BULTÜRK Editör Yazısı

Süt mayalamak için süt, ekmek mayalamak için un, bir toplumu mayalamak için ise halk gerek. Halk olmadığı yerde toplum nasıl mayalansın ki?
Uluslararası jimnastik yarışlarında Bulgaristan’a en fazla bireysel ve takım olarak altın, gümüz ve bronz madalya kazandıran milli usta, büyük çalıştırıcı Bayan Neşka Robeva’dır. N. Robeya 11 Temmuz 2021 seçimlerinde oy kullanmadı.
Sofya Milli Radyosunda katıldığı bir söyleşide
“BENİM OYUM HALKIN UYANMASINA BİR DAMLA MAYA Olabilirdi ama henüz ortada halk yok!” dedi.
Biz, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazeteciler ekibi olarak, “Bulgar milletinin 19. Yüzyılda mayalanmaya başladığını, fakat oluşamadığını, 20. yüzyıl boyunca ise binbir zorbalığa başvurmasına rağmen aynı sürecini tamamlayamadığını” defalarca yazdık.
Bu görüşü, felsefe eserlerine işleyen, Prof. Nikolay Güzelev’de, doğruları yazdığından dolayı, çok ünlü ve bilgili olsa da, “Akademisyen olamadan” hayata gözlerini yumdu. Bulgaristan’da gerçekleri yazan ilerleyemez. Söylenen yalanların tutmazsa yine ilerleyemezsin. Örneğin Makedonya konusunda 4 yıl yalan değirmeni çalıştıran VMRO-BND – 19 yy. Makedon haydutlarından kırıntılar partisi Sofya meclisinde 2. veya 3. Parti olmayı düşünürken, 11 Temmuz’da 80 bin oy birden kaybetti ve parlamento mangalının yanına bile yaklaşamadı.
21. yüzyılda halk konusunu yeniden açan, Bayan N. Robeva, “yamama halk olur mu?” özüne değinmese de, milli radyoda aynen şöyle dedi: “Son dönemde işittiklerim ve gördüklerim beni endişelendiriyor. Bizim bir halk olamayacağımız hakikatten gün ışığına çıktı. Biz bir toprak parçası üzerinde yaşayan birileriyiz ve bununla olay noktalanıyor. Bir şeyler değişebilir! İşte meclise yeni kişiler giriyor… Ümitler boşunadır. Gerçekten gelenler yeni şahıslar ama anlayış ve düşünceleri eski. Nal tozu ve araç lastiğinden çıkan toz gibi…”
Biz, Amerikan jeopolitiğinin içinde bir toprak parçasıyız.
Milli kimliğimiz Amerikalıları pek ilgilendirmiyor. Göç ettiğimiz yönün Anadolu mu, yoksa Batı Avrupa mı olduğu onları ilgilendirmiyor. Ne kadar dağılırsak o kadar daha iyi. Tek tanecik asla mayalanamaz, tozlaşamaz, çoğalamaz…
Bulgaristan’a artık 500 000 Rus geldi. Onların ve hatta bize yerleşen İngilizlerin ancak yerel seçimlere ve Cumhurbaşkanı seçimine katılma hakkı var. Parlamento seçimlerinde oy verme hakları yok. Yabancı ülkelerdeki 3 200 000 vatandaşımızın ise, oy verme hakkı var, fakat seçilme hakkı yok. Yaz sıcağında, dondurma reklamı seyretmek gibi bir şey. Bizde işler baştan bozulmuş, boş boş vaat ederek, birbirimize dikilerek ya da birbirimize kopmaz şekilde yapışarak bütünleşmemize şans yok. “Ver parayı al oyumu!” diyen Çingenelerin başına dikilen beysbol sopalılar, “olmaz, oyunuzu parasız vereceksiniz!” deyince, seçime katılım % 20 oranında düştü. Batı ülkelerindeki seçmen de “ver parayı al oyunu” dedi ve “yurt sevdalılarının” oyları bu defa da 180 binde kaldı, 2 oy artmadı. Demek istediğim parasız hiçbir şey mayalanmıyor. Tükürük ve yalan, hele de “ha buraya yazdım” iddiası artık hiç yerde tutmuyor.
Ne var ki, son gelişmelere bakıldığında, nüfus olarak azaldıkça azalma eğilimden “U” virajı yapıp çoğalıp büyüme trendine geçme ışığı da şöyle bir yandı söndü. Rusya’nın bizi artık adamdan saymadığı belli de, orada yapılan son anketlerde nüfusun % 20’si yani 30 milyon genç ülkeyi git gide terk edip Batıya yönelmeye karar vermiş ve bir kısmı gerekli belgeleri doldurup kaşelemeye başlamışlar. Rusya’dan Batıya sıçrama kapısı Bulgaristan.
Biz, Amerikan jeopolitik, ekonomik, mali ve kültürel etkisinde olsak da, hala Rusya bir üflese bizde her şey bırak değişmeyi, yerle bir oluyor. Putin, eski başbakan B. Borisov’a “tamamla şu doğal gaz boru hattını” deyince, devlet bütçesinden 3.2 milyar leva çıkardık ve boruları birbirine kaynattı uzattık ve üstünü mezar gibi kapadık. Ama bu yük Borisov’a da ağır geldi, adamcağız siyasetten de kaydı gitti, 2 defa art arda seçim kazanamadı. Oysa eskiden Amerikalılara “ben Rusları aldatıyorum”, Moskova’ya da “Washington’u kandırıyorum” der ve işler bir yere kadar dengeli giderdi.
Acaba diyorum, Rusya’da ayrılmak isteyen o gençler sığınmacı gibi Bulgaristan’a dolsalar, yeni kan karışımıyla Bulgar mayası tutar ve Bulgarlar halk olabilir mi?
Bu cevabı zor bir soru. Fakat şunu söyleyebilirim. 1982’de Bulgaristan Türklerinin iş ateşi tutuştuğunda Avrupa’da kişi başı tarım ürünü üretiminde İtalya’dan sonra 2. ülke olduğumuz gibi, şimdi yiyip içtiğimizin % 90’nını dışardan taşıyan bir ülke olmaktan kurtulmak için tüm işleri gelen Ruslara devretsek! İnek çiftliklerine dolsalar, koyun kuzu yetiştirseler, domates biber baksalar bizdeki durum değişir mi?
Yoksa siz bize seçme ve seçilme hakkını birden vermezseniz kolları sıvamayız mı diyecekler? Anlaşılan ne Bulgar demokrasisi ne de yeni Bulgaristan ver vatandaşa, nerede bulunduğuna bakılmaksızın seçme ve seçilme hakkı beraberce tanınmadan mayalanmayacak. Bu ithal edilecek bir ürün değil, Bulgaristan’ın iç meselesi.
Bugün 21 Temmuz 2021 Sofya’da 46. Meclis açıldı. Aynı moloz yığını mecliste yerlerini yeniden aldı ve aralarından en uygun olanlar, kürsüdeki koltuklara seçildi. Her birinin kafası öyle dağını ki, milli marşı dinlemeyi unuttular, iyi ki 45. Meclisten sonra boya badana yapılmamış ve bayraklar yerinde kalmış, bir de tesadüf eseri üç renkli bayrağımız Afrika ülkelerinden birisinin bayrağı ile değişse ve kimse fark etmese, bak sen olaya. Zaten, Washington’dan uzaklığımız biliniyor da, Brüksel de bizi ufkun ucunda bir sömürge olarak görmeye başlayınca, insanın aklından neler neler geçiyor.
Bizdeki sorunlar çok. Halkın ardından bir de millet olma meselesi var, onun da zamanı geçti, milletler çağı 19. ve 20. asırlardı. Milletten sonra yeni milli devlet kurulması gelecek tabii!!! Bulgarlar “kıyılmış etten her şey olur saçmalığına kapılıp” Türkleri ve diğer azınlıkları ezmeye kalkmasaydı, Türk’ten Bulgar yapma deliliğine kapılmasaydı, işler belki de bu kadar karışmazdı. En kötüsü de bu karışık işlerin insanların kafasını karıştırmasıdır. 180 kilo, her bakıma ağır sıklet, B. Borisov başbakanlık döneminden bir olay. Şu AB karşılıksız ve hangi işte kullanılacağı kılavuzsuz fonlarından Tarım ve Orman Bakanlığımıza gelen ve bir kısmı usulüne uygun bir şekilde Brüksel’deki ilgili görevlilere iade edildikten sonra, kalan kısmını ilgili şahıslara ödemeyi kabul etmeyen Şube Şeflerinden birine “senden kıyma yaparım, karın ve çocukların etinden köfte yediklerini fark etmez! Dememiş olsaydı ne koltuğundan düşer ne de seçim yitirirdi. İyi ki şu vatandaştan kıyma yapma işi mayalanıp tutmadı.
“Belene” ölüm kampından dönenler, kampta ölen vatandaşlarla domuz beslendiğini anlatıyorlardı. Ne kötü değil mi! Fakat kötünün kötüsü Bulgar toplumunun korkuyu yakalayıp kıyma yapamamasıdır. Borisov’un 11 galibiyetten sonra art arda 2 seçim kaybetmesi, olayları çözülme ve çökme yönünde mayaladı ama bakalım nereye kadar. Bu bir “has Bulgar mayası”, üstüne üstelik birden tuttu.
Kimsenin ağızına fermuar takamazsın, bu gidiş öyle bir gidiş ki, adam imza ve kaşe elindeyken 8 milyar 600 milyar levayı gizlice dağıtmış, şimdi devlet hazinesinin içinde sıçan yok, kasalar tık tıkır bom boş ve seçimleri yine de kazanamadı. Besbelli parayla olmayan işler var. Daha önce işitmiştim, eşitlik, adalet, demokrasi ve özgürlük parayla satın alınamıyormuş.
Bulgaristan’da yerli yoğurt mayası kaybolmuş. Unutmadınızsa, annelerimiz yoğurdun az biraz ekşisinden ahşap kaşıkla ayırır ve yoğurdun hayatı devam ederdi, hatta ekşimsi ayran daha güzel olurdu.
Süt fabrikalarının kullandığı bakterisiz kuru maya var. O da kurutulurken mi küf kapmış yoksa ılık suda eritilirken mi bir şey olmuş da bozulmuş. Yunan’dan maya almışız. Raflar Yunan maya dolu. Müşteri kendisini çekti. Yunan mayalı yoğurt için “cacıkta lezzet kaçtı” deyip uzanmıyorlar. Bu yemek işleri damak dadı işi, ahalinin siyaset anlayışı başka bir şey.
Son yıllarda yemekler büyük kazanlardan ama paketli geldiği gibi, politik görüşler de bonbon gibi sarıp sarmalanmış sunuldu, “Halk” adıyla selamlanan kitleye.
Sofya Üniversitesi sosyoloji hocalarının basmakalıp ifadeli konuşmalarına tahammül edemeyen ve gözlemlerini toplumun hayalindeki gibi anlatmayı beceren, Plovdiv (Filibe) Üniversitesi sosyoloji hocalarından Bayan Mira Radeva: “Şu bizim ki Demokrasi değil!” başlık analiz yazısını “Maritsa”/ Plovdiv gazetesinde bastı. “Var, Böyle bir Halk!” partisi ile ilgili şöyle dedi:
“Var, Böyle bir Halk!” partisinin eylem usulü şöyle: ‘Önemli olan benim!’ Kırdaki koyun sürüsünün başıyız – siz, emir bekleyen bir sürüsünüz. Siz dedikleri seçmenler’.
Bu, bir proletarya diktatörlüğü değil de nedir? Yıllar yılı bizi böyle aldatmadılar mı? Genişmiş sosyalizme ve komünizme gitmiyor muyduk?!
Onlar aynı tip insanlar, ortalık proletarya heyecanı doldu taştı. Biz demokrasi yolunda artık birkaç adım atabildik ve topum demokrasi edinimlerimizi korumak zorundadır. Çünkü demokrasi adına 660 000 bin seçmen “Var, Böyle bir Halk!” partisine oy verdi. Bu oyu verenler, komünizmden tekme yememiş, bihaber genç kuşak, ne yazık ki “matruşa” kültüründen ve “çalga” kültürden çıkan bu…
Müthiş bir kargaşa içindeyiz. Olacakları görebilmeliydik. Göremedik! Seçmen şimdiye kadar, mecliste işleri çekip çevirsin, bir de hükümet kursun diye hep birini bulup seçiyordu. Borisov’un 12 sene iktidarda kalması da bu uygulama sonucudur. Toplum dağılınca, Bay İvan sevdası da söndü. Ayakta kalanlar başını Batıya çevirdi. Demokratik güçlerin Avrupa Birliğine gitmeliyiz tezi kabul edildi. Avrupalı adam olarak Çar II. Simyon’u gördük. Bizde bir hedef yoktu. Otoyol inşaatını ana hedef yaptık. Protesto partileri “yolsuzluklarla mücadeleyi ve otoriter Boyko Borisov’la mücadeleyi ana hedef haline getirdik.” Aslında otoriter yönetimlere alışığız – Ferdinand, oğullu III. Boris, oğullu Todor Jivkov hep diktatörlerdi.
Ne ki, bu memleket 142 yıldan beri soyuluyor, talan ediliyor ve boğasına kadar yolsuzluk içindedir.. Ne var ki bizim yolsuzlukla mücadele mayamız hiçbir zaman tutmamıştır. 46. Meclisin açılışında parti liderleri konuştu. “Yolsuzluklarla mücadeleye devam!” diyen olmadı. Bu mücadele 2020’de sokak ve meydanlarda mayalanmıştı. Meclise girince savdı.
Yöneticileri indirip bindirmek bizde gerekçe istemiyor. 1895’te bile en sevilen Başbakan Stefan Stanbolov, Genel Kurmay Başkanı’nın eşine yan gözle baktı diye, kellesi kaymadı. Borisov’un yatak odasının fotoğraflanması, uçurumun hem başı ve hem sonuydu, o bunu anlamak istemedi. Ufkun sonu yoktur deyip geçiştirmek istedi, ne ki olmadı. Amerikalıların bu işlere yeni yeni yapıştığını fark edemedi.
Yolsuzluk sınırlarını öğrenmeden iş yapanlardan Delyan Peevski ve Vasil Boşkov da Dubay’ı alınmaz kale sanmakla hal ediyorlar. Bulgaristan’a karşı Amerikan saldırı dalgası henüz yeni yeni mayalanıyor. Bu gidişle Dubay’da Bulgar Mahallesi kurulur ve muhtar olarak Boyko Borisov seçilirse şaşırmayınız…
Bunun sebebi son 70 yılda Bulgar okullarında olasılıkların sınırları dersi okutulmaması ve yoğurt mayası, hamur kabartıcısı ve bira köpürücüsü kullanımı ile ilgili bir tek kılavuz kitap olmamasıdır. İş ayarı hep el yordamı!
Yazarken, aklıma bir hikâyemiz geldi:
Bir köyde öğretmen yokmuş. 1 öğretmenlik tayin çıkmış. Hemen şehirden bir öğretmen gelmiş. Köyün çobanı da, ben de deneyeyim demiş.
Önce aksakal heyeti toplansın, her ikisini de şöyle bir görüp tartsın, karatahta önünde sınasın demişler.
Üniversiteden gelen ve köyde yetişen ikisi de aynı hazır elbiseciden takım elbise almış, kravat takmış, aynı berberde saç sakal kesmiş ve dikilmişler aksakal heyetin önüne. Başkan:
– Koyun sözünü yazın kara tahtaya, demiş!
Çoban tebeşiri kapmış ve bir koyun çizmiş köylününkilerden.
– Yeter demiş, hem yazabiliyor hem de çizebiliyor, kazandı, tayininiz çıktı. Demişler. Çobanın yazıp okuması olmadığı anlaşılmamış…
Demek istediğim bizdeki cahillik sağlam mayalıdır. 2 700 okulumuz kapatıldı. 70 yıldır Türk okulu yok. Ötesini söz düşünün. 10 yıldır Bulgaristan’da yiyip için ve “sorunu çözen” Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyük Elçiliği Eğitim sorunları Müşavirinin süresi dolmuş da Ankara’da makam kapılarını dolaşıp süresini bir yılcık daha uzatmaya çalışıyormuş, 70 yıl cahil galan bir halkın bir yıl daha cahil kalmasından bir şey değişmez, lütfen gereği görülsün…
Son hesap Bulgaristan’da şöyle oldu. “Yolsuzluklarla mücadele!” ve “Borisov’un istifasının!” milli bir dava olamayacağını ne Cumhurbaşkanı Rumen Radev ne de vatandaş anlayabildi. Gördüğünüz üzere biri 4 Nisan’da ikincisi de 11 Temmuzda 2 ay arayla 2 parlamento seçimi yapıldı, toplam 160 milyon leva harcandı, fakat ne demokrasi, ne aydınlık mayalandı, ne mayalanan hamur tekneden taştı, ne köpüklü bira kadehten dışarı aktı ne de ortada seçim kazanan güçlü bir milli parti var. Seçmenlerin % 25’si olan Çingenelerden % 20 sandığa gitmemiş, kazanan Slavi Trifonov’un aldığı oylar da % 20 civarındadır. 1 kişi 5 kişiye söz geçiremez. Ortaya çıkan nedir? Siz beni istemiyorsunuz ama ben size kendimi zorla kabul ettireceğim! Bu, demokrasi değildir ve olamaz.
Yazılarımızda Bulgaristan’ın politik güç olarak küçüldüğünü anlatırken, sivil enerjisinin söndüğünü, ülkede birbiriyle muhatap olmak istemeyen düşman taraflar belirdiğini, 46. Meclisin açılmasına 1 gün kala bile protesto hareketinden gelen 3 yeni parti – “Var, Böyle Bir Halk!”, “Demokratik Bulgaristan!” koalisyonu ve “Ayapa Kalk Bulgaristan…!” hareketi Meclis Başkanı kimin seçileceği konusunda temas kurup diyalog başlatamadı. Bu öyle bir siyasi oyun ki, önce her kez herkese karşı hem de Boyko Boris’a karşı, ardından herkes Slavi Trifonov’a ve hükümetine karşı çıktılar. Bu keşmekeşin içinde bir tek Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) sözde “tarafsız” kaldı. Uzun zaman “başa dönelim”, “yeniden başlayalım” gibi sloganlar kullandı. Ne kadar başa dönelim? Sorusuna cevap kendiliğinden geldi. Doğan-Karadayı ikilisinin kafasından geçen 2000 yıllarıydı. II. Simeyon’un 860 günde Bulgaristan sorunlarının hepsini çözeceğim vaadini verdiği, seçime karılmadan seçim kazandığı günler, koalisyon hükümeti kurduğu ve BULGARİSTAN’I BÜYÜK SOYGUNUN BAŞLADIĞI günler ve yıllar. A. Doğan o zaman AB’den gelen fon paralarını dağıtmakla görevlendirilmişti. Kasim Dal dağ başında ve dere boylarında ne kadar ekip biçilmeyen keleme varsa hepsini Karadeniz kıyısında kumsala sınır arsalarla değiştirmeyi başarmış ve “saygın” bir kişi olmuştu. Mafya palyaçosu Delyan Peevski BULGARTABAC’ı yakalamış, zaten Rusya sömürgesi olan Bulgaristan’ı bir defa paketleyip Putin’e hediye etme hazırlıklarına kendini kaptırmıştı. Yine o zaman B. Borisov’un önüne de bir merdiven dikmişler ve “çık bakalım” demişlerdi. Artık merdiven kırıldı.
Bu bir gelişmenin sonucudur ki, 12 Temmuz 2021’de açıklanan Nikolay Vasilev başbakanlığındaki 98. Bulgar hükümeti (başbakan başta olmak üzere) İngiltere ve ABD üniversitelerinde okutulmuş 30-40 yaşları arasındaki gençlerden oluşuyordu. Doğmadan öldü. Geri çağrılan, 2001’de II. Simyo’nun mayaladığı talan ortamıydı. Emekli maaşlarına % 37 zam yapacağız gibi bir yalan salladılar ki, hemen 2. bir erken seçim olsa % 99.9 kazanabilirler. Tabii yalanın böylesi ağızımıza sığmaz, çiğneyip yutamayız.
Özellikle Bulgaristan gibi ağır ve derin politik bunalım yaşayan ülkelerde kabinenin “uzmanlar kabinesi” değil, çok deneyimli politikacılardan kurulan bir hükümet olması gerekirken, dil bilen, deneyimsiz, bakanlar kuruluna ilk girişte bakan koltuğuna oturacak cici kızlardan derlenmesi sert toplu tepki gördü. Böyle durumlarda zaten olmayan bir “halktan” tamamen kopmuş bir kabine, kendinden hiçbir konuda mayalanmak bile beklemeyen bir “halka” ne verebilir ki?

Oluşan, tarifi gerçekten çok zor bir durum. Bu nedenle olacak Cumhurbaşkanı Radev 46. Meclisin açılışını kutlamadı. Umut mayalamak istemedi.
Aristoteles zamanında, köylerde “demokrasi olur mu olmaz mı” tartışmaları açılmış. Kentlerde yaşayan ve oy kullanma hakkı olan siviller ve demokrasiyi yaşatan toplum, halkın bir parçası olarak görülmüş. O devirde köyde yaşamakla köle olmak arasında fark yokmuş. Bu farkı kaldıran ve tüm insanlar eşittir diyen, onun öğrencisi Büyük İskender’dir.
46. Sofya Meclisine girenler, insanların, toplumun “halkın” ve devletin kaderini çizmek için yola çıkmışlar ama bu konuda ne yapılması gerektiğini bilmediklerinden, meclise ilk gün girip çıktıktan hemen sonra, ilk uğradıkları yer Sofya Üniversitesi sosyal bilimler fakültesine kayıt yaptırmak olmuş. “Vay be ne kalın kitaplar varmış” demeye başlamışlar.
Aynı cümleyi devlet güvenlik (DS) ajanları, soylular ve kocasının bir baltaya sap olmasını isteyen zengin ailelerin damatları için de söyleyebiliriz. Ve bu kişilerin bir araya gelmesi ancak oyun oynamak ya da eğlence masası kurmak için olabilir, demeye dili varmayanlar var ki, onlara acıyorum. Burada demek istediğim, biz Sofya Meclisinde aynı zamanda birçok cahili bilime mayalamaya çalışıyoruz ve bu işten de bir şey çıkmayınca, dizini vuran babalar durumuna düşüyoruz.
Basına bakıldığında “çok parçalanmış meclis” değimine de rastlıyoruz. Şimdiki 46. meclisteki politik parti sayısı yine 6 ve milletvekili sayısı da yine 240 olsa da, seçmen her partiyi kendi tuzağına kapadığından dolayı diyalog, ortaklık ve birleşme yollarını tamamen kapamış, ortada dağıtılacak ve kayıplara karışacak paralar da olmadığından meclisteki hava buz kesmiş.
Alman “Der Spigel” dergisi ve “Frankfurter Algemeine Zeitung” “Bulgaristan’da kim ne istiyor?” ve “Kim hangi menfaatleri savunuyor?” başlıklı yazılarda totalitarizm kalıtı olan ve 30 yıldan beri ayakta kalan eski düzen yapısının sökülmesini inceliyor. “Var, Böyle Bir Halk!”, “Demokratik Bulgaristan”, “Ayağa Kalk BG ve Geliyoruz” gibi parti ve koalisyonlar aslında bu amaçla kuruldular. Yine bu amaçla kurulan ilk parti ise kuşkusuz Hak ve Özgürlükler Partisidir. (HÖH) Bulgaristan Türk halkının ruhunu, emelleri ile hayallerini gizli pazarlıklarla satan ve sırtını gizli devlete dayayan 3-5 ruhsuz hainlik ettiler. 12 Mayısta Cumhurbaşkanı Radev önerisiyle kurulan ikinci erken seçim hükümeti “yolsuzluklar ve adaletsizlik” sistemini sökmeye başladı ve bu davanın kurulacak yeni hükümet tarafından sürdürülmesi bekleniyor. Olaylara bu açıdan bakıldığında el ele, omuz omuza vermiş bir halkın olmadığı, iç ve dış baskıların sürdüğü yeni ortamda Cumhurbaşkanının yeni hükümetin doğuşuna ebelik etmesi hem zorunlu hem de kaçınılmaz olmuştur. Bunlar Almanya’dan gelen seslerdir.
Öne çıkan başka bir gerçek de var:
Bulgaristan bir parlamenter demokrasi ülkesi olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Radev dışında, sesi duyulan farklı bir lider yok. Ansızın kimsenin yeni erken seçim istemediği bir ortam oluştu.
Dizginleri sımsıkı elinde tutacak birine ihtiyaç var. Sokma akılla, ithal mayayla ile olacak bir iş değil bu. AB üyesi 12 devlet “Covid-19” sonra program paralarını almak için evraklarını sundu. Hatta erkenci 12-si paralarını almış. Yunan harcıyor. Bulgaristan için ilk parti 780 milyon Avro. Parçalanırken didişmekten ve ufalırken erimekten evrakları henüz gönderemedik. Toplumun dağılmasını ve devletin yıkılmasını isteyenler olabilir. Hiçbir mayanın tutmayacağı o güne gelmeyi gelin birlikte önleyelim!!!
Her defasında kaybeden hepimiz oluyoruz.

Reklamlar