Neriman KALYONCUOĞLU
Tarih: 29 Temmuz 2020

Bulgar Şaire Blaga Dimitrova: Nazım Hikmet Bulgaristan’ı baştan başa dolaştı. ABD Başkanı Truman ve SSCB lideri Stalin’in istediği Türkiye’ye göçü durdurdu.

14 Temmuz 1950’de şair Nazım Hikmet Bursa’dan çıkar. O günlerde Amerikan Başkanı Harry S. Truman ve Sovyet parti ve devlet başkanı Josev V. Stali’in Bulgar hükumetine ağır baskısı sonucu Bulgaristan Türklerinin Türkiye Cumhuriyetine yoğun göçü başlar. 17 Haziran 1951’de Nazım Hikmet Türkiye’den Romanya üzerinden Moskova’ya geçer ve oradan dönerek Bulgaristan Türklerinin göç selini durdurmak ister. Bir aylık bir çalışmadan sonra Nazım Bulgaristan’a açılır.

Bulgar şaire Blaga Dimitrova, 4 cilt halinde yayınlanan Toplu Eserlerine, “Nazım Hikmet Bulgaristan’da” yol izlenimlerini almıştır. TİH-IVEL, 2004’te yayınlanan bu eserden bir alıntıyı dikkatinize sunmak istiyorum:

– Ülkenize gelmeyi çok istiyorum. Orada 500 000 soydaşım yaşıyor. Benim onları görmem lazım, onlarla konuşmam gerek!

Moskova’ya yeni gelmiş bir grup Bulgar’la görüşürken Nazım’ın onayladığı söylediği sözler bunlar.

Bu konuşmadan 2 ay sonra şair artık Sofya’da. Sofya garında trene biniyor. Heyecanına adeta yenik düşüyor.…

Yanına kalın bir dosya almış, ön çalışma yaparken işaretlemiş ve şimdi işaretlediği yerlere bakıyor. Bu sene 2 161 Türk çocuk yaz kampında tatil yapmış. Türk köylerinde 100 yarım günlük anaokulu açılacak. 20 günlük kurslarda 150 Türk kız çocuk yurdu yöneticisi hazırlığı görmüş. Razgrat’ta liseye kaydedilen Türk gençler 322, 72’si kız; Kırca Ali’de 245 genç kaydedilmiş, 19’u kız. 567 öğretmen devlet bursuyla okuyacak. Şumen Türk lisesine 434 öğrenci yazılmış. Ortaokul’da okuyan Türk öğrencilere 150 burs verecekler. 1951’de Türk bölgelere çiçeği burnunda 180 doktor göndermişler. Yıl sonuna kadar doktorsuz muhtarlık kalmayacak. 28 köy sağlık ocağı açılmış. Hasat zamanında 995 çocuğun maması 39 mevsimlik kreşten sağlanmış. 7 adet daimi kreş açılıyor. Türkçe bilen 190 Bulgar öğretmen, Türk okullarına gönderilmiş. 9 Eylül 1944’e kadar Bulgaristan’a ancak 397 ilkokul kalmış. Yine aynı tarihler arasında atanmış Türk öğretmenlerin sayısı 602’de 2 460’a yükselmiştir. Ortaokul öğretmenleri de 69’dan 540 olmuştur. 1944’e kadar ilkokula 35 bin öğrenci, 2 bin öğrenci de ortaokula kayıtlıydı. 9 Eylül 1944’ten sonra 70 422 çocuk ilkokula, 13 020 çocuk da ortaokula kayıt yaptırmıştır.

Nazım devam ediyor:
Halkların ebedi kardeşliğini yalnız halkını sevenler gerçekleştirebiliriz!
Endişesi geçiyor yüzünden.

– İnsanların aldatılmış olduğuna inanıyorum, kendilerine yeni yeni ilgi gösterilmeye başlanmışken, vatan terk edilir mi?

Nazım için Türklerin Bulgaristan’dan kovulmaları bu göç bir halk felaketiydi. Sabah saat 6’da kara tren Ruse (Rusçuk) tren garına girdi. Nazım Hikmet koridorda açık pencerenin önünde duruyordu:

Ruse’ye geldik, demek… Eski Rusçuk!

… Erken olmasına rağmen, istasyon karşılayanlarla dolu… Türkçe ve Bulgarca sevinç çığlıkları içinde, çiçek kucaklamış erkek ve kadınlar trene koşuyor, el sallayanlar kalabalık.

Rusçuk, Rusçuk olalı böylesine bir kalabalık görmemişti neredeyse. Türk’ü, Bulgar’ı, “Hoş geldin kardeşimiz, iftiharımız, sedalarıyla ortalığı çınlatmışlardı.

Çok kalabalık Rusçuk mitinginde, heyecandan nefes almakta zorlanan Nazım Hikmet kutlama konuşması yapıyor. Serbest ve özgür konuşuyor. Ruhları birleşip kaynaşmış binlerce Türk büyük şairi can kulağı ile dinliyor.

Kardeşlerim, ben vatanımdan kaçmış biriyim. Amerika Türkiye üzerine pençesini koymuş Memleketimin çakır yıldızlı gökyüzüne 17 yıl hapishanede parmaklık ardından baktım. Cennet insanın doğduğu büyüdüğü, ata kabirlerinin olduğu yerdir. Diye anlattıkça anlatıyordu.

Nazım Hikmet Kubrat (Balpınar) belediyesinde halka hitaben konuştu. Etraf köylerden gelen ve yakan güneş altında meydana toplanan 5 bin kişilik bu kalabalık,  bir yıl önce de miting yaparak Nazım Hikmet’in hapisten salıverilmesini istemişlerdi.

Kardeşlerim, güzel Vatanınız burasıdır. Sizin özgürlüğünüz burada doğacaktır, kendi toprağınızı severek işliyorsunuz, tarlalarınıza mutluluk, gelecek ekiyorsunuz, ne mutlu size.
Şairin sözleri özellikle çocukları çok etkiliyor, alkış tufanı kesilmiyor….

Kalabalıktan birisi yüksek sesle konuşmaya başlıyor:

Nazım yoldaş, özür dilerim. Bugünden başlayarak göçü düşünmekten vaz geçiyor, köy köy dolaşıp sizden işittiklerimi köylülere anlatacağım. Bu bir halk hareketine dönüşüyor.

Nazım Hikmet 150 bin Bulgaristan Türkü ile görüşüyor. Hepsi ile kardeş gibi anlaşıyorlar. Müthiş bir güven ortamı oluşuyor.

Nazım Hikmet Deliorman’da belki de yıllardan sonra ilk defa özgürce konuşuyor, fikirlerini istediği şekilde halka beyan ediyordu.

Bundan sonra uzun gezileri başlıyor şairin. Glocevo’da 6 bin kişi tarafından karşılanır. Köy kooperatifinde “Nazım Hikmet çiftçi ekibi” kurulmuştur. Bir masaya çıkar Nazım. 600 yıl Türklük besleyen bu toprakların bereketini ve kutsallığını, Orman Denizinden Börtlüce Mustafa’yı, Şeyh Bekretin’i, insan kardeşliği kaynaklarını ve bir orman gibi birlikte yaşamanın kutsallığını anlatır. Köylüler birer birer aynı masanın üzerine çıkıp göçten vaz geçtiklerini beyan eder ve vatanına sahip çıkacaklarını beyan ederler.

Nazım Sevar köyünde davul zurnayla köy merasında bin kişi tarafından karşılandı. Köylülere herkesin bildiği Demirbaba efsanesini anlattı ve bu toprakların “Tanrı adına koruyucusu sizsiniz” dedi. Köy ortasında lise ve üniversitelerde okuyan 30 Sevarlı gençle toplantı yaptı. Hepsine şiir kitaplarından hediye sundu ve hepsine “Bu toprak bizim!” yemini içtirdi. Beraberce saza oturdular, Deliorman kahramanlık şarkıları söylediler.

Yollar uzun: Dulovo, İsperih… Deliorman, Gerlova, Tozluk… Sofya, Filibe, Kırca Ali…
Dulovo’nun Pravda köyünde şair Mehmet Müzekka Con’la karşılaşması ayrı bir bayram havası yaratıyor ortalıkta. N. Hikmet burada diyor ki, “Şairler, halka, göz alıcı renklerle boyanmış, kof cevizler değil, usare ve güneşle dolu olgun meyveler ikram etmelidirler”. Şiirin en önemli tarifine de değinen konuk şair devamla şöyle demiştir: “Sadelik, kısalık ve hissi dolgunluk! Her şair, bu sahada kâşif (icatçı) olmalıdır…”
Saatlerce yaptıkları görüşmeden sonra iki şair, yarınların çok daha yaşanası olacağı inancıyla bir birlerine güvence verip ayrılıyorlar.
Şumen’e (o zamanki Kolarovgrad) geldiklerinde ilk önce Köşkler’e hayran kalıyor şair.

Asırlık ağaçlık, yeşillik, güzelliktir bunun buraları. Yazmak istemesen bile şiirler yazdırır insana. Nitekim Nazım Hikmet mırıldanır kendi kendine:
“Ve belki bir daha altında yatıp,
Güneşe giden yeşil bir yola bakar gibi
Bakmayacak
Şu çınar ağaçlarına…”

Halkla görüşmeye gelmiştir sıra. Belediyeye ait salon tıklım tıklım insan dolup taşmıştır. Nazım, sıradan bir kişi olarak seyirciler arasına karışmış, sahneye çıkacak mahalli bedii gruplarını beklemektedir. Kalbi de büyük beklenti içinde güm güm atmaktadır. İşte, milli elbiseler içinde 15-16 yaşlarında kızlar! Acemice, korkakça, sıkılganlıkla sahne alıyorlar. Böylesi ilk defa görülüyordu koskoca Şumen sahnelerinde. Ve bu kızlar, herkesi hayrete düşürecek şekilde, ilk defa köylerinden çıkıp trene binmiş, Osmanpazar (Omurtag) kazasının Yukarı Hüseyinler (Gorna Hubavka) köyünden ancak ve ancak Nazım Hikmet’i karşılamak için gelmişlerdi bunun burasına. Evet, acemiydiler, ürkektiler ama kar altında baş gösteren ilk kardelenler veya gökte parlamaya başlayan ilk akşam yıldızları gibiydiler.
Neden sonra büyük şair şöyle demiştir: “Buraya ikinci defa geldiğim zaman bu kızları herhalde tanıyamayacağım. Yeni hayat onları kısa zamanda değiştirecek, kendine güvenir, serbest tavırlı insanlar haline getirecektir”.

Ertesi gün gidilecek yol Omurtag’dır. Burada görülecek çok şey vardır: Türk okulları, öğrencileri, öğretmenleri, Türk aydınları…
Şehir meydanında kalabalık o kadar büyük ki, iğne atsan yere düşmeyecek türünden.
Nazım konuşuyor, soruyor, ilgileniyor, cevaplıyor…
Ve bir anda Aşağı Hüseyinler’den (Dol. Hubavka) Mustafa Hasanov Karamustafa ile sarmaş-dolaş oluveriyorlar. Düşünceleri, davranışları uyuşmuştur çünkü. Kardeşçe tutunup havaya kalkan ellerle kalabalık halk kitlesini heyecanın doruğuna getirmişlerdir. Aynı köyden Ahmet Hüseyin Saliev, Ahmet İsmailov, Aşıklar (Lübiçevo) köyünden öğretmen Sabri Mehmet Aliev, Kuşlukköy’den (Ptiçevo) Ahmet Turhanov ve daha birçokları, şairle sımsıcak kucaklaşıp karşılaşmaya büyük heyecan katmışlardır. Omurtak’lı Gülbahar Mülayimov ortaya çıkınca, Nazım gözyaşlarına hâkim olamıyor. Gülbahar, daha önce Türkiye’de bulunmuş bir kişi. Şairin anlattıklarına destekçi olarak söz alıp konuştuğu için onun gönlünü kazanmıştır.

Aynı gün, Mutaflar (Plıstina) köyünde de en az beş bin kişi şairi görmeye geliyor. Halk, şaire, işlemeli peşkir, kaytanlı cepken ve rengârenk çevreler hediye ediyor. Bu karşılaşmaya Alvanlar’dan (Yablanovo-Sliven) gelen küçük bir çocuk (ki, bunun Ali Mollov olduğunu bizzat kendisi /Ali/ söylemiştir), heyecanlı sözleriyle dikkat çekmiş, Nazım da onu kucağına alıp sevmiş, havalara kaldırmıştır.
Yola devamla Tervel, Guslar köyü, Dobriç (Tolbuhin), Varna (o zaman Stalin) ve… Kırcaali!

Nazım Hikmet’in Kırcaali’de karşılanması bir öncekilerin boyutunu fazlasıyla aşmıştır. (Kırcaali’de en büyük kalabalık 4 ocak 1990 yılında mitingde 40.000 kişi toplanmıştı.)
O dönem de 30.000 kişilik bir kalabalık, şehir meydanını, sokakları, bahçeleri doldurmuştur. O dönem Şairin, meydana indiği anda yüzlerce beyaz güvercinler uçurulmuş, hayrete değer manzaralar yaratılmıştır. Sevinç gözyaşlarını burada da tutamaz şair. Ve kürsüye çıkıp sözünü söyler:
“Kardeşlerim! Davetiniz ve bu muhteşem karşılama için hepinize teşekkür ederim. Kurtuluşumun mücahitleri olan sizlerin aranıza hür olarak gelebildiğim için çok bahtiyarım. Bulgaristan’da bir haftadan beri dolaşıyorum. Kalbinizin ateşiyle kurduğunuz yeni hayat beni çocuklar gibi sevindiriyor…”
Bu sevinçlerin arasına sevinç katan başka bir kişi de genç şair Yordan Petkov oluyor. Yordan, Nazım Hikmet için yazdığı taptaze bir şiiri şairin önünde pürüzsüz bir sesle okuyor ve heyecan daha da artıyor.

Bölgenin dört tarafından getirilen armutlu, elmalı, börekli, peşkirli, oyalı, dantelli hediyeler de bir başka heyecan. Gledka’dan, Solişte’den, Ardino’dan, Koşukavak’tan, “Nazım Hikmet” adını taşıyan fabrika kollarından, mangalardan…
Türk pedagoji okulu bahçesinde de sürprizlerle karşılaşıyor şair. Şiirlerini okuyan çocuklar, çiçek demetleri sunan kızlar, güler yüzlü öğrenci ve öğretmenler… Her şey ne güzel! Ne yaşanası!

Miting karar alıyor: “Kırcaali’de bir sokağa Nazım Hikmet adı verilmiştir”. Buna karşılık şairin cevabı şu oluyor: “Bu sokaktan geçenlerin bahtiyar olmaları ve dünyada hiçbir sokağın bomba ve mermilerle harap olmaması için bütün hayatımı barış davasına hasredeceğim!”
Rüştü Şükriev adında 15 yaşlarında bir çocuk, şairin önüne gelip bir Türk halk şarkısı söylüyor.

Sesi zil gibi ötüyor bu çocuğun. Nazım Hikmet onu dinlemeye doyamıyor ve başka türküler, şarkılar da istiyor. Çocuğun repertuvarı zengindir. Halk kararı açıklanıyor: “Bu çocuğu, müzik eğitimi alması için hemen Sofya’ya göndermek karar aldık. Devlet parasıyla okutacağız onu…”
Sonra, Nazım Hikmet’in karşısına bir polis (o zamanki milis) dikiliyor. Şairin yüreği polislerden sıngındır geçmiş dönemlerde. Bu nedenle hayretle dik durup olacakları bekler. Polis (Kanü Marçev), cebinden bir kâğıt çıkarıp N.Hikmet’e hasrettiği övgülü bir şiirini okur.
Heyecan yine doruktadır. Barış savaşçısı şair kendini tutamaz ve konuşur: “Ben, memleketimde hayatım boyunca polis tarafından takip edildim, işkence gördüm ve sövüldüm. Oysa bugün Bulgaristan’da hayatımda ilk defa olarak bana dair şiir yazan bir asayiş memuru ile karşılaşıyorum…”

Nazım Hikmet daha sonraları Kırcaali’yi hep “Polisleri şiir yazan şehir” olarak tanımış ve öyle anlatmıştır.
Mestanlı’da (Momçilgrad) şairi on bin kişi karşılıyor. Burada, öncelikle dikkat çeken bir olay hâsıl oluyor. Adaköy (Ostrovets) erkekleri, eşlerini yanlarına almadan geliyorlar şair görmeye. Ama kadınlar isyan ediyor: “Nasıl olur da biz, hapislerde çürümüş Nazım gibi bir dünya şairini görmeye gidemeyiz?” Ve sonunda amaçlarına ulaşıyorlar. İçlerinden kör bir kadın, titrek ellerini Nazım’a uzatır ve onu sever: “Gardaşım, sağ ol! Çok şükür, seni gördüm. Ben artık ölsem de gam yemem…”

Kalabalık arasında Nazım’a, allak-bullak olmuş, verem hastası bir çocuk gösteriyorlar. Nazım hemen onun yanına koşuyor. Çocuk: “Baba, diyor, doktorlar beni buraya salmak istemediler. Yolda kalıp ölürsün dediler. Ama ben, ölmeye razıyım, yeter ki, bu dünyaya mal olmuş Türk şairini göreyim ve o zaman öleyim deyip geldim. Çok mutluyum!”
Ertesi sabah, ver elini Koşukavak (Krumovgrad) deniliyor. Ama yolda otomobili sürmek kolay değil. Her adımda, her metrede onu görmeye gelenler karşısına çıkıyor. Ellerde çiçekler, gönüllerde heyecan!
Davullar, zurnalar… Zvezdalina köy yolu insan ve çiçek deryası. Nazım Hikmet ara sıra durup bu insanları candan yürekten selamlamadan olamıyor. Kendisine sarılanlar, öpenler, tokalaşanlar, “Yaşasın Nazım Hikmet!” çığlıkları atanlar…
Koşukavak tam bir mahşer yeridir. Sokaklar, balkonlar, çatılar insan selinde. “Nazım… Nazım…” diye haykırışlar! Havaya kalkan eller! Ve davullar, davullar! Zurnalar! Bandolar!…”
Nazım, doyumsuz bir rüyada, bir cennettedir sanki. Öyle bir yerde hisseder kendini. Sevinç gözyaşlarını tutamaz yine!

Rogaç köyünden Ramadan Halilov, Gol.Kamenane köyünden Ziya Arif, Kandilka’dan Mehmet Halilibrahimov, Malko Kamenane’den İsmail M. Halilov, İbrahim H. İbrahimov, Sedefçe’den Hüseyin Ömerov vb atılırlar Nazım’ın kucağına ve kardeşçe sarmaşırlar bir birlerine. Bayram havası kartopu gibi büyür, büyür…

1951 yılının 2. Yarısında Bulgaristan’da dünyaya gelen Türk çocuklarından 378’ine “Nazım” adı verildi.  Halk mutluydu. Nazımı tanımak yeni bir ufuk yaratmıştı.

Rodoplar’ın derinlerine doğru gittikçe önlerine Çiftlik denilen bir köy çıkar aniden. Balkan eteklerinde şahinler gibi süzülmüş bir hali vardır bu minicik köyün. Ama onun adı sadece bugüne kadar Çiftlik’tir. Yönetimin aldığı acil ve kesin bir kararla bu köyceğizin yarından itibaren adı Nazım Hikmet olacaktır. Köyün yeni adı olacak da burada büyük bir bayram yapılmaz mı? Yapılır tabi.
Nazım Hikmet bir kere daha mest olur bunun burasında.
“Benim köyüm”, “Bizim köyümüz” der, durur gururla. “Bizim köyümüz” demenin başka bir anlamı da vardır elbet. Bura okulunun adı da Sabahattin Ali’dir. Sabahattin Ali de şairin can dostu, kader arkadaşıdır. Onunla birlikte yanıp kavrulmuşlardır cehennem kazanlarında.

Şimdi rahatça karşısındaki kalabalığa seslenerek:
“Kardeşlerim, kız kardeşlerim, hoş geldiniz bizim köyümüze! “ diyebiliyor ve gözyaşlarını siliyordu.
Heyecan zinciri, yeni, kireç ve sıva kokan Dimitrovgrad’la devam ediyor. Görüşü, anlayışı ve zekâsı yenilenmiş emek insanlarının yoktan var etmeye çalıştıkları yeni bir şehri görmeden nasıl olabilirdi şair? Bir sabah erken erken ulaşabildi oraya da. Yeni insanın yeni eserini gözleriyle görmek, elleriyle dokunmak istiyordu merakla.

Ve Dimitrovgrad esir ediyor bu büyük şairi, insanlarıyla, çocuklarıyla, inşaatlardaki patlayan heyecanlı sesleriyle, kızların Türkçe söyledikleri şarkılarıyla, her şeyiyle…
Yolculuklar, sımsıcak görüşmeler, kucaklaşmalar, sevinç gözyaşları devam ediyor bir sonraki günlerde de. Büyük şair ve barış savaşçısı Nazım Hikmet, gördüğü büyük ilgi ve saygılara cevap olarak “Bulgaristan benim yeni vatanım! Buralara yeniden geleceğim!” Hiçbir yere gitmek yok. Göç yok! Beni bekleyin, diyerek ülkemizden ayrılmıştır.

Selen ZARALİ hanımın sayfasından aldım bir şiir.
Türk Şiirinin büyük ustası Nazım Hikmet’in Ayasofya ile ilgili şiirini okumak kimileri için şaşırtıcı olabilir; buyurun;

SEKİZ YÜZ ELLİ YEDİ
“İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu
Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi
Türk’ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi
Girdi Eğrikapı’dan kır atının üstünde
Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,
Hak yerine getirdi en büyük niyazını
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!
İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!
Nazım Hikmet

Halkımızın tanıdığı, bağrına bastığı ve sevdiği dünya şairi Nazım Hikmet.

Halkımızın tanıdığı, bağrına bastığı ve sevdiği  Bulgaristan Türkleri dostu, dünya şairi Nazım Hikmet.

Saygılarımla,

Paylaşınız

Reklamlar