Tekirdağ
Tarih: 30 Haziran 2019
Rafet ULUTÜRK:  POLİTİK KONUŞMA

360 BİN TÜRKÜN BULGARİSTAN’DAN KOVULMASININ 30. YILDÖNÜMÜ
Sayın Başkan, Sayın Belediye başkanım. Değerli siyasi parti ve STK Başkanları ve temsilcileri,

Çok Değerli konuklar, Kıymetli hemşehrilerim, Öncelikle beni buraya davet eden Tekirdağ Bulgaristan Göçmenleri derneği Başkanı Kemal Öztürk’e huzurunuzda teşekkür ederim.

Bizler Türklüğün meyvası olan Orta Asya Bozkırlarından yola çıkarak Anadoludan önce Türkleşen Rumeli-Balkan yarımadasına ulaşanlarız, Bu toprakları Türk Dünyasına katan Evlad-ı Fatihaların torunlarıyız.

Bizler Tunadan akarak Deliorman, Dobrucayı geçerek Koca Balkanı aşarak Pirin, Rodop dağlarına ulaşanlarız. Birçok türkülere hikâyelere romanlara ve manilere konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyundan kıvrım kıvrım akarak Anadoluya doğru hızla ilerlediği Akıncılar yurdundan kucak dolusu selamlar getirdim.

Bulgar devletinin silah gücüyle ata-vatanımızdan atılmamızın, hayatımızın en acı gününün 30. Yıldönümünü birlikte anmaya, acı paylaşmaya, dert yanmaya, ufuk açan Büyük Yeni Türkiye ile hep beraber gurur duymaya, yürek kabartmaya toplanmış bulunuyoruz. Birlik ve beraberlikte, sağ sağlım olmamızı, kutluyorum.
Tarih açısından kısa, ama bir insan ömrününse yarısı olan bu 30 yılda, Allahımıza şükürler olsun ki, Büyük Türk halkına ve devletimize,  hepimizi birlikte bağrına basan ANAVATANIMIZA ki, yaralarımızı pansuman edebildik. Sızılarımız savdı.
Fakat öfkemiz asla dinmeyecek, vatan sevgimiz asla sönmeyecek, kaybettiğimiz her karış toprak yeniden ve ebediyen bizim olana kadar mücadelemiz devam edecektir. Gördüğünüz üzere Türkiye Cumhuriyeti büyüdükçe taşıyor.

Bir asırda 8 milyondan 82 milyona ulaştık. Asrın sonunda bütün Avrupa nüfusu, Balkanlarda her devletin nüfusu azalırken, Bulgar bütün azınlıklarla beraber 2 milyon 400 bin kalırken, Büyük Yeni Türkiye 129 milyon olacağız.  Özlediğimiz, sevdiğimiz, arzu ettiğimiz her şey kendiliğinden doğal olarak bizim olacak….
Kardeşlerim hepinize, İstanbul- Bayrampaşa’dan, 10 bin üyesi olan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK yönetimi ve üyelerinden, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi – BGSAM yönetiminden,  sayısı 145’e ulaşan, aylık “Bulgaristan Türklerinin Sesi” BULTÜRK gazetemizin ekibinden. Ayrıca artık sayıları 55 olan BGSAM aydınlatma kitaplarımızın yayınlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlarımızdan en içten, en kalpten selamlar, sağlık ve başarı temennileri ile sizleri selamlıyorum.

Anavatana gelip yerleşmemizin 30. yıldönümünü böyle sıcak bir ortamda anmak, dertleşmeye olanak yaratmak, örnek ve özendiren bir girişim oluyor, övgüye layıksınız.  Büyün umutlarınız gerçek olsun. Burada Başkanımıza bu fırsatı bize verdiği için tekrar teşekkür ediyorum.

Üzerinde yılların yorgunluğu olan umut dolu çağrışımlı bakışlarınızda, başka soydaş ortamlarında da gördüğüm derin çizgilerin parlaklığını görüyorum.  BULTÜRK olarak biz, 2002’den beri İstanbul’da  örgütlü ve bilinçli bir DERNEKÇİLİK BAYRAĞI dalgalandırıyoruz.

1950 muhacirlerinin, 1960-70 göçmenlerinin İstanbul–Çemberlitaş’ta başlattığı ve geliştirdiği edebiyat, sanat, kültür dernekçiliğinin, gazeteci şair Mehmet Çavuş ve İsmet SEVER etrafında toplanan dernek geleneğinin bizler devamıyız.

1989 öncesi Bulgaristan göçmenleri dernekçiliğe ancak,  şair yazar etkinliği olarak bakarken, BULTÜRK bu dar çemberi kırdı. En basit soydaş sorunlarından, en karmaşık olanlara, siyasete, kültüre, eğitim, edebiyat, Türk Kimliğine kadar kanat açtı. Tüm olaylara dayatılanlardan nitel olarak faklı içerik getirdik ve çabalarımıza devam ediyoruz.

Biz göç etmedik. Kovulduk da geldik. Biz turist değişiz soykırıma uğradık. Biz, İslamlaştırılmış Bulgar değiliz kültürel soy kırıma uğrayan, devlet terörü gören,  asimile edilen Müslüman Türkleriz.

Biz Bulgar halkından bir parça değil, Türk ulusundan, Türk Dünyasından kopmaz ve ayrılmaz bir bütünüz. Maddi varlığıyla birlikte manevi varlığına, diline, dinine, geleneklerine, alfabesinden atasözlerine, fıkralarından edebiyatına saldırılmış, kasetleri, ploçalar toplamış kırılmış, şarkı türkü söyleyenlerimizin ağzına kelepçe vurulmuş çok ezilmiş değil hep yaşam boyu ezilmiş ama yine de teslim olmamış, dayanmış ve dirilmiş mert bir etnik halk topluluğuyuz. Biz özelliklerimizle güzellik, vasıflarımızla güçlüyüz, alicenap ve cesuruz, bileği bükülmez bir milleriz.
1989’da vatanımızdan devlet terörüyle sökülüp sınıra yığılmamızın bir soykırım olduğunu uluslararası 7 toplantı ve konferansa konu ettik. Anadilimizin, okullarımızın, Türkçe derslerimizin, özgün halk sanatımızın, halk kültürümüzün, geleneklerimizin, adetlerimizin, Türk yaşam tarzımızın yasaklanmasının bir “kültürel soy kırım” olduğunu dünyaya duyurabilmek amacıyla 5 uluslararası sempozyum düzenledik.

Bulgaristan’dan araştırmacı yazar ve tarihçileri, ilgilileri davet ettik. Geldiler. Tartıştık. Ata-vatandan kovuluşumuzu anlatan kitap sergileri, zulmün resim sergisini, “Belene” ölüm kampı fotoğraf sergisi düzenledik. Kahramanlarımızı öğrencilerle buluşturduk. Başımıza gelenlerin unutulmaması için elimizden geleni bugün de yapıyoruz.

“Bghaber.org” günlük aktüel Bulgaristan haberleri ve yorum sitemiz var. 600 bin tıklayanımız okurumuz var. Sizlerden de Sayın fizik tedavi uzmanımız Ertaş Çakır, öğretmenlerimiz, okul müdürü ve Aksakallımız şair Galip Sertel, Silistre’de yaşayan kıdemli şair Naim Bakov yayınlarımıza devamlı katılıyorlar. Ak Kadınllı (Dulovo) milli şairlerinden Bayramalı edebiyat sayfamızdan hiç inmedi. Yattığı yer nur olsun. Onlar ruhumuza kanat oluyorlar. Hepinizin önünde kendilerine teşekkür ediyorum. Eli kalem tutan Bulgaristanlıları yaratıcı kardeşlerimize kapımız her zaman açıktır. Her satırınıza, her sözünüze muhtacız. Siz her bakıma yüreklendirici öncülersiniz. Tek şartımız bu sitede sadece Bulgaristan ile ilgili yazıları yazıyoruz. Tabi ki tüm Türk Dünyası ile ilgili de yazıyoruz amma bunları Gazetemizde yayınlayabiliriz.

Bizlerden biri olan kardeşimiz hocamız Hüseyin Güntekin’de söz etmeden geçemem:

Ne demiş şairimiz Yaralı Gönül kitabının Deliorman şiirinde:
Göç rüzgarı bizi kastı kavurdu /İlden ile acımadan savurdu/
Ecdadımın yeri ana kucağı Deliorman/Hasretimiz özlemimiz Deliorman
/Deliorman bizim öz toprağımız/ Gönül coşturan sevgi kaynağımız
Unutulmayan gönül yaramız/ Büyük sevgimizsin Deliorman

Birkaç şiir kitabı yayınlayan ablamız “Ezerçe’dem çıktım yola” eserinde bakın sizleri nasıl anlatıyor:

“1989 zorunlu göçü sırasında Türkiye’ye sığınmış olanlar eski göçerden kat kat daha farklıdır. Öğrenim görmüş, Türk Kimlikli ve dünyayı tanıyan insanlardı hep. Bulgaristan’da faşizm ile totalitarizmi bilen ve olayları değerlendirebilen insanlardı. Her biri bilinç seviyesi yüksek kardeşlerimizdi.”

Her bir Bulgaristanlı soydaşın yüksek vasıflı ve bilinçli, namuslu ve ahlaklı, ezgi görmüş ama boyun eğmemiş bir vatandaş olduğu tespitini, 6 yıl önce Ankara’da çıkan 4 ciltlik “1989 Göçü kitap Serisinde” de görebiliyoruz.
İşkence görmüş, 1 asır kaynayan asimilasyon kazanında erimemiş, illegal örgütlenmiş ve isyan etmiş bir etnik Türk topluluğundan söz ediyoruz ve Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm Diyene” sözlerini ifade etmeden devam edemiyorum.

“Ne mutlu Bulgaristanlı bir Türküm diyene!”

Yeniden vurguluyorum: Biz Bulgaristan Türkleri anadili, edebiyat dili, dini, sanatı, halk kültürü, folkloru, yaşam biçiminin dokusu olan,  halk bilgileri, görenekleri, manevi hayat gelenekleri olan bir halk topluluğuyuz, Bulgaristan Türk azınlığıyız.
Bulgaristan’da bizden başka bu sosyal ve kültürel gelişim düzeyine ulaşabilmiş başka bir azınlık yoktur. İlham kaynağımız Türkiye devletidir. Türk halkı ve Uluslararası Türk Kimliği ve birliğidir.

Bulgaristan’da bugün Türkler, Pomaklar, Romenler Çingeneler, Ulahlar, Makedonlar, Tatar, Gagavuzlar, Çerkezler, Ermeniler ve Yahudiler toplam 11 azınlık var. Şu an en kalabalık nüfus henüz Bulgar’da. Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, 2040’ta Bulgarların sayısı Çingene nüfustan daha az kalacak. AZINLIKLAR MEMLEKETİ BULGARİSTAN’ da toplam 12 azınlık olacağız. Aynı kaynak, Birleşmiş Milletler NÜFUS BÜROSU geçen hafta 2 100 yılına ilişkin anket sonuçlarını açıkladı.

Asrın sonunda, Bulgaristan nüfusu 2 milyon 400 bin kalıyor. Bulgarlar, azınlıkların azınlıklardan biri kalacak. “Etme komşuna, gelir başına!” O zaman bütün kavgalar yeniden başlayacak.

Bu söylediklerim büyük bir gerçektir.

Bulgaristan’da yaşayan nüfusun içinde Biz Türklerden başka, soy kabuğundan çıkmış, ümmetten sıyrılmış, Türk kimliğini bulmuş ve milliyet aşamasından geçip MİLLET zirvesine ulaşmış bir halk topluluğu, anadili, yazı dili, edebiyat dili, dini, zengin halk gelenekleri ve bütünlenmiş kültürü olan, dayanacak geçmişi olan, bir azınlık yoktur.

Bulgaristan’da, 1989 göçünde hırpalansak da, bugün de MİLLET OLGUNLUĞUNA erişmiş tek azınlık biziz.

Şu sözlerimi çok iyi dinleyiniz, bu tespitlerimiz olağanüstü önemlidir.
Bulgarlar yalnız bizimle değil, kendilerine en yakın ve aynı dinden olan Makedonlarla bile milli MİLLİ MENSUBİYET konusunda TARİH, DİL VE etnik ve kültürel KİMLİK KONUSUNDA,  anlaşamıyorlar.

Katolik Ulahları 1920’lerde, Doğu Ortodoks Hıristiyan yaptılar, hepsine kiliseden doğum kâğıdı verdiler. Olayın üstünden tam100 sene geçti, şimdi ULAHLAR imza toplamışlar “idari ve hukuksal” olarak, yaşadıkları Vidin,  Vratsa ve Montana illerinin Romanya’ya bağlanmak istiyorlar.

Yani Bulgar ulusundan bir parça olduklarını kabul etmiyorlar.

Aynı olayı Karasu (Mesta) ırmağına, Pirin Dağına kadar uzanan ve Yukarı Cuma (Blagoevgrad) ve Köstendil illerinde yaşayan Makedonların milli kimlik arayışında da izliyoruz.

Otonomi isteyen tutuklanıp içeri atılsa da,  Strazburg İnsan Hakları Mahkemesi hepsini saldı. Yeni Üsküp hükümeti, Makedonya’da yaşayan Bulgar kimliğini tanımak için, önce Bulgaristan’da yaşayan Makedon milli kimliğinin tüm haklarının tanınmasında ısrar ediyor.

Çelişkinin sivri dikenleri büyüyor, bunalım derinleştikçe derinleşiyor…

Gagavuzlarla Tatarlardan kurtulduk diye sevinenler çok. Ermeni ve Yahudiler de sayıca az ve isteklerini yerine getiriyor. Bulgar kurumlarındaki müdürlerin veya müdür yardımcılarının isimleri hep YAN ‘la biter.

Bulgaristan’da kalan,  yukarıdaki azınlıklardan hiç istisnasız hiç birinin kendi alfabesi, dolayısıyla yazı dili, dolayısıyla yazılı edebiyatı, kendi kültürü ve dini yoktur. Demek oluyor ki, eriyen Bulgar nüfusa Bulgaristan’da iktidar ortaklığı yapabilecek Türklerden başka bir milli azınlık kimliği yoktur. Cahil insanlarla hükümet kurulmaz, ortaklık hiç olmaz.

Çingenelere, Pomaklara, Ulahlara ve Makedonlara kendi yazı dillerini geliştirme imkânı tanınmamıştır. Tüm azınlıklar, iktidar böreğinden pay istemesinler diye kör cahil bırakılmıştır. Buna tepki gösteren 3 milyon vatandaş bugün yurt dışındadır. Bulgaristan’ı terk etmişlerdir.

Öte yandan, 1944’e kadar Çar diktatörlüğü, 1989’a kadar da totaliter komünist diktatörlüğü yaşayan Bulgaristan’da etnik azınlıklar arasında POLİTİK KİMLİĞE yükselebilmiş Türklerden başka bir etnik azınlık da gösterilemez.

Gerçekçi olmamız gerekirse 20. Yüzyılda Bulgar halkı Türklerle ve diğer Müslümanlarla hoşgörülü işbirliği, yardımlaşma ve birlikte devlet olma imkânlarını kaçırdı.

– 1929’da Bulgaristan Türklerinin Birinci Milli Kongresi Sofya’da toplandığında böyle bir imkân belirmişti.

– 1934 Askeri Darbesi ve Çar III. Boris diktatörlüğü ortak iktidarda birleşme yolunu kesti.

– 1956’da Todor Jivkov BKP yönetimini ele geçirmezden önce ikinci defa böyle bir fırsat belirmişti, o da kaçırıldı.

– 1958’den sonra Türk azınlığın kültürel haklarını budama politikası iki milleti birbirinden uzaklaştırdı.

– 1990’da sonra ortaya çıkan sınırlı ve kontrollü demokrasi koşullarında 140 yıllık tarihimizde ilk kez Halk ve Özgürlük Partisinin politik kimliğinde buluştuk.

– 2001’de Simyon Saks-kobur-gotski ve 2005’te Sergey Stanişev hükümetlerine katılabildik. Onun da bedeli anadil, edebiyat dili, zorunlu Türkçe dersleri, okullarda Bulgaristan Türkleri kültür ve tarihi, din dersleri, örf ve adet dersleri isteklerinden, Türk Milletinden kopmaz bir parça oluşumuz gerçeğinden vazgeçip, Bulgar milli kimliğinden bir parça olduğumuzu kabul etmemiz şart koşuldu. Böylece, Hak ve Özgürlük Hareketi yönetiminin ve özellikle hainlerin başı Ahmet Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli” 2015’te tamamen çökene kadar devam etti.

Hak ve Özgürlük davamız sizin, bizim, hepimizin ortak davamızdır. Ahmet Doğan gibi liderlerin hainliği geçicidir. Politik bilince yükselen halk, kendi liderini kendisi yaratır. Yaratmalıdır. Yaratacaktır.

Hukuksal kimlik kavgamızın içinde Pomak kardeşlerimizin yeri ve rolü olağanüstü büyüktür. Şehitlerimiz yan yana yatıyor, anıtlarımız ortaktır.

Dinimiz, davamız, mücadele ve tarih sayfalarımız ortaktır.

Ne yazık ki, ağır baskı ve terör rejimi koşullarında, Pomak sözünü ağzına alan Türk öncülerin sürgünde ve zindanda çürütüldüğü yıllarda, biz Pomak kardeşlerimize sarılamadık. Onlarla omuz omuza yürüyemedik.

1972’de Nevrekop’a bağlı “Kornitsa” köyünde Türkiye Cumhuriyeti ilan edip Minarede ve muhtarlıkta ay yıldızlı bayrak dalgalandırdıkları o kutsal günde, sabah namazını birlikte kılamadık, selamlaşamadık, bayramlaşamadık.

Borino madencilerinin kurşunlandığını da nice yıl sonra öğrendik.

Fakat bu demek değildir ki, biz Bulgaristan Türkleri daha 1913’te Pomak köyleri basılırken, minareler yıkılırken, camiler kilise ilan edilirken ve fesleriniz toplanıp yerine kalpak geçirilirken,  acıları sizinle birlikte yaşamadık. Sizler 100 yıl geleneklerinizi koruyarak Müslüman kimliğinizi korudunuz.

1913’te Büyük Atatürk öncülüğünde Pomak kardeşlerimizin Türk isimleri ve ibadet hakları geri alındı.

1934’te Paşmaklı (Smolyan’da) isim değiştirme ve ibadet haklarımızı kısıtlama kampanyaları yeniden başladı. Türk isimli Pomaklara ve camiye giden Pomaklara okul ve iş yok, dediler.

1942’de Çar Boris hükümeti Pomak Kimliğini yasaklayan kanun çıkardı.

1945’te haklar yine iade edildi ama 1964’te Todor Jivkov Pomak köylerini tankla kuşattı, bastı, ama birbirine örülen Pomak kardeşlerimizin Müslüman ruhunu kıramadı, geri püskürtüldüler.

1972’de Karasu (Mesta) boyu Barı Rodop köyleri kuşatıldı.

Kornitsa, Vırbitsa, Satovça gibi köylerde direniş 3 ay sürdü. Pomak kardeşlerimiz Dağa çıktı. Şehitler verdi. Tutuklananlar içeri atıldı. Yüzlerce aile sürgün edildi. Fakat hak ve özgürlük, insan hakları, adalet, etnik kimlik davası asla sönmedi.
1989’da isim ve din hakları yeniden iade edildi. Burada 100 yıl şanlı ve kanlı Kimlik Davası yürüyen bir halktan söz ediyorum. Yaşananları anlatırken zorlanıyorum…

1962 ve 1982 yıllarında isim ve kimlik değiştirme kampanyası Müslüman Çingene kardeşlerimizi sardı.

Çalışanlar işten çıkarıldılar. Süründüler. Dayandılar. Bulgar isimleri ancak resmi evraklarda kaldı, artık 3. Kuşak asla kullanılmıyor. Gettolar Çingene’ce ve Türkçe konuşuyor. Bu sene Bulgaristan 7 Çingene ayaklanması yaşadı. Filibe’nin Voyvodino köyünde,Gabrovo’da Çingene evleri yakıldı. Blogoevgrada bağlı Gırmende Çingene Mahallesi, Varna Mensura’da Çingene mahallesi yıkıldı. Çingenelerin barınma koşullarını iyileştirmek için gelen 7 milyar 800 milyon Euro 10 yılda dağ evi, deniz evi, konuk evi, konak saray oldu ve hukuksuz Bulgaristan’da meydana gelen oligarşi yerleşip yaşıyor. Denizde köşklü, Sofya’da Saraylı Büyük Çingenelerin de yüzkarası Ahmet Doğan’dır. Bu, başlı başına bir konu, bir başka buluşmamızda, açarız, dertleşiriz.

Yukarıda anlattıkların totaliter komünist rejimin gece saldırılarıydı.
Köyler, evler, mahalleler hep gece basıldı. Karşı çıkanlar gece dövüldüler.
Yaralıları hastaneler almadı. Sakatlar ortada kaldı.

En kötü olan da, Güney Doğu ve Batı Rodoplar’da, Makedonya’da sınır köylerine yazılı izinsiz giriş çıkışlar yasaklandı. Konu komşunun cenazelere toplanması, mevlit yapması, Cuma namazları yasaklandı. Baskı ve terör azmıştı ki, Türkiye ile mektuplaşmak yasaktı, mektuplar okunuyordu. Askerlerin eve Türkçe mektup yazması, otobüslerde, çarşıda Türkçe konuşmak yasaklandı, Türkçe konuşana 5 leva ceza kesildi.

Bugün artık mitinglerde Türkçe konuşanlara 2500 leva ceza kesiyorlar. Davalar Strazburg’a İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor. Çocuklarımızın kreşlerde ve okulda Türkçe tek kelime konuşmasına müsamahaları yok.  Biz orada rehin gibiyiz. Bu gerçeği anlatırken, aklıma hep Bulgarların kullandığı “500 yıl Osmanlı esareti” saçmalığı ve Bulgar folklorunda bir koro türküsü olan “Mari Mariya” gelir. Mariya bir köylü genç kızdır. Sarkıntılık yapmak isteyen bir Türk askeri kafasına taş vurarak öldürür. Olayı devlete anlatır. Mahkemeye düşer. Davaya avukatsız çıkar. Eğırı oturan ama doğru karar veren KADI, kızı haklı bulur ve serbest bırakır.
Olay efsaneleşmiş ve şarkılaşmıştır. “Kole” ve “esir” olduklarını anlatanlar nasıl avukatsız davaya çıkar ve dava kazanır. Bunun dünyada örneği varmıdır çıksın biri bunu söylesin bize. Yok kardeşlerim yok.

Bu gün Sofya ilinde –Sofya Mahkemesinin Osmanlı Arşivleri açıldı – Bulgarlar 1700 mal mülk davası açmıştır. Kölenin dava açma hakkı nerede görülmüştür.
Amerikan zencilerinin tarihini okumalarını kendilerine tavsiye ederim.

Şu da unutulmasın, III. Bulgar devletinde ırk ayrımı, etnik ayrışım da 1879’da Tırnova Anayasasıyla başlamıştır. Bu Anayasa’da, Çingene nüfusa seçme ve seçilme hakkı dahi tanınmamıştır. Biz T.C.’de artık 1 milyonu açtık. Bulgaristan’da 650 binimizin Bulgaristan seçimlerinde oy kullanma hakkı var, ama seçilme hakkı yok.

Soruyorum: Bu bir ayrım, haksızlık, milliyetçilik ve ırkçılık değil midir?
Geçen yüzyılın ikinci yarısında sinsi terör ve etnik asimilasyon ve maneviyat olarak hepimizi yok etmeyi amaçlayan eritme politikası çığ gibi üzerimize gelirken, birçoklarımız hep, “Biz Türk’üz bize bir şey olmaz”, “gelir geçer” demişti.
24 Aralık 1984 sabahı köylerini saran asker, jandarma, sivil polis ve partili kendini bilmezler ablukasını yarıp geçen HÜRRİYET ARAMAYA YÜRÜYEN Sütkesiği, Kayloba, Mleçino’lu kardeşlerimize otomatik silahlardan ateş açıldığında, 17 aylık Türkan bebek annesinin sırtında öldürüldüğünde Türklüğümüzü savunma mücadelemiz başladı.

III. Bulgar devleti tarihinde 1984-1989 Bulgaristan’da İç Savaş yaşandı.
Saldırgan tanklarla, zırhlı araçlarla, askerle, berelilerle, milis ve sivil polisle ve gönüllü sürüleri, hergele takımı ve komünist sapıklar, her Türk köyüne, her camiye, her tekkeye, her Türk evine, her ahıra ve samanlığa girerek 1877-78 Osmanlı Rus İmparatorluğu savaşını tamamladıklarını, Bulgaristan’da Müslüman-Türk yerinden oynattıklarını ilan ettiler.  1984’te sadece 3 ayda resmi rakamlarla 1 milyon 360 bin Türkün ismi, baba adı ve soyadı değiştirildi.

5 sene süren bu iç savaşta 200’den fazla şehit verdik, 37 şehidimize anıt dikilmiştir.

12 500 kardeşimiz tutuklandı, MVR- zemin katlarında dayaktan geçirildi, sakat kaldılar, tutuklular yargısız, suçsuz hapse atıldılar, 160 kardeşimize ölüm cezası kesildi, 517 aydınımız – hoca, imam, öğretmen, okul müdürü, ekip şefi, ustabaşı, güçlü kuvvetli gençler “Belene” ölüm kampına kapandı. Yıllarca domuzdan başka yemek verilmedi kendilerine, aç kaldılar, ama dayandılar. Birçoklarına ölü kâğıdı çıkarıldı, ama Türk kaldılar.

Emsalsiz kahramanlarımızdan biri Mestanlı’dan Hüsniye Mustafova öğretmen bacımızdır.  O kadar çok dövmüşler ki onu, belki de çok uzun zaman nefes alamadığından dolayı, “ÖLMÜŞTÜR” belgesi hazırlanmış,   Sofya’ya gönderilmiş ve “cesedi ne yapalım?” sorusuna cevap beklerken, Hüsniye ablamız bileklerinden tutup domuz etlerini dondurdukları derin dondurucu kamaraya sürüklemişler. Dikkat İki gün sonra, Sofya’dan otopsi raporu istenmiş.
Gitmişler derin dondurucudan  “cesedi” çıkarıp ve revir önündeki masaya koymuşlar. Aylarda şimdiki gibi Haziran, Tuna nehri üzerinde hava 30-35 derece sıcak ve derken cesedin buzu çözülmüş ve Hüsniye ablamız dayanılmaz ağırı sızı içinde nefes almaya, elini kolunu kıpırdatmaya başlamış, göz açmış.
“Belene” kampı Polis amirleri ne yapsın, bir defa kendi elleriyle doldurup imzaladıkları Bulgar adlı ölüm kâğıdından kurtuluş yok. Hüsniye Mustafova’nın Türk isimli kimliğini cebine koyup, bir gece gizlice kamptan kaçırıp, Rusçuk ilinin bir Bulgar köyünde güvendikleri bir Bulgar haneye bırakmışlar ve “bakın ölmesin, gelip alacağız” demişler. Mosmor olan Hüsniye, ana,  hayata büyük güçlüklerle dönebilmiş ve 1989 Haziranında ilk fırsatta bir gece sınırı geçip anavatan toprağını öpmüş. Böyle yüzlerce örnek var. Yaşasın Bulgaristan Türklerinin ölümsüz kahramanları. Yaşasın ayakta kalan kahramanlarımız.

Kardeşlerim,  biz Bulgaristan Türkleri, İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da en büyük ve şiddetli zulüm gören, en büyük göçe zorlanan, 1000 yıllık ata topraklarımızdan, sadece 3 ayda 360 binimiz birden zorla sökülüp atılan bir bileği bükülmez zekâsına erişilmez kahraman halk topluluğuyuz.  Bulgar’ın dünyayı aldatmak için adına “Büyük Seyahat” dediği bu aşamalı katliamdan önce, biz hiçbir Bulgar’ın, komünist partisi ve totaliter devletin, Türkler arasında 3 bin ajan bulundurduğunu gizlemeyen gizli polis “DS” nin tüm çabalarına rağmen,  şiddeti göklere çıkan teröre rağmen,

1989 Mayısın’da Bulgar devleri tarihinin en büyük, en güçlü, mükemmel örgütlenmiş, politik öncüsü olan, sonuç veren 1989 Mayıs Ayaklanmasını başlattık ve gerçekleştirdik. Berlin duvarının yıkılışı bizden sonra bizden güç alarak yıkılmıştır.

İzinsiz, bir daldan bir dala kuş uçamayan bir terör ülkesinde, Cebel’den, Mestanlı ve Koşukavak’tan Silistre’nin, Şumnunun köylerinden, Dobruca’nın her köyüne kadar 72 bin kişi birden ayaklandık.

Bu ayaklanma 1984’ Aralığında başlayan insan hakları ve özgürlükler, özellikle isimlerimiz ve Türk kimliğimiz için kahramanlıklar dolu mücadelemizin ZİRVESİ, DORUĞU, Zafer noktası oldu.

Türkün yok dedikleri Olmadığımızı anlatan dünya bizi ayaklanmış gördü. Bu Ayaklanmanın ardında direniş yıllarında kurduğumuz 52 gizli, yarı legal ve açık direniş, örgütü, birlik ve parti vardı. Bunların arasında en büyük rolü, öncülük ve önderlik rolünü İnsan Hakları Örgütü – DEMOKRATİK BİRLİK – DEMOKRATİK LİG gördü.

“Belene” mücahitlerimizden, Mihaylovgrad – Montana köylerine sürgün edilen Öğretmen feylesof Mustafa Ömer, Kazan (Kotel) bölgesi Yablanova köyünden Osman Ormanlı, ve yine aynı bölgeden ve BULTÜRK derneğimizin üyesi olan Sabri İskender ile Silistre’den hukukçu, Ankara’da vefat eden Nasuf Başaran Demokratik Lig mücadele örgütünün kurucuları ve öncüleridir.

21 Mayıs 1989’da Demokratik Lig Koca Balkan Tepesinde Yablanovo köyünde

Birinci Kongresini ilan etmiş ve hazırlıklarını tamamlamıştı.

Ayaklanmanın doruk noktası içinden bir politik önder, kolektif organ, lider çıkacaktı. Ne yazık ki, sınır kapılarının açılması ve liderlerin, örgütçülerin, kadroların tutuklanıp memleketimizden gece gece yaka paça kovulmasıyla bu dava o zaman yarım kalmış, taşlandırılamamıştır. Hak ve Özgürlük davamızın çilesinden çıkan filiz böyle kesilmiştir.

Çok önemli etkinlikleri olan ikinci illegal direniş örgüt ise, 1989 Viyana Dayanışma Hareketi’dir. Davamızı ve ayaklanmamızı dünyaya tanıtmıştır.  Cebelli Öğretmen Avni Veli tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir.

O, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasını Paris AGİT konferansına da başarıyla taşımış ve orada temsil edip savunmuştur. Böylece, isimlerimizi değiştirmek ve kimliğimizi yok etmek, “olmadığımızı” dünyaya yutturmak için 20 yıl hazırlık yapanların tüm planları, hamleleri suya düşmüştür.

Tepeden tırnağa silahlı ve kin, nefret ve öfke kusan bir devletle ölüm kalım savaşımı veren ve muzaffer olan bizdik, biziz.

Biz, bir asır savaşından sonra zafer kazandık. Bulgaristan’da 50 yıllık komünist rejim, insan düşmanı diktatör T. Jivkov düştü. Komünizm çöktü.  Bu davada hepinizin olağanüstü katkınız oldu.

Eşleri sürgünde, Ak Kadın gelinleri ellerinde çapa, küreklerle tankların üstüne çıktılar. 1000 yıl önce Balkanlara Sarı Saltuk’la ilk gelenlerin torunları Türklüğe kilitlenmişti. Halk kahramanı Demir Baba’da uyandı.  Herkes kahraman oldu. İkinci Viyana kuşatmasından beri geri çekilen Türkler böyle ayaklanmamıştı, bu bir ilkti.  Sizi hepinizi kutluyorum Sizler o günün kahramanlarısınız, sizler Jivkov rejimini alt üst edenlersiniz.

140 yıl bizimle uğraşan Bulgar hala bizi okuyamamıştır.

Türk ocağını kadın yakar, kadın söndürür. Bizim bir kadın er-kil toplum olduğumuzu görememiştir.

Erkeğin olmadığı yerde kadınların ayaklanacağını düşünememiştir.
Bu, bu topraklarda rejim deviren, diktatör yıkan ilk Kadın İsyanı olmuştur.
1918’de savaştan dönen Bulgar askerleri Vladaya’da ayaklandı, Cumhuriyet istedi. Bulgar işçi sınıfı 1923’te ayaklandı, İşçi köylü hükümeti istedi.
Çiftçi lideri Stanboliyski eli, kolu, kellesi kesilince Köylüler ayaklandı, ama hiç birisi zafer yaşayamadı.

1989’da bizim kovulmamız doğaldır. Fransız inkılabını yapanlar da 1795’te Paris’ten kovulmuş ve İsviçre’ye yerleşmişlerdir. Tarihin kuralı böyledir diyerek, ezikliğimizi yenelim. Muzaffer olan sizlersiniz!

Müsaadenizle şuna da değineyim.

194 yıl önce zafer kazanan Fransız devriminin adalet, kardeşlik ve özgürlük yankısı kulaklarımızdaydı. İnanınız. Her muzaffer ayaklanma gibi bizim İsyanımız da yıllarca yankılanacaktır.

O gün, bu gün Bulgar devleti, gerici güçler, katiller, cezasız kalanlar……hala  tarihi, ders kitaplarını kendi istedikleri gibi yazma hevesinden vazgeçmediler.
İki üç gün önce Perşembe gün Sofya’da tarih kitaplarının yeniden yazılması ve komünizmin, totalitarizmin gerçek çehresinin dünyaya gösterilmesi, 1989 Ayaklanmamızın tarihsel rolünün “Tarih ve Uygarlık” dersi kitaplarına işlenmesi için imza toplama kampanyası başladı.

Şimdiki kitaplarda 1944-1948 yılları arasında 25 bin kişinin yargılanmadan idam edildiğinden, 165 toplama kampında yüz binlerce kişiye taş kırdırıldığından, Müslüman azınlıklardan gençlerin 2 yıl inşaat ve demiryolu işlerinde parasız çalıştırıldığından, azınlıkların bilinçli cahil bırakılmasından, isim değiştirerek asimilasyon, Bulgarlaştırma zulmünden, Türk İsyanından iki satır yazı dahi yok.
Gerçekler gizleniyor. Bu devir de geçecek. İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da gerçekleşen en büyük İsyan ve en büyük toplu göçün nedenleri araştırılacak ve her dilde herkese anlatılacaktır. Bu taş yolda durdukça Bulgar arabası 1 adım ileri gidemez. Siz zafer kazanan bir etnik topluluğun en yürekli kahramanlarısınız. Tekrar Sizleri hepinizi kutluyorum.

İşte size başka bir örnek vereyim

Çorlu’da “1989 GÖÇÜNÜN 30.YIL DÖNÜMÜ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU / 1989 Yılında Türklerin Bulgaristan’dan Zorunlu Göçü 15-16 Haziran 2019” düzenlendi.

Bu çalışmaya, Tekirdağ Namın Kemal Üniversitesi Redtörü Prof. Dr. Münin Şahin Sempozyum Onur Kurulu Başkanı olarak ve yine Tekirdağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Kayapınar Bilim Kurumu başkanı sıfatıyla katıldılar. Bu vesileyle komşu Çorlu’ya, Çorlu belediyesine özel bir teşekkür borçluyuz.

Türkiye ve Bulgaristan’dan 9 Profesör, 5 Doçent, 9 doktor ile 7 bilimsel araştırmacının katılması sempozyuma ağırlık kazandırdı, ilgi çekti.
42 rapor sunuldu ki, bu da 1989 göçünün ne kadar büyük önem taşıdığına kanıttır. Birçok Avrupa ve Amerikan Üniversitesi olayı izledi.
Kuşkusuz tüm sunumların Türkçe, İngilizce ve Bulgarca olmak üzere kitaplaştırılıp uluslararası platforma taşınmasını öneriyoruz.

Konu, 20. Yüzyılın ikinci yarısında işlenmiş bir soykırımdır.
Devamında kültürel soykırım da işlenmiştir.
Bu katliamlar, bizim, sizin, hepimizin hakları doğmaktadır.

Saldırılar, baskınlar, terör uygulaması, zulüm Devlet Başkanı T. Jivkov emriyle, Hükümet ve bakanlık kararlarıyla işlenmiştir. Bu güne kadar Katillerden hiç biri tutuklanıp sorgulanmamış, aranan katillerin listesi bile hazırlanıp yayınlanmamıştır.

Sorgulama genel müdürlüğü, “Belene” gibi toplama kampları, kadın ve erkek hapishanelerinin arşivi, asimilasyon konusuna açılıp incelenmemiştir.
Ajan ve katiller bilinmiyor ve hala aramızda dolaşıyorlar. Bu çalışmalar tamamlanmadan hiçbir uluslararası ya da ikili sempozyum geçerli karar alamaz. Almamalıdır. Yanlış olur. Bulgar bilim adamlarının katılması iyi de, amaçları nedir?
Demokratik Almanya’da “Ştazi” – gizli polis ajanları açıklandı.

Bizde çöplük olanları açıkladılar, diğerleri göreve devam. Almanya’da hiç birine devlet ve kamu işi verilmiyor. Bizde ise hala yönetimlerde yer alabiliyorlar.
Bulgaristan’da bu yapılması, yalnız mecliste 80 gizli polis “DS” ajanı var. HÖH-DPS, DOST partilerinin içi ajan dolu. Yöneticileri kıdemli ajan-haindir.

Bizde, totalitarizm devrildi, ama komünistlerin defin işlerini yapamadık. Bu hainler Bulgar-Türk hepsi aramızda dolaşıyorlar. İşte biz bunları bulup yok etmeden bize ve yeni neslimizin yaşamları iyi olması mümkün değil bu çok iyi bilinmelidir. Bu kişileri bizim neslimiz bitirmek zorundadır, bu pislikleri torunlarımızı zehirlemelerine izin vermemeliyiz.

Bu nedenle memleketimizde “demokrasiye” geçildi dense de, insan hakları, azınlık hakları, kolektif haklar tanınmadı. İş yarım kaldı. Bulgar azınlıkların haklarını tanımaktan korkuyor.

Bulgaristan imzaladığı uluslararası insan hakları anlaşmalarını, Paris  İnsan Hakları Çerçeve Anlaşmasını uygulamıyor, kolektif hakları tanımıyor, örneğin Türk Kimliğini tanımıyor ve meşrulaştırmıyor. Buna öncelikle anayasa ve siyasi sistem değişikliği gerekiyor.

Daha iyi anlaşılabilmem için şuna da değinmek istiyorum.
Son zamanda, Bulgaristan toplumu tarihi yeniden yazma, gerçeklerin yüzünü açma konusunda ikiye ayrıldı.

Örneğin Bulgaristan’daki 1200 tarihçiden 20-si gerçeklerin bilinmesi için gece gündüz çalışırken, diğerleri pasif durumda bekliyorlar.

1778 Sanstefano Anlaşması, 3 Mart Bulgaristan Milli bayramı, Milli marş, Ruslar kurtarıcı mı istilacı mı?, Şipka Tepesinde Süleyman Paşa Anıtı neden yok?
Yargısız İnfazlar. Özellikle isim değiştirerek Bulgarlaştırma gibi konuların lanetlenmesi isteniyor.

Büyük trajedinin üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen, mezalimi kınayan ve lanetleyen bir Bulgar şiiri, Bulgarca bir uzun veya kısa hikâye, Novel veya Roman çıkmadı. Biz kendi derdimizi, acımızı, sızımızı 100’den fazla eserde anlattık. Onlardan hiç birisi de Türkiye edebiyat eleştirmenlerince değerli bulunmadı.
Bu sorunların bu yıl çözülmesini, “Drina Köprüsü” gibi bir eserin bütün çıbanbaşlarını koparmasını sağlık veriyoruz.

Ben de 2 kitap yazdım. Birinde mücadelemizin 50 yılını, uyanış ve dirilişimizi, ikincisinde de Bulgaristan’da Türk Kimliği kavgamızı inceledim ve anlattım.
Sizlere de getirdim, Bulgaristan Türklerinin sesi gazetemizi de tanıma imkânı sunmak istiyorum.

Burada demek istediğim, temel eserleri yaratmaktık, kavgamızın insan hakları tabanını betonlamamızdır, hukuksal haklılığımızı kanıtlamamızdır, Bunu yapabilirsel üzerinde 1000 doktor ve 1000 Profesör yetişebilir. Sizin öz katkılarınızı Belediye yönetiminin destekleyeceğine inanıyorum.

Artık noktalamak istiyorum da müsaadenizle şuna da değinmek istiyorum.
1879’a kadar, 483 yıl iktidarsız kalan Bulgarlar, Osmanlı yıllarında değil, daha önce Birinci ve İkinci Bulgar devletlerinde 3 defa kırılmışlardır. Birincisi 864’te Hıristiyanlığı kabul ederken 52 Bulgar sülalenin yediden yetmişe öldürülüp aynı toplu mezara gömüldüklerinde;

İkinci kırılma Bizan İmparatoru Vasiliyin 914 yılında 15 bin Bulgar askerinin 2 gözünü de çıkarıp teker teker köylere dağıtması ve halka gözdağı vermesiyle yaşanmıştır. Bizans köleliğine düşmek başka bir felakettir.

Diğer kırılmalar da İkinci Balkan Savaşı faciasında, 1944’te mahkemeye çıkarılmadan yukarıda işaret ettiğim gibi, 25 bin kişinin canına kıyılmasında, 165 toplama kampında yaşanan facialarda yaşanmıştır.

En belirgin olan da 1878 ve 1944’te Rus ve Sovyet esaretine 2 defa düşüldüğünde yaşanmıştır.

Bulgarların tarihlerinde gizledikleri bir şey var:
Han Kubrat zamanında Islav Bulgar devleti kuruldu, diyorlar. Kubrat’ın 5 çocuğunun anası Rus idi de onun için Rus-Bulgar devleti – kan bağımız var – diyorlar. Olay ise şöyle. O zaman Rus devleti yok tabi. Ruslar başı serbest köylerinde barınıyorlar. Bulgarlar onları öyle başıboş görünce topluyor, erkeklerin hepsinin başını kesip, kadınlarına 4-e 5-er çocuk doğurtuyor.

O dönem Bulgar tohumunun ilk kuruduğu dönemdir.

2. Kuruma Birinci Bulgar devletinin sonundadır. Osmanlıda rahat 1 milyon çoğalmışlardır. Şimdi tuz torbası boyunlarına asılınca 3. Tohum kuruma dönemi yaşıyorlar. Sonu hayırlı olur iş Allah.

Gelecek sizindir, bizimdir, hepimizindir en önemlisi de gelecek sevgi verenlerin sevgi dağıtanlarındır kardeşlerim. Biz asırlar önce
Bütün zulümlerin hesabı sorulur, sorulacaktır.

Büyük Güçlü Türkiye taşıyor. Gelecek bizimdir. Trakya’da başlayan türbülans çekimi Bulgaristan’ı Balkanları Türkiye’ye çekiyor.
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.

En iyi günler sizin bizim Bulgaristan Türklerinin olsun.

Sağ olun var olun. Allaha emanet olun.

Reklamlar