Tarih: 04 Mayıs 2018

Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ

Konu:HÖH partisinde Türk Kimliğini Kırma Operasyonu

 

Bulgaristan’da,  Mayıs 1989 Türk direnişleri, kaotik bir ortamdan gelmedi. Türklere karşı tırmanan devlet terörü ne kadar planlı, örgütlü ve düzenli şiddetlendiyse, onlar da o kadar, birbirine kenetlenmiş, nizamlı ve cesur, kırılmaz ve yenilmez bir ruhla savaştı.  Türk ruhunu canlarından çıkarmak isteyenler, yapamadı! Başarılı olamadı! Biz Türkler kazandık!

***

Türkler yaşadıkları toprakların gerçek sahibi olduklarına inanır. Vatan sevgisi onlarda, yeni evler dikerek, yollar açarak, uzak kaynaklardan su getirerek, çeşme akıtarak, avluları asmayla gölgelendirip meyve ağaçları yetiştirerek ve başka etkinliklerde devamlı yaşar. Hayat sevgisi her yıl baharla fışkırır. “Gelecek iyilik, bizden gelsin” bir aile inancıdır. Gelse çift gelir, bu inancın ekidir.

Bulgaristanlı Türkler için “hükümet” 140 yıldan beri anlam taşımayan bir sözdür. İşleri düşse muhtara (mıhtar) gider, çocuklarını öğretmene (muallime) teslim eder, sağlıklarını da iyi kötü sırtlarında taşırlar.

***

Bulgarcada iktidar (vlast) tekil bir sözdür. Yönetim anlayışlarında insanı insan olduğu için kardeş bilmek, bu nedenle sevmek, her kişiye saygılı olmak gibi bir incelik yoktur. Başkası hep yabancıdır. “Entegre olma” dedikleri, onlarla kaynaşmaksa imkânsız gibidir. Tarihte bir defa İslavlarla kaynaşmışlar ve pişman olmuşlar. Bizans’ta yok olma derecesinde kan kaybetmişler. Normal yaşama Osmanlıda dönebilmişler. Çok trajediler atlatmışlar ki, vicdanlarını belirleyen, “Önemli olan benim iyi olmam değil, ötekinin kötü olması!” atasözü olmuş. Bu konunun araştırısı en kalın psikoloji ve felsefe eserlerine sığmaz… Bu atasözünün siyasi anlamı şudur: “Bulgar iktidarında Bulgar’dan başkasına yer yoktur!”

Konumuz olan ÜÇÜNCÜ NARKOZUN şifresi ise şudur: Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yönetiminde görevli ajanlardan başkasına yer yok! Bu konu çok işlendi, fakat doğru dürüst açılamadı. Bulgaristan Türkleri ve konuyla yakından uzaktan ilgilenenler hep yanlış bilgilendirildi. Olaya anlaşılır biçimde anlatabilmek için şöyle bir örnek vermek istiyorum. Birkaç yıl önce Bulgaristan’a geçtiğimde “Lübimets” yolunun iki tarafına karpuz yığılmıştı. Durdum. Aracımdan indim. Satıcıya “şu karpuz” dedim. İşaret ettiğimi aldı. Deldi. İçi kan gibi. Köye vardığımda kestik, tadı et gibi. Sonradan öğrendim. Kapuzlara daha tarlada eşek idrarı enjekte ediliyormuş. Olmadan kızaran karpuzların tadı yok. Biz Türkler ve azınlıklarla ilgili olay narkozlanmış karpuz örneğinin aynısıdır. Sözde (kitap üstünde) sanki bütün haklara sahibiz, ama gerçekte kendi anadilimizde konuşma, yazıp çizme, şarkı türkü söyleme hakkımız bile yok. Hangi kurultayda istediğimiz kararı onaylayabildik?

***

140 yılık Bulgar tarihi, kıskançlıktan ve sahtelikten kokuşmuş bir yalan üzerine kurulmuştur. 15-20 ciltlik tarih kitaplarında anlatılanlar doğru olsa, bu millet bir sonuç çıkarır ve bugünkü çöküşü, yok oluşu durdururdu. Kökler çürük ve bina sallanıyor…

Dün akşam (02.05.2018) “bTV” (saat 10,30)  /Slavi Şousu/ programında, 1846 yılına kadar Rumeli Eyaletine bağlı bir sancak olan, Pazvant oğulu Camii, külliyatı, kalesi vs ile ünlü, Tuna kıyısına serilmiş Vidin’den 25 yaşında bir kız gözyaşlarını siliyor ve konuşuyordu. Annesi İtalya’ya, Babası Hollanda’ya, ikiz kardeşi Birleşik Amerika’ya işe gitmiş, o da okumuş ama hayatı dolunca ölen şehrinde iş bulamıyor. İnsanlar göçebe kuşlar gibi. Göç ettiler. Ben burada bir serçe gibi kaldım, diyordu.

***

Gerçek bu iken, bir saat sonra sunulan “bTV” Haber Bülteni’nde, Vidin, Montana ve Vratsa yöresini kapsayan Kuzey Batı Bulgaristan’a Avrupa Birliğinde geliştirilmiş programlar, paralar, yardımlar, yeni olanaklar geldiği, geleceği vs anlatılıyordu. İşte bu haberler, vaatler, yalanlar bir narkozdur. İşte bu bölgede artık Türk ve Bulgar kalmamış, bıçak kemiğe dayanınca narkozdan uyanan Romenler ve Ulahlar “biz Bulgaristan’dan ayrılıp Romanya’ya bağlanmak istiyoruz” demişler. Onlar “kültürel otonomi” istemiyor. İdari ve hukuksal olarak Bulgar devletinden kopmak ve Romen devletine bağlanmak istiyorlar. Belki de 21. Yüzyıl devrimlerinin adı “kopma eylemi” olacak. Bu insanlar da narkoz altındaydılar. Görevli ajanlar tarafından yönetildiler.

***

Ulahların isimleri 1930’larda değiştirildiği, Çingenelerinse bir kısmının 1960’lı yılların başlarında, aralarında Müslüman dinine bağlı olanlarınsa 1980 yıllarının başında değiştirildiği için narkozları geçmiş, ayılıp uyanmışlar ve biz “Bulgaristan’dan kopmak istiyoruz” diye haykırıyorlar. İmza toplamışlar. Herkes imzalamış. İmzalı devrim yapıyorlar…

TV ekranında ağlayan ve kendini Vidin çöplüğünü eşeleyen bir serçeye benzeten kız da, anasına, babasına, ikiz kardeşine danışmadan, aynı gün “Bulgaristan’dan kopma” Bildiriyi imzaladığı için gözyaşı döküyor, üzülüyordu. Vatan toprağından üç ili (Vidin, Vratsa ve Montana) kesip komşuya (Romanya) hediye etme acısı yaşıyordu. Topraklarla beraber kendisi de Romanya’ya geçecekti. Bulgar milli ruhu yeniden kırılıyor, kardeşlerim. Bu sekizinci kırılıştır. Büyük bir trajedi yaşanacak! Hazır olalım…

***

Bu insancıklar da biz gibi ana-dilsiz, dinsiz, edebiyatsız ve kültürsüz bırakılmıştır. Cahiller uyanamaz diye düşünülmüştür. Sanki bu topraklarda isyan eden Ispartalılar’ın, Tırak kölelerin okuma yazması vardı! Bugün bu 3 ilde 13 bin çocuk okula gidemiyor. Kısacası bu “eşit haklı” vatandaşlar “demokratik” Bulgaristan’da iktidar ve kurumlarının dışında bırakılmış, “siz bu işlerden anlamazsınız” durumuna getirilmişler.

***

1989 Mayıs’ında Türklerin bir volkan gibi kükreyip ayaklanacağını öngörememişlerdi. Bunu o zaman düşünemeyenler, 2017 / 18 döneminde yani 28 yıl sonra “bizi eşek kuyruğuna benzettiniz, ne uzuyor ne kısalıyoruz, biz kopmak istiyoruz” diyecek duruma geldiler. Bulgaristan’dan silah patlatmadan ve burun kanamadan ayrılmak için bir imzayla işi bitirmek isteyeceklerini kim aklından geçirebilirdi? Onları Dobrucalıların izlemeyeceğini kim söyleyebilir?

Biz yerli Türkler henüz narkozlu olduğumuz için böyle bir istekte bulunmadık. Ne yazık ki, bu faciayı biz de yaşamak zorundayız. (Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BGSAM Bulgar tarihindeki kırılmalarla ilgili özel bir dizi hazırlıyor.) Bulgaristan’a son katılan ve Sofya’dan her bakıma en uzak olan idari bölge DOĞU RUMELİ DEVLETİDİR.

***

Şimdi Bulgaristan Türklerine üçüncü NARKOZ’u mikroskop altına alalım:

GÖREVLİ AJANLAR VE KOMANDO OPERASYONU

Onların aktüel problemlerini, dertlerini inceleyen, hatta Büyük Göç’ün yaralarını saran, insanlarımızı kucaklayan ve onlara sürekli sıcaklık veren bir yayın merkezimizi 2010 yılına kadar kuramadık diyebilirim. Şair ve yazarlarımız hep yazdı ama gönül açan, sevinç saçan bir ırmak akıtamadılar. Bursa BALGÖÇ yayınları hep tek kalemli görüş olarak uzadı. Naim Bakov Tuna kıyısından, Galip Sertel Silistre külliyatından, Hikmet Efrahim Deliorman denizinden, Mehmet Türker Rodoplar’dan ve daha birçok aydın arkadaşımız yazdı, anlattı. Mümin Topçu akıntıları “Misyon”da birleştirmeye çalıştı. Yeni Bulgaristan Türk Edebiyatı, dediler. Eskisini neden beğenmediler anlayamadık. Halkımız alışıktır. Yağmur yağar yağmur suyu içer, kış günleri içilen kar suyudur. Ben şimdiye kadar 2 bölümlü öykü görmedim. Yara aynıysa, 2 pansumana ne gerek var?!

Ne ki, bizim en fazla güvendiğimiz dallarımızı kesenlere Naim Bakov’tan başkası sanki “ne yapıyorsunuz” diye sormadı. Komünistlerimiz parti yapısı, demokratik merkeziyetçilik, parti içi demokrasi, partili olmanın gururu gibi konularda kör cahildiler. Gelen tehlikeleri hissetmiyor ve ayağa kalkıp gelen tehlikelere karşı bilinçli tepki vereceklerine, “eh” dediler. Bizdekiler din bakımından “deyis” tiler. Allah’ın yaratıcı olduğuna inansalar da, yaşam tarzını belirlemesine tepkiliydiler. Müslüman aile yaşamının sımsıkı içinde olsalar da, aslında evde bir, sokakta başka yaşamaktan yorulmuşlardı. 1984’ten sonra birçoklarının “Belene” kampına yargısız sorgusuz gece gece toplanması ve uzak Bulgar köylerine sürgün edilmesinin nedeni budur. Şu unutulmamalıdır! O zamanlar, (devlet başımıza çullanmıştı)  Komünist Partisi üyeleri partiden ihraç edilmeden yargılanamaz ve tutuklanamazdı. Türk komünistlerin “soya dönüş” sürecine örgütlü tepkisi parti ile siyasi polis (DC) arasını açabilirdi. Yargısız sürgün edilen partililerin ruh halini incelemek aydın ve yazarlarımız için üzerinde çalışılması gereken çok önemli bir konudur. BKP içinde, örgütlerinde, yerel hücrelerde “Türk İsyanı” patlamadı. Fakat böyle patlamalar yaşanmadı da diyemeyiz. 1985’te partili ve partisiz kimlikli olan, ama halkın kendine en yakın kabul ettiği, 39 Türk aydından, devlet ve parti, “soya dönüş sürecini destekliyorum” imzası istediğinde, Hikmet Efendiev, Naci Ferhadov ve Ahmet Nuriev (orta kuşağın temsilcileri olarak) “hayır veremeyiz” demişti. Yazar Sabri Alagözün son kitabında imzalayanların fotoğrafları var. Gençler bu Bildiriyi imzalamadılar. Buna rağmen, isimleri ve fotoğrafları gazetelerde “destekleyenler” listesinde çıkmıştı. Ve Bulgaristan toplumu daha o yıllarda çok yoğun bir şekilde olmak üzere, “İslamlaştırılmış Bulgarlar” ve “destekleyenler” gibi narkoz şırıngalarıyla sürekli şaşalatılmıştı. Bu pirincin taşı bugün hala ayıklanmamıştır.

***

Ben, Bulgaristan Türk komünistlerinden hiç birinin camiye taş attığını, cami duvarı kenarına ayakyoluna gittiğini işitmedim ve görmedim. Bir tek, Salif İlyazov, Moskova’da okuyup döndükten ve Bulgar asıllı eşinin gırgırı karşısında kafası fazla karışınca, Kırcaali’ye bağlı “Kaloyantsi” köy imamını “Soğuk Pınar” (StudenKladenets) baraj sularına itmişti. İmam dava açsa, İlyazov’un BKP’den çıkarılması ve duruşma tebligatı alması gerekirdi. O zaman İlyazov BKP Merkez Komitesi kadrosuna alındı. Sofya’ya yerleşti. (Halktan uzaklaştırıldı). İmam da hoca oldu ve sustu. Ne ki, kişiler unutabilir, fakat halk unutmuyor ve yeri geldiğinde ve fırsat belirdiğinde hesap soruyor.

İmamı baraj sularına kaktım, hiyerarşide yükseldim, Kırcaali’den kurtuldum, Sofya’ya yerleştim zihniyetiyle hareket eden Salif İlyazov, Güney Rodoplar’ın Karamantsi köyünde yerli Türklere “Siz Bulgar’sınız” deyince, eşek sudan gelinceye kadar dövülmüştü. Bu da halkın adaleti oldu. Demek oluyor ki, bu NARKOZ tutmamış, geri tepmişti. Salif İlyazov BKP Merkez Komitesi adına konuşuyordu. Bu sözlerimle, Bulgaristan Komünist Partisinin (BKP) içi çalışmalarla, parti örgütleri, ajitasyon ve propaganda şubelerinin etkinlikleriyle, çalışmalarıyla s.o. “soya dönüş süreci” (Bulgarlaştırma) aşısı hiçbir yerde tutmadı.  Pomaklardan farklı olarak (1964 -1972 yılları arasından örneklenebilir) Türklere “adını değiştir de seni şu işe alalım”, “adını değiştir de üniversiteye kaydını yapalım” vs diyemediler. Bu gerçekler,  Türk komünistlerin totaliter dönemde ruhen eritilemediğine, yüksek Türk kimliği bilincine sahip olduğuna ve onu koruduğuna  kanıttır.

***

Yazımın birinci ve ikinci bölümlerinde BKP’nin Türklerin asimilasyonuna ilişkin aldığı tutumundan söz etmedik. Nedeni? Çıkan son belgelerle de kanıtlandığına göre, 1944’ten sonra, Türkler de bu kapsamda, “Bulgarlaştırma” kararlarının yalnızca BKP MK Genel Sekreteri ve Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov başta olmak üzere, yedi kişilik bir BKP MK Politik Büro grubu tarafından alınmış olması değildir. Bu kararlar, BKP İl Komiteleri Birinci Sekreterleriyle, MK görüşü olarak, gizli sözlü bilgi olarak paylaşılırken, İş İşleri ve Savunma Bakanlıklarına, gizli polis (DC) yönetimine uygulamak üzere emir olarak gönderilmiştir. Bundan dolayı, 1990’da BKP dağıldıktan sonra, yerine gelen sosyalist parti (BSP) Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov ve Başbakan İvan Kostov’un “soykırım” olarak adlandırdığı olayların iğrenç yükünü üstlenip taşımayı kabul etmemiş, “özür dilemiş” ve cezasız kalan cinayetleri parti-sizleştirilen ordu ve polis güçleri ile sivil polis (DC) sırtına yüklemeye çalışmıştır. Böyle olmasına rağmen, Bulgar devleti ve tüm kurumları Türkleri Bulgarlaştırma siyasetinden asla vaz geçmemiş, olay Bulgar kurumlarından alınarak, Türklerin başına sarılan HÖH-partisi yönetimi eline sıkıştırılarak yeni biçimde ve yeni tuzaklarla sürdürülmüş yeni icatlarla devam etmektedir.

***

1993’te HÖH Kongre salonundan çıkan ve Türk partisinin sivil polis (DC) görevli ajanları tarafından yönetilmesini kabul etmeyen, açık ve sert protesto eden hareketlenme Türk cemaatini baştanbaşa sarsmıştı.  1990’da seçiminde 24 sandalye kazanan partinin milletvekilleri 1994 seçimlerinde 17’ye düştü. Partinin ihanet çizgisine kaydığını hisseden 500 bin seçmen Türk’ten ancak 283 894’ü sandık başına gitti. Bize tuzak kurmaktan vaz geçin” ikazında bulundu. Türklerin adalet ve demokrasi ruhu kırılınca yeni bir dış göç dalgası kabardı. Demokrasi ruh ve bilinçli Bulgaristan Türk aydınların devlet kurumlarında gerçekten görev alıp güven kazanabileceği umudu da sönmeye başladı.

Gizli polisle birlikte hareket eden HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan, parti içi demokrasi, yönetimin demokratik yollardan seçilmesi hevesine kapıldı ve böyle bir operasyonu gerçekleştirmenin tuzağını kurma hazırlıklarına başladı. Bu iğrenç işlerde o yıllarda HÖH Örgütleme İşleri Sekreteri olan Kasım Dal’ın rolü büyük oldu. 1993’te 101 Kongre delegesinin sahnelediği protesto eylemi, Sofya’da olmuş, merkez basına yansımış, kamuoyu bir şeyler olduğunu fark etmişti. Bu skandalın tekrar etmesine izin verilemezdi. Bu nedenle K. Dal yeni forumun Kırcaali’de yapılmasını teklif etti.

Üçüncü NARKOZ olayı şöyle gelişti: 

Kuruluşunun 6. Yılında, DPS partisi yönetiminde gizli polisten 8 subay vardı. Bunlar Ahmet Doğan, Ünal Lütfi, Prof. Dr. İbrahim Tatarlı, Yuliy Bahnev, Plamen Simov,  M. Dırmov, Roza Georgieva idi ve partinin yönetimini ele geçirmişlerdi. Hepsinin partiden ihraç edilmesi için verilen mücadele hiçbir sonuç vermemişti.

Sosyal kökleri ve toplumdaki yeri bakımından Demokratik Güçler Birliği (CDC) yakınında konumlanması gerekirken HÖH partisinin sürekli sosyalist partiye (BSP) yakınlaşması Müslüman tabanda tepki uyandırıyordu. A. Doğan’ın katil diktatör T. Jivkov’la görüşmesi, sosyalistlerle hükümet ortaklığına kapı açması, Kırcaali milletvekili Mehmet Hoca, Silistre milletvekili İsmail İsmail ve Filibe (Plovdiv) milletvekili Emil Buçkov’un  HÖH meclis grubundan ayrılması; Parti Genel Başkanı’nın MULTİ GRUP Holging bünyesinde eski 6. Şube yönetimi ve finans oligarşi ile buluşması,  “soya dönüş süreci” katillerinin yargılanıp hapse atılmasının engellenmesi ve adalet ve demokrasi yollarının tıkanması halkın gözünden kaçmadı. HÖH partisi içten içe kaynıyor ve demokratik yönetim ilklerine geçmek için güç topluyor, hazırlık yapıyordu.

Aynı zamanda, Stoyan Dençev gibi adamlarını HÖH listesinden milletvekili sandalyesine oturtan MULTİG GRUP ve G-13 gibi oligarşi güçleri, Türk partisinin demokrasi yoluna açılmasını kesmişti. Parti içindeki sağduyulu güçler sağ kanattan 18 parti, hareket, birlik ve kulüple yakınlaşıp protokol imzalamış olsa da, Türkleri bir daha narkozlayım, Tüzük değişikliği yaparak partiyi tek kişinin – Ahmet Doğan’ın eline vermek isteyenler de tuzaklar kuruyorlardı. 1996 Aralığında toplanan 1000 kişilik HÖH Kırcaali Milli Konferansı böyle bir tuzaktı. Operasyon “DC” Albayı Yordanov ve HÖH Başkan Yardımcısı Dal tarafından yönetildi. HÖH partisinde demokratik yönetim, parti politik yönetiminin “DC” ajanlarından temizlenmesini isteyen ve BSP partisi ile işbirliğini kabul etmeyen delegeler, konaklamak üzere bir geceliğine Haskovo “Ilıcaları’na” götürüldüler.  Albay Yordanov “Ilıca” otellerine önceden eli coplu, beli tabancalı  50 sopacı komando getirmiş ve yerleştirilmişti. Aynı gece, Ahmet Doğan’ın aldığı kararların tartışmaya açılmamasını kabul etmeyen, lider diktatörlüğüne karşı çıkan delegelerin hepsi sabaha kadar dövüldüler. “Soya Dönüş Sürecinde” bile Türkler kolektif dövülmemişlerdi, bu kadar feci ezilmemişlerdi, kolu bacağı kırılanlar, kafa tası çatlayanlar ertesi gün Konferans salonuna  girmediler. Evlerine toplandılar, bavul sıktılar ve bir daha geri dönmemek üzere vatan topraklarını terk ettiler. Bu 3. NARKOZ o kadar ağırdı ki, parti içindeki demokratikleşme filizlerinin hepsini birer birer yoldu, kırdı, ayakaltına alıp çiğnedi. DPS içindeki kolektif organların hepsinin yetkileri gasp edildi. Parlamento grubunun haklarına da el atıldı. Doğan “biçen kesen lider” ilan edildi. HÖH partisinin Demokratik Güçler Birliği ile yakınlaşmasından, birleşmesinden ve ortak eylemde bulunmasından yana olan bütün kadrolar politik yönetim organlarından atıldı. Büyük sayıda delege konferanstan çıktı ve dönmediler.  HÖH kurucularından hiç biri politik yönetim organlarına giremedi. A. Doğan ilk ve son söz sahibi, tek imza hakkı olan bir lider olarak bugün de baştadır.3. Narkoz 12 yıldan beri devam ediyor. Başkaldıran eziliyor. Olay kitaplara düştü, ama değişen bir şey olmadı.

MULTİ GRUP komandoları tarafından gerçekleştirilen 3. NARKOZ’la HÖH partisindeki gerçekçi demokratik, halkçı kadroların ödü korkudan patlatıldı. 10 bin aydın kadro ülkeyi terk etti. Bu NARKOZ son olmadı. Parti içinde yeni süreçler başladı.

Devam edecek.

Seri NARKOZLAR

Lütfen paylaşınız.

Reklamlar