın her yanında yaşıyor. Politikalarda bile.

Bir düşünelim. Sıkça “Balkan Karanlığı”ndan, “Bulgaristan çıkmazı”ndan, “Avrupalılaşma” tasarımlarından söz ediyoruz. Onları yaratıyor ya da eleştiriyoruz.

Son dönemde, Avrupa Birliği’nin üçte biri, ister kolu deyelim, ister bacağı, kaydı gitti. Sakat kaldık. Lehçemize yeni giren “brexit” değimi, bütün topluluğu neredeyse ölümcül sakatladı. Bulgaristan da deprem yaşadı.

Şimdi biz bu olayı Avrupa kimlik belirlenmesi açısından ele alırsak, hiç kimse yaralı bir kimlikten olmayı kabul etmez. Bulgaristanlı olup da Büyük Britanya’da çalışanlarda, bir başka hava esiyordu, sanki dedeleri hazar boylarından Tuna vadisine gelenlerin tohumundan ve Bizans çağında ezile dirile sürünürken “aman bizi kurtar” diye Osmanlı boynuna atılanların suyundan değiller.

Kendi Doğulu geçmişini reddedenlerle 20–30 yıl sonra görüşmek istiyorum. Bu gidişle Hindistan çok farklı bir uygarlık kapısı açabilir. O zaman “Bizi karıştırmayınız lütfen, biz Bulgaristanlıyız ama Romen değiliz!” deyenlerin yüzüne bakmak istiyorum. Tarih tekerrürden ibarettir diyenler, her zaman haklı çıkmıştır.

Bir de şu Avrupa uygarlığına öz katkının sunulması sorunu var. Avrupa ismini bir defa, antik Yunan döneminin baş tanrısı Zeus’un sevgilisi Lübnan’lı Avrupa’nın isminden almıştır. Sevgilisinin ismi hala yaşasa da, Zeus’u ebedileştirilmesi için m.ö. 450 yılında yapılan ve dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen heykel, zamanla zengin yunanlılar tarafından o zamanki adıyla Konstantinopolis denen İstanbul’a taşınmış ve 462 yılındaki büyük yaygında yok olmuştur.

Bugünkü Hıristiyanlık da Küçük Asya’da doğmuştu. Sonra Eski Kıta’nın manevi dayanaklarından olmuştur. Yeni din yaratmak besbelli ki çok zor. Bu yüzden, Hz. İsa’yı tanıyan ve tanımayanlar ardından 4 İncil yazmış ama kanımca dinleri yaratan halkların kendisidir. Hıristiyanlık bir halk dini olarak Anadolu’da yaşayanlara ruhsal huzuru taşımaya çalışırken eli kalem tutmayanlar ezberine bin İncil yazmışlar. Avrupa ise, Hıristiyanlığa sahip çıktıktan sonra, her şeyi reform ettiği gibi İncillerin de özünde değişiklikler yapmaya kalktığında, 30 yıl ve 100 yıl savaşları yaşadı. Öyle ki, Anadolu’da huzura anahtar olan bir din, Avrupa’da kara bulutlar arasından yeri göğü yaran şimşekler çaktırabilir.

Bir de şu kültür meselesi var. Kültür de Avrupa toprağında ve toplumlarında bitmemiştir. O da eski Yunan’da kök ve dal budak salmış. Anlamında, tarihi, toplumsal gelişme süreci içinde, yaratılan bütün maddi ve değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür. Arapçası “hars”, Türkçesi de “ekin”dir. Avrupa bunların tümünü Küçük Asya’da derlemiş toplamış ve almıştır. Çaldığı kültürel anıt parçalarından büyük büyük müzeler de yapmıştır. Kısacası, Avrupalılar Andersen’den Grim Kardeşler ve le Fontane’den önce masal ile efsane arasındaki farkı bilmediklerine, her şeye “olmuş olaylar” diyormuş.

Özlenen Avrupa’yı manevi olarak oluşturan sacın üçüncü ayağı da, I. Justinyan hukukudur. Yani yazılı adalet anlayışı 1500 sene derin köklere dayanır. O, diller, dinler, aşiretler, kastlar, zengin ve fakirler üstü bir hukuk anlayışıyla, insanoğullunu adalet subyesi yapmıştır. Basit bir anlatımla, Bulgaristan’da Todor Jivkov zamanında olup bitenlere, yargısız infazlara, keyfi tutuklamalara, hiçbir suçu olmayan insancıkları Türkçe konuştular, Çingenece sövdüler gerekçeleriyle sürüm sürüm süründürmeye kesin kırmızı ışık yakmıştır. Bu anlayış bugünkü Bulgaristan Başbakanı B. Borisov’un duruşma salonuna girdiğinde yargıcın, Yüksek Mahkeme Başkanı’nın ayağa kalkmasına da kesinlikle olmak üzere, daha o zaman “hayır” demiştir. Bir de şu var, bugün de bizde uygulanmıyor ama katillerin serbest dolaşması, isimlerimiz zorla değiştirilirken 40 kişinin köy ortasında sokakta kurşunlanmasına ve hiçbir katilin tutuklanıp yargılanmamasına asla yol vermez. Bu bakıma, bugün hala AB içindeyiz diye göbek atarken, adalet reformundan korkma sebepleri arasında bu gibiler en başta gelir. Belki tüm katillerin son yolculuğuna çelenkle uğurlanması bekleniyor. Bu konuyu çok uzatabilirim, fakat yazmadan anladığınıza inanmaya başladım.

İşte bu esas temel üzerine kurulan Avrupa demokratik bünyesinin en güçlü kalesi olan Britanya’da “AB’den çıkalım” kararına Edenburg parlamentosunda münasebet alan İngiliz Kraliçesi II. Elizabet, “halk oylaması oldu” deyemedi. Ve gerçek demokrasi kuşkusuz,  işte bu Kraliçeye dilini yutturan andır.

Ve ortaya çıkan sorun: Parçalanmış kimlik olur mu?

Ve, Avrupa Birliği kimliği Britanyalılara neden dar geldi?

Biz sömürgeciliği anakentlerinde doğmadığımız için bu sorunu zor cevaplayabiliriz.

Bulgar basınına ya da Varşova gazetelerine bakarsak, İngilizler eski sömürgelerinden (Avustralya, Hindistan ve Güney Afrika Cumhuriyeti) gelen konuk işçiler karşısında Güney Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden gelen işçiler daha nitelikli olduklarından tercih edilmekte ve Britanya Birliği içinde gerginlik doğmasına neden olmaktadır. Yayılan kanıya göre, Avrupa Birliği ülkelerinden serbest işçi alınmasına son verilmesi sorunlara çözüm olacaktır. Ilımlı yorumlara rağmen, Bulgaristan’da bu sorun ciddi endişe uyandırıyor, çünkü 178 bin Bulgar genci şu an İngiltere’de işte bulunuyor.

Kuşkusuz dünyada boş yer yoktur. Bulgarlar İngiltere’ye gide dursunlar, artık 100 bin Türk iş adamı geldi ve Bulgaristan iş yeri açtı, vergi ödüyor ve çalışıyor.

Avrupa’da bulunduğumda “Balkan karanlığı” sözüyle çok kez karşılaşmıştım. Bulgaristan’ın Aydınlanmayı Osmanlı imparatorluğunda geliştirip yaşadığı kakalanıyor. Ve pek anlayabilmiş değildir. İngiliz sömürgelerinde uyanış çağı yaşamış millet yoktur.  Osmanlı bir sömürgeci devlet de değildi. Oysa görüldüğü üzere, Britanya’ya giden işçilerimiz kolonilerde yetiştirilen kadrolardan çok daha vasıflı ve çalışkandır. Bununla gurur duymalıyız.

Avrupalılarda bir de Balkanları Osmanlı tehlikesine karşı Hıristiyanlığın kalesi olarak görme çarpıklık kırıntıları yaşıyor. Böyle bir ortamda Bulgarlarda bir de Avrupa Birliği dönem başkanlığı olma gururu kanatlanmaya başladı. Artık herkes gördü ki, AB’nin şimdiki anayasası (Lizbon Anayasası) Birliğe, Shengen’e, sığınmacılar sorunlarına ve sosyal çöküşü gemlemeye dar geliyor. AB herhangi bir dönemeç alabilecek durumda olmadığını gizleyemez oldu. Bunalımın derinleşmesiyle özellikle 2015’te Hıristiyanlıkçı ve milliyetçi bir hareketlenme baş gösterdi. Milliyetçiler meclislere girdi. AB ülkelerine yerleşmiş Türk işçilerin evlerinin ateşe verilmesi, camiiler dolayında beliren gerginlik, aydınların sıkıştırılması, derneklerin kuşatılması ve benzer gelişmeler “Doğu acımasızlığı”, “Doğu Barbarlığı” gibi küflü sloganların mahzenlerden çıkarılması ve hele de Alman meclisinin 1915 olaylarıyla ilgili olarak “Soykırım” demesi, sanki huzur ortamında gerginlik sayfası açtı, yeni bir ateş yaktı.

Avrupa’da rüzgârlaşan bu gelişmeler Bulgaristan’da da aşırı milliyetçilik, para-militer adıyla bilinen sivil-askeri gönüllü güvenlik örgütlenmelerini ortaya çıkardı. Bu örgütler, bazı illerde iyice yayıldı. Koordineli hareket ediyorlar. Mecliste bir sağ, öteki sol iki ırkçı parti var. Programlarının an hedefinde anti-Türk, anti-İslamcı ruh var. Bir Kara Deniz kenti olan ve il olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırına kadar uzanan Burgas eyaletinde büyük sayıda benzer örgüt kurulduğu, gece karanlığında sınır boyunda büyük gruplar halinde dolaştıkları ve savaş kaçağı sığınmacı bekledikleri, yakaladıklarıyla uygun gördükleri şekilde hesaplaştıkları ortaya çıktı. Bu güçler, geçen hafta bayraklarında “gece kurdu” belirtkesi olan bir grup motorlu Rus’un Burgas’a gelmesi vesilesiyle ciddi olaylar yarattı. Meydan dövüşünde yaralılar hastaneye kaldırılırken 15 kişi tutuklandı. Gruplardan biri “gece kurtlarının” post-komünist, faşizan bir silahlı grup olduğunu, binlerce kişiyi örgütlediğini, Kırım’ın ilhakına ve Ukrayna’da “Donesk Savaşına” katıldığını anlatmaya çalışırken, para-mili terler tarafından saldırıya uğradı.  Busgas ili Bulgaristan’da sözüm olan “Yurtsever Cephe” (PF) adı altında aşırı milliyetçi bir ruhta örgütlenen güçlerin nüvesidir. Bu örgütlenme “geçici hükümet kurma” gibi Tüzük hedefleri olduğunu gizlemediği gibi, son derece kaba ve saldırgan bir tavır sergiliyor. Güya “Yurtsever Cephe” ise hiçbir anlaşmaya bağlanmadan ve yürütme organı önünde yükümlülük üstlenmeden B. Borisov’un II. Hükümetine destek vermekte ve anti-Türk, anti-İslam hedeflerine kolaylıkla ilerlemektedir. Şu an Anayasa Mahkemesi’nde olan ve T.C. deki soydaşlarımızın serbestçe oy kullanma hakkını kullandıkları sandık sayısını 4 defa azaltmayı öngören ve meclisten geçen yasayı hazırlayan siyasi güçtür. Son dönemde Borisov hükümeti kendisinin yapmak istediği ama belirli nedenlerle gerçekleştiremediği, azınlıkları hedef alan yasa önerilerini “Yurtsever Cephe” milliyetçilerinin eliyle yürürlüğe giriyor. Bunların başında Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin devletten sökülmesi ve yürütme ve yargıda görev almalarının önlenmesi önlemleri geliyor. Şu an, saraydan çıkamayan, perde arkasına gizlenmiş ve sinsi düşmanlık siyaset uygulayan Ahmet Doğan, kardeşlerimize ve soydaşlarımıza karşı kızışan bu politikaları tamamen destekliyor.

Olaylara daha derin bakıldığında, Bulgar toplumunu oluşturan öğeler, sanki neden birlikte olduklarını, neden Avrupa Birliği ve NATO üyesi olduklarını bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar, bilseler bile açıkça itiraf etmiyorlar. 1940’larda anti-faşist savaşımda bölünen ve parçalanan, 1944’ten sonra 150 bin Bulgarin toplama kamplarında, darağaçlarında ya da kurşunlandıkları karanlık tünellerde kalan, 1990’da da toplumun arınamadığı, totaliter suçların oluşturduğu beton bloğun toplumu alabildiğine ezdiği ve bacak bağını koparanın ülkeden kaçıp kurtulduğunu sandığı bir ortamda, kimin kiminle olduğunu, kurulan ortaklıkların neden oluşturulduğu, umutların gemlendiği bir ülkede, yürünecek ortak yolun ne olduğu konularında tek görüşe varıp, kırmızıçizgi belirlemek son derece zor. Kuzeyden ve Batıdan gelen kara bulutlar çarpışacak, yıldırımlar kara toprağa boşalacak ve gökyüzü yere dökülecek ve millet sıkıcı gerginlikten kurtulacak da, kurtulamıyor.

Öte yandan, 2004’te NATO ve ardından 2007’de AB, bizi ve Romanya’yı üye aldı. Güney Doğu Avrupa’ya genişledi. Ardından bu köprüye Hırvatistan da ekledi. Yunanistan zaten üyeydi. Bu adımlar, Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’nin genişleme stratejisine köprübaşı, bir ayak olması içindi. Türkiye, Kafkaslar, Yakın Doğu hedefti.  Gerçekler şaştı. Bulgaristan sınırlara tel germe siyasetinde öncü oldu. Sığınmacı almam, toprağımı çiğnetmem dedi. AB genişleme stratejisinin uygulanmasına kalkan olmayı seçti.

Bunalım ne zaman derinleşir?  AP kendi içine kapanırsa sorunla çözümsüzleşir. İngiltere’den sonra kopmak isteyenler hareketliğinde NATO durduramaz.

Geçen yüz yıl Batı Avrupa, Kuzey Avrupa ve Güney Avrupa olan Avrupa, 21. yüzyılda Balkanlara Güney Doğu Avrupa adını verdi ve 4 parçayı birleştirdi. Avrupa kavramı artık bugün Avrupa Birliği ile eş-anlamlı oldu. Buna karşın, kıtanın Güney Doğu bölümleri, politik, sosyo-kültürel ve dinsel bakımdan Avrupalılığı sorgulanan ülkeler olarak, isteseler de istemeseler de yeniden tanımlanıyor. Ayrıca, bu ülkelerin ekonomik ve hukuksal standartlarının yetersizliği de bir gerçektir. Kıtasal bütünleşmenin satıhsal reformlarla gerçekleşemeyeceği gün ışığına çıkmıştır.

Bir de, 11 Eylül’den beri, klasik kitapların hiçbirinde sözü edilmeyen, hatta yukarıda sıraladığımız, AB manevi dayaklarında yakın uzak yer almayan, anti-terörizm siyasi sahnede omurga oldu. T.C. Başkanı Sayın R.T. Erdoğan’ın defalarca vurguladığına göre, kimin “terörist”, kimin “anti-terörist” olduğunu saptamanın oldukça zor olduğu son dönemde, propaganda araçları geleneksel yalan dolan dokuma taktikleriyle komünizmi, terörizmle, onu da şimdi “İslam tehlikesiyle” değiştirmeye çalıştı. Bulsalar her Müslüman’ı “terörist” yapacaklardı. Burkalı Bayanlara ceza kesiliyor. Memleket dilini konuşamayanlar artıyor.

İstanbul “Atatürk” Uçak Limanı saldırısından sonra olay yerinden yapılan canlı röportajlarda, “anti-Türk” ve “anti-Türkiye” propagandasının daha tesirli olma kavgasında çok inceldiği dikkati çekti. İzledikçe “herkes kendi işine baksın” demek geldi, hep içimden. Rusya-Türkiye siyasi tıkanıklığı aşılınca ise, gel bak sen kekelemelere. Ateşe düşmüş demir gibi kıvrıldılar gerçeklerin közleri üzerinde… Yağcı Bulgaristan Türkü  “gazetecilerden” veya  “politik yorumculardan” hiç biri, şimdiye kadar her konuda bilirkişi geçinseler de,  bu defa ekranlara çıkmadı, radyo yayınlarına katılmadı. Türk halkının acısı susarak paylaşıldı. Onurlu Türkler sürüsünden ancak BG “Zaman” ayrıldı. Somut cümle kurmakta zorlansalar da, fırsat bulabilselerdi, Başkan Erdoğan siyasetine dil uzatmak istediklerini gizleyemediler.

Kendilerini Avrupalı sanıp, Avrupalaşma siyaseti ardına gizlenenler, Türkiye’ye karşı mesafeyi, tel duvarlar boyunda gönüllü nöbet vererek veya canlı yayında kendini unutarak, uygarlığın yeni standartları şeklinde tekerlemelerle yerleştirmeye gayret gösteriyorlar. Onlar için Türk olmak her zaman “standart dışı” oluyor.  Bununla birlikte ülkedeki etnik dil, din, kültür azınlıklarında aşağılık kompleksi yaratma çabaları da dikkatten uzak kalmıyor.

Bu gelişmeler karşısında, bir sivil toplum örgütü olarak BULTÜRK derneği, yaklaşan seçimler havasında, aşağılanmadan sıyrılma, ortak erdemler etrafında buluşma ve hepimize yararlı olacak bir oyun kurmak zorundayız, görüşünü yeniden duyuruyor. Karşımızdaki ırkçı ve aşırı milliyetçi güçlerin uyumadığını görüyoruz. Bizim de birleşmemiz ve onların tüm hesaplarını boşa çıkararak oyunlarını bozmak ana hedefimiz olmalıdır. Zaman oyun kurma zamanıdır.

Hayırlı Bayramlar.

Reklamlar