Rafet ULUTÜRK
Tarih: 29 Ocak 2022

Birleşik Amerika’da İç Savaş yıllarında (1861-1865) Cumhurbaşkanı görevinde bulunan Abraham Lincoln, savaştan hemen sonra Amerikalılara hitaben şöyle demiştir: “Biz, Birleşik Amerika’nın geleceğini, siyah derili nüfusun trajedisi üzerine kuramayız. Çünkü onlar aynı topraklar üzerinde birlikte yaşayacağımız, kardeşlerimizdir.”

Bu anlamlı sözleri 142 yıllık III. Bulgar devleti tarihinin 1878 ve 1944 döneminden sonra analiz masasına yatırırsak, olması istenenlerin neden olmadığını hemen anlarız. Her iki devirde de Bulgaristan nüfusu ikiye bölünmüştür: Hıristiyanlar ve Müslümanlar. Bu savaşlar bizim ortak savaşımız değildi. Bizi ayıran savaşlardı.

Her iki devirde gerek Bulgarlar gerekse Türkler milli bilinçlenmenin farklı aşamalarında bulunuyordu. Ne monarşizmde, ne de monarşi-faşizm döneminde, ne de sosyalizm ve totalitarizm yıllarında hiçbir tarihçi veya yazar Bulgar milletinin oluştuğunu yazmadı.

Tarihçilerin atası Prof. Nikolay Gençev “oluşamamış milletten” söz etti. Hele 1944’ten sonra, hele 1990’dan sonra nüfusta çözülme, azalma, ruhunda sönme belirleyici oldu. Bulgar toplumunda içine çekilme ve kendini azınlıklardan uzak tutma ve devletten ötekilere (azınlıkla devletten pay vermeme) süreci başladı.

Buna rağmen, başta Müslümanlar olmak üzere, azınlıklarda da “milli azınlık statüsü” bilinci oluştu. Bulgar milletinin normal süreçte oluşabilmesi için ülkede azınlıklar bilincinin oluşmasına yol verilmemeliydi. Eşitlik hakları, insan hakları toplumun temeline yerleşmeliydi.

Şunu önemle belirtmek gerekir. Bulgaristan Müslümanlarını ve diğer azınlıkları isim, din ve bilinç değiştirerek Bulgar unsur içinde eritme fikri sosyalizm devrinde belirmiş bir fikir değildir. Pomaklarda kırılma 1913’te ve 1934-1944 yılları arasında yaşanmıştır. Yani kısacası bu olay Bulgar ırkının milli kısırlığıyla da bağlıdır.

1962’de T. Jivkov, Bulgaristan’ı yönetemeyeceğini anladıktan ve kurtuluşun 16. Cumhuriyet olarak Sovyetler Birliğine katılmada gizlendiğini sezdiğinde, milli birlik oluşturabilmeyi sosyalist ideye bağlamaya başladı.

O zaman ilk kez “Bulgar sosyalist bilinci” kavramı belirdi. Ve bu kavram aslında, Bulgar nüfus için değil, Müslümanlar için geliştirilmişti. Çünkü sosyalist bilinç fikrine, “Bulgar soy kökü” istemi eklendi. 1973’ten başlayarak taşlar kaldırılmaya ve altında “Bulgar kırıntısı” aranmaya başlandı. Bu toplumda kırılma ve uzaklaşma, kamplaşma başlattı.

Amerika’da beyazlarla zencilerin aynı soy kökünden olduklarını iddia etmek mümkün değildi. Bu nedenle yaraların sarılması insanların eşitliği ve insan hakları, yasal meşruluk ve adalet temelinde mümkün olabilirdi. Bulgarlara tepsi içinde Prenslik sunulması, son ödeme tarihi olmayan bir açık hesaptı. Bu hesap bugün de ödenemedi. Çünkü egemenliğin fiyatı yoktur.

İnsanların kendi aralarında (dil ve düşünme kabiliyetleri olduğu için) eşit olduklarını M.Ö. 300. Yılda Stoistler söylemişti. Yine aynı Stoistler, “hayatın sorumluluğunu yüzde yüz üstüne almayan biri erginlikten yetkinliğe geçmiş sayılmaz,” demişlerdi. Bu sözler milletler için de söylenebilir.

Bulgar milleti için defalarca söylenmiştir.

Dolayısıyla bir toplumsal düzenden örneğin monarşi rejiminden sosyalizme geçerken bir millet oluşmaz ve olgunlaşmaz. Esaret altında da millet oluşamaz, çünkü bağımsız devletini kuramaz.

Ruslar 142 yıldan beri Bulgaristan üzerinden elini çekmemiştir.

Hele bugün! Şuna dikkat edelim, insanların insan oldukları için aralarında eşit oldukları fikri, dünyada hiçbir din yokken söylenmiştir.

Şu gerçekleri de asla dikkate almayan ve milli kimliklerin değiştirilebilmesinin asla mümkün olmadığını bildiklerinden dolayı, gün gelir Yüksek Divan’a ve ya devletler hukukuna göre uluslararası insan hakları mahkemesine düşersek paçayı kurtarabilmek için Türkleri Bulgar ilan etme işini İslam dinine bağladılar. “İslamlaştırılmış Bulgarlar yalanına bağlandılar ve he ryerde bu söylemler. Komünistler Aristoteles’ten beri kimlik (öz) değişmezliğini biliyorlardı. Tüm iddialarının uydurma olduğunun farkındaydılar. Çünkü Osmanlı’da Türkleştirme ve İslamlaştırma yapılmamıştı.” Bulgar Komünist Devletinde Soykırım denemesi yapıldı. Bir de bunlar bizden gönüllü olmamız isteniyor. Bulgaristan’da bu 50 yıllık sefaletin, zulmün ve çekilerin faturası ödenmelidir. “Biz Türkleri yendik. Biz Türkleri korkuttuk ya da kovduk!” saçmalıkları millet oluşturmaz, birleştirmez ve yönetemez, ancak çökertir…

Gerçekler o kadar çarpıtılmıştı ki, milli kimliğin serbest seçim, insanın içsel seçimi ve entelektüel, moral ve bütünsel manevi tavrının sorunu olduğunu iddia ettiler. Ateist olmasalar, neo-Platoncuılara katılıp, “İnsanı, Tanrı ruh olarak üflemiştir ve o dünyaya inerken kimlik kazanmıştır. Bu kimlik Bulgar kimliğidir. Utanmasalar tüm dünya halkları ruhunu ve kimliğini Bulgar kimliğinden almıştır.” diyeceklerdi. Bu masallara, milli kimliğin bir evrim sonucu oluştuğu ve Bulgarlar 545 yıl Türk yönetiminde yaşamak zorunda kaldıklarından, milli oluşumlarında gecikmişlerdir gibi kuyruklu yalanlarla süs verilmiştir.

15 bin Bulgar askerinin kaynak demirle kör edildi

864 yılında Bizans İmparatorluğu I. Boris ismini Mihail’le değiştirip Hıristiyanlık dayatırken, 52 adet en asil Bulgar soyunun yediden yetmişe kıyılıp yok edilip dipsiz mezara atıldığı biliniyor. Bu da yetmedi 15 bin Bulgar askerinin kaynak demirle kör edildiğini Bulgar halkına unutturuldu. XX. yüzyılda benim başıma gelen herkesin başına gelecek zihniyetiyle kan kabartan Bulgar yönetimi, tarihin karanlıklarından Osmanlı bağrında ısınıp aydınlanmamış olsa, milli kimliğini duyumsama fırsattı bulamamış olsa, tamamen kaybolmuştu. (Yok olmuştu!) Osmanlı koşullarında uyandılar ve dirildiler.

Yalanların gerçek olarak pazara sürülmesi sürecinde, 18 Mart 1971’de, referandumla kabul edilen Yeni (Jivkov) Anayasası ile gizli asimilasyon planlarına meşruluk kazandırma yolları da arandı. Sovyet lideri L. İ. Brejnev’le Razgrad “Voden” (1973) görüşmesinden Pomaklar sayfası sanki kapandı. 1989’a kadar etrafta yaprak kıpırdamadı.

Türkleri asimile etme sayfası açıldı.

Önce hep Sovyetlerden söz edilmeye başlandı. Müslümanlar arasından sözü geçenlere Sovyetler, yaşam biçimi, yaşam biçimi, sözde kaynaşma gösterildi. Hepsi yalanmış 1991’de Sovyetler dağıldı, Müslüman devletler egemenlik ve bağımsızlık ilan etti.

Bulgar Komünist partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu (BKP MK PB) Genel Sekreter Todor Jivkov yönetiminde toplantılarını hep gizli yaptı. Gizli hazırlıkların halka şakıyan adı “Bulgaristan Türklerini sosyalizm davasına ve BKP politikasına daha sıkı alıştırma ve bağlama” şeklinde geliştirildi.

Bu çalışmaları BKP il komitelerinde Türk sekreterler ve politik danışmanlar, Komünist Gençlik Örgütü kendi kadroları, Vatan Cephesi Razgrat ve Kırca Ali İl Komiteleri Başkan Bayan Pirova ve Bayan Durgudova, Dış İşleri Bakanlığı maaş verdiği imam ve müftüler, İç işleri Bakanlığı da ruhunu bağladığı ajanlar üzerinden yürütüyordu. 1989’a kadar meclise 22 Türk Bayan milletvekili gönderildi, Bayan Nadiye Ferhadova Devlet Konseyi üyesi seçildi. Bazı ünlü gazeteci ve yazarlar vardı.

Bilim Adamlarından Ahmet Sadullov – Osmanlı İmparatorluğu Tarihini; Cengiz Hakov – Türkiye Cumhuriyet tarihini; İsmail Cambazov –  Bulgaristan Türklerinde Ateizm; Elmaz Tatarova Bulgaristan Türklerinin Faşizm ve Kapitalizme karşı Mücadeledeki Rolü;
Ali Aliev Bulgaristan Türklerinin Sosyalizm Kuruculuğuna Katılımı vb Bunlar hepsi bu bilimsel tezlerini savundular.

Bunların hiç birinde isim değiştirme, kimlik değiştirme, Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlüklerinin sökülüp atılması ve dilsiz, dinsiz ve kültürsüz, kör cahil bırakılmaları ve hepsinin suyu çıkarılarak Bulgar kazanında kaynatılmaları gibi değimlere ve tezlere rastlamak mümkün değildir. O yılları felsefe ile anlatmak mümkün değildir. Bulgar ırmağı karayılan gibi yeraltında uzuyordu. Yer üstüne ise “aydınlanma adına” göz gözü görmeyen bir sis düşüyordu.

Ayrıca bize birçokları birçok şey söyleyebilir, fakat “Bulgaristan Türklerinde kahraman olduğu kadar haini de bol!” diyenlere asla katılamayız. 1878’de aydınlığı kaybeden halkım, çok çaba göstermesine, çok şehit vermesine rağmen bir daha aydınlığı yakalayamadı. Bu bizim suçumuz değildir. Bize zülüm edenler hayatımızı Platon mağarasındaki siluetlere benzetmeye çalışmıştır. Eski Zara ve Sofya hapishanelerini, “Belene” ölüm kampını hatırlayın! Bu dönemlerde bin bir zorla mı diyeyim, hünerle mi diyeyim mağara karanlığından kaçmayı başarınca gözleri güneş ışığında kamaşanlar, vuslat basamağına yönlendirildiklerinde önce halkımın esaret dünyasına verdiği anlam, sonuç çıkarda ve uyanış ve aydınlık ruhu saçma kabiliyetleri ve sonunda da tüm sezileri yok edilmiştir. Hapishanelerin hep zindanlarında tutulmalarının nedeni budur.

Bulgaristan’da af edilmez hainlik yapmış bir tek Ahmet Doğan’dır. Çünkü düşmanlarımızın hak ettikleri cezayı almalarına engel olmuş ve çökertilmiş halkımın yeniden dirilmesine engel olmuştur. Türk kardeşlerim ihanete zorlanmışlardır. Hain doğan Türk yoktur. Türk ana hain doğurmaz ve emzirmez.

Biz, 1971-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerini yönlendirmek için Moskova’da SBKP MK katındaki Parti Akademinde öğrenim gören ve BKP Merkez ve İl Komiteleri katlarında İdeolojik Şubelerde görev alan kadroların –  Ali Rafiev, Ahmet Arunov, Salif İlyazov, Ali Aliev, Elmaz Tatarova vb. – önder olarak başarılı olduklarını, halkın kendilerini sevdiğini söyleyemeyiz. Çünkü hepsi kendiişlerinde – öz ve niyet – olarak çelişkiye düşmüştür. Parti akademilerinde insan özünün asla değişmediği ancak yaşamın iyiden iyiye değişebildiği öğretilir. BKP MK’nin onlardan istediği ise, Türk’ten Bulgar yapmak, dolayısıyla olmazı istemek. Sosyalizm insanın ruhunu ve özünü (kimliği) değiştiren bir düzen olmaktan önce, bir sosyal-ekonomik düzendir. Toplumsal ilişkiler ve toplumsal araçlar arasındaki çelişkiler, insanın insan özünü ve ruhunu kapsamayan objektif nesnelerdir. Bu açıdan baktığımızda yukarıda adı geçen kadrolardan hiç biri eve gidip anasına “sen Bulgarsın” dememiştir. 1989 Dönüşümünden sonra da hepsinin çocukları Amerika ve Kanada’yı boylamışlar ya da Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmişler ve babalarının yüzkarası yükünü hatırlamak bile istememişlerdir. Hiç biri beni Hıristiyan mezarlığına “Papaz defnetsin’” dememiştir.

Bulgaristan Türkleri hainleri kitabı yazılmamıştır

Bu bakıma Bulgaristan Türkleri hainleri kitabı yazılmamıştır ve belki de asla yazılmayacaktır. Bulgaristan aydınları, kahramanları ve öncülerinin başından geçenler değerlemesi yazılabilir. Belki de bu eser, çok yakın bir zamanda, HÖH Kongresinde Oktay Yeni Mehmet isyanından sonra; 2014’te tercihli oyla seçilen HÖH milletvekilleri Güney Hüsmen ve Musa Palev’e karşı Deliorman ve Batı Rodoplar köylerinde yaşanan saf depreminden sonra, üçüncü anti-Doğan isyanıyla birlikte halkımıza ulaşır. Bekleniyor çünkü…

Bulgaristan monarşi döneminde “etnik” sözü yoktu, ders kitaplarına alınmamış, öğretmenler de gevelemiyordu. 1971’den sonra  “isim değiştirme“ sapıklığı demlenmeye konduktan sonra, “köksüzler” olarak bize hitaben kullanıma girdi. Köksüzlerin bir başka anlamı da, tarihi olmayanlardır ki, bu fikir Bulgaristan Türklerini Türk halkından ve Türk dünyasından koparmak için düşünülmüştü. “Etnik farkların aşılması” şeklinde piyasaya sürüldü. “Aramızda etnik fark yok” derken düşünülen “siz de biz de Osmanlıdan geldik anlamında değildi.” Tarih bilen hatırlar, Malazgirt Savaşı’na Bizans saflarında katılmak üzere giden Kuman Kıpçak ve Peçenekler (1071) Alpaslan saflarına geçtiğinde ve Selçuklu zaferinden sonra bu güçler Konya Karaman ovasına yerleştirilmiş ve Osmanlı devrinde Balkanlara göç etmişler ve yeni yerleştikleri yerlere Anadolu’da bıraktıkları köylerinin isimlerini vermişlerdir. Bu köylerden birisi Haskova’ya bağlı Karaman köyüdür.

BKP MK adına Karamanlar köylüleriyle toplantıda (Türklerin Bulgar oldukları yalanları anlatırken) tarihsel gerçekleri ters anlatan Salif İlyazov (Aleksandır Kolev) köyün gençleri tarafından tartaklanmış ve hapis yatmışlardı. Başka benzer olay hatırlamıyorum. Fakat bu örneği anlatmamın sebebi, 142 yıldan beri okullarımızda Bulgaristan Türklerinin tarihi okutulmasa ve geçmişimizi doğru anlatan kitaplar satılmasa da, halkımız tarihini sürekli öyküleyerek yaşatmıştır.

Bugün artık TRT yayınları da hiçbir şeyin unutulmamasına paha biçilmez katkılarda bulunmaktadır. Bu hazırlık döneminde, Bulgaristan’da yaşayan tüm “etnik grupların” asimile edilmesinden söz edilse de, diğerlerin öz geçmişlerini ve kimliklerini düşünmek tamamen yanlış olur. Çünkü şu dönem Bulgaristan devlet, hükümet, meclis ve diplomasisinin en büyük problemi “Makedon halkının tarihini, dilini, alfabesini ve kültürünü unutmamış” ve yaşatmaya kesin kararlı olmasıdır. “Sizin diliniz Bulgarcadır, sizin kendi tarihiniz yok, sizin tarihiniz Bulgar tarihidir” dendiğinde tepkiler olağanüstü sert geliyor ve dünyaca duyuluyor.

Bundan 50 yıl önce ilk kez bize, “Bulgaristan’ın tek milletli bir devlet olduğu söylendiğinde” gerçekten ürkmüştük. O zaman “parçalanmış ailelerin birleşmesi göçü vardı” ve dalga birden bire yükselmişti. Çünkü tek milletliliği kabul etmek, Türk kimliğinden, Makedon kimliğinden, Ulah kimliğinden, Tatar kimliğinden, Gagavuz Kimliğinden ve Romen ve Millet Kimliğinden vaz geçmek anlamına geliyordu ki, kendi gelin kendi damat olan Bulgarlar, tüm azınlıkların okullarını, anadilini, ibadethanelerini kapadılar, etnik kültürleri yasakladılar, halk geleneklerini ateşe verdiler. Sonunda kendileri çöktü ve bunalımda kıvranıyorlar.

Tartışma ve ayaklanma konusu olan dördüncü soru ise, “Bulgaristan Türklerinin hakikatten Bulgar olup olmadıkları kuşkusu; gerçekten de Osmanlı devrinde İslamlaştırılmış olup olmamaları ve üstüne Türk olmuş olmalarının, sonuç belirleyen bir faktör olmadıkları ve olmalarına izin verilmeyeceği kanısıydı.” Bulgar devletine baş belası olan, aslında Bulgaristan Türklerinin gerçek hayatta var olmaları ve bu gerçekliğin ülkeyi, Bulgar devletinin yanlış hesaplarını ikiye bölmesiydi.

Parti yönetiminin her gün yumurtladığı içi kokuşmuş yumurtalar şöyleydi: “Bulgaristan Türklerinde sosyalist Bulgar milli şuuru var yani onlar Türk olamaz!”

O zaman (1971’den sonraki yıllarda) sayı olarak 1 milyonu çok aşmış ve Bulgar devlet varlığı için ciddi bir tehlike oluşturduğumuz öne sürülüyordu. Tabii, demokratik seçim yapılsa mecliste en az 110 milletvekilimiz olması gerekirken, mebuslarımız 24 rakamına hiç aşamadı. 1971 Anayasasında “vatandaşların eşit haklılığından” söz edilse de, Türkler ve diğer azınlıklar 2. Derece insandı. Orduda silahlı asker olamıyorlar, Adalet Bakanlığında yoklar, inşaat erlerinde sürekli kazma kürek sallıyorlar. Onların arasından çıkmış tek bir Tıp Profesörü, yükseköğrenimli elektrik mühendisi, pilot, gemi kaptanı, fabrika müdürü yoktu. Yani onlara güvenilmiyordu. Bulgar devletinin merkez kurumlarında çalışan Türk yoktu. Bütün azınlıklar devletten ötelenmiş, borçlu gibi boynu büküktüler. İzlediği siyasetle çamura batan BKP, Türk-Bulgar, Bulgar-Makedon, Bulgar-Roman vb evliliklerini teşvik ederek bu bunalımı aşmaya çalışıyordu.

Parti ideolojik organlarının, Türklerin İslamlaştırılmış Bulgarlar olduğu tezi Türkler arasında kapanmaya ve milliyetçilikle kilitlenmeye neden oluyordu. 1984-1989 illegal veya yarı gizli mücadele gücünü bu ocaklardan aldı ve milli mücadele dalgası yarattı. Toplumun patlamaya doğru getirdiğini fark eden BKP MK yeni ödevleri şöyle biçimlendirmişti:

  • Uzun vadeli ödevler. “Biz tek milletiz” sloganı yükseltmek. Buna tepki olarak Güney Doğu ve Batı Rodopların birçok köy muhtarlığında, şehirlerdeki yüksek binalara ve minarelere ay yıldızlı bayrak dikildi. Bu hareketin lideri halkın kendisiydi, bilinmeyen kahramanlardı.
  • Kurumlarda, işletmelerde, koopratiflerde, okullarda ve her yerde Bulgaristan Türklerinde sosyalist bilinç yaratıp, Bulgar milleti ile kaynaşmalarına çalışmak. Bulgaristan Türklerinin kültür ve yaşam tarzı düğümünü keserek onları Bulgar kültürüne kazanmak. O zaman düğünler, mevlitler, bayramlar, gezeler, imeceler vb hedef alınmıştı. Türklerin arasında yardımlaşma ve dayanışma, ruhsal bütünlük ve kapalık toplulukta yaşamalarına engel olunmaya çalışıldı. Bu saldırının ucunda anaokullarında Bulgar dilinde eğitimle çocukların Türkçe öğrenmeleri yolu kesmek vardı. Bulgarcanın öğrenilmesi ancak Türklerin lehinedir propagandası yoğunlaştı. Türk dilini, savunan öğretmenler Bulgar bölgelerine sürüldü, tepki gösterenler içeri atıldı ve bazı öğretmen-yazar Nuri Adalı gibi 23 sene içerde ve sürgünde çürütüldü.
  • Tüm okuyucularımıza sağlıklı günler dileriz
  • Teşekkür ederim.
Reklamlar