Rafet ULUTÜRK
Tarih: 29 Ekim 2021

18 Mayıs 1929’da “Rehber” gazetesinde çıkan yazı kongre gereğini şöyle gerekçelendirmişti:
Türk Milli Kongresi (TMK), bir meslek, bir sınıf, bir zümre veya parti kongresi olmayacak, bütün Bulgaristan Türklerini kapsayacaktır.”

Kongre’nin gündemine 3 sorun alınmıştı:

  • Bulgar Türk azınlık okulları;
  • Türklerin dini kurumları;
  • Hayır dernekleri.

Kongre fikrini oluşturanlara göre, “Bulgaristan Türk azınlığının inanç, davranış, varlığı, yaşaması, ilerlemesi ancak bu üç kurumun korunması ve var olmasıyla olanaklıdır.”
Gündemin birinci maddesinde Bulgar eğitim ve öğretim yasalarıyla Bulgaristan Türk azınlığın menfaatlerinin uyumlanması görüşülecekti.

İkinci maddede Müftülüklere bağlı olan imam ve hatiplerin Türk halkına daha yararlı olması konusu ile Bulgarların eline düşen vakıf mallarının kurtarılması tartışılacaktı.

Hayır dernekleri kurulması da yeni ve temiz bir örgütlenme girişimi olarak 3 hanelik bir Türk köyüne kadar indirilerek milli çapta örgütlenecekti.

İlk Milli Türk Kongresi’ne gönderilen delegeler köy ve kentlerde demokratik usule göre seçildi ve forum Sofya’nın “Hemus” sinemasında toplandı.
Kongre başkanlığına seçilen Bekir Sıtkı Bey, kongreyi kutladıktan sonra, o zamanın Andrey Lapçev hükumetine Milli Türk kongresi toplanmasına izin verdiği için teşekkür etti ve delegeler Çar III. Boris’i alkışladı.

İkinci gün “Müftülükler” konusu görüşülürken, şunlar kaydedildi; Bulgaristan’da il müftüleri cemaat tarafından seçilecek, Çar iradesiyle atanacak ve keyfi olarak görevden alınamayacaklar ve Nüvvab Yüksek Bölümünü bitirmiş olacaklar, kararı alındı.
Bulgar parlamento Başkanı Al. Tsankov kongreyi kutladı ve eğitim ve kültür alanında başarılar diledi.

O zaman Bulgaristan’da resmi rakamlara göre 780 bin Türk yaşıyordu, nüfusun altıda biri Türk’tü, katılan 460 delege, Türk okulları konusunda çok duyarlı kararlar aldı. Bulgaristan’da yaşayan azınlıklarda biri ilk kez bir Milli Kongre yapmıştı. Türkler etnik azınlıkların doğal önderi olmuş ve Bulgaristan Çarlığında etnik azınlık sorununu yasallaştırma yolunda ilk başarılı adımları atılmıştı. Kongre öğretmen birliklerini, “Turan” örgütlerini ve Çiftçi Partisiyle uyanan Türk kitleyi aynı ruhta birleştirmişti. Bulgaristan Türkleri Milli Kimlik konusunda siyasi olgunluk gösterirken, adına “harf Devrimi” denen ilk devrimlerini gerçekleştiren Bulgaristan Türkleri ülke çapında birlik olmuşlar ve kararlı beraberlik sergilemişlerdi.

Bulgaristan Türkleri 19 Mayıs 1934’te 2. Askeri darbe oldu.
Darbeci subaylar Halk Meclisini kapattı. Siyasi partileri yasaklandı. Türkçe harflerle yayın yapan gazetelerin hepsi yasaklandı. Kongreye katılan Türk aydınları tek tek ezildiler, kaçırıldılar, göçe zorlandılar, kimileri sürgün ve hapishanelerden evlerine dönemediler. Okullar ard arda kapanırken resmi rakamlara göre 19 Ocak 1938 itibarıyla 822 bin Bulgaristan Türkü okulsuz ve öğretmensiz kalma yoluna zorla itilmişti. Bulgar faşizmi Türk azınlığın üstüne çullandı. İşte o gün kurumsallaşma ve lider yükseltme yolumuzu tamamen kesmiş oldular. İşte bu dönemden sonra Bulgar uşakları göreve gelecektir.

***

Bulgaristan’da ilk defa bir Başmüftü sıfatı ile Bulgaristan’da faşist rejimi özel bir tebrik mektubuyla kutlayan Bulgar-uşağı-Başmüftü Hüseyin Hüsnü Efendi oldu.

Bulgar Polisinin parasıyla çıkardığı “Medeniyet” gazetesinde harfleri sökebilmiş gençlerin eline sıkıştırıldı ve köylerine gönderilip camilerde faşizmi öven yazıları okumaları teşvik edildi. En iyi okuyanlar Sumnu “Nüvvab” öğrencisi oldular. Halkı böldüler ve iki kutba ayırmışlardı.

O dönem Başbakan Albay Kimon Georgiev’di. Aynı zamanda Dış İşleri ve Diyanet İşleri Bakanlıklarını da üstlenmişti. Daha sonra Sovyet ajanı olduğu açıklanan G. Georgıev, 1 yıl süren Başbakanlığı süresinde (1934-1935) Diyanet İşleri Bakanı olarak 2 iş yürütmüştü.

  • “Bulgaristan Müslüman Azınlığı Konusunda Stratejik Program” geliştirip yazdırdı. Bu bir gizli programdı. Kabul edilmesi esnasında, milletvekili olduğu Sofya meclisindeki konuşmasında, “Biz hiçbir zaman Bulgaristan’daki Müslüman çocukların Bulgar çocuklardan daha akıllı olmasına imkân tanımayacağız!” diye konuşma bile yapmıştı.
  • 1913’de isimleri ve dinleri değiştirilen Müslüman Pomakların tüm haklarını 1913-14 seçim sonuçlarıyla birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün Başbakan Vasil Radoslavov’un liberallerine iade ettirmesiyle bir ara duraklayan isim ve din değiştirme zulmüKimon Georgiev Başbakanlığında (1934) yeniden başlatmıştı. Sadece uygulamanın şekli değişmişti. Smolyan (Paşmaklı) şehrinde kurulan “Drujba – Rodina” (Vatan Birliği) faşist örgütüyle isim ve din değiştirme rezilliği tekrar başlamıştı. Burada değişiklik, İsmini ve dinini değiştirmeyen gençlere okuma yolu kapanmıştı. Bu kişilere onların dediğini yapmayanlara iş verilmemeye başlandı. Evlenemediler. Yani kısaca resmi hiç bir iş yapamaz oldular.

Ne yazık ki, Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Başmüfütüsü Hüseyin Efendi ve Başmüftülüğü bu gidişe o zaman sesiz ve ilgisiz kalmaktan öte bu olaya destek bile verdi. Yani onlarla beraber çalışmaya başladı.

Burada unutmamak gerekir Hüseyin Hüsnü Efendinin Naibi de İsmail CANBAZOV olmuştu. Yani devamını görebilmeniz için hatırlatmak istedim. Faşizm yılında. Bulgar devletine uşaklık yapanlar komünist totaliter rejimde hiçbir zaman unutulmadılar. Faşizm yıllarında Bulgaristan Türklerine karşı Atatürk düşmanlarıyla işbirliği yapan Bulgar Çar’ının yarattığı gelenek, totaliter dönemde HAİNLERİ destekleyerek, son demokratik-liberal devirde de FETOCU darbecilere el uzatarak devam etti ve ediyor.

1942 yılına kadar yasa dışı yollardan çalışan bu örgütün tüm faaliyetleri 1942 yılında yasallaştı ve etkinlikleri bütçeye de yansıdı. Zorbacılar Rodoplarda, Pomaklıkta “kahraman” oldular. Faşistlerin faşisti kesilmiş halka zulüm etmekte üstlerine yoktu. Kesti kestik, biçtiği biçtik ti. 1944’te yasaklanan bu faşist ırkçı örgüt ve faaliyetleri unutulmamalı! Zülüm 1944’ten sonra da devam etti.

Görüldüğü üzere, Bulgaristan Türklerinin liderlik meselesi olağanüstü karmaşık ve öz olarak ortaya çıkarılması zor bir konu.

Bulgar devleti Müslümanların ve Türklerin gerçek liderinin oluşup halkın onu kucaklamasına asla yol vermemek için elinden geleni yapıyordu. Bunu da Bulgar Devlet gücünü kullanarak bu hainlere destek verdi imkânlar sundu. Bulgaristan’da ya Irkçı-Bulgarlarla çalışacaksın ya da göç edeceksin başka üçüncü bir yol da bırakmamışlardı. Yada sessiz sessiz yerinde duracaksın.

Geçen yüzyılın birinci yarısında Baş Müftülüğün burjuva monarşi ve faşist diktatörlük düzenin içine girdiğini ve kabuğu içinde şekillendiğini görebiliyoruz.

Faşist Baş Müftülük olur mu diyebilirsiniz ama bizde oldu işte…
Öncelikle il müftüler atanıyor ve ardından bu atananlar Başmüftü seçiyorlar. Nasıl seçim ise… İl müftüleri ve Baş müftü atamayla iş başına geldiğinden dolayı bir dini halk liderinden (haktan yana öncüden) söz etmek zaten imkânsızdır. Toplumla bağları kopmuş ve Bulgar devletinden aldığı maaşı elimden kaçırmama hırsıyla saldıran cüppeliler sürüsü dikiliyor karşımıza. Hak Hukuk rafa kaldırılmış, faşist kolonlara bağlanmış, halka ihanet eden bir yapılanma…  Halkına ihanet edenler revaca geçti…

Bulgar milli devleti hayalinin kurucusu ve bu uğurda mücadele eden baş komitacı olan Vasil Levski bu konuda ne mi demişti?

“Bulgarlar, Türkler, Yahudiler ve başkaları her bakıma eşit haklı olacaklar: dinleri eşit olacak; millet olarak eşit olacaklar; vatandaş olarak eşit olacaklar; ne olursa olsun her bakıma eşit olacaklar. Ve herkes, ülkemizde yaşayan tüm azınlıkların ve milletlerin halk iradesinde bütünleşen yasalara tabii olarak, aynı hak ve özgürlüklerden yararlanacaklar.”

Bu cümleler V. Levski tarafından mürekkebe batırılan ve halen Karlovo şehrindeki “V.Levski Müze Evinde” korunan bir divitle yazılmıştır. Orijinal nüshası da saklanmış ve korunmuştur. Besbelli ne olur ne olmaz diye düşünenler de var demek ki.

Demek oluyor ki, bugün vatandaşı olduğumuz III. Bulgar devletinin “Etnik Modeli” daha uyanış çağında (Osmanlı döneminde) ve Bulgar halk önderleri tarafından yukarıdaki esasa göre temellendirilmiştir.

Yani 1934 darbecisi, Sovyet ajanı, “Bulgaristan’daki Müslüman çocukların Bulgar çocuklardan daha akıllı olmasına hiçbir zaman imkân tanımayacağız!” diyen ve birinci defa 1934-1935 ve ikinci defa da 1944-1946 yılları arasında Başbakan olan Kimon Georgiev’in dediği gibi değil bu işler.

Bir de V. Levski tarafından atılmış temeller vardı.

1990’da mazlum insanlarımızın oylarıyla Sofya Meclisi’ne girerken hain-şopar Doğan “Ben Livski hakkında bir kitap yazıp gerçekleri anlatacağım” demişti ama sarhoşluktan mı ne vakit bulamadı. Büyük olasılıkla da yazdırmadılar, çünkü gerçekleri yazmak için özgür birey olmak gerek… Öyle Bulgar kapısında zincirle bağlı olacaksın, onun ekmeğini yiyeceksin ve özgür yazabileceksin, hadi oradan git bunları çocuklara anlat…

Konumun dışına çıkarak yazmadan edemiyorum:

  • 1913’te Müslüman Pomaklara silahla saldıran ve onların Müslüman Türk kimliğini ezip geçen Çar Ferdinand – çok kültürlü bir gelecek düşleyen Bulgar milli iradesinin birleştiren Vasil Levski Programını çiğneyen ilk Bulgar devlet adamı oldu.
  • 1934 yılında Bulgaristan Türklerini köleleştirmeyi hedefleyen Müslüman Azınlık Stratejisi geliştirip uygularken, Orta Rodop’larda isim ve din değiştirmeyi yeniden alevlendirerek Bulgar Milli Davasına ihanet eden ikinci hain Kimon Georgiev’tir.
  • 142 yıllık III. Bulgar devleti tarihinde azınlık hak ve özgürlükleri ve milli kimlikleri konusunda en büyük hain ise diktatör Todor Jivkov’tur.
  • Jivkov’un 1972-1973 yıllarında Müslüman Pomaklara etti eziyet, sorgusuz öldürülen, sürülen, hapse atılan, geri dönemeyen kahramanlarımız. 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine uyguladığı devlet terörü, devlet zulmü, soykırım denemesi ve katliamlar, onu Bulgar milli davasına, Bulgar milleti oluşturma davasına ve bağımsız ve egemen Bulgar devleti kurma davasına ihanet eden, en büyük hain yapmıştır.

Bu durumda Bulgar milletinin piliçler gibi dağıldığı, devletin de toplumdan koptuğu ve iki ucunu bir araya getiremediği bir ortamda yaşamaya zorlanmış durumdayız.

  • Şimdi “Bulgar etnik modelinin hain-Ahmet Doğan şoparı varyantına bakalım. Dördüncü kırılma ve 4. Hainliktir. Bu varyant, Levski orijinaline ne kadar mı benziyor: Türklerle Bulgarların barış içinde yaşadığı kadar benziyor: Yalnızca sözde “barıştık” kalmış, kocaman programdan… Birbirine benzeyen başka hiçbir şeycik yok”.

Derin düşünürsek, 2000 yılından beri birkaç dalkavuk Prof. “Bulgar Etnik Modeli” başlıklı kitap yasmış olsa da, her şey baştan sona yalan, çünkü uşak A.Doğan “Bulgar Etnik Modeli yaratan kişi değil, bu model içinden “Türkleri” Bulgaristan’dan söküp atmaya çalışandır. Sözüm ona “soya dönüş masalı” ise, Türkleri Bulgaristan’dan kovmaktan başka bir şey değildir. Bulgaristan Türklerinin kendi özlerinden yükselen önderleri olsaydı, bu trajedi hiç yaşanmazdı. Türkleri Bulgaristan’dan kovalım derken Bulgaristan’dan tüm gençleri, çalışkan ve düşünenleri kovdular şimdi rahatlar mı acaba…
Böyle giderse devlet de ellerinden gidecek haberleri yok…

Bulgaristan Müslümanlarını asimile etme modeli bugün de yürürlüktedir. Örneğin 2000 yılında Smolyan’da (Paşmaklı’da) “Drujba Rodına” örgütü yeniden kuruldu. Başkanı Zdravko Dobrev birkaç üniversitede okumuş, “Bulgaristan İçin Amerika”, “Konrad Adenauer” ve başka batı vakıflarına üye ve destek de alıyor, devlet ise onun etkinliklerini doğrudan Maliye Bakanlığına bağlamış.

Peki, bunların Yardımcıları kim biliyor musunuz: Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) tarafından köy muhtarı veya belediye başkanı, belediye meclis üyesi olarak yükseltilen, seçilen ve görev süresi bitince bir daha seçilemeyen ve işsiz kalan DPS-liler mi? Yoksa Irkçı örgüt onları maaşa bağlamış ve günümüzdeki köylerindeki Bulgarlaştırma çalışmalarından sorumlu mu tutuyorlar acaba. Ahmet Doğan çok nitelikli değil çok şerefsiz bir haindir. Fakat bunların hepsi artık görülebiliyor. Yani Bulgaristan faşizmin kapı çaldığı 1934 senesinde neyse, 2020 yılında da odur.

Şu an, Bulgaristan Türkleri DPS partisine kayıtlı olması şartı kanunlaştırılmış gibi. Tam da 1920-lerde, 1930-larda Hüseyin Hüsnü Efendi Baş Müftülüğü zamanın kopyası.

Müslümanlardan ben sorumluyum ve benim imzam olmadan olmaz, demiyor muydu? Adam 5 başbakan değiştirmişti de kendisi hep Baş Müftü kalmıştı. Vay be…

Peki, Hüseyin Efendi’nin NAİBİ İsmail CAMBAZOV ne yaptı. Komunist döneminde Türkiye’ye sövdü durdu. Demokrasi dönemine geçtiğinde de ölene kadar Türkiye Cumhuriyetinin danışmanıyım diye gezdi hava attı durdu. Öldüğünde de Türk dış işleri bakanlığından taziye ile duyuruldu. Bu da Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine kendini bilenlere bu ayıp yeter de artar bile…

Hiç bir Cumhuriyet bayramı resepsiyonlarında Bulgaristan köylüsünden halktan birini o gecede dedesi Çanakkale’de ölen bir köylünün buraya getirilerek bir teşekkür, bir plaket aldığını duyan, gören var mı. Neden?

İşte bugün artık bunlar değişmelidir, bu durum değişmeden yeni bir şeyleri beklemek hayalden öte gitmez… Görevini yapmayanların maaşları kesilmelidir. Halk gerçek manada söz sahibi olduğunu göstermelidirler. “Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin”

Artık Türkiye Cumhuriyeti’ne desteği olanlar ve Türk halkına hizmet edenlerin bir ayrım yapma zamanı gelmiştir. Hem Türkiye’ye söveceksin hem de onun şemsiyesinin altında gizlenecek-sin. Bunlara bizler müsaade ettirmeyeceğiz. Artık devlet görevlileri işine bakmak zorundalar, çünkü bunların karşısında maaş alıyorlar, bu maaşı onlara halk verdiğini öğretmeliyiz. Herkes görevini layiki ile yapması gerekir. Kimsenin hata yapma hakkı yoktur. Yeter artık bu halkın çektiği çileler bu çileler bitecek. Bunun başka yolu yok…

Devam edecek.

Corona-19’dan korunma kurallarına uyalım.
Sağlıcakla kalınız.
Paylaşınız.
Teşekkür ederim.

Reklamlar