Dr. Nedim BİRİNCİ

Elinizde kalın bir kitap olduğunu düşününüz. Ve bu kalın kaplı ve lüks baskılı eserin kapağında yazarının “Kl. Ohridski Sofya Üniversitesi” – Psikoloji Fakültesi Dekanı, Prof. Dr. Lüdmil Georgiev olduğunu okuyunca şaşırmayınız lütfen. Aklı derli toplu yazarlar fikirlerini 200 sayfada anlatabilirken, nasıl oluyor da Prof. Dr. L. Georgiev 600 sayfaya sığdıramaz, sorusunu da sormayınız, çünkü “Bulgar Tarihinin Eleştirel Psikolojisi” başlıklı bu çalışmanın 436 – 37 sayfasından şunları okumanız ilginizi tamamen doyurmaya yetecek de artacaktır:

Üçüncü Bulgar devleti hayal bir devlettir. Yabancıların mülkünde ve Bulgar ‘elitin’ idaresindedir. Bulgar ‘elit’ maaşlı yaşayan köylülerdir. Devlet bir kişisel zenginleşme için kullanılan özel mülkiyettir. Bu “faşizm” ve “sosyalizm” döneminde böyle idi, şimdiki “liberal demokrasi” koşullarında da değişiklik kaydedilmemiştir. 140 yıldan beri Bulgar milli kimliği krizini yeniden ve yeniden üretiyoruz. Şimdiye kadar değişen mülk sahibi feodaller  – Üçüncü Alman İmparatorluğu; Sovyetler Birliği ve son dönemde Birleşik Amerika, NATO ve Avrupa Birliğdiri. (Vasal – feodal, başka bir devletin tebaasında bulunma durumu) Bulgar tarihinin eleştirel psikolojisini belirleyen özelliktir. Onlar otel sahibi, biz ise otel idaresiyiz. Bizi korumak için üzerimize şemsiye açanlar, yani vesaik kuranlar, otel içinde istediğimizi yapmamıza, insan öldürmemize, halkı soyup soğana çevirmemize ve baskı ve terör uygulamamıza, zulüm ermemize, ırk ayrımı uygulamamıza göz yumuyorlar. Burada bir devlet düzeninden, uygarlık modeli seçmekten ya da modernleşmeden söz bile edilemez.

Kuşkusuz bunları okuduktan sonra, siz de “BGSAM” yazılarının bu yorum karşısında zayıf kaldığını bastıra bastıra belirtebilirsiniz. Yine diyorum, “Bulgaristan bağımsız ya da egemen bir devlet değil, sahibi sürekli değişen bir oteldir, Bulgar hükümeti de bu otelin idare müdürüdür” şok edici bir benzetmedir.

Kısacası, Sofya’daki Sudi Özkan’ın “Prinsess” otelini “Ramada” şirketinin kiracı işletmecisi olduğu gibi bir şey. Aklın ermediği bir şey varsa o da şudur.  Memleketimiz Bulgaristan bir otelse ve 1878’den 1909’a kadar Rus mülkünde bir otel, Ferdinan’dın Bulgar Çarı ilan edilmesiyle (1908) Almanya mülkünde bir otel ve 36 yıl Almanya ipoteğinde kaldıktan sonra 1944 yılının 9 Eylül günü yeniden Rusya (Sovyetler Birliği) mülküne geçen bir otel olmuştur. Nihayet 36 yıl sonra – 1989’da – yine Almanya mülküne alındıktan sonra, 2004 yılında ülkenin NATO’ya üye alınmasıyla da Amerika Birleşik Devletleri mülküne devredildiğimizi öğrenmiş oluyoruz. Bilincine varınca çok acı bir gerçek. Bu analizle, T. Jivkov’un 2 defa Sovyetler Birliği’ne 16. Cumhuriyet olarak bağlanmaya heveslenmesini de çok daha iyi anlıyoruz. Kurnazlığıyla bilinen Ferdinand ve oğlu III. Boris de memleketimizi Nazi Almanya’sına bağlamak istemedi mi? II. Simyon ise, ülkedeki dağları taşları, bağları bahçeleri, kaplıcaları ve konakları kendi mülkiyetine geçirip satmaya çalışmadı mı?!

Profesör L. Georgiev,  10 yıl Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) Milli Yönetim Merkezinde atanmış başkan Ahmet Doğan (ajan-muhbir Sava) şahsına akıl hocalığı yaptı. Yaptı da, bu önemli ve millet uyandırıcı nitelikteki fikri “lider bozuntusunun” kafasına neden sızdırıp mıhlamadı diyebilirsiniz. Bunun bir tek cevabı vardır. Otel sahibi A.Doğan gibilere yalnızca içeride yiyip içme hakkı tanımıştır.  Akıl hocası olduğu Doğan’ın hafızasına, Bulgar ortaokul, lise ve üniversitelerinde kurşun doldurulmuş olsa bile, neden eline bir burgu alıp zulada delik açarak olayın böyle böyle olduğu gerçeğini onun kafasına usulca akıtmadı?

Neden, “Kardeşim, sen kendini ne sanırsan san, sen ancak bir ‘kukla-lider’, ‘ajan-lider’, “fahri-lider” ve bilmem başka ne gibi ‘-saçma-lider” olabilirsin. Senin yerin bu OTEL’de ancak ve yalnız kapıcı, piccolo, hademe, tuvalet temizleyicisi veya garderobier gibi görevlerden birisidir, deyip gözünü açmadın? Bu hizmetler ancak birinci kat hizmetidir ve A.Doğan gibi hem Bulgar hem de Rus istihbaratına özel hizmetleri olan ve hainliğiyle ünlenen “kadrolara”, otel dışında tayinli personelin konakladığı eski Türkçede adı “müştemilat” olan, şimdi de “kaçamak evi” denen binada ancak “her şey dahil” bir artı bir, bir dairecik verilir. A.Doğan’ın Burgaz güneyindeki Rus arsasındaki konaktaki durumu budur. “Ultra her şey dahil” bir konak odasında ömür törpülemektir. Kendi başına 4 söz söylemesi yasaklanmış, eline verilen kâğıtta yazılı olanları ezberleyip yüksek sesle söyle hakkından başka hakkı yoktur. O bir esir alınmış kukladır..

Elimdeki kalın kitapta A. Doğan’ın “konakta” ya da “sarayda” ve ya “deniz köşkünde” yaşayacağı ya da yaşadığı yazmıyor. L. Georgiev gerçekleri biliyor. Doğan’ın göz hapsinde olduğunun da farkındadır. Eserinde ve dostlarıyla paylaşımlarında, ben bu ortamda ilk tüfeğin patladığı gün işten ayrılacağımı peşin söylemiştim ve “Boyana Sarayında”  Ahmet Emin’in yanağına sıkılan bir kurşunla öldürülmesinden sonra, dilekçe sunmadan danışmanlıktan ayrıldığım, bu bir gerçektir, vurgusunu yapıyor. Çünkü “Bulgarlarla Türklerin uzlaşmasına” danışmanlık yapan ve mesleğinin Türkçe ismi “akıl hastanesi uzmanı” olan bu Profesör, aslında delilerin birbirini öldürmeye başladığı gün tımarhaneden kaçmakla iyi ettiğini gizlemiyor. Bugün Doğan’ın susması ve “özgürlük” istememesi için kendisine para veriliyor.

Öyleyse bu konuya dönmemin nedenine gelelim. Şu “Covid-19” salgınının yayılması ve ölüm vakası sayısında artış gözetlenince ilan edilen SIKI YÖNETİM” kafa karıştırdı. Politikacıları susturuldu.

Kitaplığımdaki bazı daha kalın Hukuk Eserlerini açtım ve hangi ülkeler ve hükümetler SIKI YÖNETİM uygulayabilir maddelerine baktım. Devletler hukukuna göre “bağımsız ve egemen” olmayan yönetimlerin SIKI YÖNETİM uygulama hakkı yoktur. Bulgaristan 1878’de Osmanlıya vergi ödeyen vasal bir prenslik olarak kuruldu. O zaman da bağımsız değildi.

Soru: Bugün bir “otel” olarak bağımsız veya egemen bir ülke miyiz? Bağımsız olsak, bağımsız değiliz, çünkü bir “otel” olarak 4 defa ipotek edilmişiz.
Bazı bilirkişilerin yorumlarına göre, biz son olarak “Bulgaristan Oteli” tapusunu 3 adet birbirinin aslı, noter onaylı nüsha olarak,
1) Almanya hükümetine;
2) Avrupa Konseyi Başkanlığına ve
3) Sofya’daki Birleşik Amerika Büyükelçiliğine vermişiz.
Tabii bu çok nüshayla ipotek altına alınmamız Avrupalıların pek hoşuna gitmemiştir. O ülkelerde noter olmadığına evrakın geçerliliği tartışma konusu olmuştur. Böyle olsa da “otelin planını getirin ve kat taksimi yapalım” diyen olmadığından şimdilik her şey süt liman gibi. Görünüm böyle olsa da Rusya da sürekli hatırlatmada bulunarak “payım neresi” baklasını ağızından düşürecek gibi. Müslümanların öz hakları, Osmanlı mirası vs kutu içinde kurudur.

Bir de şu egemenlik sorunu var. Egemen olmayan devletler de SIKI YÖNETİM ilan edemezmiş. Egemenlik halk yönetimi demektir. Bizdeki yönetim 20 oligarşi zenginine hizmet ediyor. En büyükleri ola Vasil Boşkov daha da palazlanmak isteyince yolu kesildi ve kaçtı. 7. 2 milyarın üstüne oturan Tsvetan Vasilev ise Belgrat’ta saklanıyor. Başka bir milyoner olan D. Pevski’nin ayakları sallanmaya devam ediyor. Demek oluyor ki yalnız 17 kişi kaldılar. Yönetim halktan tamamen koptu. 2007’den beri Avrupa kıtasının en fakir ülkesiyiz.

Bizim otel de egemen değilmiş. Uygulanan SIKI YÖNETİM her şeye rağmen geçerli. Bir de SIKI YÖNETİM uygulanınca asker sokağa çıkıp düzen kurmalıymış. Polis görevden çekilmeliymiş. Bizdeki 72 bin polis görevde, değişen bir şey varsa o da maske takmış. Ordumuz yok. Bütün ödevler polis ve trafik polisleri ile savcıların sırtına yüklendi. Böyle olunca bazılarına göre  “diktatörlük” oluyormuş. Zaten bir işe yaramayan Parlamentonun süresiz tatile salıverilmesi, aldığı kararlar adaletin yanından geçmeyen mahkemelerin de süresiz tatil edilmesi ve polislerin eline birer koçan alıp evinden çıkana 300-500 leva ceza kesmesi de yeni tür “diktatörlük” değilmiş. Çünkü “Covid-19” ile gelen yasaklı ve “kişisel karantina” koşullarında, bir defa siyasi partiler henüz yasaklanmadı. Yasaklanmadı ama parti liderlerinin sokağa çıkma, toplantı ve miting yapma, TV ekranında konuşma hakları rafa kaldırıldı. Böylece muhalefetin ağızına fermuar çekildi. Erken seçim ve genel seçim gibi sözlerse unutuldu. Türk milletvekilleri akşamları toplanıp be lot oynuyordu, şimdi toplanıp dedi kodu da yapamıyorlar.  Şu an bizdeki en önemli sorun kişisel hijyen (temizlik) – elleri günde birkaç defa sabunla yıkamak –  değil, dairelerdeki köpekleri günde 2 defa küçük ve büyük ihtiyacı için parka çıkarmak oldu. Polis sokakta parkta gördüğü köpeklilere ceza keserken, ağaçların belini pisleyen itleri görmezden geliyor. Köpeğin fiyatı “bedava” sahibine kesine ceza 300 leva. Git de çık işin içinden…

Biz egemen bir “otel” olsak bu işler böyle olmazdı diyorum.

Üstelik şu “kollaps” meselesi de yeniden TV ekranına çıktı. Bağımsızlığımız mı kollaps, egemenliğimiz mi kollaps yoksa devletimiz mi kollaps  pek anlaşılamayınca şöyle bir açıklama yapıldı:

“Kollaps, çevresel damarların genişleyip burada kanın toplanmasıyla oluşan ağır bir çöküntü tablosu, vücutta bütün kuvvetlerin birdenbire kesilmesi çökmesidir.”

Bu açıklamanın tam olarak bizim durumu yansıtmadığı anlaşılınca, üyesi olduğumuz Avrupa Birliği için hazırlanmış olduğu bildirildi. Nitekim biz AB’nin Güney Doğusu’nun en ucunda olduğumuzdan dolayı ve mali sistemimiz ve kepenk indiren ekonomik damarlarımızla birlikte kalp kapaklarımızın da açılıp kapanmadığı ve beyin durgunluğu geçirdiğimiz ortaya çıktı. Fakat olan ve olacak olanların en kötüsü ne yazık ki, bu değil. Küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin tümünün “Covid-19” ile savaşa yenik düşeceğinden ve “oteli” idare edebilmek için Başbakan Boyko Borisov hükümetinin emekli maaşları fonlarına el atacağı söylentileri dolaşıyor. Buna ek olarak sağlık sisteminin de çökmesi gündeme gelirse, sorma gitsin. Dış kaynaklardan para kopartma işi ise sakat, çünkü oteli çoktan 3 yere birden ipotek etmişiz.

1990’dan beri emekli maaşlarımıza 2 defa el atıldı. Birincisinde su çekildi ve emekli maaşı ödenmez oldu. 1997-2001 döneminde Başbakan olan İvan Kostov da emeklilik haklarını % 50’i budadı ve yoksul yaşlıların yarısını tahtalıköye uğurladı. Büyük korku şişeden çıktı. Allah yardımcımız olsun…

Otelde yaşamak iyi de, otel bizim değil.

Vah halimize….

Paylaşınız lütfen.

Reklamlar