rafet-uluturk Rafet ULUTÜRK

Doğan’la birlikte HÖH / DPS partisi de gömülür diye bir şey yok.

Yeni Başlangıcın Eşiğindeyiz

Eskiden hepimiz HÖH/DPS partisine bir şey olacak, aman birisi kötü bir laf söyleyecek diye üzerinde duruyorduk. Halkımızın kutsalından doğan Hak ve Özgürlükler Hareketi  (HÖH) bizim için göz nuru-muzdu.  Şimdi artık iyice soysuzlaştı, kimlik-sizleşti, üzerine tırmanılamayan, meyveleri koparılamayan, yere düşeni de acı ve ekşilikten yenmeyen çevresi de dikenli ağaçlar gibi sarılıvermişti.

Son 26 yılda HÖH partisinin “kurucu başkanı” yağlı ballı memesini emerek geçinen ve etrafındaki Türk-Müslüman düşmanlığından geçinen Bulgar general-albay tayfasını da besleyen “fahri” Başkan Doğan’ın bu ay toplanacak 9. Olağan Kurultayda maskesini indirip bir hain “şerefiyle” de olsa HÖH’ten istifa etmesi, ceketini alıp kenara çekilmesi bekleniyor.

Bu yeni açılıma katılan Eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme, HÖH-DPS partisinin, politik, sosyal ve ekonomik tartışmaya açılmasını isterken, ipleri dışarıdan çekilen ajan takımından parti örgütlerinden ve yönetiminden çıkmasını, gençlerin davaya kazanılmasını, halkın arasına inilmesini ve siyaset olarak ortanın sağına geçilerek, yeni politikalar aranmasını öneriyor.

710 bin soydaşımızı temsil eden biz, Türkiye’deki sivil toplum örgütleri (STÖ)  bu fikirlere katılırken, HÖH partisinin yeni yönetiminin sivil toplum örgütleriyle temas kurup sıkı işbirliği yapmasını da öneriyoruz. Medyasız-Basınsız parti olamayacağına işaret ediyoruz. “Bulgar Etnik Modelinin” gömülmesini, çok kültürlü bir gelecek tasarımı geliştirilmesi gereğini vurguluyoruz.

Kuşkusuz bu isteklerin birleştirdiği bir siyasi çizgi var. HÖH partisinin öncelikle Bulgaristan Türk Müslümanların bir öz hareketi, insan hakları, etnik azınlıkların doğal hakları, eğitim, sağlık ve diğer edinimler ile din ve ibadet haklarımız da bu arada, özgün kültürel haklarımızı savunacak bir yeni siyasi doğrultuya yönelim  bekleniyor.

Bunu HÖH kabul etmez, yine yan çizer, ben “eşik beşik tanımam” der ve bildiğini okursa, kitlelerin artık yeni seçeneği  (alternatif) var.     DOST partisi kapı aralamış, 10 Nisan’da Sofya Kültür Sarayı (NDK) 3. Salonunda 1.200 delegenin katılımıyla kararlarını tartışıp onaylamaya hazırlanıyor. Türkiyeci, Büyük Türkiye sevdalısı, barış ve güvenlik, insanlarımızın daha iyi bir hayat yaşamalarını istediğini beyan ediyor.

DOST partisi bir bakıma da HÖH-DPS içindeki bunalımlardan sıyrılmayı başarıp siyaset sahnesine çıkan bir politik harekettir. En büyük temennimiz siyasi karakterini oluştururken, geçmişimize, özümüze, kimliğimize, dilimize ve dinimize sımsıkı bağlı kalmasıdır.

Bu bakıma yeni bir başlangıcın eşiğindeyiz ve yelkenlere dolmak isteyenler artıyor. Burada önemli olan ona buna uşak olmadan, dıştan gelecek emirleri beklemeden harekete geçip yol alarak kendi Avrupalı Kimliğimizi yaratmalıyız. Biz Türk’üz ve Müslümanız, Biz Bulgaristan ve AB vatandaşıyız, bu kimlik çizgilerimiz ebediyen yaşatılmalıdır, yaşamalıdır.

****

HÖH-DPS partisinin en büyük yanlışlarından biri şudur.

Yeni liberalizm samanlığında kaybettiği kimlik iğnesini ararken, Doğan olmayan aklını, Avrupalıları ve onlarla birlikte Bulgaristan Türk-Müslümanlarını yok etmeyi hedefleyen ve 20-inci yüzyılda “Kalergi” hareketi olarak bilinen ve bizde “Bulgar Etnik Modeli” adı verilen hainlik eğimiyle karıştırmış olmasıdır. O, kendi sıktığı kördüğümü şimdi çözemiyor.

Doğan’ın 1993’te yazdığı ilk ve son, tek el kitabında tam da bu sorun işlenmiştir.

Meselenin özü nedir?

Afrika’dan Yakın Doğu Pakistan ve Afganistan’dan kışkırtılan ve Avrupa kıt’asına yöneltilen göçmen kafileleri çok eski bir plan ürünüdür.

Hedefte eski kıta kimliğini yok etmek var. Bu iş en çok da bugün Putin’in hoşuna gidiyor.  Bu nedenle Afganistan ve Pakistan’dan çıkıp kuzey yollarından Norvceç üzerinden eski kıtaya girenlerin yolu kesilmiyor, kayıtları yapılmıyor ve hepsine birer viran bisiklet verip karlı kışlı yollardan Avrupa’nın bacasından içine girmelerine yardımcı olunuyor.

  Bir yandan 1954’ten beri Avrupa bütünleştirilmeye, halklar birbirine kaynaştırmaya çalışılırken, aynı zamanda Afrika ve Asya halklarından kopup gelenlere yerleşme olanağı sağlanıyor.

Olaylara daha derin baktığımızda, Avrupa Birliği (AB) fikrini Riçard Kudenhov Kalergi’nin yaratıp lanse ettiğini görürüz. Babası bir Avusturya diplomatı Heinrich von Kudehov-Kalergi  anası da Japon Bayan Mitsu Aoyama olan bu ideoloğun soy ağacı Bizanslı Kalergis soyuna kadar uzanır.

Bu fikir, Birleşik Amerika tarafından yönetilecek bir federasyonda yeni bir dünya düzeni kurmayı amaçlayan,  1922’de Viyana’da “Pan-Avrupa” hareketine temel olmuştur.

Aşağıdaki isimlerin sizde de çağrışım uyandıracağına inandığım Çek siyasetçilerden Tomaş Masarik, Edvard Beneş ve bankacı Max Barburg  “Pan-Avrupa” hareketine 60 bin Mark yatırım yapmıştır. Avusturya Başbakanı İgnaz Seypel ile Avusturya Cumhurbaşkanı Karl Renir ise bu hareketi hayatta geçirmeyi üslenmiştir. Daha sonraları bu harekete birçok Fransız siyasetçi de destek vermiştir.

Nazi Almanya’sının ortaya çıkmasıyla bu tasarım bir süre rafa kaldırılsa da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere Başbakanı Churchill ve Avrupa Mason locası Bney Brit tarafından desteklenirken,  “New York Tims” gazetesi “Pan-Avrupa” planının Birleşik Amerika hükumetince onaylandığını ve gerçekleştirilmesinin de Merkezi Haber Alma Örgütü’ne (CİA) devredilmiştir.

Kalergi planının özü:

Kalergi kaleme aldığı “UYGULAMALI İDEALİZM” kitabında, geleceğin “Avrupa Birleşik Devletleri’nde eski kıtanın şimdiki nüfusunun yaşamayacağını, ırkların karışmasından doğacak yeni ürünlerin yaşayacağını yazıyor ve şöyle diyor;

“Avrupalılar Afrikalı ve Asyalılarla birleşerek üremeli ve böylece kimlik kalitesi ve nitelikleri olmayan, yönetici elit tarafından kolayca denetlenebilen ve yönetilen,  birçok uluslu karışım olan bir sürü oluşturmalıdır.”

Kalergi eserinde, devlet kavramını kullanmadığı gibi, yalnız bölücü etnik hareketlerden ve kitlesel göçlerden söz ediyor.  O, insanları kolay denetlenip yönetilebilen bir homojen topluluk durumuna getirebilmek için onları siyah, beyaz ve sarı ciltli bir karışım olarak görüyor ve bunu şöyle anlatıyor:

Geleceğin insanı metis olacak. Eski görüşlerin yok edilmesi, insanların zaman ve uzak kavramları dışında düşünmeye alıştırılmasıyla sınıflar ve katmanlar yok olacaktır. Aslında eski Mısırlılara benzemesi beklenen geleceğin Avrupalı-Zenci karışımı nüfus, halkların farklılığının be kişiliklerin çeşitli doğasının yerini dolduracak. Gettolardan kaçık gelen insanlar Avrupa’nın manevi zenginliklerini yaratacaktır. Yeni cins zengin tabaka oluşacaktır. “

Bu kitap Ahmet Doğan’a (Medü Doganov”  Pazarcık Hapishanesinde verilmiş ve okuması istenmiştir. Bugünkü AB ülkelerinde henüz büyük nüshalarda çıkmasından sakınılsa da AB’nin başı çeken ilkelerine kaynak olmuştur. Kimliğimizin (hem etnik hem de dinsel) yok edilmesi ve Afrikalı ve Asyalılarla karışmış bir Avrupalı kimliğin doğması, metislerin birleşik ırkının oluşturulması, üzerinde derin analiz yapıldığında görüldüğü üzere, AB topluluğunun azınlıklarla ilgili tüm siyasetlerinin esasını oluşturur.

Bu bakıma tarihin en büyük soy kırımı gelecekte olacaktır.

Bu siyaseti uygulayanlara 2 yılda bir “Kudenhov-Kalergi” ödülü veriliyor.  Bu ödül artık Angela Merkel ve Herman Van Rompoy’a verildi, sırada Ahmet Doğan var. Bugün artık kurşunlanarak öldürülen Ahmet Emin’in Mason Locasına girmeye neden zorlandığını kolaylıkla anlayabiliyoruz.

Biz bu siyaset çizgisini, AB ülkelerindeki düşük doğum oranından kaynaklanan sorunların aşılması için “göçmen alın” çağrısında bulunan Birleşmiş Milletlerin (BM) yeni politikasında da görebiliyoruz. 2000 yılında yayınlanan BM raporunun “Nüfus Sorunları” bölümünde, nüfusun yaşlanması sorunlarını çözmesi için Avrupa’nın 2016 yılına kadar 159 milyon göçmen alması gerektiğine işaret edildi.

İnsanoğlu, bu işlerin bir plan programı yoksa, bu hesaplar nasıl yapılabilir diye düşünmeden edemiyor. Aile yardımları birkaç kat arttırılarak doğumu artırma yolları aranmaması da dikkat çekiyor. Buradaki hedef, bizim genlerimiz yok edilerek, etnik, ulus, tarih ve kültürel miras olarak yok olmamızın yolunu açmaktır. Bu açıdan bakınca, Ahmet Doğan gibi siyaset adamlarının, “Türk’üm” demelerine karşın, memleketimizdeki Osmanlı dini ve mimari mirasına neden sahip çıkmak istemediklerini anlamak da kolaylaşıyor.

Yine bu açıdan, “Biz AB siyasetine bağlıyız” diyen Bulgar hükumetlerinin Türk-Müslümanlara karşı şiddetle uyguladıkları genel siyasetin anlaşılması da kolaylaşıyor.

1989’dan beri 710 binimiz Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışız. Kitleler hareketlenmeye zorlanıyor. Bu konuda demeç veren Dünya Sağlık Örgütü (OMS) Müdürü G. Brok Çizholm şöyle dedi:

Özetlersem, Kalergi planı, Avrupa halklarını kitlesel göç dalgalarına boğarak yok etmeyi amaçlayan hükumet siyasetiyle uygulanıyor.  Karışık evliliklerden yapılan doğumlar özendiriliyor, yeni bir dünyada, merkez idare tarafından kolayca yönetilebilecek,  yeni bir ırk meydana getirilmeye çalışılıyor.”

Ahmet Doğan da Pazarcık hapishanesinde bu hapı yutmuş ve 26 yıldan beri başımızı belaya vermeye devam ediyor.

Ya uyanacağız ya da yok olacağız.

Seçim bizimdir.

Yeni bir eşikte bulunuyoruz.

Reklamlar