Editörün Köşesi
Tarih 31 Ağustos 2020

Otomatik Ayar!
Bizi direk ilgilendiren meseleler.

Bulgaristan gettolarında yapılan bir anketten hiçbir Roman çocuğunun hiçbir Hint Masalı bilmediği meydana çıktı. Kitapçılarda Hint masalı satılsa bile çocuklar “Bulgar Bozası” diyorlar ve okumuyor. Bildikleri bir geçmişleri olmadığına göre artık tamamen Bulgarlaştırılabilirler.

***

Masallarla devam edelim, “Kül Kedisi”, “Pamuk Prenses” ve “Yedi Cüceler”, “Hansel ve Gretel”, “Kurt ve Yedi Keçi Yavrusu” ve daha birçok Alman masalının yazarı olarak tanıdığımız Yakop ve Wilhelm Grim kardeşler, yeni yeni öğrendiğimize göre bu masallardan hiç birinin yazmamış. 335 yıl sonra ortaya çıkan bu gerçek ilginç.

 Halktan toplanıp Grim Kardeşler tarafından işlendiği sanılan bu masalları kim uydurmuş biliyor musunuz?

Orta Çağ Avrupa’sının o kanlı ateşli savaşlarında Fransız kanı dökülmesini istemeyen Fransız rahibeler. Daha küçük yaşta tatlı rüyalarda ve ballı uykularda, mutlu son bekleyiş içinde yetişen Alman gençler hiç bir savaşı kazanamazlar fikri, Almanya – Fransa sınırdaki bir Manastırın rahibelerinin aklına gelmiş. El ele, baş başa verip masallar uydurup Grim Kardeşler üzerinden her Alman ailesine, her genç Almanın hayaline ulaşabilmişler. Gerçekten Almanlar o zamana kadar her çatışma ve çarpışmayı kazanırken ondan sonra hiçbir savaş kazanamamışlardır. Her savaşta yenilme geleneği Bulgarlara da bulaşmıştır.

Sorum şudur. Romanların belleğini silmeyi başaran Bulgarlar mı daha akıllı davranmış, yoksa Alman ruhunu uyutan Fransız kızlar mı?

Siz düşünmeye deva edin, ben şimdi size kısa bir Hint masalı anlatmak istiyorum.

Büyük İskender M.Ö. Hindistan’a bastıktan sonra hayatı efsaneleşmiş. Hintler onu öykülemeye bayılıyor, dağların ve denizlerin yenilmez kahramanı yapıyorlarmış.  Halkın ruh halinin bozulduğunu fark eden yönetici elit, toplumda ayar sağlamak amacıyla 300 yıl sert zulüm rejimi uygulamış ve insanların öç alma refleksini kamçılayarak, yaratıcılığın uyanmasını beklemiş. Git gide her Hintli çocuğun ana süttü emerken dinlediği masal şu olmuş.

***

Bir ana serçe yol kenarına çattığı yuvasında yumurtalarının üstünde yavru beklerken, hantal adımlarla geçen fiil üzerine basmış, kuş ölmüş, yumurtalar kırılmış. Dönünce bunu gören erkek kuş, adeta perişan olmuş ve soyum sülalem söndü diye ah vah ederken fiilden öç alma kararı almış.

Bunun için bir strateji yapmış. Strateji tamamlanmış ve işe koyulmuş: Yardım için ağaçkakana gitmiş.

Acı olayı anlattıktan sonra ondan yardım istemiş.

  • “Bana yardım edeceksin, öç alacağın!” demiş.
  • “Ben fiile ne yapabilirim ki?” deyip şaşkın bakan Ağaçkakana, serçe şu cevabı vermiş.
  • “O katil, öyle sıcağında uykuya yatıyor, gözlerinin etrafı sanki sinek kovanı. Ona yaklaşıp uzun gaganla gözlerini oyup fiili kör edeceksin!” demiş. Plana aklı yatan Ağaçkakan serçeye yardım etmiş.
  •  O bölgede biri şarıl şarıl su akan dere öteki kuru iki dere varmış. Sulu dereye giden serçe vaklayan kurbağalardan birine derdini anlatmış ve ondan da yardım istemiş.
  • “Benimle Kuru Dere’ye kadar geleceksen, derin hendeğin altına saklanıp sesinin çıktığı kadar vaklayacaksın. Susuzluktan ciğeri yanan, gözlerinin acısından deli divane olmuş fiil Sulu Dere’ye koşarken senin sesini işittiğinde hendeğe gelecek ve devrilip telef olacak,” demiş ve öyle de olmuş.
  • Böylece küçük serçe Fiil ’den öç almış ve Hint halkında adalet er geç galip gelir inancı doğmuş.
  • Bugün Hindistan’da Büyük İskender’i anlatan ve serçe masalını bilmeyen yok.

***

Biz anadilimiz Türkçe’mizi konuşurken ceza aldık, davamızı Türkçe paylaştığımız için sürgün edildik, dinimiz İslam’ı Türkçe yaşattığımız, edep ve istemlerine, ahlak kurallarına uyduğumuz için zindan gördük, çile çektik. Bir yolunu bulup ne sorunlarımızı çözebildik ne de öz davamızda bizi anlayan ve aramıza katılan birilerini bulabildik.

Hak arayan insanların hepsi bu yoldan geçer. Öteki insanlardan, halklardan üstünlüğümüz ancak daha dayanıklı ve öz disiplinli olmamızdır.

Disiplin sözünün Türkçemizdeki anlamlarında ince ayrımlar vardır. Halkımız bunu disipline sokmak, (nizama getirmek) disipline alıştırmak, (yola getirmek), disiplinli bir hale getirmek, (askerden dönmüş belli) ve biraz daha kaba olanı da düzene sokmak ve gününü göstermek veya pabucunu ters giydirmektir şekillerinde kullanır.

Bizde bu kural demir gibi işler. Yol üstündeki ekmek kırığını kenara alma, gelen giden olur bakarsın açtır inancıyla köy odalarına her akşam sini çıkarmamız, komşu folluğunda yumurtaya el uzatmanın günah oluğu inancına kadar kendi kendimizi yetiştirmiş bir milletiz.

Ne yazık ki Bulgaristan Türkleri olarak devreyi değiştirmeyi öğrenemedik. Dün küs, kırgın ve dargın olan bizler, günümüzün küs, kırgın ve dargın olmayan dünyasına geçmeyi başaramadık. Bu nedenle de onlar ortada olduklarından biz hep kenarda kaldık, ötelendik. Devreyi değiştirme, kapı çalarak, boyun eğerek, el açarak olabilir bir şey değil, biz yüksek onurlu olduğumuzdan bunu asla yapmadık ve yapmayız ama üzerimize kendisi gelen fırsatlar var. Onları değerlendirmek zorundayız. Şimdi Bulgaristan’da kurulacak bir yuvarlak masaya ne yapıp yapıp katılmalıyız asıl mesele bu olmalıdır…
Biz Bulgarlara atalarımızın bir sözünü hatırlatmak isteriz “Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap”… “Acele şeytan hilesidir, sabır ve tedbir Allah lütfu”. Anayasa aceleye gelecek bir iş değildir…

Yeni durumda her fırsattan yararlanma Bulgaristan Müslüman Türk Kimliğinin özündeki ateş ocağı olmalıdır. Gururlu kimliğimizi besleyen ve sürekli ayakta tutan ise, aile dilimizde ve kendi aramızda kabiliyet (beceri yetisi) dediğimiz ama aslında istidadımız-dır. Bu Türklerde doğuştan olan bir yetenektir. Herkesin anlayacağı dilde bizim ki, “Allah vergisidir!” “Türk Allah’ın En Sevdiği Kuldur!” atasözümüzün anlamındadır. Çünkü Türk ahlaklı demekr Hak ve hukuktan ayrılmayan kul hakkından ve Allah’tan korkan demektir.

Özel istidadımız, Bulgaristan Türklerinin gününü ve gecesini, ilk gününden son gününe kadar bütün hayatını belirleyen gizemdir. Avrupa’nın en yasaklı azınlığından Naim Süleyman oğlunun, Halil Mutlunun, Koca Yusuflarımızın, Osman ve Lütfi Pehlivanlarımızın, dünya satranç şampiyonu kızımız Nurgül Süleymanova vb çıkması en parlak kanıtlarımız dan sadece bazılarıdır.

Bu bizim Orta Asya Mete handan Bozkır kültüründen sonra, Alpaslan’ın Malazgirt zaferiyle Selçuklu nizamına kolayca alışmamızda ve İslam-Türk uygarlığını kolaylıkla yarım yer küresine yayılmamız da, bütün sanatlar Allah vergisidir inancıyla nice halklara yeni yaşam tarzı, kolaylıklar ve daha yaşanası hayat taşımamızda kendini göstermiştir. Bizim Türklerin bu dünya’da tek korkumuz var o da Allah korkusudur, hedefimiz ise KIZIL ELMA’dır…

Doğuştan yüksek kabiliyetli ve istidatlı olmaları Türklere ateş böceğini izlerken karanlıkta meşale yakmıştır. Bugün yaşadığımız topraklarda çocuklara Mollaların dizinde Kitap açtıran, duaların en kalpten yapılanları ve gönülleri fetheden, doldurup taşıran yine Türkler olmuştur.

Bu güne kadar gelebilen, ama 20. yüzyılda aldatılmış ve yanlış yönlendirilmiş oldukları için bizi anlamakta güçlük çeken Bulgarlara iyiliklerimiz sonsuzdur, saymakla asla bitmez. Bunlar sunulurken ilişkilerimizde ayar sağlanmaya çalışılmış, gönül kırmadan birlikte sıyrılmaya yönelmişizdir.

Bu bakıma bizim belki de kendimizi daha fazla tanımamız gerekiyor. Kendimizi buna öz disiplinle zorlamamız gerekiyor. Tüm edinimlerimizi yaşatabilmemiz de öz gayretlerimizle olacaktır. Ana dilimiz, halk edebiyatımız, kültürümüz, geleneklerimizi evlatlarımıza yaptıklarımızı gururla devretmek önemlidir. Tabi ki, başkalarının bizim için söyledikleri de bu işlerde önemli. Şimdi hemen Şumen ve Kırca Ali’de iki Türk Okulu açılması zamanı gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti diplomasisi bu sorunu bir an önce çözmelidir. Bunları yapacak olan burada bulunan temsilcilerin görevleridir.

ABD tarihçilerinden W. Rogan yeni çıkan “Osmanlı İmparatorluğu” araştırma eserinde “Türkler dünya medeniyetlerine değer katmışlardır.” demiş.
Bırak şu Türkleri” deyip bize hor bakanlar bizim yarattığımız değerlerin içine serilmişler ve bize “Türklerin içi nankörlüktür” diyecek kadar küstahlık ederken, onları içinde sefa sürdükleri değerleri dünyamızdan atamıyoruz ve azarlanmaya göz yumuyoruz.
Bir de “Bulgaristan Türklerinin Yeni Edebiyatını yaratıyoruz” diyerek her gün yeni pozlar verirken böbürlenenlerimiz var ki, onların ayarı ise, iyice kaçmış gibi. Hangi değerler üzerine kuruluyor, hangi değerler üzerine bina edilecek bu yeni edebiyat? Bunu bilen var mı? Yoksa siz hala bizim deremiz derindir, bütün atık suları toplar fikrinden kurtulamadınız mı? Bizim köyden geçen köşderede eskiden haldır haldır akan sularımız o karşıya geçemediğimiz derenin suları bile çekilmiş bazı yerde su var bazı yerde kaybolmuş alttan akıyor.

Kalemiyle Hristiyan dünyasını süzen düşünürlerden Patriarh Finagor 1968’de çıkan çok önemli “Ortak Değerler” eserinde, “Özellikle Türkler olmak üzere, İslam her bakıma tahammül edilir” demiştir. Eserden bir alıntı daha: “Türkler bizim dinimizi ve kurumlarımızı korumuştur!” Evet, atalarımız sizi korumuş, fakat sizler Müslümanların tarihine ve eserlerine Bulgaristan’daki Türklerin diline, kültürüme milliyetçi-ırkçı saldırılarınıza ne diyelim? Hiç tek taraflı ayar olur mu?

Örnekleyelim: Gençlere duyuralım;
1820 yılında Köstendil kasabasında ilk Bulgar Okulu kiliseye bağlı açılmıştır. Bu okulda öğrenciler din eğitimi derslerini Rumca görürken, koro da İslav Kilise dilinde ilahiler okumuştur. Bulgarlar ilk dünyevi okulu da 1850’de açmıştır. Osmanlı döneminde 800 kilise okulu açılmış ve 1872’de Doğu Ortodoks Kilisesi Rum Ortodoks Kilisesinden ayrıldıktan sonra Bulgarca öğretime geçilmiştir. 1500’e yakın Bulgar genç İstanbul’da eğitim almıştır. Bugün bunu bile Bulgar genci var mı? Şunu önemle belirtmek gerekir ki,  1872’de Hristiyan Kilise Batı Ortodoks ve Doğu Ortodoks olarak ikiye ayrıldığında Bulgar kilisesi Rum Kilise geleneklerinden birçok şeyi almamış ve ahlak ile siyaset kilisenin içinde kalsa bile, Bulgar devleti olmadığından Osmanlı devletine bağlılık ve itaati sürmüştür.

Bulgar kilisesinin politik olarak disiplinli bir düzene sokulması, 1872’den sonra Rusya’dan gelen 500 papaz ve kilise görevlisi olarak Odesa İlahiyatta yetiştirilen Bulgar din adamlarına görev verilmiştir. Bunlarda orada okudukları Türk düşmanlıklarını burada hayatta uygulamaya geçmişlerdir. O zaman başlayan bu gelenek, 1913’te Pomaklar isimleri ve dinleri değiştirilerek Hristiyan Bulgar yapılırken şiddetlenmiş ve Anayasa’ya göre Bulgaristan layık bir devlet olsa da günümüzde de politik etkinliklerin hepsinde kendini belli etmektedir.
Bu ay Sofya’da Bakanlar Kurulu kapısına konan tabut bir papaz tarafından kutsandı. Hükumletin istifasını isteyen protestocuların motor ve otomobil seferlerine her zaman papazlar eşlik ediyor. Papazlar okullara girip çıkıyor, her açılışta kandil sallıyor. Kırca Ali’de hastanede doğan her çocuğu kutsadığını gazetelerde okuyoruz ve hatta Müslüman evleri de bu arada Bulgaristan’da kurulan her yeni evi kutsamak istedikleri de konuşuluyor.

1984-1989 yılları arasında Türklere soykırım denemesi şiddetiyle yapılan devlet saldırılarında polis ve asker önünde bizler Papaz göremedik.

Ayrıca 1944’te Alman ölüm kamplarına götürmek üzere Plovdiv-Filibe garında yük vagonlarına doldurulan Yahudileri kurtarmak için raylar üzerinde beliren kahraman papaz örneğini de göremedik. Bulgar Papazlar çıldıran Bulgar kitle önüne geçip 1984’te soykırım şiddetini, 1989 Türk göçünü dur-durabilseydi, 2020 yılında Bulgaristan şimdiki ayarı bozuk duruma düşmezdi.
Ne de olsa, 1985 yılında zorla isim değiştirme komisyonlarında Papaz olmaması, “yeni ismimi kabul ettim” imzasından sonra bir de başımıza vaftiz olayı çıkartılmamasına da bin şükür. Bu işte hoca, imam ve müftülerimizin, 1934’te olduğu gibi devam etmektedir. Bu gün Başmüftü’nün rolünü ise konuşmak bile istemiyorum, gerek de görmüyorum. Hocanın vazifesi hafiyelik, muhbirlik etmek veya vatan terk edenlerin başında koşmak olmamalıydı. Bugün dinler arası diyalogdan dem vurmak kolay…

Günümüz Bulgar kilisesi ülkemizde yaşayan vatandaşları Vatan sevgisi etrafında birleştirmek istese, bizden destek bulur ama böyle bir potansiyele sahip midir? Yoksa bu görev Bulgar kilise dışı, aşırı ırkçı-milliyetçi, faşist güçlere mi bırakılmıştır. Çünkü 20. asırda din kiliseden çıkınca zehirli Bulgar ırkçı-milliyetçiliği hele diktatörlük be totaliter dönemlerde dinin yerine yerleşmiştir ve bugün de yerini ısıtmış kalkmak istemiyor. Değiştirilecek Anayasa değişikliğine ırkçılık ekerek, 142 yıllık son dönem tarihimizde politik arenada yer almamıza yasal yoldan son vermek istiyorlar.

Bulgar demokrasisine ölümcül darbe

Ağustos 2020, yeni Bulgaristan Anayasası tartışmalarında, faşist güçlerin aktifleştiğini, anayasa değişikliği yapacak kadar ileri gittikleri ve ülkeyi katmanlara ayırmaya çalıştıkları ve böylece Bulgar demokrasisine ölümcül darbe indirmeye hazırlandıklarını görüyoruz. Ülkede ve politikada yeni ayar aranıyorsa dış ülkelerde bulunan çifte vatandaşlara da sadece oy hakkı değil aynı zamanda seçilme hakkı da tanınmalıdır. Ayrıca elektronik veya posta yoluyla oy kullanma yolu açılmalı, Türkiye gibi bir milyon seçmenin bulunduğu ülkeler, Birleşik Amerika, Almanya ve İngiltere seçim bölgesi ilan edilmelidir. Sofya’da Dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarıyla çalışacak ve onların sorunlarını çözecek özel bakanlık kurulmalıdır. Vatandaşı ekmek parası için, insanca yaşayabilmek için, çocuklarını eğitebilmek için yurttan kovmak demokrasiyi öldürdüğü gibi, topluma politik ayar verme ayarı da değildir.

***

Yine Amerika’da basılmış yeni eserinde Episkop Afinagor, “Birlikteki çeşitlilik” deneyimine değinirken, imparatorlukların şerefini iade etme, onları arka çıkma anlamında manevi olarak diriltilmesinden söz ediyor ve Birleşik Amerika Devletinin Osmanlı İmparatorluğu iskeleti –eti buttu – örnek alınarak kurulabildiğini anlatıyor.
Kültürlerin etkileşiminden kültür ve kültürden medeniyet doğduğuna inanmamakta ısrarlı olan Batı Avrupa, çöküş yokuşunda kaydığını kabul etmiyor. Birlikteki çeşitliliği balon gibi şişirenler içine yalnız kendi çıkarlarını yükleyerek ırkçılık zihniyeti yaşatıyorlar. Bulgar kültürünü yüceltmek için ülkedeki azınlıkların halk kültürünü, kimliklerini ve dillerini ezmek çok yanlıştır ve ülkedeki ayarsızlığın ana nedenlerinden biridir. Ya birlikte yaşamayı öğrenecekler yada devleti yok edecekler bunun başka yolu yok. İmparatorluklar kültüründe Balkanlar’da orta direk olan Bulgaristan Türklerinin geçmişini ve tüm değerlerini çöp poşetine doldurup atmakla hiçbir şey kazanılamaz. Türk-Halkının Türklerin sözlerinin ardında bir onurlu tarih, medeniyet var. Ahlak kuralları, İslam edep, hak, dürüstlük ve çalışkanlığı ün salmış bir geçmişi var. Bu gerçeğin kitaplarda, radyo ve TV dilinde yaşamasına gerek yok, çünkü o canlı hayatın bir oluşturucu ögesidir. Bundan dolayı Başbakan Borisov iktidarı ve sokakta direnenler veya yine Borisov çevresi ve parlamenter muhalefet arasında varılan herhangi bir sözleşme ne ayar verici ne de çözüm getirici olabilir. Türkler politik yaşamda gerçek yerini alana kadar Bulgar toplumu politik hastaneden taburca edilemez, edilse de iş göremez… Tek çıkış yolları birlikte kardeşçe yaşamak var…

***

Olayı derinliğine kavrayan bilginler, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlara çok ağır ve zulüm yılları yaşatan 20. yüzyıl ile ilgili “Hristiyanlık kiliseden çıkıp kabristanlık yolunu seçtiğinde yerine yedek olarak milliyetçilik çağrıldı,” bu gelişmeden kişiler değil, kitleleri yönlendiren ELİT sorumludur diye gazetelerde ilk kez yazıyorlar. Şu unutulmamalı, sözüm VMRO ve NFSB gibi hükumet ortağı ırkçı-faşist partilerinedir. 1944’te bu politik zihniyetin hesabında çok katliam olduğundan kesin yasaklanmışlardı. 1990’a kadar gık diyemediler. 1990’dan sonra canlandılar ve artık Krasimir Karakaçanov, Angel Cambazki ve Valeri Simyonuf gibi gölgesiz tipler, Bulgar politikasına ayar vermeye kalkıştılar, umarım önümüzdeki seçimlerde Bulgar seçmen hesap kesecek ve politik sahneden hepsini birden çop tenekesine atacaktır. Yakın Bulgar tarihinde faşizmle hesaplaşma faturası çok ağır olduğunu Bulgarlarda iyi bilmekteler. Bulgar’dan Bulgar kesilen VMRO-haydutlarının Bulgaristan’da üç Bulgar başbakanın canına kıydığı da unutulmamıştır. Bunun cezaları da kalmıştır…

Politik elit, tarihin her çağda var olmuş bir soylular zümre-sidir. Olayı en iyi İngiliz soylusu Churchill, gençliğini anlattığı kitaplarında dile şöyle getirir.

“1879’da bir Osmanlı otonomisi olarak kurulan Bulgar Prensliğinde elit kesim olduğuna inanmıyorum. Elit tabaka olsaydı Prens dışarıdan gönderilmezdi. 1879 meclisinde anayasa ve hukuk ruhu olmayan çoğu köylü, daha fazla derme çatma kişiler vardı. Köyde soylu ve elit olmaz. Entelektüel değiş tokuş dervişler düzeyindedir, son söz molla ve sofularındı”.

1925’te Sofya “Tsveta Nedelya Kilisesi” kubbesi bir tören esnasında patlatıldığında 150’si yerinde telef oldu.  500 kişi ömür boyu özürlü kaldı ki onlar, 50 sene içte ve dışarıda yetiştirilen Bulgar Milli Elitiydi. İşte Bulgarların yaptığı en iyi iş kendi elitlerini temizlemek oldu.

Prenslik ve Çarlık yıllarında ülke çapında yetiştirilen soyluların hepsinin ismine ve soy adına göre yapıldı. 1944 –1946 yıllarında “Halk Mahkemesi” kararıyla ya da yargısız katledilen 25 bin kişinin listesinde, ”Belene” ölüm kampı tutuklu ve hapishanelerin cetvellerinde bulabilirsiniz. Birçok kitapta bu yüz karası cinayetleri anlatanlar “topluma ayar verildi” ifadesini kullanmaktan çekinmediler amma yanlış etiler. Ruhu kırılan bir toplum aydınlığı bulamaz. Yaşanan, bir mısırın yada herhangi bir bitkinin yalnız karanlıkta yetişemediği, yetişmeyeceği sararıp solduğu gibi bir şeydir bu olay.

1929’da Sofya Birinci Milli Türk Kongresine toplanan 800 aydınımız da 1934 askeri darbesinden sonra kıyıma uğradı. 1989 Mayıs Ayaklanmasına kadar aynı ruhta buluşmamız ve politik isyan bayrağı dalgalandırmamız bu yüzden mümkün olamadı. Aydınlık 3. Nesil kasabalıda başlar. Kopyalanamaz, ödünç ve satın alınmaz. Siyasi elitimizin oluşum çağının başında kıyılması (o zaman Çar III. Boris diktatörlüğü çok gaddar davranmıştı) Bulgaristan Müslümanlarını derin sarsmış. Devletin orta direği olma yollunu kesmiştir. Şehirleşme süreci durmuş, insanlarımız köylerde içine çekilmişti. Çar Boris ve diktatör T. Jivkov bize dipsiz kuyuya taş attırmış ve hiç birini çıkartamamışız…
Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyen ise denizlere dalan bir dalgıçtır.

1990’dan sonra Bulgar elitine alınan Ahmet Doğan Müslümanları iktidardan uzak tutmakta görevlendirilen bir yeminlidir. Fakat 1989 Ayaklanmasında kapak kalktı ve tencere taştı. Bulgaristan Türkleri politik kimliği ortaya çıktı ve zafer kazandı. Ayaklanmış bir halk kovandan çıkmış oğul gibidir, geri dönmez. Ahmet Doğan bu oğullu ayrı bir sepete toplama ile görevlendirilmiş olan bir ajandır.   O, bir köylü çocuğudur ve köyde ancak çoban yetişir diyenlere katılıyorum.

Çoban Ahmet’e Silistre’den Nevrekop’a koyunlar senden sorulur diyenler, aslında kendinde olan Bulgarlardır. Onlar, Dobruca’nın Bulgar Çarlığı’na Hitler tarafından katıldığını, Osmanlı eyaleti olan Doğu Rumeli’nin Prens Al. Batenberg tarafından ilhak edildiğini, Orta ve Doğu Rodoplar’da Türklerin yaşadığı 9 eyaletin Neully antlaşmasından sonra Lozan’da Bulgaristan’a hak ettiği için değil, Çar III. Boris’e üyesi olduğu Batı Mason localarına büyük ricada bulunmasından sonra hatır için verildiğini bilenler bilir. Ve bugün T.C. milletvekillerinden birinin Büyük Türkiye isimli kırmızı harita çizip çıkarınca, aslında “kardeşlerim siz Müslüman Türklerin yaşadığı bu toprakları zaten Ahmet Doğan şoparı idaresine vermişsiniz, ama millet çeki çekiyor, açlıktan bağırsağı beline yapışmış, cahillikten önünü göremiyor anlamında olup bir dostça uyarı olarak algılanması da tesadüf değildir. Eskiden böyle bir haritanın belirdiğinde bir araba gürültü kopardı. Şimdi  “olmuyorsa ne yapalım” havası esmeye başladı ki bu olaya politik elit ve politikleşen kamuoyu ve halk kitlesi açısından baktığımızda, kapıda bora görüyoruz… Yeni ayar bekleniyor.

Çocukluğunda kitaba sarılmayan, evden kaçan, ele ayağa sığmayan, doğumdan 6 ay sonra babası tarafından terk edilmiş ve eline birkaç para verelim de torununa baksın hesaplarıyla hemen Sosyalist Emek Kahramanı yapılan dedesinde yetişen Ahmet Doğan’a bu kadar küçük yaşta ilgi gösterilmeye başlamaları ilginç ve bu ilgi bugüne kadar devam etmiştir.  Bulgar toprağına toplanmış bu tip soylar için 17. yy’lı anlatan gezeğen düşünür Evliya Çelebi’den okuyoruz:

“Rumeli Çingeneleri, herhangi bir dini kabul etmeden,  gâvurlarla kırmızı Yumurta Bayramı, Müslümanlarla Kurban Bayramı, Yahudilerle de Şeker Kamışı Bayramı kutluyorlar.  Cenazelerinde imamlarımız dua okumuyor. Yan Yatmış Kapı kenarında Çingenelere kabristanlığı olarak özel bir pafta ayrılmıştır.” (Evliya Çelebi, 1972, 111.)

Roman aydınlardan bazılarına göre, asırlar içinde Romanların ayakta kalabilmesi sebeplerinden biri, devlet kurmanın özgürlüklerini kısıtlayacağına inandıklarından,  kendi devletlerini kurmaya kalkışmadan, öteki halk ve milletlerle birlikte yaşama yetkileridir.

Bulgaristan’da Ulahlarla Ulah dilinde, Bulgarlarla Bulgarca, Türklerle Türkçe konuştukları bilinir. Bulgar onları damat almaz, kendilerine kız verir. Sözlü uzlaşma kültürüne sahiptirler. Karma bölgeler idaresinin hükümet dışı paralel bir strüktür olarak A. Doğan’a verilmesi, aslında gönülden kopmuş, gözden düşmüş olduğumuzun kesin argümanıdır.

1990’dan sonra kendileriyle görüşme olanağımız olan Bulgarlar bu olayın izahını şöyle açıklamaya çalıştılar. Bizim için A. Doğan ruhunda Çingenelik olan bir tiptir. Çingenelerde (N. Gandi hayat öyküsünde iyi işlenmiştir) her zaman tarafsız kalma, bir  şey için  mücadele etmektense, yan gelip yatmaya, el uzatıp dilenmeye, tarafsızlığı dengelemeye hevesi vardır. Bunu, ikinci Dünya Savaşı esnasında Japonlar Hindistan’ı işgale geldiklerinde de yapabilmişler. Doğan’dan istenen politik tarafsızlıktı, yanmadan sönmekti, azınlıkların siyasetteki yeri bu olmalıyddı, fakat o politik taraf olmayı seçti ve totalitarizm kalesi BSP gölgesinde kaldı, şeklinde açıklamışlardır. İşte bugün “gölgemizde HÖH-DPS istemeyiz” diyen Bulgar partiler koro kurdu ve Türk partisi denge unsuru olma özelliğini ve fonksiyonunu kaybetti. Bundan dolayı yeni denge ancak Bulgarlar arasında kurulabilirse kurulacaktır.

Bulgar elit, şopar Doğanla ilgili politikada art arda birkaç pot kırdı. Bir defa kullanıcının faturasına yansıtıp gizliden Doğan’a verilen paranın 60 milyon leva olduğu açıklandı. Dilenciye verilen para anlatılmaz, İki, halktan çalınan paradan sadaka verilmez, verilse bile alınmaz.  “Sadakadır konuşulmaz” deyimi bizimdir. Hayır, için verilmiştir.

Burada ayıp, acı ve ağırı verici bir şeyler var. Çalma kapma, dolandırıcılık ve yalancılıktan kazanılan parayla politik elit oluşturulmaz. Bu işin içinde iyilik ve asillik erdemi olmalı, bizimkilerde yok.

***

Bulgaristan Müslümanlarına hep ters bakan Bulgar devleti ve siyasi eliti, 1984’ten sonra aramız iyice açıldığında, bizi bir şoparın eline bırakacak kadar yüzsüzleşti.

Doğan olayı, Bulgar – Türk ilişkilerinde bir kırılmadır. İmparatorluklar yaratmış, İslam medeniyetine katkılarda bulunarak Viyana’ya kadar taşımış 16  devlet kurmuş Türklerin başına, ömründe devlet mangalı açmamış şoparlardan birinin sarılması, Türklerle Bulgarlar arasında diyalog masasını kırmıştır. 1990’da Türklerin Sofya Yuvarlak masasına oturmamasını ve 1991’de 4. Anayasayı topluca imzalamamasını ve Ağustos 2020’de Başbakan Borisov’ın Yüce Halk Meclisi ve Yeni Anayasa çağrısına “Hayır” demesini başka bir şekilde yorumlayamayız.

Demokrasi şafağındaki önemli olaylar, Bulgaristan’daki Müslüman ve Katolik, Ulah ve Makedon, Tatar ve Gagavuz öncülerden fırsat bulanların ülkeden kaçtığı döneme rastladı. 1948’de 50 bin Yahudi de “Görüşürüz!” demeden bir geminin ambarına dolup Filistin’e açıldı. Ülkeyi defalarca kan gölü haline getiren gelişmelerden duruma siyası ayar bulamayan elit suçlu değilse, kim sorumlu ve suçlu olabilirdi? Bu bakıma Doğan beceriksiz Bulgar siyasetin kurbanıdır ama suçları bu şekilde asla af edilemez.

1993’te başlayarak parti içinde karar hakkı olan tem merci olmaya çalışırken toplam 10 bin aydınımızın ülkeden kaçmasına neden olan odur. Multi grup kalın enseli sopacılar holding çetesini Haskovo Ilıcalarında Türk DPS delegelerinin üzerine süren Doğan’dır. Bu parti içinde Türklük simgesinin 2. Kırılması olmuştur.

Eğer tarih, kolektif katliamlardan, dayanamayıp fışkıran kitlelerinden önce “elitin çılgınlığını” suçlu buluyorsa, biz günümüzde de ayarı kaçmış, Bulgar toplumunda “işler çığırından çıktı” diyebiliriz. Son 30 yılda ülkede hiçbir siyasi davanın sonuçlanmaması da sözünü ettiğim ayar bozukluğuna kanıttır. Parti yönetimine Türk kimliğinden uzak kadrolar toplayan da odur.

***

Ve şimdi merkez basın “Borisov yalnız kaldı” yazdı. Politik sisteme ilişkin kararları alan “faşist-komünist elit kalıtı” (ülkemizi yöneten başka bir soylular eliti tanımıyorum) 15 bakanın değiştirilmesi ve işlerin yine olmamasıyla dilini yuttu.  Avrupa Birliği üyesi olduğumuz ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalacağımızı günde 100 defa tekrar ettiğimiz şu dönemde, elit kilit durumdadır. Çöküşten sorumlu olan politik elittir. Sorumluluk kişisel olmaktan fazla, milli elitin tükenmişliğindedir. Bir devletin nüfusu ve kurumları kendini yeniden üretemiyorsa toplum başa dönmek zorundadır. Politik ve kültürel olarak bu yeni başlangıç ortamı, anayasal ve yasal düzenlemeli olmak koşuluyla 1952-1956 “altın çağımız” olabilir. Böyle bir düzenleme ayarı kabulümüzdür.

***

Son aylarda Sofya Sokak ve kavşaklarında, Bakanlar Kurulu, Halk Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı arasındaki “Bağımsızlık Meydanında” çadır kent kuran ve oracıkta yatıp kalkan kitle kendiliğinden örgütlenemez, kendiliğinden aydın olamaz, şimdiki yatay durumundan kendiliğinden kalkıp orta direk olamaz! Bulgar halkı çok duyarlı. “Evet, Bulgaristan!”, “Diril BG!”, “Demokratik Bulgaristan!”  gibi parti ve ortaklıklar göstericiler arasına boş sepetle inince, direnenler gerçeği anladı ve daha ilk ankette “politikaya soyunanların hepsi birden” bugün seçim olursa…….  anketinde meclis dışı kaldılar. Siyasette ayarı tutturan kazanır, fakat bu ayar yalnız ileri otomatiğe bağlanamaz, geri vitesi de otomatiktir.

Bunun için kitleye ideoloji, adalet ateşi, kendi kendine kabaran bir iyilik erdemi akıtmak gerekir.

Bizdeki durum şudur:

  • Politika, bir eşya, alıp satılan bir mal durumuna getirilmiştir. Oy pazarla yine açıldı. Başbakan Borisov 200 bin oy satın alacak, konusunda iddiaya girenler, sanki köşeye oturmuş kahve içerken hava durumunu konuşuyorlar.
  • 30 yıldan beri politikacılarımız “vaat satıyor”.
  • Azınlıklar öyle korkutulmuş ki, “isimleriniz bir daha değiştirilmeyecek, ben garantörüm” diyen baş yüzsüz Ahmet Doğan, gelin Türk kimliğimizi yasallaştıralım, yeni kanun çıkarıp kültürümüzü, Türklüğümüzü teminat altına alalım diyeceğine, “para istemiyorum, oyunuzu vermeniz yeterli” derken alkış topluyor ve benim aklıma hep Büyük İskender ve Hint masalları geliyor. Ve yazmaya utanıyorum ama “142 yıldan beri Türklüğümüze yapılanlar sanki az geldi.” Biz önce içimizdeki köstebekleri ve kurtları, bizim adımıza konuşanları, başımıza bela kesilenleri yok etmek zorundayız.
  • Yalan haklarımızdan kurtulmak istiyoruz. Bizi yalan bir dünyada yaşatıyorlar. Bulgaristan’da yalnız elite ve bazı gruplara tanınan haklar var. Halkın oy kullanma hakkı bile yok. Faşist –VMRO – Makedon haydutlarının torunlarının Anayasa değişikliğine sundukları öneride, “diploması olmayan”, “Bulgarca bilmeyen” oy kullanamaz deniyor. Halkın % 42’si okuduğunu anlamıyor, eğitim sorunlarını çözelim demiyorlar.  13 bin 500 çocuk 2019-2020’de okula gidemedi, babalarının kitap ve defterden, kalem ve tükenmezden önce çocuklarına ayakkabı alacak parası yok, bu sorunları çözelim önerisi sunan yok. Hanelerin % 85’inde bilgisayar yok, evden eğitime geçmek istiyorlar. Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekilleri sanki futbol maçı seyrediyor ve atılan her golü alkışlıyor.
  • Bulgaristan eliti gerçeği aramıyor. Adalet konusundan asla ilgilenmiyor ve “adalet reformu” hakkında Avrupa Konseyi’ne davet edilen Başbakan Borisov, “yıllık izindeyim” gerekçesiyle yetindi.
  • Bizdeki plüralizm konusuna eş yok. Parti Başkanları elitte alınırken yemin etmişler ve ancak kulisin gösterdiği kişiler meclise girebiliyor. “Hakikati arama davası” daha 1990’da gömülmüş ve politik oyun başlamıştır.

***

Grim Kardeşlerin masallarının Almanya’nın iyiliğini istemeyen Rahibeler tarafından uydurulduğunu anlatmamın sebebi, toplumu değiştiren etkenlerin çok farklı olabileceklerine işaret etmekti. Bu bizim için de geçerlidir.

Faşizm ve komünizm ideolojisi ateşinde su alan Bulgar milli bilinci çok zor değişiyor. Başbakan B. Borisov’un GERB partisinin ve 2009’dan beri kurduğu hükümetlerin Bulgar komünist elitini temsil ettiğini herkes biliyor. Bu elit 100 bin silahlı polise ve 320 bin maaşlı memura dayanır. Yönetimin 200 milyoner aile elinde olduğunu ve onlara yamak olan VMRO, NFSB gibi partilerde yönetimi temsil edenlerin ise ÇAR III. Boris devrinde aktif olan ırkçı milliyetçilerin torunları ve damatları olduğunu da bilmeyen yoktur. Politik elitin Bulgar halkını ve azınlıkları, her akşam meydanlara toplanıp protesto gösterileri yapanları temsil etmediğini defalarca yazsak ve tekrar etsek de, 31 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanan sosyolojik anket sonuçları şuna işaret ediyor:

Toplumun % 48’i protesto gösterilerini, Başbakan Borisov ile Başsavcı İvan Geşev’in istifa etmesini yüzde yüz destekliyor, % 20’si ise bu isteklere yarı yarıya destek veriyor.

Toplumun % 43’ü 1991’de kabul edilen anayasasında değişikler yapılarak “hukukun üstünlüğü ve yargı sistemi” sorunlarının çözülmesinde birleşirken, ankete katılanlardan % 18’i Yüce Halk Partisi seçilmesi ve Yeni Anayasa kabul edilmesini istiyor.

Başbakanın Yeni Anayasa Tasarısını kabul etmeyenlerden % 60’ı, istifadan kaçan Borisov’un zaman kazanmak istediğini, erken seçim hükümeti kurulmasını ve erken seçimi engellemek istediğini savunuyor.

Bugün seçim yapılsa elde edilecek sonuç ise şöyledir:

İktidar partisi GERB partisi % 18,

Sosyalist parti BSP % 16,

“Var, Böyle Bir Halk” partisi % 10 ve

HÖH- DPS” partisi   % 5.5

Yeni durumda Bulgaristan’da seçimden sonra yeni otomatik ayar sağlanmış ya da sağlanamamış olacaktır. Çünkü BSP, “Var, Böyle Bir Halk” ve HÖH partilerinin GERP partisi ile ortaklık yapmak niyetinde olmadıklarını önceden açıkladıkları ve BSP ile “Var, Böyle Bir Halk” partisinin HÖH -DPS partisi ile de ortak hükümet istemediklerini peşin açıklamış olması da, siyaset dükkânını süresiz tatil eden başka bir neden olacaktır. Çok istesek, çok ter döksek de seçimlere kadar olduğu gibi, seçimlerden sonra da siyasette ve politika kurumlarında otomatik ayar sağlanması mümkün olmayacaktır. Bulgaristan’da siyasi durum PAT’ tır.

Geçici çözümde seçim hükumeti var. Hayırlısı!

Sağlınıza dikkat edin paylaşmayı da unutmayınız.

Reklamlar