İbrahim Yalımov, Şumen’in Grdaişte köyünde doğdu. 1953’de, Şumen Türk Lisesi’nden mezun oldu. Daha sonra Sofya Üniversitesi’nin Felsefe-Tarih bölümünü bitirdi. 22 yıl, Bulgar Bilimler Akademisi’nde çalıştı. Yaklaşık 22 yıl Yüksek İslam Enstitüsü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Yayınlanan eserlerinden bazıları “Bulgaristan’da Türk Toplumunun Tarihi”, “Kemalizm ve Bulgaristan’daki Yankıları”, “İslam ve Demokrasi”dir. Baskıda olan kitapları: “Bulgaristan Türk Tolumunun Etnik, Kültürel ve Dinsel Kimliği”, “Bulgaristan’da Azınlık Hak ve Özgürlükleri”. 1998-2002 ve 2006-2012 yılları arasında iki dönem Yüksek İslam En­sti­tüsü’nde rektölük yaptı. Son günlerde, ana dili konusu tekrar gündeme geldi. Parlamentoda tartışma konusu oldu. Bu vesileyle yıllardır Bulgaristan Türklerinin kimliği üzerinde araştırmalar yapan Doç. Dr. İbrahim Yalımov ile röportaj yaptık.

Tarihçi Doç.Dr. İbrahim Yalımov
Tarihçi Doç.Dr. İbrahim Yalımov

Sayın, Doç. Yalımov, Bulgaristan’daki Türkçe’nin dünü ve bugününden bahseder misiniz?

Elli küsür yıldan buyana, Bulgaristan’da ana dili eğitimi ve özellikle Türkçe dersleri bir sorun haline geldi. 1960’tan sonra Türk okulları kapatıldı. Ardından Türkçe dersleri yavaş yavaş kısıtlanmaya başladı ve 70’li yılların ortasında Türkçe eğitimi tamamen müfredattan kaldırıldı. Demokrasiye geçiş yıllarında, Türkçenin okullara girmesi sağlanabildi. Bulgaristan, 1991’de bir Anayasa onayladı, bu onaylanırken ben birkaç öneri sundum. Bunlardan biri de ana dilinin okutulmasıydı. Anayasanın 36. maddesinde, Bulgaristan’da ana dilleri Bulgarca olmayan vatandaşların kendi ana dillerini öğrenme hakkına sahiptirler yazıyor. 1991’in son aylarında, Büyük Millet Meclisi eğitim yasasını onayladı. Eğitim yasasının 8. maddesinde Türkçe derslerinin okullarda okutulamayacağı yazıyordu, okul dışında öğretilebileceği belirtiliyordu. 1992’de Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin desteği ile Demokratik Güçler Birliği yeni bir hükümet kurdu. Bu hükümet Türkçenin belediye okullarında okutulmasına müsaade etti. 1998’de, Anayasanın 8. maddesinde düzeltme yapıldı ve belediye okullarında ana dilini okuma hakkı yasal olarak elde edildi.

Okullarda, Türkçe dersleri nasıl okutuluyordu?

Türkçe dersleri seçmeliydi ve böyle olunca, çocuklar ana dili derslerinin yerine İngilizce, bilgisayar gibi başka dersleri tercih etmeye başladı. 1992’lerde Türkçe derslerine yaklaşık 110 bin öğrenci devam ediyordu, son bir-iki yılda yapılan araştırmalara göre, bu sayı 7 bine düşmüş. Yani çocuklarımızın ancak yzüde 10’u Türkçe okuyor.

Bunun böyle olmasının sebebi nedir?

Bunun farklı sebepleri var. Bu sadece ders kitaplarının olmamasıyla açıklanamaz. En önemli sebep, Türkçenin belli başlı şartlara bağlanmış olmasıdır. Örneğin, her ders yılının sonunda anne-babalar gelecek ders yılı için çocuklarının Türkçe okuyacaklarına dair bir dilekçe doldurmaları gerekiyor. Ana dilinin okutulması için, bir grupta en az 13 öğrenci olması lazım. Okullarda, Türkçe diğer derslerle denk değil. Çocuk, ana dili dersinden zayıf not alsa bile sınıfı geçiyor. Tabi, bir de ders kitabı sorunu var. Bir diğer sebep ise, Türkçenin yani ana dilinin sadece evde kullanılabilir bir dil olarak değerlendirilmesidir. Yani aile dili olarak tanımlanıyor. Ana diline öteki dillerle eşit bir dil olarak bakılmıyor. Dil çok önemli bir fenomendir. Dil toplulukların oluşmasında son derece önemli rol oynuyor. Dil, tarih şuurunu nesilden nesile aktarmak için bir vasıtadır. Kısaca, dil kimliğin başlıca belirtisidir. Hatta Fransalı bir filozof, kimlik dildir diyor.

1970’li yıllardan buyana, dünyada artık çokkültürlü yaşam modeli konuşuluyor. Böyle bir modelde, ana dili eğitimi ne ne şekilde olmalıdır?

Bu model, önce Kanada, Avustralya, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde uygulanmaya başladı. İşte burada dil sorunu da ortaya çıkıyor. Şimdi ise insanların uzun zamandır bir arada yaşadıkları için birbirilerini etkiledikleri söyleniyor ve bunun gönüllü olduğu için de bunda bir sakınca görülmüyor. Azınlıklar çoğunlukların kültürünü kabul etmeye başlıyor ve böylece bunların bazıları birer-ikişer grup halinde çoğunlukla bütünleşiyorlar.

Bizdeki durum nedir?

Bizde, Türkçe giderek kullanım alanını daralttı, fakat 2-3 yıldır bu durum Bulgaristan Türkleri arasında, özellikle aydınlar arasında duyarlılık uyandırmaya başladı. Türkçenin sorunlarını ele alan konferanslar, yuvarlak masalar vb. etkinlikler düzenlenmeye başladı. Türkçe eğitiminin gereken seviyede olmadığı ortaya konuldu ve Türkçe derslerinin düzenlenmesi istenmeye başladı. Aynı zamanda, 2-3 yıldan beri Bulgaristan’da bir eğitim reformu söz konusu, bununla ilgili bazı yasa taslakları ortaya konulup inceleniyor. Bir yandan ilköğretim yasa taslağı, diğer yandan yüksek öğretim yasa taslağı var. Bu taslaklarla ilgili Bulgaristan’da çeşitli yerlerde, çeşitli gruplar birtakım öneriler ortaya attı. Örneğin, bizim Sofya’da Kültürel Etkileşim adında bir derneğimiz var. Bu derneğin adından birinci taslakla ilgili bir öneri sunduk ve bunu eğitim bakanlığına gönderdik. İkinci bir yasa taslağı da ortaya çıktıktan sonra, biz on dernek bir araya geldik ve ortak bir öneri hazırlayıp parlamentoya gönderdik. Bizim önerimiz, bütün eğitimi kapsıyor. Şahsi kanaatime göre, eğitimde önemli düzenlemeler yapılması gerekiyor, eğitim sistemi kültürlerarası etkileşim temeli üzerine kurulmalıdır. Çokkültürlülük modeli, azınlıklara dillerini, kültürlerini, edebiyatlarını, tarihlerini, müziğini, geleneklerini öğrenme olanağı sağlıyor, bunlarla ilgili dersler konulmasını öngörüyor.

Türkçe dersleri konusuna nasıl bir çözüm aramak gerekiyor?

Bana göre, Tükçeye ve ana diline iki yönden yaklaşmak gerekiyor. Birincisi, günümüz dünyasında gelişen süreçleri göz önünde buludurmak lazım. Günümüz dünyası çokkültürlü, çokuluslu, çok etnik gruplar dünyasıdır. Özellikle son yıllarda milyonlarca insan memleketlerini terkederek başka yerlerde geçimini sağlamaya çalışıyor ve her ülkede çeşitli azınlıklar oluşuyor, çeşitli kültürler bir arada yaşıyor. Yani mesele yalnız Bulgaristan Türklerinin sorunu değil, bu aynı zamanda Bulgarların da sorunu. Bugün 2 milyon Bulgar farklı farklı ülkelerde yaşıyor. Onların Bulgarcayı ana dili olarak öğrenmesi de bir sorun.
Biz, Türkçe eğitimini sağlam bir temele oturtabilmemiz için, eğitim sisteminin ciddi anlamda düzenlenmesi lazım. Bugün dünyada birçok insanın birkaç kimliği var. Bizim Türk kimliğimiz var, Müslüman kimliğimiz var, Bulgar vatandaşı kimliğimiz var, şimdi bir de Avrupa vatandaşı kimliğimiz var. Bunların hepsi bir arada yaşatılmalı, birbirine engel olmamalı, birbirine katkıda bulunmalıdır. İşte okul bu rolü oynayacak duruma gelmeli. Türk kimliği bir taraftan ailede, bir taraftan da okulda oluşturulmalıdır. Kimlik ailede oluşmaya başlıyor. İşte biz bunu Bulgaristan Türklerine anlatmak zorundayız. Pedagojik açıdan, hiç değilse çocuklar 1.- 4. sınıfta ana dillerini öğrenmelidirler. Son yıllarda yapılan pedagojik araştırmalara göre, iki dilin bir arada öğrenilmesi birbirine engel değil, bilakis birbirilerine yardımcı oldukları tespit edilmiş. Bu yüzden ailede çocuklara her iki dili de öğretmek lazım. Ailede ana dili ile beraber “baba dili” de olmalı. Eğer ana Türkçe konuşursa, baba Bulgarca konuşsun çocuğuyla. Biz buna yardımcı olmamız lazım ve bazı dernekler, yaz aylarında Türkçe kursları açmaları gerekiyor. Biz Sofya’da bunu yapmaya başladık, Türkçe, Osmanlıca ve dini bilgiler kurslarımız var.

 

Mehmed Ömer, Sofya – Zaman BG

Reklamlar