Konu: Manevi Bölünmüşlüğün Derinliğinden Gelen Kokular 3

Bu yol BULGAR PROJESİ olabilir.
1878’de Berlin Konferansında “Bulgar Projesi” “Bulgar Prensliği” şeklinde hayat hakkı buldu. Son 141 yılda birkaç defa (yani dört defa) değişti. 9 Eylül 2019 günü Sofya’daki “Rusofil” tutuklama ve sorgulama olayından sonra Başsavcı Tsatsarov BULGAR PROJESİ’nin son şeklini açıkladı:“Demokratik devleti devirip yerine Moskofcu yenisini kurmak…”

9 Eylül 1944 darbesinde bir silah patlamıştı. Emre uymayan bir er intihar etmişti.

O zamandan beri Bulgaristan’da çok silah patladı, çok şehit düştü ama silahlı darbe olmadı. “Rusofilerin” hazırladığı yeni darbenin (2019) silahlı olacağına inanmıyorum. Devrimler, darbeler ve çöküşler artık ancak parayla yapılıyor. Paralı darbelerin en güçlü silahı ise sosyolojik araştırma anketleridir. Bulgaristan’da Kremlin’e bağlı stratejik araştırma ve analiz merkezinden verilen emirle ödenen paralarla, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yayın organı “Duma” gazetesi böyle bir derin analiz anketi yapmış ve oy vererek siyasete katılmak isteyenlerden %75’inin Moskova sevdalısı olduğu ortaya çıkarılınca, “Rusofil” hareketin Başkanı olan Nikolay Malinov BSP lideri Kornelya Ninova’ya Bulgar siyasetinin iplerini Kremli’nden çeken eski KGB Generali Leonid Reşetnikov’un direk telefonunu vermiş. Sonuçta, 2016’nın Kasım seçimlerinde General Rumen Radev Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçildi.

Fakat Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı’nın sözü bir yere kadar geçiyor.

Parlamenter demokrasi’de ilk ve son söze meclis sahiptir desek, yanlış olur. Ülke Başbakan, Başbakan yardımcıları ve bakanlar ve kurumlar tarafından yönetiliyor. Olay şöyle ki, Başbakan Boyko Borisov, hazırlanan silahsız darbeden ancak savcılık açıklamalarından haberdar olduğunu bildirdi.

Tabii kimse kimseye inanmak zorunda değildir. Ne var ki, Bulgar “Rusofiller”in her yıl 19 Eylülde Stara Zagora (Eski Zara) ili, Kazanlık Belediyesi “Koprinka” barajında toplandıkları Bulgaristan’da siyasetin yönünü Batıdan Doğuya çevireceklerine sarhoşluktan yere düşene kadar “yemin ettiklerini” bilmeyen yoktur.

Yeminli ve RUS-MİLLİ Votkaların en bol aktığı yaz aylarında Varna ve Burgaz kumsallarında Rus şarkıları dinleniyor. Meyhanelerdeki gürültüye alışıyor. Kapalı Rus semtleri olan Moskovalıların “Kamçiya” kamplarında, “Primorsko” şehrinin Rus cadde ve sokaklarında ve Vladimir Putin’in motorlu “Gece Kurtları” ziyaretleri esnasında şehir merkezlerinde “iç içebildiğin kadar” millet alışıyor. Geçen asır Rus savaş gemilerinden 2 defa bombalanan Varna ve Burgaz liman illeri ve şehirlerinde yaşayan Rusların toplam sayısı 500 bine ulaşıyor.

Bu gelişmeler son Bulgaristan Projesinden detaylardır. Sofya’da 8 ”Rusofil” liderin bileklerine kelepçe vurulmasaydı, çok yakında bir Rusofiller siyasi partisi kurulacak, Rusofil propaganda yapan bir TV yayına başlayacak, telecom satın alınacak ve diğer değişikliklerle NATO ve Avrupa Birliğine bakan Bulgar kafaları Doğu’ya çevrilmeye çalışılacaktı… Ahmet Doğan’ın yakın dostu olan General Leonid Reşetnikov ile para aklama işlerine karışan, AB ve ABD’ye girme yasağı olan oligarh Konstantin Malofeev’e 10 yıl Bulgaristan’a girme yasağı getirildi.

141 yıldan beri aynı kalıptan çıkan Bulgar Projeler birbirinden farklıdır.

BİRİNCİ BULGAR PROJESİ 1879’da Veliko Tırnovo şehrinde toplanan Birinci Bulgar Büyük Meclisini açan genel vali Prens Aleksandır Dondukov tarafından çizilmişti. Bulgar Prensliği’nin Birinci Anayasası Rus işgali koşullarında hazırlanmış ve onaylanmıştı. Toplumsal yaşamın felsefe, norm, nitelikleri, kurumları ve sınırları Çar II.Aleksandır’ın iradesine göre belirlenmişti. Anayasa’nın hazırlanmasına aktif katılmayan Bulgaristan Müslümanlarını temsil eden 6 İl Müftüsünü yakasından tutup Veliko Tırnovo’ya getiren ve esas yasayı imzalatan da, işgal güçleri başkomutanı, genel vali Rus Generali Prens Aleksandır Dondukov olmuştu.

Şunu hemen belirtmem gerekir: Birinci Anayasa’da ilan edilen parlamenter monarşi rejimi, Osmanlı imparatorluğundan ayırıp, bağımsız ve egemen bir devleti kurmak isteyen Bulgar Milli Kurtuluş Hareketi hedeflerine ters düştüğü kadar, ayrıca yetkiler açısından Prens’e dar gelmişti.

Vasil Levski kaleme aldığı Bulgar Milli Kurtuluş Hareketi Programında son hedef olarak özgür “Cumhuriyet”e işaret etmişti. Rus İmparatoru II.Alekandır’ın Kuzey Bulgaristan topraklarında bir “Tuna Boyu Guberniyası” kurma, “Bulgar dilini yasaklayıp Rusçayı resmi dil yapma niyeti”, “Bulgar halkını alabildiğine soyma”, “savaş tazminatı talep edilişi” vb stratejik amaçlara hatta Prens I.Aleksandır Batenberg bile karşı çıkmıştı. Bulgaristan’ı Rusya Çarlığından koparma çabaları Batenberg’i ve birçok öncü Bulgar siyaset adamını hayatından etmiştir. Şu unutulmamalıdır. O yılların politik suç ve ihanetle ilgili kriter-ölçüt (ölçü), ancak “kurtarıcı” Rus Çarına sadakatti.

Bu ölçü, 1885’te “Doğu Rumeli”nin ilhakıyla değişti. Bulgar halkı Rusya Çarlarının bağımsız ve egemen bir Bulgar devleti kurulmasını istemediğini gördüler. Bulgaristan’ın birleşmesine Osmanlı devletinin savaş açmaması, Rus İmparatorunun subaylarını geri çekip Sırbistan’ı saldırıya kışkırtması, 1908’de bağımsız Bulgar Çarlığı ilan edilmesi gibi önemli olaylar, Rusya’dan kopma ve Batıya yönelme süreçlerini etkilemiş ve hızlandırmıştır.

Birinci ve İkinci Balkan Savaşları (1912-13), Birinci Dünya Savaşı, Cumhuriyet istekleriyle patlayan 1918 Vladaya Asker Ayaklanması ile 1923 Eylül Ayaklanması; 1923 Dokuz Haziran Askeri Darbesi ve 1934 on dokuz Mayıs askeri darbesi ve üstelik 1925 yılının 16 Nisan günü Sofya’da “Sv. Nedelya” kilisesindeki suikast ipleri büyük ölçüde Sovyetler Birliği (Komintern) tarafından çekildiği ortaya çıkmıştı. Bulgar Çarlığında 1944’ün 9 Eylül darbesine kadar bir silahlı iç hesaplaşma sürüp giderken, doğrudan bir iç savaş faciası yaşanmıştır. Özellikle 1939’dan başlayarak ve 1942’de Makedonya ve Ege boylarının Alman Nazi ve Bulgar ordularının birlikte işgaliyle kükreyen azınlık ve ırk düşmanlığı, Yahudi ve Çingenelere karşı uygulanan soykırım, Müslümanların ardı arası kesilmeyen dalgalı göçe zorlanışı, Müslüman azınlıklardan gençlerin toplanıp Stalingrad Cephesine sürüleceği haberleri, halka büyük korku yaşatmıştır. Bu gelişmelerin Bulgaristan Müslümanlarıyla ilgili doruk noktalarında, Deliorman ve Dobruca’dan toplanan Türk askerlerin 1912’te Edirne ve Saldırısına sürülmüştür. 1913’te 250 bin Pomak Müslüman’ın isim ve din değiştirmeye zorlanmıştır. Ayrıca bir o kadarının da yurttan kovulmuştur. 6.956 Müslüman Genç Balkan Savaşının 2. Aşamasından ve Birinci Dünya Savaşından dönmemiştir. 1934’ten başlayarak Orta ve Batı Rodoplar’da isim değiştirme ve İslam dininden vazgeçirme baskılarının 10 yıl hiç arasız şiddetlenmesi ve ailelere eziyetin artması gibi sonuçlara birbirini izlemiştir.

Sözün kısası hem Prenslik (1879-1909) hem de Çarlık (1909-1946) dönemlerinde uygulanan Birinci Bulgar projesi Müslümanlar tarafından tutulmamış ve desteklenmemiştir. Türk okullarının sayısı 2.700’den 500’e inmiş, sürekli artan vergiler halka kıtlık yaşatmış, tek dilli ve tek milletli devlet yaratma çabaları tosladıkça, azınlıkların çekileri gün güne hep artmıştır.

9 Eylül 1944’te parlamenter monarşi diktatörlüğünün ağaca taş atılmadan, tek tüfek patlamadan düşmesini, zamanı dolmuştu diyerek en açık anlatabiliriz.

İKİNCİ BULGAR PROJESİ II. Dünya Savaşı sırasında 4 Şubat 1945 – 11 Şubat 1945 tarihleri arasında SSCB‘nde tatil merkezi Yalta‘nın 3 kilometre güneyinde bulunan Livadia Sarayı‘nda düzenlenen ve Churchill (Birleşik Krallık Başbakanı), Roosevelt (Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı) ve Stalin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve SSCBHalk Komiserleri Kurulu Başkanı) olmak üzere “Üç Büyük”ün katıldığı konferansta çizilmiştir. Konferans esnasında Stalin ile Churchil arasındaki ikili görüşmelerin birinde, Doğu Avrupa’nın savaş sonrası sınırları konuşulurken, İngiliz Başbakan’ı elindeki kalemle önündeki peçete üzerinde Atina’dan Sofya üzerinden Bükreş’e uzattığı çizgiyle Büyük Britanya etki alanını işaretlerken, Mareşal Stalin “yalnız Yunanistan” demiştir.

İkinci proje Moskova’da hazırlanmış ve Bulgaristan’da uygulanmıştır.

Uygulama aracı olarak Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kullanılmıştır. Bu uygulama 1948 Anayasasıyla Sosyalist Bulgaristan projesi ve 1971’den sonra totaliter komünizm projesi şeklinde gerçekleşmiştir. 1878 Berlin Konferansından gelen ve Bulgar Prensliği ve Çarlığı tarafından defalarca ihlal edilen ilkeleri hiçe sayarak, faşistlerden temizlenmiş ve her bakıma ve her yönüyle Moskova’ya “ebediyen” bağlı, komünistler tarafından yönetilen bir Bulgaristan hayalidir. Yürütme biçimi olarak sözde “halk demokrasisi” seçilirken, aslında Ruslar tarafından ikinci defa işgal edilen Bulgaristan’da devlet biçimi olarak Alman faşizminin bir adım gelişmişi olan, devlete üreten kooperatifleştirilmiş toprak ve endüstride millileştirilmiş üretim araçlarına dayanan, tek partili siyasi rejim uygulanmıştır.

İkinci Projenin ilk yıllarında, 1956 yılında BKP Merkez Komitesi Birinci Sekreteri görevine Todor Jivkov getirilene kadar, etnik azınlıkların kültürel ve eğitim haklarına saygı gösterilmiştir. İsim değiştirmeyle etnik kimliklere saldırı 1962’de Roman-Çingenelerle başladı, 1964’te Müslüman Pomaklar hedef alındı.

1971’de Bulgaristan Halk Cumhuriyeti “Todor Jivkov Anayasını” kabul etti ve “komünist partisinin yönetiminde, sosyalist kimlik oluşturma” süreci başladı. Sivil ve üniformalı milis ve polis güçleriyle birlikte ordunun da işe koşulduğu “isim değiştirme, din ve gelenekleri yasaklama” süreciyle Müslüman Pomak kimliği zor kullanılarak Bulgarlaştırılmaya ve Hıristiyanlaştırılmaya çalışıldı. Pomak kardeşlerimiz çok ağır saldırılara göğüs gerdiler.

Şiddetlenen saldırıların ikinci aşaması 1984’ten sonra bir iç savaş şeklinde gelişti ve ana dil ve edebiyat dili olarak Türkçenin kullanılması da yasaklanıp Türkçe konuşana ceza kesilmeye başlandı. Bu 10 yıl boyunca Türklerin yazdığı tüm mektupların hepsi okundu, 12.500 kişi tutuklandı, sürgün edildi, yargısız infazlar oldu, toplama kampları doldu, 24 yıl zindanda kalan Türk aydınlar oldu. İşte burada cesur, sağlam, dürüst Türk Liderlerinin çoğu öldürüldü veya etkisiz hale getirildiler. Aileler ve Türk etnik topluluğu parçalanmaya çalışıldı. III. Bulgar devleti tarihinde en büyük ayaklanma gerçekleşti. Türk ruhu 72 bin kişi halinde totaliter Bulgar devletine karşı tek vücut oldular. 360 bin kişinin 3 ay gibi çok kısa bir sürede ata yurdunu terk etme çilesi yaşansa da, Bulgaristan ekonomisi, maddi ve mali kimliği çöktü ve ardından diktatör T. Jivkov devrildi.

Onunla birlikte İkinci Bulgar Projesi de suya düştü. Henüz resmen tanımak istemeseler de, bu çöküş Bulgarların millet oluşturamadığını, 1878’den sonra çok ezildiklerini, birbirleriyle amansız boğuşma halinde olduklarını ve SSCB‘ne ve Rusya Federasyonuna bağlı kaldıkça ufuksuz kalıp millet olarak da yok olacaklarını ortaya koydu.

Üçüncü Bulgar Projesi 1991 Anayasası ila geldi.

Bu proje de Moskova’da hazırlandı. Barışçı geçişle gerçekleştirilmesinde ve Moskova tarafından eğitilen kadroların cezalandırılmadan ayakta kalmasında, komünist partisinin maske takıp sosyalist partisi olarak politik iktidar mücadelesine devam etmesinde ve Bulgar devletinin omurgası olan Moskova’ya bağlı istihbarat güçlerinin çalışmaya devam etmesinde mutabık kalındı.

Bulgaristan’ın Batı uygarlığına yönelmesine bu defa da Türkiye Cumhuriyeti yol açtı.

2004’te Bulgaristan’ın NATO üyeliğine TBMM garantör olarak ve ardından da 2007’de Avrupa Birliği’ne engel çıkarmayarak yardımlarını esirgemedi. Oysa Bulgaristan Müslümanlarının eşit vatandaşlık ve eğitim hakları başta olmak üzere, kültürel haklarından mahrum edilmiş, kör cahil bırakılmış oluşlarını gerekçe göstererek bu üyeliklerin ikisinin de yolunu kesebilirdi.

Parlamenter demokrasi ve serbest piyasa koşullarında uygulanmaya koyan Dördüncü Proje ile etnik azınlıkların hiç birinin eşit vatandaş ve kolektif hakları, ana dil, din, etnik kültür, geleneklerle yaşama ve bu kaynaktan gelen tüm hakları askıda kaldı. Etnik haklarla ilgili uluslararası antlaşmalar uygulanmıyor. Soykırım işlendi, suçlular serbest dolaşıyor. Ahlak ve adaleti olmayan Bulgar yaşam tarzının tüm etniklere zorla dayatılma çabaları ciddi gerginlik yaşatmaya devam etti. Ardı arkası kesilmeyen şiddet ve değişik saldırılar etniklerin genç, sağlıklı ve kalifiye kısmının dış ülkelere çıkmasına neden olurken, dışarıdan gelen sermayenin yarattığı yüksek ücretli iş yerlerinde Bulgarlar çalışırken, kalifiye olmayan yaşlı kesim sefalet içinde bocalayan bir tabaka oluşturmuştur.

Memleket suni zenginler, beceriksiz oligarşi temsilcileri, hırsız ve dalaverecilerden, rüşvet almadan iş yapmayan bir küçük zümre tarafından yönetiliyor. Bu zümreye Bulgaristan Türkleri adına hain-Ahmet Doğan ve Delyan Peevski gibi hiçbir işe yaramayan, avantadan geçinen birkaç suni zengin katılıyor. Geçerli Bulgar Projesi Batı uygarlığına yönelmiştir. NATO ve AB üyeliğimiz, F-16 savaş uçakları alımı, karada ve denizde militarizmleşme, ülkeye çöreklenen birkaç ABD üssü vs bunlara kanıttır.

Şu iyi bilinmelidir, özellikle son 4 yılda sığınmacı selinin Balkanlar üzerinden Batı Avrupa’ya yönelmesiyle Türkiye Cumhuriyeti ve özellikle Büyük Başkan Recep Tayip ERDOĞAN göç selini durdurup tüm yükü Türk halkı yüklenerek, Bulgar halkını vatanını tamamen terk etmekten ve Bulgar devletini de göçmen yükü altında çöküp ezilmekten kurtarmıştır.

9 Eylül 2019 tarihinde açıklanan komplo, Moskova’da çizilen ve 4. Bulgar Projesi adıyla açıklanan siber saldırı ve Batıya yönelen Bulgar devletini devirip, Rusya’ya sevdalı yeni bir açılıma kanat açılması hazırlıkları zamanında açıklanarak durdurulmuştur.

Birleşik Amerika, İngiltere ve diğer yakın ve uzak devletler bu 4.Bulgar Projesi’nin zamanında durdurulmasından ve memleketimizin kara günlere, halkımızın daha büyük kötülüklere itilmesinden, Cumhurbaşkanı Radev’in değimiyle “bataklığın” daha da derinleşmesine düşmemizden kurtarmıştır.

Bu kavga eskidir ve devam edecektir. Son bulması bize birlik ve beraberliğimize, amansız mücadelemize bağlıdır. Biz hiçbir zaman “Rusofil” değildik ve olmayacağız. Kuşkusuz, zaman gelecek bizim hakkımızda da yazılan yalan yanlış raporlarda farklı şeyler okuyacağız. Bu raporları yazanların ve kendilerini aldatanların “saraylarda” Rus parasıyla yaşadıklarını biliyoruz ve her şeye şahidiz. Biz olmasak hepsi şimdiye kadar acından gevreyip nalları atacaklardı. Kısmetse o günleri de göreceğiz. Alayan her zaman alamaz-Gülen de her zaman gülmez.

Bu 4.projenin gerçekleştirilmesini önlemek için hep mücadele ettik.

Birincisini dedelerimize zorla imzalattılar.
İkincisi baştan sona sahte referandumla kabul edildi.
Üçüncüsünü çizen 1991 Anayasasını imzalamadık.
Şimdi de DÖRDÜNCÜ PROJE mimarlarını tutuklayan, bazılarının da vatanımıza girmelerini yasaklayan Bulgar Savcılığını tebrik ediyoruz.

3 bölümlü yazımda derinden gelen kokuların boğucu olduğuna işaret etmek istedim.
Ruslar Bulgaristan’ı 2 defa işgal etmiştir.
Bulgar milleti, bu arada azınlıklar soyulmuş, zülüm görmüş, hak ve özgürlükleri koklayamamıştır.
Okuduğunuz için teşekkürler. Paylaşmayı da unutmayınız.
Gerçekleri öğrenmek isterseniz Bizi izlemeye devam ediniz.

Reklamlar