Sebahat AHMET

Türkçe, son günlerde Bulgaristan’da problem olmaya devam ediyor. Kelimenin kökenine bakarsak Türk problem, Türkçe problem, Türk’le türetilen her kelime problem. Peki, bizim aramızda problem var mı? Ne istediğimizi biliyor muyuz?

Yıllardır okullarda anadilinde eğitim alınması için çaba sarf edildi. Bu durumda ne istediğimizi biliyoruz, anadilde eğitim. Siyasetçiler ve sivil toplum kuruluşları tarafından bu durum desteklendiğinde yine bizlerden birileri kalkıp da “onlar kendilerine reklam yapıyor, dertleri Türkçe eğitim aldırmak değil, sadece vatandaşların oylarını almak” diye konuşuyor. Peki, o zaman bu durumda ne istediğimizi biliyor muyuz? Sadece kendi kendimize çelme atmakla kalıyoruz.

Örnek vermek gerekirse Milletvekili Hüseyin Hafızov’un Meclisteki konuşmasını eleştirenler oldukça çoktu ve eleştirenlerin çoğu da yine bizlerden birileriydi. Bir özet geçelim ve Hafızov’un konuşmasında eleştirileri neye dayanarak yapıldığına bir bakalım. Diyor ki, “Sizin anti-demokratik tavırlarınıza rağmen ben bir gün hür olarak demokratik Bulgaristan’da yaşama hayalimi gerçekleştireceğim. Bir grup Bulgar milletvekillerinin baskıcı düşüncelerine karşı oy kullandım, çünkü hür olmak istiyorum ve bunu da başaracağım.”

Ben bir vatandaş olarak bu konuşmadan şunu anlıyorum: o bir Türk Milletvekili ve diyor ki “Hür olmak istiyorum. Türklüğümü özgürce yaşamak, dilimi özgürce kullanmak, ülkedeki Türk halkının hayallerini gerçekleştirmek için sizin yaptığınız baskılara rağmen sonuna dek çabalayacağım”.

Ben ne istediğimi biliyorum, Türkçe anadilde eğitim, peki birileri buna çaba gösteriyor mu, gösteriyor. O zaman ben bu kişileri hakkımı savunduğu için neden eleştireyim, sırf bir partinin milletvekili olduğu için mi?

Yakınımızdaki Yunanistan’daki Türk toplumuna bakalım. Meclisteki iki milletvekiliyle Türk halkının sorunları anında çözülüyor. Neden mi, çünkü “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.”

İlk önce ne istediğimizi bilmemiz gerekiyor. Bunun için ne yapmamız gerekiyorsa yapmalı ve el ele verip bu hayalimizi kara kuyulardan çıkartmalıyız.

Bulgaristan’da Türkçe anadilde eğitim yok. Onca çabalara rağmen “sıfıra sıfır, elde var sıfır” misali. Birileri buna çaba gösteriyor, öte yandan milliyetçiler, ırkçılar buna şiddetle karşı çıkıyor. Peki, neden Bulgaristan Bulgar halkına başka ülkelerde kendi anadilinde eğitim almaları için çaba sarf ederken onlara kimse karşı çıkmıyor. Örnek vermek gerekirse, Gagavuzya’da Bulgaristan, Bulgarlara anadilinde basılmış kitaplar yolluyor ve anadilde eğitim almaları için elinden geleni yapıyor. Bu durumdan haksızlık sezmemek mümkün değil.

Diğer konu ise seçimlerde yabancı dil kullanmak yasak. Peki, Türkçe ne kadar yabancı bu ülkede? Halkın %10’u Türkçe konuşuyor. Ülkede 1,5 milyon Türk var, hepsi Bulgaristan vatandaşı. Bulgar halkı ne kadar vergi ödüyorsa, Türk halkı da o kadar vergi ödüyor. O zaman Türkler bu ülkede yabancıysa ve kendi dillerini özgürce kullanamayacaklarsa, neden eşit vergi ödüyor? Neden hiçbir konuda eşitlik sağlanmıyor? Bu baskılardan, kısıtlamalardan nasıl kurtulacağız diye bakacağımıza yine birbirimize çelme atmakla meşgulüz.

Örnek vermek gerekirse, Türkleri temsil ettiğini iddia eden Menderes Kungün’ün verdiği röportajında, “Sizin ve çevrenizin Türkçe propagandaya ihtiyacı var mı?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Türk toplumunun temsilcisi olarak, yabancı bir dilde propaganda yapılmasına ihtiyaç duymadığımı söyleyebilirim.”

Türkçe propagandaya ihtiyacı yok, peki halkın ihtiyacı olma olasılığı göz önünde bulunduruldu mu? Yine birbirimizi suçluyor, birileri bu durumdan pay çıkartmasın diye kendimizi ateşe veriyoruz.

Kungün’ün bir diğer sorusuna verdiği yanıt şöyleydi: “Filibe’deki Cami’ye saldırının senaryolanmış bir süreç olduğunu mu iddia ediyorsunuz? – HÖH’e bağlı olan Başmüftülüğün yetkisi olmayan dava taleplerinin bu senaryonun bir parçası olduğunu, amacının kışkırtmak ve gerilim yaratmak olduğunu iddia ediyorum.”

Başkalarının suçlarını birbirimizin üstüne atmakla hiçbir şey kazanamayız. Filibe’de olanların nedeni sadece giderek artan Türk ve Müslüman düşmanlığından başka bir şey değil. Orada bulunanlar veya televizyondan olayı izleyenler, saldırganların kudurmuş bir köpekten bir farkı olmadığını rahatlıkla gözlemlediler. Olayda senaryo değil, yıllardır birikmiş bir kin ve nefret yer almakta. Bu etnik gerginliğe nasıl bir son verileceğini düşünmek yerine, biz birbirimizin ağzını ve gözünü kapatmakla meşgulüz.

Ya el ele verip karanlık kuyulardan hep beraber çıkacağız, ya da bir birimizi ateşe verip orada küllenmiş olarak kalacağız.

Reklamlar