BGSAM: 31 03 2019
Tarih: 31 Mart 2019
Konu:  Bize dil uzatan şaşkınlık siyasi saldırganlıktır.

Totaliter rejimde “Bilimsel Komünizm” hocası olan, şimdi ise siyasi bilimler profesörü geçinen Ognyan Minçev, Bulgaristan’ın Türkiye’nin desteklemesi ve garantörlüğünde NATO’ya alınmasından hemen sonra (2005) Ankara’yı bir bilirkişi heyetiyle ziyaret etmişti. SAM Enstitüsü Müdürü Büyükelçi Murat Bilhan bu görüşmede ona şöyle bir soru sormuştu:

“Siz Amerika Birleşik Devletlerine Güney Doğu Bulgaristan’da  (Bezmer ve Aytos) asker üs kurmalarına neden izin veriyorsunuz? Sizdeki yabancı üsler size olduğu kadar, bize de tehdit oluşturuyor? “

Siyaset bilimci Minçev’in yanıtı şu olmuştu:

“Sayın Büyükelçi, Bulgar milli çıkarlarına tehdit Moskova ve Ankara’dan olmak üzere, 2 yönden gelir. Birleşik Amerika’nın bizdeki üsleri bizim güvenliğimiz ile sizin hevesleriniz arasındaki tampon bölgedir.” – “Faktor. Bg”

Bu yabancı askeri üslerin daha da genişlemesini kabul eden en sıkı Moskofçu olan yeteneksiz güçler 2009’da Sofya’da hükümet kurdu. Hemen ardından Filibe (Plovdiv) “Rakovski” hava üssü, Şabla ve Burgas  “Atiya” askeri deniz üssü, “Kavarna” hava savunma üssü, talim poligonları, tank tamir atölyeleri, tatil merkezleri vs vs aldı gitti. (Bulgaristan’da ABD güçlerinin kullanacağı üsler arasında doğudaki Sliven kenti yakınlarındaki Novo Selo askeri üssü ve güneydoğudaki Yambol yakınlarındaki Bezmer ile güneydeki Plovdiv yakınlarındaki Graf İgnatievo hava üslerinin yanı sıra Karadeniz liman kenti Burgaz yakınlarındaki bir depo yer alıyor. Son yıllarda Novo Selo’da düzenlenen Bulgar-Amerikan ortak askeri tatbikatlarının Bulgaristan’a 3 milyon doların üzerinde toplam yatırım getirdiği söyleniyor. Bezmer Hava Üssü strateji dergisi Foreign Policy tarafından ABD’nin dünya çapındaki en önemli altı üssü olarak gösterildi. Bezmer’in şimdiye kadar Irak’a teçhizat gönderilen Burgaz’ın yerini alması planlanıyor, ama bu üssün bir kötü tarafı var. O da Karadeniz’deki turistik merkezlerin tam ortasında yer alıyor olması.)

Arkada kalan 14 yılda Birleşik Amerika Sofya iktidarında “erişilemez-lik”, “her zaman ve her yerde haklısınız”, “sizi kimse cezalandıramaz”, “yaptıklarınızdan kimse hesap soramaz”  duygusu ve tavrı yarattı.

Tarihinde 7 defa kırılmış, yalnız XX. Yüzyılda 3 defa felaket yaşamış, 141 yıldan beri azınlıklarıyla ruhen kaynaşamayan ve manevi parçalanmışlık yaşayan küçük bir ülkesi ve yaralı bir halk olan Bulgarlar tarihlerinin en huzurlu ve güvenli devrini Osmanlı döneminde yaşadılar. Osmanlı onlara manevi uyanış ve gelenekleriyle yaşama ve bir milliyet olarak dirilme, kendi kiliselerinde dinsel adetleriyle yaşama olanakları oluşturmuş. Kilise ve manastırlarını, okullarını bir tarafta Rum Papazların diğer tarafta Rus baskısından kurtardı ve özerk yaşamalarına ufuk açmıştı.

160-170 yıl öncelerinde meydana gelen bu gelişmelere Batı güçlerinin (öncelikle İngilizlerin ve Rusların) Bulgarları kışkırtmalarını izledikçe ve bugünkü belirtilerle karşılaştırdığımızda benzerlik görüyoruz. Bugün yabancı üslerle doldurulan Bulgaristan topraklarında o zamanlar silahlı çeteler kuruluyor, dağlarda dolaşıyorlar, ayaklanma kışkırtıyorlardı. Ve bu yüreklendirmenin özünde batılıların ve Rusların “ayaklanın, saldırın, öldürün, arkanızdayız, burnunuzun kanamasına müsaade etmeyeceğiz” vaatleri vardı.

1876 Nisan Ayaklanmasını kışkırtan Sofya’daki İngiliz konsolosları Bulgar aslilere kese dolusu para dağıtmışlar, halkı yalan vaatlere boğmuşlardı. Her ayaklanmanın ideolojisi, ülküsü vardır. Bulgar ülküsüne Osmanlı, İslam ve Türk düşmanlığı zehri aşılayanlar da aynı güçlerdi. 1905’te Genç Türklerin, Makedon asileri adam sayıp İstanbul’da kurulan İkinci Meclise davet etmesinden sonra Türk ve İslam düşmanı zehri çok keskinleşen İç Makedon Devrim Hareketi, günümüzde Sofya hükumetinde ortaktır. Günümüz Bulgar aşırı milliyetçiliği Müslüman ve İslam düşmanlığı siyasetinde ve yerli yersiz Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırılarda çok önemli bir yer alıyor. VMRO hareketi liderlerinden şunu işitiyoruz: “Türkiye Bulgaristan’daki Müslümanları “Türk” yapmak istiyor. Bulgaristan tek milletli bir devlettir. Bulgaristan Türklerini azınlık olarak tanımıyoruz. Kişisel haklarını tanıyor, kolektif haklarını, ortak haklarını, azınlık haklarını tanımıyoruz. Modern demokrasi bireysel haklara yöneliktir, Türklere toplumsal azınlık hakkı tanıyamayız. Dolayısıyla anadil, okul, kültür ve din haklarını da tanımıyoruz…”

İçten ve dıştan kışkırtıldıkları bir yana, onlar bu sözleri söylerken, topraklarımıza konuşlanan Amerikan üslerinden güç alıyor, arka buluyorlar. Olayın yeniden patlaması T.C. Dış İşleri Bakanımız M. Çavuşoğlu’nun Tekirdağ’da soydaşlarımıza konuşmasıyla başladı.

Son 5 yılda Bulgar sözde “yurtsever” aşırı milliyetçi, hatta faşist güçlerin Avrupa Parlamentosundaki temsilcisi ve 26 Mayısta yapılacak seçimde yine aday gösterilen İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) Başkan Yardımcısı An. Cambazki Bulgaristan Müslüman Türkleriyle ilgili yeni bir teori (kuran) geliştirmiş ve açıkladı. Brüksel’de kimin elinden su içtiğini henüz bilmiyoruz. Fakat saçmalıklarını açıklamak istiyoruz, çünkü o artık “Avrupa TV” yayınına çıktı ve şöyle saçmaladı:

“Bulgar Prensliği topraklarında yaşayan Türklere 1878’de sahip olduk. O zaman Osmanlı imparatorluğu vardı. Türkiye Cumhuriyeti yoktu. Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kuruldu. O, Osmanlı imparatorluğunun varisi değildir. Bizdeki Türkler üzerinde hak iddia edemez. Onlarla ilgili konuşamaz. Bu nedenle Bakan Çavuşoğlu, Bulgar meclisinde Müftülük borçlarıyla ilgili kabul edilen kanun konusunda “müdahalede bulundum“ sözlerinden ötürü ‘özür’ dilemelidir. Biz egemen bir devletiz. Türkiye iç işlerimize karışamaz!”

Politik sahneye 5 sene önce çıkan bu sözde siyasetçi hedefinde olanı açıkladı ve önlüğündeki taşları döktü. Bulgaristan Türklerine hiçbir hak tanınmayacak, dedi.

Daha önce CHP’li Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de Kırca Aliye gelmişti o da bize “Yorulmadan çalışın ve vergilerini ödeyin!” demişti. Şahsen aralarındaki farkı gösterebilmekte zorlanıyoruz.

Bu tezi alenen savunan bencil küstah Cambazki, 26 Mart 2017’de Bulgaristan’da erken seçimlerde Türkiye’den oyunu kullanmaya gelen soydaşlarımızı “Kapı Kule” girişinde durdurmuş, yaşlılara saldırmış ve tartaklamıştı. O günden beri Türkiye Cumhuriyeti’deki 39 sandığa sopacı kadro gönderdiklerini ve soydaşların serbestçe oy kullanmalarını değişik bahanelerle engellemeyi başardıklarından fırsat buldukça övünmeye devam ediyor. Bulgaristan kuruluşundan beri hedeflerinde Bulgaristan’da yaşayan Türklerle, anavatanda yaşayan kardeşlerimiz arasındaki bağları kesmekti. Türk Milli Birlik ve bütünlüğünün pekişmesini engellemek amacıyla kışkırtmada bulunmak ve bizi birbirimizden kopararak tüm imkânlarla hepimizi ezmeye çalışmaktır. Bu düşmanlık dış kaynaklı kışkırtıldığı için bitmez…

Ne var ki bu gelişmeler ülkeyi iyice parçalarken Bulgar devletine ve milli menfaatlerine de çok ağır yaralar verecek niteliktedir.

Yukarıda adı geçen siyaset bilimcisi Prof. Minçev, konuyu şöyle yorumluyor:

“Baş Müftülüğe ilişkin olan diyanet yasasının amacı, diş güçlerin, özellikle Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan’daki din işleri pratiği üzerindeki etki ve kontrolünü kesip yok etmeyi amaçlıyordu. Hedefimizdeki, bilhassa Türkiye diyaneti vardı, onun Bulgar devletinin denetimi dışındaki yıllardan beri devam eden mali yardımlarını kesip durdurmaktı. Bulgar Ortodoks Kilisesi de Moskova’dan para alıyor. Bu da durdurulmalıydı.”

Son 30 yılda izlenen politikanın geniş etnik kitleleri cahil, dinsiz, ahlaksız, örf ve adetsiz bıraktığı ortadadır.

Üç milyon vatandaşın memleketi terk etmesi nedenlerinin başında gelen manevi yaşamsız kalma ve hayvanlaşma tehlikesinden kopuk kaçma gerekçe olarak gösterilmektedir. Etniklerle Bulgar milliyetinin birbirine düşürülmesi bir iç savaşa kibrit de kıvılcım çakabilir. Bulgar soyu diğer etnikleri kucaklayıp yönlendirebilmekten acizdir. Bunun bedeli ağır olur.

Bu, iyilik bilmezliğin iki özelliği daha var.

Birincisiyle Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Sırbistan, Ukrayna, Avusturya, ABD, Kanada ve Moldova’daki Bulgar azınlıklara “milli azınlık” hakları tanınması ve oralarda okul, kültür evi, sağlık ocağı vs açılması ve bu işler Bulgar devleti tarafından 152 milyon leva ile finanse edilirken, öğretmen, eğitmen, doktor ve sanat adamları gönderilmesi ön plana çekiliyor. Aynı zamanda azınlıklardan vergi toplayan devlet, çocuklarımızın anadilimizde konuşmasına izin vermiyor. Milli kültürel azınlık haklarımızı tanımıyor.

İkincisiyle, vatandaşlara ve azınlık mensuplarına kolektif haklarını tanıyan ve derneklerde, kulüplerde, federasyon ve konfederasyonlarda, toplumsal hareketlerde örgütlenme haklarını tanıyan Uluslararası İnsan Hakları Çerçeve Anlaşmasını imzalamış olsa da, uygulanmasına izin vermiyor. İnsanlarımız baskı altındadır. Avrupa Birliği üyesi olmamız bizim bu temel sorunumuzu çözmemiştir. Bulgar Devleti çöküyor, milli menfaatlerimiz de sökülme var, huzursuzluk ve gerginlik aldı yürüdü. Bu nedenle, Türkiye devlet ve hükumet yetkililerine dil uzatanların eli kolu bağlanmalı ve tarihsel deneyimlere başvurularak halkın istekleri ve hakları uygulamaya geçilmelidir.

Birkaç örnek vermek isterim:

  • 31 Mart 1923’te Bulgaristan Başbakanı V. Radoslavov ve 6 bakan 1918’de ülkeyi yıkıma sürüklediklerinden dolayı ömür boyu hapse mahkûm edilmiş, kabinenin diğer üyeleri de 10-15 yıl hapis cezası almıştı. Anlaşılan o zaman Bulgaristan’da yargı bağımsızmış ki, başbakan, bakan ve yüksek memur demeden suçlular içeri atılabiliyormuş.
  • 1944’te kurulan “Halk Mahkemesi” devlete karşı işledikleri suçlardan dolayı 5 başbakana ve birçok bakana ağır ceza kesmişti.
  • 1956’da başlayan T. Jivkov döneminde suçüstü yakalanan iri Bulgar bürokratlar, parti yönetiminden kadrolar daha yüksek göreve atanarak ya da uzak bir devlete Büyükelçi olarak gönderilerek, olayın üstü kapanıyor, gitgide unutturuluyordu.

Son 29 yılda Bulgar devlet politikasını alabildiğine karıştıran, vatandaşlık işleridir. Hele son yıllarda Bulgar kimlik, vize ve pasaportu satan ve bu dalavereler toplam 28 milyon Euro haraç ve rüşvet alan, halkın vatan toprağını, öz haklarını, öz menfaatlerini pazara süren Brüksel ve Sofya milletvekillerinden, başbakan, bakan ve politikacılardan tutuklanan, yargılanan ve içeri atılan olmadı, yok. Neden korkmuyorlar? Neden çekinmiyorlar? Çünkü onları koruyan birileri, düzen, rejim var. İşte Bulgaristan’ın asıl düşmanları bu kişilerdir.

Çünkü bunlar korunmamış olsaydı, bu gün Bulgaristan çok derin bir bunalım ve facia içinde olmazdı. Cumhurbaşkanı R. Radev Bulgaristan’a “bataklık” demekten çekinirdi. İktidarın zenginleşme, çalma, kapma ve haraç toplama karargâhı olduğunu göremeyen kalmasa da yargının bir tek kişinin bileklerine kelepçe takmaması, aslında önce yargıçların ve savcıların içeri atılması gerektiğine kanıt taşımaya başladı.

Bulgaristan’da bir Bankadan 7 milyar 200 milyon çalındı, banka çöktü, tutuklanan yok.

Başbakan İv. Kostov zamanında 15 banka iflas etti, yine yakalanan yok. Başbakan Kostov kendisi 2000 yılından beri sanki baş boş, fakat çöken bankadan ayda 25 000 leva haraç aldığını işitmeyen kalmadı. Bulgaristan Vatanımız Avrupa’nın fakir, en çaresiz, en cahil, nüfusu en hızlı azalan ve en hızlı çöken ülkesi oldu da adalet mekanizmasında henüz tepişme yok.

Önce 500, ardından 1000 iri baş hayvanlık çiftlikleri, 1 milyon 600 bin ineği ve 15 milyon koyunu yok edenler mutlaka cezasını bulur diye dualar ettik. Amma tutmadı. Dünyanın en modern metal kesme makinaları, dökümhaneleri, insan eli değmeden makine yapan bantları çalışan şehirlerinde bugün hastaneler ve okullar kapandı. Bulgaristan’da çöküşü durduramadık. Bulgaristan’ı bu duruma itenler isimlerimizi ve kimliklerimizi değiştiren de hep aynı düşünce aynı takımdır. O zaman birbirine sarılmışlardı. Şimdi de saldırılarına devam ediyorlar. Bulgaristan’da Türklere bir dernek kurma hakkımızı, kimliğimizi, çocuklarımızın okula gitmesini ve anadilimizde okuma yazma öğrenmesini çok görüyorlar.

Şimdi Amerikan askerleri çağırdılar.

Avrupa Birliği paralarına kondular. En pahalı “F-16”ları devlet parasıyla satın alıp günahlarını af ettiriyorlar. Washington parayı görünce çok cömert. Türklere, İslam’a ve Türkiye’ye dil uzatanların cepleri Amerikan Dolarları ve Evrolarla dolduruyorlar. Eskiden bu tiplere Pound veriyorlardı.

Bulgaristan’ın son çöküşü isim, din, adet, töre, kimlik değiştirme baskın ve zulmüyle başladı. Ülke 1989’da sadece 3 ayda 350 bin civarında Türkün kovulmasıyla bu büyük felaketi yaşadı. Ağır ve hafif sanayi, kooperatifleşmiş tarım, tarım ürünlerini işleme endüstrisi çöktü, dış ticaret bağları koptu. Eğitim, sağlık, kültür ve sosyal siyaset her geçen yılla geriledi ve can çekişenler arasında hala kendilerinde güç bulanlar dört yana zehirli ok atmaya devam ediyorlar.

Bunlardan her an her konuda her şey beklenebilir. Onların vicdanında hiç bir konuda hiçbir zaman haklı bir Türk olmamıştır ve olmayacaktır.

Bu tiplerin sadece kalın kafaları değil onların uşaklığı asla değişmez. Değişen sadece Rusya uşaklığından ABD uşaklığına değişiklik beklenebilir onlardan.

Çok değerli okuyucularım artık uyanık olmak zorundayız ve bildiğimiz gibi Türk-İslam yolumuza devam edelim. Türkiye Cumhuriyeti Başsavcısı Sofya ziyaretinde 80 Fetocunun iadesini istedi. Bunlar hep Türk düşmanlığı bataklığında yetiştiler ve Bulgar aşırı milliyetçileriyle aynı sofrayı paylaştılar ve paylaşmaya devam ediyorlar. Bulgaristan’da FETO ayağını kırmadan ileri gitmemiz mümkün değildir.

Yaşanan her günümüz yapılan her işte hep biz TÜRK-İSLAM ümmeti zarar görüyoruz. Belalar bir değil beş değil. Neden? Niçin? Nereye kadar bu devam edecek. Bunu sonu yok mu?

Evet işte bunun için bizler artık aklı önümüze almalıyız ve her yapılan işleri sorgulamak altını arkasını araştırmak zorundayız. Yeter artık Birlik olalım beraber olalım. En önemlisi ise birlikte hareket etmeyi öğrenmeliyiz. Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi çözebilir.
Saygılarımızla,
Güç bilgidir, bunun için çevrenizle ve dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız.

Reklamlar