Nafiye YILMAZ

Ben, hepimize dönüp akıllı olalım derken, sizin aranızda kendimi en yetersiz buluyorum. Bu çağrıyı öncelikle kendime yapıyorum. Akıllı olalım derken düşündüğüm ve size hatırlatmak istediğim bir o kadar iğrenç, bir o kadar zulümlü ve kanlı, bir o kadar acımasız olan geçmişimiz ve derleyip toparlamaya çalıştığımız bugünümüzdür. Beğensenseniz de beğenmeseniz de buğunun tarihimizde hepimiz varız. Bu bakıma çağrım öncelikle içime dönüktür. Çünkü ben de bu iğrenç tezgâhtan ve zor bir iklimden kaçıp geldim. Gördüğünüz üzere 100 yıl sürünmeden sonra bugün de hala belimizi doğrultamadık. Didişmemiz ve gelişmemiz devam ediyor. Belirli bir zaman sonra yazdıklarıma döndüğümde, hangi zaman kesiminde neyi anlatmak istediğime ve ne gibi sonuçlar çıkarmaya çalıştığıma takılıyorum. Hepimizin işi zor!

İlk yazılarımda hep “Tarih bilen akılıdır!” demiştim.

Hala aynı görüşteyim. Tarihimizi hepimiz bilinçaltımızda, zekamızda taşırız. Bizi uyaran ve yönlendiren geçmişimizdir. Tarihimiz üstüne bilgimiz yani kendimizi tanımamız, geçmişi duyumsamamızı bir de ruh gözümüzle olur. Ruhsal hassasiyetimiz yalın bakışla göremediğimize işaret edendir.

Biz Bulgaristanlı Türk’üz. Biz Avrupa Birliği vatandaşıyız. Çifte vatandaşlarımız bir de Türkiye Cumhuriyeti kimliğimiz var. Bunlar yeni tarihimizin çok önemli üç dayanak noktası oldu. Çünkü geçen asır 6 defa göçe kalktık ve dünyada Türkiye Cumhuriyetinden başka açacağımız kapı yoktur. Şimdi bu noktada kök salarak durumumuzu güçlendirmek zorundayız. Bu bizim yeni tarihimizin yeni sayfasıdır.

Tarih geçmiş demektir. Geçmişe açılan penceremizin önünde kapkara bir duvar olsa, öz geçmişimizi göremeyiz. Geçmişini bilmeyen geleceğini göremez. Tarih hem geriye hem ileriye olan bir sonsuzluktur. Okuyup yazma, anlatılanı algılama dışında hissederek de birçok şeyin doğru ya da sahte olduğunu, bazı şeylerin bizi aldatmak için hazırlandığını görebiliriz. Buraya şunu sıkıştırmak istiyorum. Bunlar doğrudur da, akşam yatıp uyuyan bir insan sabah başka biri kalkamaz. Hislerimizin duyum cevheri zihnimiz uyurken değişmez. Sahte duyarlılık, kahramanlık, fedakarlık gibi şeyleri bilinçaltımızdan aldığımız duyumlarla doğru algılarız.  Fırsatçılığı ve efelenmeleri karşılaştırma yoluyla asıllarından ayırt edebiliriz. Maskeleri indiririz. Sahte ve doğru tarih yazımı da böyle olur. Çarpıtılan tarih insanı yok eder, kimliksizleştirir. Bu noktada bir daha dikkatinizi çekmek isterim, HÖH partisi Türklerin ve Pomakların hak ve özgürlüklerini savunmak için kuruldu, ne var ki, bunu yapmadı ve Çingenelere kaydı, ardından 5 Ekim seçimlerinde Türklerin üçte biri, oy kullanma hakkı olan soydaşların sa sadece kullanılması beklenen seçmenlerinden üçte birinden bu partiye oy verdi. Bu anlamda, geçmişte verilen sözlerin yerine getirilmemesinden toplanan olumsuz birikim, seçmenimizin bugünkü davranışını belirledi.

1985’te Bulgar olduğumuzu iddia edenler, aslında geçmişimizi çarpıtıyordu. 1990’da Hak ve Özgürlük Hareketimiz kurulurken ise, A. Doğan ve ajan arkadaşları geleceğimizi köreltmek istediler. Bu davranışlar bizim talihsizliğimizdir. Bunlar dışsal düşman etkenler sonucu meydana geldi. Ve bugün biz hala bunları arıtmaya çalışıyoruz.

1945’ten 1990’a kadar Bulgar okullarında eğitim parasızdı. Bize bin bir şey öğretildi, ama Bulgaristan Türkleri tarihi yani öz tarihimiz öğretilmedi, çünkü hedefleri ruhumuzu köreltmek ti. İçimizden öz güveni almaları için ön çalışmalardı ve bunu başardılar.

Şöyle bir düşünelim; Okulda size anlatılan bir Türk masalı hatırlıyor musunuz? Yok, hatırlayamazsınız, çünkü anlatılmamıştır. Sebebi halkların ruhunun masallarda yaşamasındadır. Ruh köreltilmeden geçmiş sıfırlanamaz, bilinçaltından silinemez. İnsan ruhu geçmiş üstüne inşa olur ve geleceğe kanat açar. Yıllar yılı bizim bilmemiz ve görmemizi istemeyen ise hep şanlı tarihimiz olmuştur. Manevi yapımızı oluşturan insan sevgimiz ve yardımseverliğimiz, hele şu hoşgörülü olmamız düşmanlarımızı çok uğraştırdı. Onlar, geldiği yolu bilmeyen geleceği bulamaz sözlerine takılmıştı. Şu noktaya dikkat ediniz lütfen:

Bütün halklar bir önder arar. Bir lider ardından yürümek ister. Beraber olmanın sıcaklığına muhtaçtır. İşte bu noktada biz 1990’da HÖH kurulurken boş bulunduk. Aldatıldık. Derin tarihimizden gelmeyen soylardan gelmeyen aldatılmış toy gençlerin ardına takıldık. Bunu tekrar tekrar yazmamın nedeni ise, tarihte kırılma noktalarının çok önemli olmasıdır. 1990’a kadar ulusal çapta örgütlenememiş tik. Mayıs 1989 ayaklanması niceliklerden nitelik doğurdu, yani halkımız ulusal politik örgütlenmeye yükseltme durumuna gelmişti. İşte bu noktada gizli ajanların sürecin başına geçmesiyle kırılma yaşadık ve yarası bugün de sızlıyor.

Neden yazar ve şairimizin, politikacılarımızın, hocalarımızın heykeli yoktur?

Neden geçmişimizi anlatan kitaplar dünya yüzü göremedi?

Neden masal, şiir, hikâye, öykü, fıkra, manilerimizin dilden dile yayılması engellendi? Neden aramızdan sivrilmiş sporcu, sanatçı, müzisyen, mucit ve bilim adamları isminin yaygınlaştırılması olanak bulamadı, neden hepsi göç etmek zorunda kaldı?

Neden insanlarımızın düğünde bayramda köy töreni, panayır, yarış, türbe ve tekke ziyaretlerinde birlikte olup iletişim kurup birbirlerini bilgilendirip eğlenmelerine olanak tanınmadı?

Neden Türkçe konuşanlara bugün de ceza kesiliyor?

İşte bunların hepsinin aslında bir cevabı var. Neden? Çünkü yaşam tarzımızdan gelen ve dinimize dayanan tarihi oluşturan ve ayakta tutan doku maddi ve manevi hayat ortaklığımız dilimiz, kültürümüz, dinimiz, alış veriş, üretim, ibadet, adet ve geleneklerimizin sürme bunlar olmadan olamaz. Türkçeyi bilmeyen Türk Türk değildir! İslam’ı bilmeyen ve ibadet etmeyen biri Müslüman değildir. Türklük ve Müslümanlığımızı oluşturan bilinçaltı ve bilincimize devamlı saldırılarak yıpratılmak, yorgun düşürüp pes ettirilmek isteniyor. Olay budur.

Yeni tarihi yazan biziz. Son 25 yılda Türkiye üzerinde Bulgaristan genel seçimlerine katılmamız, Büyük Göç’le başlayan yeni tarihimizde çok önemli bir sayfadır. Büyük Göçle bir defa çok parçalandık, çok büyük yara aldık ama Türkiyeyi görmekle Türklüğümüzü besledik, çifte vatandaşlıkla ruhumuzu kanatlandırdık. Dünyanın bütünlüğüne ve bölünmezliğine inandık. Yeni dönemde iki ülkede de seçimlere katılmamız en önemli demokratik haklarımızdan biri oldu. Oyumuzu vermekle Türkiye üzerinden Bulgaristan politik hayatını etkileme olanağı bulduk. Bu bireysel olmakla birlikte ortak bir eylemdir. Pazar gün yapılan erken meclis seçimlerine Bulgaristan’da 3, 443, 326 seçmen ve dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarından 135 bin kişi katıldı. Biz bu olayda vardık.  58 devlette 386 sandığa oy verildi. Bulgaristan’da verilen oylardan % 34’ü parti ve koalisyon listelerine göre değil, seçmen önceliğini kullanarak, kendi adayını kendisi işaretledi. Bir defa Türkiye Cumhuriyetinde büyük bir kitle olarak oy vermemiz bilinçli bir hareketimizi sahnelerken, liste içinde seçim yapılması da bilinçli yaklaşımın yeni bir belirtisi oldu.

Seçimlerin aynasında beliren birkaç simaya dikkat çekmek istiyorum.

Bir defa Bulgaristan batmaya devam ediyor. Hiçbir politik parti eskiden aldığı oylar kadar oy alamadı. Hepsi küçüldü. İki, Bulgaristan’da seçime bu kadar düşük bir katılma oranı olmamıştı. Üç, evro-atlantık yasaklara rağmen, üç ırkçı, aşırı milliyetçi parti meclise girdi.

Daha somut analiz şunları sergiliyor. Ortaya çıkan tablo Bulgaristan’ın yani bizim en yeni tarihimizdeki son durumdur:

Bulgar tarihinde ilk kez olmak üzere toplumun ana politik kaleleri tamamen ufalandı.  % 4 barajı aşan 8 parti meclise girdi. Orta direk GERB oyların % 32, 68’iyle meclise yalnız 84 milletvekili sokabildi. Hükümet kurması için 121 sandalyeye gerekli.Bu sonuçlar Başkan Boyko Borisov’a hükümet kurmayı deneme hakkı tanısa da, Bulgar seçmeninin iktidarı tek ele vermek istemediği, çok katılımlı demokrasi istediği gün ışığına çıkardı. Bu partinin başarını oluşturan oyların %28.14 dış ülkelerdeki etnik seçmenden geldi.

Yazılarımızda, 110 yaşında olan Bulgaristan Sosyalist Partisinin gün saydığını, Pazar gün biraz daha eridiğini, oy oranının % 15,41’e düştüğünü, büyük bir bunalım içinde olduğunu ve seçmeninin % 60’ının köylerde emeklilerin oluşturduğunu ortaya koyduk.  Totaliter düzenin devamcısı olan bu parti geçen kıştan kalan kar gibi dağın tepesinde birkaç mevsim daha ağarmaya devam edecek benziyor.

 

Dış ülkelerde verilen oyların % 43,82 sini alan Hak ve Özgürlükler Partisi Türkiye Cumhuriyetinde oy veren 60 bin soydaşın 50 bin soydaşın çabasına tekamul etmelidir. Soydaşlar HÖH’ten bir şey bekledikleri için değil,  Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımızın huzurlu olması için bu partiye oy verdi. HÖH partisi oylarının % 83’ünü köylü Türk ve Pomaklardan alırken, Çingene nüfusun % 46’sını da kazanmış oldu.

Son zamanda HÖH Bulgaristan Türklerinin politik öncüsü rolünü bir yana bıraktı ve Bulgaristan’da yaşayan yoksul Romların ve dış ülkelere sığınan ya da ekmek parasını gurbette arayanların partisi olarak biçimlendi.

 

Seçimlerde dikkati çeken bir özellik ise, anti-Türk ve anti-İslam programlı 3 Bulgar partisinin (“Ataka”, “Sansürsüz Bulgaristan” ve “Milliyetçi Cephe”) barajı aşıp parlamentoya girmesidir. Bulgar milliyetçiliği vahşidir ve yeniden politik şahlanma yolunu bulmuştur. Onların ortak isteğinde, Türkiye Cumhuriyetinde 600 bin soydaşımızın, çifte vatandaşlığının kaldırılması, Bulgar ve AB vatandaşlıklarına son verilmesi gibi istekler var. Onları birleştiren bir de,  Türkiye Cumhuriyetinin AB üyeliğine ellerinden geldiğince engel olmaktır.

 

Bu durumda Bulgar meclisindeki durum “kartal, yengeç ve turna balığı” masalını andırıyor. Kimse 40 senelik turna balığına yüzmeyi öğretecek durumda değil. Ama şöyle de bir şey var. Aynı tarihten (yoldan) gelenler geleceğe beraber devam edebilirler. Bu noktada, seçimlerden önceki yazısında, yeni hükümeti GERB ve BSP ikilisi kuracaktır diye yazan Rafet Ulutürk’e katılıyorum. Gelinin nazı gerdek gecesine kadardır. Boğulanların birbirini kurtarmak için el uzatması genel kültürün gereklerinden biridir. Bulgaristan’daki son durum budur. Biz bu tarihte varız ve var olmaya devam edeceğiz.

 

Biz, özellikle Osmanlı sonrası buralarda kalanlar 140 yıldan beri Bulgaristan’da yaşayanlar şimdiye kadar kendi tarihimizi kendimiz yazamadık. 1990 yılına kadar hangi seçimde kaç Türk’ün veya Pomak yurttaşın oy kullandığı asla bilmedik. Kaç kişi olduğumuzu bile bilmiyorduk.  Çingenelerin sayısı asla bilinemedi. Demokrasiye Geçiş döneminde oyumuzu kullanarak kalemi kendi elimize aldık ve kendi tarihimizi yazmaya başladık.

 

En yeni tarihimizin renkleri bunlardır. Kesit 5 Ekim 2014.

Gelişmeler pek lehimizde sayılamaz.

Akıllı olalım!

Reklamlar