Tarih: 21 Nisan 2019
Hazırlayan: Renginar GÜLER
Kaynak: Marginalya, Yulyana Metodieva, söyleşi.
Konu: Irkçılığın kaynağı devlet kurumlarıdır – Okul, sosyal medya, anaokulu…
Hor Görme İle Kin Arasındaki Mesafe Kısadır
Öğretmenler okulda ırkçılık üstüne tartışmaları normal karşılıyor.

Soru: Sayın Mineva, Siz bir Üniversite hocasısınız, üniversite öğrencileriyle her gün berabersiniz. Üniversiteli gençler önce Filibe (Plovdiv) ili Voybodino köyünde, ardından da Gabruva (Gabrovo) kentinde meydana gelen etnik çatışmayı nasıl karşıladılar?  Başkentin uzağındaki köy ve şehirlerdeki milliyetçi gençler ile yerli Romenler (Çingeneler) arasındaki çatışmaları algılayan üniversitelileri liberal ve sivil vatandaş kapasitesi üstüne görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Yanıt:  Hoşgörünüze sığınarak sorunuzu yanıtlamaya son kısmından başlayayım. Kanımca, üniversiteli gençler ile başkentten uzakta köy ve kentlerde yaşayan gençlerin arasına yeni bir ayrım çizgisi çekmemize gerek yok. Bizde milliyetçiliğin okul, sosyal medya, politik kurumlar vs tarafından kurumsal olarak üretildiğini kabul etmemiz iyi olur. Aşırı milliyetçi davranışa sadece başkentten uzak olan taşra merkezlerindeki gruplarda, aşırı oluşumlarda karşılaşmıyoruz. Bu olguya, başkentte bizim geleceğimizin göz bebeği olan elit gençler arasında da karşılaşıyoruz. İşaret ettiğiniz son etnik çatışmalarda ve ülkemizde süregiden kültürel çatışmanın diğer konularında üniversiteli gençlerimizin neden farklı davrandığını böyle hemen anlayabiliyoruz.  Sorun, onların hocaları olarak bizim ortaya koyduğumuz tavırda gizlidir. Oysa biz kendimiz de birçok defa öfke ve düşmanlık dili kullanıyoruz, ırkçı patlamalarda bulunuyoruz ve bir salgın gibi yayılan etnik çatışmalarla ilgili açık ve kesin olmayan şüphe doğuran yorumlar sunuyoruz. (Örnek olarak, Başbakan Boyko Borisov’un  Filibe – Voyvodino köyündeki / 27 Çingene evi yakıldı/  gerginlikle ilgili olarak “Bulgar entelektüellerinin” aşırı milliyetçi VMRO partisinin lideri, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un ırkçı tavrını destekleyen mektubunu anımsayalım.) Olayları halka açık analiz edenler, yorumcular, akademisyenler ve profesörler etnik olayları kışkırtanlar arasına katılmasalar bile, bu olayları normal bulanlar arasına katılıyorlar. Entelektüellerin, politik elittin en yüksek kürsülerde düşmanca dil kullanması, kanıma göre en tehlikeli olan yeni gelişmedir, çünkü bu çıkışlarsa “sağlıklı ve inanılır zekâ” haline gelmektedir. Böylece bir milletvekilinin bir bayan hakkında “dişi köpek” demesi, bakanın insanlara “hayvanlar” demesi, bir Avrupa Parlamentosu vekilimizin insanlarımız hakkında “hayvan” veya “ilkel hayvanlar” ifadelerini kullanması, başbakan yardımcısının ise ırkçı hortlamaya “vatandaşların tepkisi haklıdır” gibi değerlendirmelerde bulunmaları ortama yeni nitelik kazandırıyor. Etnik patlamalar çok normal görünen son derece gergin havada alevleniyor. Yasalarımızı ayakaltına alanları adil bir şekilde cezalandırmak kurumlarımızın temel ödevidir ve vatandaşların bu bilince yükselmeleri önemlidir. Söz konusu olan sürü gibi dolaşan grupların toplu cezalandırılması değil, modern devletlerde yasal norm olan suçluların bireysel ceza almasıdır. İşte bu gerçeklerden çıkarak ben, devlet kurumlarının öfke ve düşmanlık kaynaklı politika ürettiğini iddia ediyorum. Başka bir değişle, bizde kurumsal ırkçılık kükreme ortamı bulabildi. Bulgaristan’da ırkçılık ile ilgili ders kitaplarına alınması gereken örnek şudur. Avrupa Birliği normlarına göre, yasa dışı inşa edilmiş bulunan ve fakir, sefil ve yoksul sahiplerinin kalacağı yegane mekan ve tek mülkü olan Rom (Çingene) evlerinin vinçlerle yıkılmasını alkışlarken, yasalar ihlal edilerek elde edilen bedava kadar ucuz lüks ev ve dairelerde, konak ve saraylarda yaşayanlarla gururlanmamızdır. Çu şifte standart ve hayat normundan doğan ise Bulgar ırkçılığıdır- kurumsal ırkçılıktır.

 

Soru: Politik sınıf temsilcilerinden seçkin kişilerin öğrenim düzeyi ile “okudukları kitap sayısı”  ve aynı kişilerin kamuoyu önünde ortaya koyduğu ve savunduğu antisemitiz ve başka bir insan düşmanlığı arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor musunuz?

Yanıt: Nefret ve öfke dilinden kurtuluş yolunu öğrenim düzeyinde bulmaya çalışmamız başımızı deve kuşu gibi kuma sokmamız olur. Ben şahsen böyle kolay mukayese yolunu seçemem, çünkü tezimi savunmam çok güç olur. Bulgaristan’da ve dünyada yükseköğrenim düzeyi olan pek çok kişi düşmanlığın dilini kullanmaktan çekinmiyor. Bizde, Adela Peeva’nın “Yaşasın Bulgaristan” filmi gösterildi. Bu filmde, Bulgar milliyetçiliği başarılı sahnelendi. Bir okulun en başarılı öğrencileri Romenlere karşı konuştu ve onları lanetlediler. Bayan öğretmen onların görüşünü “parlak”, kendilerini de lider olarak niteledi. Bir tiyatro müdürü bu gençlerin aşırı milliyetçiliğini destekledi ve onlara gösteri ve toplantılarda kendilerini ifade etme olanağı sundu. Büyük boy bir Bulgar bayrağı taşıyan muhtar aşırı milliyetçi gençlerin önünde yürüdü. …

 

Prof. Petya Kabakçieva yönetiminde hazırlanan okullarda dengesizliği araştıran bir proje kapsamında geçen yıl Bulgaristan’ın birkaç şehrini ziyaret ettim. Her gün Romen )Çingene) çocuklarıyla çalışan öğretmenlerin sıkça olmak üzere ırkçı bir dil kullanışları beni hayrete düşürdü. Onlar, Çingene çocuklarının farklı olduğunu, “işte bu kadar yapabildiklerini”, kapasitelerinin bu olduğunu vb  iddia ettiler.  İşlerinde başarılı olmayışlarını haklı göstermek için “genetik deliller göstererek”  ırkçı tartışmayı meşrulaştırmaya çalıştılar. Üstelik iyi bir okula giden Romen çocukların sayısı artmaya başladığında (ya da özel eğitim öğretim programı kapsamında olan çocukların sayısı arttığında) “daha uyanık” olan aileler çocuklarını o okuldan alıp başka bir okula kayıt yaptırıyorlar. Bu yapılanın özelimizde ayrımcı olduğumuzu kanıtlamaktan başka bir anlamı yoktur. Bir tek anlamı vardır: Bulgar toplumunda ayrımcılık derinleşiyor.

Demek istediğim, okunan kitap sayısı ve okulun, eğitim programın kendisi değildir bize öfke ve düşmanca tavır aşılayan.  Rekabet ve kişisel başarı fikri üzerine bina edilmiş bir eğitim-öğretim sistemi bize kin, nefret ve garazla mücadelemizde yardımcı olamaz. Bu eğitim-öğretim sistemi ancak daha başarısız olanların, farklı olanların, anadillerinde konuşanların okuldan uzaklaştırılmalarını haklı göstermeye yarar. Şu da var. Araştırmacılardan daha fazlası, bu durumu yetenekli başarılı olanların egemen olduğu ortamın zayıflığı olarak tanıtıyor. Bu görüşler üzerinde biçimlenmiş olan eğitim-öğretim sistemi, başarımızın kişisel çabalarımız sonucu olduğunu kabul ederken, diğerlerin başarısızlığını onların haylazlığıyla izah ediyor yani başarısızların ancak bizim hor görüp tiksinmemizi haklı gösteriyor ki, oysa hor görme ile kin toplama arasındaki mesafe çok kısadır.

Bulgaristan ortamında şu da var. Kin ve öfke püsküren söylem yalnızca aşırı uçta bulunan (sefil, yoksul, çaresiz, görgüsüz) kesime karşı yönelmekle kalmıyor, iktidar konumlarının birinde yer alamamış olan tüm sosyal gruplara karşı da şiddetleniyor. Vurgulanması gereken gruplar, sosyal yoksulluk çizgisinin altındaki işsizler, her bakıma zayıf olanlar, geçim derdine yenik düşüp başkasının olana “el uzatma” zayıflığına yenik düşenler, iktidarın kendilerine “sahtekar” dediği özürlüler, sakatlar, kadınların her gün dayaktan geçirilmesini düşünenler, bir de neredeyse ikinci derece insan olarak gösterilen “cender” olayı vb moda oldu. Bu konularda ülkemizde son yıllarda gelişen kamuoyu tartışmaları şiddetli oluyor. Bu olayın tehlikeli bir yönü de dikkat çekiyor. Siyasi hoşgörü, diyalog ve uyuma karşı başkaldıranlar sanki fikir özgürlüğü için mücadele eder oldular. Sanki ellerinden alınmış bir şeyler var ve onlar yitirdiklerini geri istiyorlar. Gerçekleri görememeleri ve normal vatandaş gibi tavır almalarını engelleyen de bu gibi.

Ne var ki, biz yine eğitim-öğretime yani ders odasına dönelim. Biz eğitim-öğretime umut bağlamak istiyorsak, uzun süreli bir eğitim programına bel bağlamak istiyorsak, biz eğitim-öğretim, onun içeriği, hedefleri, öğretim düzeni için mücadele etmeliyiz. Biz son dönemde öğretimin hedefinde bilgi, iş piyasası, rakıp olacak, girişken ve sürükleyici, karizmatik şahsiyetler yetiştirmek var. Bu arada, biz özellikle ortaöğretim döneminde eğitim ve öğretimi rekabete bağlamaktansa dayanışma, duygudaşlık ve bağrına basma ile bağlasak daha iyi sonuçlar elde edilmez mi acaba?  Çünkü kin ve öfke, nefret ve gamın aşılabilmesi öncelikle diğerini, farklı olan olduğu gibi, eşit kabul etmekten geçiyor. Bu nedenledir ki, ben okulda olduğu kadar, toplumda da daha fazla insan sevgisi anlatan bilgiye ihtiyacımız var. Bu bilgiler bize git gide daha karmaşık olan dünyayı algılayıp yorumlarken farklı araçlar verecek, olayları değişik aktörlerin bakış açısından görebilmemizi ve birbirimize açılan yolları görebilmemizi ve emin yürümemizi sağlayacaktır.

Son

İlginize teşekkür ederiz.

Yayınlarımızı izlemeye devam ediniz. Bizde bulacağınızı başka bir yerde bulamayacağınıza emin olabilirsiniz.

Paylaşınız.

Reklamlar