İbrahim SOYTÜRK
Tarih: 21 Şubat 2021

Vasil Levski gibi, her yılın 19 Şubat tarihinde törenlerle, top atışlarıyla, törensel konuşmalar, demet demet çiçek ve çeleklerle anılan “en büyük”  milli sembolün derinleştikçe derinleşen bir tartışma konusu olduğunu bilenler bilir.

Konuşma, demeç ve yazıların hepsinde, anma törenlerinde okunan şiirlerde vurgulanan “Levski asıldı” ifadesidir. V. Levski 18 Şubat 1873 tarihinde hayata gözlerini yummuştur. Devrin tarihçisi Zahari Stoyanov ”Bulgar Ayaklanmalarından Notlar” eserinde Levski’nin Sofya tutuk eci mahzeninde başını taş duvara vurarak dünya değiştirdiğini” yazmıştır.  2020’de Doçent Dr. Stefan Deçev’in “Gizli Tarih” ve Yüksek mimar – tarih yazarı Lüdmil Leonidov’un  “Levski Olayı” başlıklı yeni kitapları çıktı ve olaya farklı bakış açısı getirildi.

Stefan Deçev eserini yazmazdan önce V. Levski hakkında yazılan tüm eserleri ve araştırma belgelerini okuduğunu belirtirken, Levski davasını gören Sofya Mahkemesi’nin ölüm cezası verme hakkı olmadığına işaret ediyor.

Lüdmil Leonidov ise eserinde, 2 yıl önce Türkiye’deki Osmanlı arşivlerinden istenen olayla ilgili tüm belgeleri incelediğini ve döneme ilişkin arşiv belgelerinde Vasil Levski’nin adının geçmediğine ve dönemin Osmanlı Padişahı Abdul Aziz’in imzasıyla onaylanmış bir Vasil Levski İdam Kararı bulunmadığına vurgu yapıyor.

Konuyla ilgili yapılan TV ve Radyo yayınlarında, Levski’nin hayatına son vermesi nedenlerinin başında onun “BİZİ KURTARAN, İŞGAL EDECEKTİR! Sözleri yeniden önem kazandı. Bu sözler ilk kez, Bulgar milli kurtuluş davasının ideoloğu olan Georgı Sava Rakovski tarafından dile getirilmiş, yazılmış ve halka duyurulmuştur. Bu yaklaşım sonucu, Osmanlı devrinde Bulgarlar Rusofiller ve Rusofoblar olmak üzere, ikiye bölmüş ve bu parçalanmışlık bugüne kadar kapanmamıştır.

Biz Bulgaristanlı Türkler ya “Vasil Levski” okulunda, ya “Vasil Levski” Kültür Evinde ya da „Vasil Levski” semtinde veya sokağında yetiştik. Ne ki Levski’nin gerçek hayatını, davasını ve bu dalgalı mücadele yıllarındaki özel durumları 1990’dan sonra bazı Bulgar araştırmacı yazarların ve gazetecilerin yazdıklarından öğrenmeye başladık.

Öğrenebildiğimiz en yeni bilgilerin başında gelen ise, Osmanlı Padişahı Abdülaziz’den ve Sofya Mahkemesinden Vasil Levski’nin mutlaka ölüm cezası almasını isteyen İstanbul’daki Rus Büyük Elçisi Graf Nikolay İgnatiev’tir. Levski’nin ölümünden sonra Petersburg’a “iş bitti” telgrafı çekmiştir.  Bir bağımsız ve egemen Bulgar devleti kurulmasına ve bu devlette Ruslarla diğer halk azınlıklarının uyumlu bir yaşam sürdürmesine kesin karşı olan Rusya İmparatorluğu Levski’yi öldürme planını böylece gerçekleştirmiştir.

Bulgaristan’ın bağımsızlık ve egemenliğine karşı sinsice savaşan Ruslar mükâfatsız kalmamıştır.

Kurtuluş Savaşına” karılan gaziler tarafından 1929’da Sofya’da çıkarılan, “1877-1878 Rus Gazilerin Kurtuluş Savaşından Anıları” eserinden bir alıntı veriyorum:

“Bulgar Prensliğinde 1883-1884 yıllarında bağımsız Başbakan olan Dragan Tsankov, “Kurtuluş Savaşına” katılan Rus Subaylarına 2 000-er lava gazi maaşı, dünya değiştirmelerinden sonra eşlerine bu paranın yarısını, Bulgar Prensliği sağlık hizmetlerinden bedava yararlanma ve Bulgaristan sayfiye merkezlerinde bedava konaklama hakkı tanımıştır.”

1926-1931 yılları arasında yine bağımsız başbakan görevinde bulunan Andrey Lyapçev’ “Rus gazilerin bu haklarını genişletmiş, gazi maaşlarını 2 500 leva yapmış ve özel olarak Graf İngnatiev’in oğlu Graf’a da babası kadar 2500 leva gazi maaşı bağlamış ve tüm öteki hakları da kendisine özel olarak tanımıştır.

Daha sonra Sofya’nın en gözde ticaret sokağına Graf. N. İngnatiev adı verilmiş, şimdi de yine Sofya’da bir “İgnatiev Anıtı” dikilmek istenşiyor.

Bulgaristan kahramanı V. Levski’nin katilleri işte böyle ödüllendirilmiştir. Bulgaristan’ı esaret altına alanlara ve topraklarımızda bağımsız ve egemen bir devlet kurulmasını engelleyenlere ödenen bu paralar fakir fukara halkımızdan toplanan vergilerden ayrılmaktadır.

***

Aslında Bulgar toplumundaki çatlama 21 Temmuz 1774’te Rusya İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Küçük Kaynarca – Dobruca Antlaşmasının imzalanmasıyla boy atmıştır. Bu anlaşmayla Rus Çarı Osmanlı tebaası Hıristiyanlar üzerinde hak iddia etmiştir.

Ne ki Osmanlı o zaman artık yüzünü Batıya çevirmeye başlarken 1839’da Tanzimat Fermanı ile 1856 Islahat Fermanı Bulgarların kendi dillerinde okullar açmasına olanak sağlamış, İlkokullar daha 1820’lerde açılmış,  Bulgar gençler İstanbul kolejlerinde yetiştikten sonra Batı Avrupa yüksekokullarında ve üniversitelerinde uzmanlaşmıştır. 1820’lerden sonra ülkenin köy ve kasabalarında ilk, orta ve lise öğrenimi veren Bulgar okullarında milli ruh oluşurken, 1972’de Osmanlı devletinin Doğu Ortodoks Bulgar kilisesini Yunan Piskoposluğundan arındırması, Bulgar dilinin kilise dili olarak tanınması, kiliseye bağlı okulların Bulgarca tedrisata geçmesi önemli gelişmelere yol açmıştır.  1864’te Karlovo Belediyesine bağlı Voynyagovo köy okullunda V. Levski de halkı aydınlatan bir öğretmen olarak ders odasına girmiştir.

Çok ilginçtir, dış ülkelerden müdahale yapılmadan, esaret altına düşmeden, egemen ve bağımsız bir Bulgar devleti, halk iktidarı kurulması yolunda komitacı çalışması yürüten Vasil Levski, Osmanlı koşullarında Türklerle iyi komşuluk ve yardımlaşma içinde huzurlu yaşayan Bulgar köylerine girememiş, Bulgar köylüleri imparatorluğun değişim süreçleri dışında, evrim ve devrim istememiştir.

Bu bakıma Bulgar uyanış ve diriliş hareketi egemen ve bağımsız bir Bulgaristan sevdası olarak mayalanmıştır. Levski, komitalarını bu inançla kurmuştur. Yazdığı ilk siyasi programın esasında, cumhuriyet rejiminden ve geleceğin Bulgaristan’ında Türkler de dahil bütün halkların kardeşçe birliğinden söz edilir. Avrupa örneğinden ilham alır. İtalya’ya ve İngiltere’ye gidip gelir. Giuzeppe Garibaldi ve Alfred Nobel gibi şahıslarla tanışır. Manchester’da yürüttüğü görüşmelerde, komitacıların silah eğitimini sağlamak için kurulan, kardeşleriyle birlikte kendisinin de eğitim aldığı “Belgrat Legiyası” kurulmasına İngiliz mali kaynağı sağlamıştır. Osmanlı Yüze Divanı üyesi olup, 1873’te Levski Sofya’da tutuklu yargılanırken Mahkeme Heyeti Başkan Yardımcısı olan Stefço Hacıpençoviç Vasil Levski’yi Mason Locasına önermiştir. Üstelik Hacipençoviç, Bulgar Devrim Komitelerine katılır ve Levski’ye devrim için 100 altın verir.

O yıllarda Rus Çarı Bulgaristan’da ücretli ajan ağı örmüştür. Bağımsızlık isteyen Levski’yi de sımsıkı kuşatmıştır. Devrim Komitesi üyesi 25 kişiden, Levski dışında, 24’ünün Rus istihbaratından maaş aldığı daha sonraki yıllarda açıklanmıştır.

Levki’nin bağımsız ve egene Bulgar Cumhuriyeti sloganı yükselttiği yıllarda, Rusların tasavvurunda bir Bulgar devleti yoktur.  İstanbul Boğazını ele geçirmeyi ve Çanakkale Boğazından sıcak denizlere açılmayı hayal eden Rus Çarı,  Bulgaristan’a her zaman bir Tuna boyu eyaleti olarak bakmış, bir Bulgar devleti kurulmasını akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdir. Rusların sıcak denizlere çıkma planlarının önünde Ukrayna, Moldova ve Romanya gibi devletler dizilirken, bir de bağımsız Bulgar devleti dikilmesi işleri ancak güçlendirebilirdi. Bundan Dolayı 1878 San Stefano protokolünde Bulgarların adı geçmemiş, Protokol imzalama görüşmelerine hiçbir Bulgar davet edilmemiştir.

***

Vasil Levski’nin soluk geçen 148. ölüm yıldönümünde de, tartışılan ana konu özgürlük havarisi V. Levski’yi ele veren Bulgar hain kimdi, oldu. Bulgar milliyetçiler, ırkçılar, İslam ve Müslüman düşmanları Levski davasına ihanet eden kişinin bir Müslüman Türk olmasını çok istese de, böyle birini bulamadılar, halkı için yola çıkan havarinin birçok sadık Türk dostu olduğu, Türk evlerinde konuk kaldığı, Tuna’yı kayıkçı Kemal teknesiyle geçtiği biliniyor. Doğduğu Karlova şehrinde Levski anasını görmeye gelirken şehre hep Sık Ağaçlık ve Beş Pınar üzerinden ve Müslüman mahallesinden girdiği, Balkana çıkarken Türkler’in kümeslerine uzandığı için atalarımız ona “tavukçu momçe” (piliç çalan Bulgar çocuğu) lakabını takmışlardır.

Şimdiye kadar yazılmış olan kitaplara, bilgisayarınıza veya elinizdeki telefonun hafızasına sorduğunuzda, Levski’yi “Kıkrina” hanında zaptiyelere gösteren Papaz Kristö olmuştur. Nedeni ise, Papazın Rus ajanı olması ve Levski’nin devrim için halktan topladığı altınlara göz koymuş olmasıdır. Bu konudaki araştırmaların kesin sonuçlanmaması nedeni ise,  Bulgaristan’da hem Osmanlıcayı, hem modern Türkçeyi, hem eski Bulgarcayı ve modern Bulgarcayı iyi bilen ve Osmanlı arşivlerini sayfa sayfa inceleyecek birilerinin olmamasıdır.  

Nede olsa son 30 yılda Bulgaristan’da süren araştırmalardan “Papaz Kristö Hikayesi”nden çok farklı bir gerçek ortaya çıkmıştır. Yeni kanıtlar, 10-11 Eylül 1872’de gerçekleştirilen “Araba Konak” geçidinde Osmanlı postası soygunu ile ilgilidir. “Hazine soygunu” olarak bilinen bu silahlı baskın Teteven, Elena ve Orhaniye (Botevgrad) /Lovça – Loveç ili/ komitacıları tarafından, Vasil Levski’nin emirlerine uymayan, Moskova’dan gönderilen komitacı Dimitır Obşti tarafından yönetilmiştir. Çalınan para 1 250 Osmanlı lirasıdır. Soygunla ilgili 65 komitacı tutuklanmış ve dava 1873 yılı başında Sofya’da görülmüştür.

Bu konuda araştırmacı yazar ve tarihçi İvan Trenev’in yayınladığı son gerçekler şöyledir.

Bu soygun kararı “İskır Hanı”nda Dimitır Obşti, Teteven Devrim Örgütü kurucusu Hacı Stançev Radevski ve Petko Straşnika üçlüsü tarafından alınmıştır. Soygun olayından yargılanan ve Diyarbakır Zindanına düşenlerin yazdığı “Diyarbakır Defteri” nde, soygun suçunun bütünüyle Bulgaristan’ın Rusya Çarı tarafından kurtarılmasına ve Rusya’ya bağlanmasına karşı çıkan Vasil Levski’nin üzerine atılmasının “İskır Hanı” görüşmesinde alınan bir karar olduğunu yazıyor.

Sofya soruşturma ve duruşmalarında Hacı Stançev Radevski  ile Dimitır Obşti soygundan sorumlu komitacının Vasil Levski olduğunu söylemiştir.

Levski soygun olayından 46 gün sonra Lofça yolundaki “Kıkrina Hanı”nda yakalanmıştır. Komitacının bu handa bulunduğunu ihbar eden kimdir? Lovça bölgesine geleceğini kim biliyordu?

1925 yılında Daniel Katsev adında bir tarihçi Levski’yi ele vereni araştırmak için Loveç’e (Lovça) gitmiş ve Papaz Georgi Antimov ile görüşürken, Papaz’dan Levski’ye ihanet edenin kiliseye geldiğini ve Levski’yi neden ele verdiğini öğrenmeye çalışmıştır. Papaz, hainin kim olduğunu söylemese de, defterine not etmiştir. Bu defter, 1954 yılında yerli bir araştırmacı olan Doço Dulev tarafından bulunmuş ve Lovça Konağına gidip Vasil Levski’yi ele veren kişinin erkek değil, Veliçka Haşnova adında, konakta çalışan bir Bayan olduğunu öğrenmiştir. Levski bölgeye geldiğinde Haşnova ailesinde geceliyormuş. Aile, onun bölgeye giriş çıkışları ile ilgili haberdarmış ve Velişka Haşnova konağı bilgilendirmiştir.

İhbardan haber alan o yılların Lovça zengini, 1992’de Bulgaristan Başbakanı olan Andrey Lukanov’un atası Marin Popnikolov, Veliçka Haşnova’nın evine gitmiş ve şehri hemen terk etmelerini, yapılan hainliği halk öğrenirse linç edileceklerini söylemiş ve aileyi korkutmuştur.

Velişka Haşnova  ve eşi Varna köylerinden birine göç etmiş ve hayatlarının sonuna kadar o köyde yaşamışlardır.

Levski’nin remini Türk makamlarına veren ise, “Araba Konak” soygununa katılan ve payını aldıktan sonra Belgrad’a yerleşen  Lüben Karavelov’un eşi Bayan Natalya’dır. Levski’yi sevdalanan Natalya, duygularına karşılık görmeyince kara sevdaya yenik düşmüş ve Levski’yi devrim komitesi başkanı olarak ele vermiş ve resmini de zaptiyelere uzatmıştır. Bu olay Belgrat’ta olmuştur.

Pek tabii ki, Vasil Levski aynı zamanda Moskov ajanlarının ördüğü ağın tam ortasında, sahte devrimci ve komitacıların arasında yaşam kavgası vermiştir. Tüm gerçeğin bütünsel olarak ortaya çıkmasından henüz uzak olduğumuza inanıyorum. Ne yazık ki bugün de Doğu ile Batı arasına sıkışmış ve egemenlik ve bağımsızlık davasının anlamı üzerinde bocalamaya devam bir Bulgaristan’da yaşıyoruz.

Bunlar Levski’nin hayatı ve davası üzerine çok çelişkili görüşler olmakla birlikte, günümüz Bulgaristan gerçekliğini etkiliyor ve geleceğimizi daha parlak görebilmemize mani oluyor.

Okuyanlara teşekkürler.

Reklamlar