BGSAM

Konu: Manevi Bölünmüşlüğün Derinliğinden Gelen Pis Kokular

Yazımızın birinci bölümünde bundan 75 Yıl Önce Bulgaristan işgal edilmişti dedik. Bu görüşe katılanlar 9 Eylül 2019’da Sofya’daki Rus Kültür ve Enformasyon Sarayı içinde ve dışında olmak üzere 2 büyük gruba bölündüler.

İçeridekiler Rusya Federasyonu Büyükelçisi Anatoliy Makarov tarafından düzenlenen, ilk adı “Bulgaristan’ın Kurtarıcıları” olan, Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığının tepkisinden sonra “Hürriyet Yolu” – Tarih Belgeleri Anlatıyor şeklinde değiştirilen sergiyi gezip gördüler. Bulgar basını, bu sergide daha önce kimsenin görmediği, tarihin akışını değiştirecek herhangi bir eski fotoğraf, arşivden çıkmış vesikaya veya bir gizli belgeye işaret etmedi.

Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Bayan Zaharieva’nın 1944’te Kızıl Ordu’nun Bulgaristan’a girmesiyle zulüm yaşandığına ve ülkemizin Batıya açılan yolunun kesildiğine işaret etmesine yanıt olarak, Rusya Dış İşleri Bakanlığı sözcüsünden gelen yanıtta “Bulgarlar tarihi yeniden yazmak istiyor” dense de, Bulgar kamuoyunca kabul edilmeyen sergiyle ilgili medya demecinde Rusya Büyükelçisi Makarov şöyle dedi:

Oluşan durumda, 2011 yılından beri çalışmalarına ara veren Rus-Bulgar Özel Tarih Komisyonu’nu toplanıp çalışmalarını sürdürmeye davet ediyorum. Bu komisyon, tartışmalara neden olan tarihsel sorunları, sakin ve uygar bir ortamda müzakere ediyordu. İkili ilişkilerimize zarar verilmesi böyle önlenebilir.”

Bulgar Diplomatlar Derneği özel bir bildiri yayınlayarak Rus-Bulgar ilişkilerinde yapıcı tonun sürdürülmesi davetinde bulunurken, Rus Kültür ve Enformasyon Sarayı etrafına toplanan kalabalık protestocu grup “bir işgalci, kurtarıcı olamaz” pankartlarıyla, iki ülke arasındaki ilişkilere ilk kez bu kadar sert tepkide bulundu. Gösteri alayında DOST partisi Başkanı L. Mestan da vardı. Fakat tek başına gelmişti. Belki de Parti Lideri olduğunu unuttu. Bir değil, beraber, biz ve birlik olalım çağrısına ise eskiden beri uyma konusunu düşünmemişti.

1944’te Bulgaristan’a giren Kızıl Ordu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 3 yıl işgal gücü olarak ülkede kalmıştı. Bu işgal gücünün tüm masraflarını karşılayan Bulgaristan halkı, Paris Antlaşmasına göre her yıl 147 milyon Altın Frank savaş tazminatı da ödedi. Ardından totaliter rejimin ve üzerindeki Moskof kontrolünün koyulaşmasıyla toplama kampları açıldı, “Belene” adasındaki kampta 157 kişi, Loveç kampında 141 kişi öldürüldü, yüz binlerce kişi sürgün edildi. Bulgaristan’dan Türkiye’ye gerçekleşen birinci dalga 1950 göçü, ikinci dalga 1968-1977 göçü ve üçüncü büyük dalga da 1989 göçü olmak üzere üç facia yaşanmıştır ve gitmek zorunda kalan 640 bin kardeşimizin yaraları akıyor, derinleşiyor.

Bu yazımda, 9 Eylül 2019 tarihinde Bulgaristan Milli “Rusofiller” Hareketi Başkanı, eski BSP milletvekili Nikolay Malinov, 3 defa BSP milletvekili olan ve sosyalist parti yayın organı “Duma” gazetesi eski baş redaktörü Yuriy Borisov, “Rusofiller” Hareketi Başkan Yardımcısı Milen Çakırov, fahri başkan Enço Moskov ve daha birçok aşırı Rusçu eylemcinin, 5 ile 15 yıl arasında hapis cezası öngören, Bulgaristan Ceza Kanunu 105. Maddesine göre tutuklanıp sorguya alınması GELİŞMELERDEKİ DERİNLİK VE BOYUTUN en kesin kanıtıdır.
Rusya lehinde casusluk yapma suçundan tutuklamalar belki de bundan böyle BULGAR MİLLİ MENFAATLERİ TANIMINA yeni bir değerlendirme getirecektir. Getirmelidir. Bekleyelim görelim…

Benzer olaylar Başbakan İvan Kostov (1997-2001) döneminde yaşanmıştı. 2001’de 3 Rus diplomatın Sofya’dan geri çağrılması istenmişti.

Bu gelişme, biz Bulgaristan Türkleri için olağanüstü önemlidir.

Çünkü sözde Türkiye’ye hizmetten içeride çürütülenlerin sayısı büyüktür. İnsanlarımızın “gözü Türkiye’ye bakıyor, aklın Ankara’da” gibi gerekçelerle sınır dışı edildiği bilinir. Ne var ki biz ters olaylar da yaşadık.

Hatırlanacağı üzere, Bulgaristan Müslümanları üzerindeki şiddet uygulama araçlarından biri Hak ve Özgürlük Partisi (DPS-HÖH) partisidir. 1990’ın ilk günlerinde DPS-HÖH partisi “kurdum” iddiasında bulunanlar halkımızın ruhunu çalmak istemişlerdi.

Bugün  “fahri” başkan Ahmet Doğan, 2015 Aralığında Sofya’daki partinin politik tamirhanesinde Genel Başkan Lütfü Mestan’ı paketleyip siyasetin çöp tenekesine atarken şu gerekçeyle ortaya çıkmıştı: “Herkes Doğuya bakarken, insanımızın kafası Batıya takılmış” gibi nedenle aforoz edilen Mestan soluğu siyaset dışında alabilmişti. Rusya lehinde olmakta gecikmekle suçlanarak “sen bu işleri bilmiyorsun ve beş para etmezsin” tavrıyla partiden atmış ve devletin siyasetçi kıyma mekanizması üzerine yürümüştü.

Bulgaristanlı Müslümanları Moskova siyasetine takmaktan suçlanmayan Ahmet Doğan, ardından Kremlindeki Stratejik Araştırma Merkezinden ipleri çeken General Raşetnikov’la Devin kasabasındaki “ DPS Otelinde” defalarca gizli gece görüşmesi yaptı, içini döktü, yardım aldı, ama devletten soran soruşturan olmadı, devletin sırlarını Rusya’ya taşıyorsun denmedi, casusluktan içeri alınmadı, koğuşu boylamadı. Müslüman Türkleri kasaplık koyun gibi Rusya hizmetine sunmak besbelli bizim ülkede suçtan sayılmıyordu…

TASS ajansı, 9 Eylül 2019 günü Bulgaristan’da tutuklananlarla ilgili, Rusya parlamentosunun üst katından senatör Konstantin Kosaçov’un , “onlar Rusya ile dostane ilişkilerin aktif savunucularıdır. Toplumsal-politik çizgi üzerinden de olmak üzere hepsini savunmaya hazırız.” Dediğini duyurdu.

BTA ajansı, Rusya senatosu dış ilişkiler komisyonu başkanının şu sözlerine yer verdi: “Bulgaristan’dan endişeli haberler geliyor. Birçok kişi tutuklandı. Sorgulanıyorlar. Rusya lehinde ‘casuslukla’ suçlanıyorlar.”

9 Eylül günü yaşanan bu olay sanki 9 Eylülün politik özüne ışık tuttu.

Dış İlişkiler komisyonu başkanı Rus senatör, Bulgaristan’ın müttefiki olan NATO ve Avrupa Birliği devletlerinden, uluslararası insan hakları örgütlerinden, “vicdan mahkûmlarını savunma” örgütlerinden diplomatik, sosyal-politik, hukuksal olmak üzere her yönden yardım talebi edeceklerini duyurdu.

Bu gelişmeler ansızın gelmeseydi ben yazımda, 9 Eylül 1944 gününün Bulgar tarihinde ÇATLAK doğduğunu ve Bulgaristan Müslümanlarına da pek çok acılar yarattığını şu örneklerle anlatmaya çalışacaktım.

Osmanlı bağrında mayalanan ve uyanan Bulgar Milli Şuuru, bir bağımsız Cumhuriyet için diriliyordu. 1870’te Osmanlı Padişahı Abdülaziz Bulgarlara Doğu Ortodoks Kilise bağımsızlığı tanımakla, aslında Bulgar etniğine ilk selam veren cihan devlet başı olmuştu. Yalnız bu kaynaktan içseydiler Bulgarlar kısa bir süre sonra bağımsız ve egemen devletleriyle Atatürk inkılâplarıyla doğan Türkiye Cumhuriyetine iyi bir komşu olurdu. Türk ve Bulgar halkları ayni rüzgâra kanat açmıştı.

Ne var ki, Bulgar halkının çiçeği budandı ve arzu edilen şekilde, gönül okşayan biçimde açmadı. Gerçekleri görebilmek için her defasında olduğu gibi taa 1879’alara inmek zorundayız. Bugün, 10 Eylül 2019’da Bulgar Meclis Başkanı, hukuk komisyonu üyeleri, avukat baroları, yargıç ve savcı kurumlarının temsilcileri ve kamuoyunun en ileri gelenleri BİRİNCİ BULGAR ANAYASASININ kabul edilmesinin 140. Yıl dönümünde Veliko Tırnovo şehrindeki Osmanlı Kaymakamı Konağında yeniden toplandılar. Konuşmalarda, tebriklerde bu defa da en sık kullanılan söz “demokrasi”, ardından gelen “hürriyet” ve bir sonraki “adalet”tir. Bugün “bağımsızlıktan” pek söz eden yok, çünkü bağımsızlık günü 22 Eylülde anılıyor.

Anayasa günü vesilesiyle tarihi olay ve süreçlerin özünü analiz etmeyi ve sonuç çıkarmayı Paris Şarbonne Üniversitesinde öğrenen Prof. Dr. Sfoyan Dinkov konuya şöyle açıklık getiriyor:

“ Bulgaristan hukuk dışı bir devlettir. Bulgaristan Cumhuriyeti de yasa dışıdır. Dolayısıyla 1946’dan başlayarak bu devlet tamamen hukuk dışıdır.” Şimdi bunun neden böyle olduğunu birlikte görelim.

Bulgaristan’ın Cumhuriyet ilan edilmesi 8 Eylül 1946’da yasa dışı yapılan bir halk oylaması (referandum) sonucudur. Bu halk oylaması 29 Temmuz 1946’da meclisin kabul ettiği bir “yasaya” göre yapılmıştır. O zaman geçerli olan, Tırnovo Anayasası gereğince, meclisin devlet yönetim biçimini değiştirecek yasalar (kanunlar) onaylamaya hakkı yoktur.

Dolayısıyla kabul edilen yasa anayasaya aykırıdır. Bununla birlikte mecliste bu yasanın onaylanması Sovyet işgali koşullarında baskı altında ve devletin bağımsızlığını yitirdiği koşullarda olmuştur. Üstelik bu oylama, yasa dışı yollardan yok etmeye çalıştığı, monarşi düzeni görünümde koruyan komünist diktatörlük koşullarında olmuştur.

Şunu da hatırlatmamız iyi olur kanaatindeyim, o zamanlar yürürlükte olan Tırnova Anayasası’na göre, Bulgar Çarlığı, başka hiçbir seçeneği olmayan, devri varise yapılan Anayasal bir Monarşidir. Monarşiden Cumhuriyete geçiş de bu cümleden olmak üzere, devlet yönetim biçiminin değiştirilmesine ilişkin herhangi bir yasal yol olduğuna ilişkin anayasada hiçbir açık kapı yoktur.

9 Eylül 1944 komünist darbesinden sonra, yasal naipler de değiştirilmiş ve geçerli olan Tırnova Anayasası’na göre, anayasaya aykırı bir eylem olarak komünistlere uşaklık etmeye hazır yeni naipler göreve atanmıştır.

Benzer değişiklik ve atamalar yapılması Büyük Halk Meclisi dışında hiçbir organ tarafından yapılamaz. Anayasa’da yazılmış olduğuna göre, Bulgaristan Büyük Halk Meclisi çağırma hakkı sadece ve bir tek, o zaman reşit yaşta olmayan Çar II.Semeyon’a tanınmıştır. – Büyük Halk Meclisi seçimi yapma kararını ancak ve bir tek Çar alabilir cümlesi o zaman geçerli olan Anayasa’da yer almıştır. Ne var ki, bunu yapabilmesi için onun reşit yaşta olması şartı konmuş, II.Simeon ise bu yaşı 1955’te dolduracaktır.

Dolayısıyla, o yıllarda Bulgar meclisinde onaylanan yasaların hepsi geçerli olan Anayasaya aykırı ve geçersizdir ve 8 Eylül 1946’da yapılan halk oylaması (referandum) yasa dışı ve geçersizdir, dolayısıyla ilan edilen Bulgaristan Cumhuriyeti yasa dışıdır.

Kanıtların gösterdiği üzere, Bulgaristan bugüne kadar (son 75 yılda) baştan başa yasa dışı bir devlet olarak var olmuştur. 1946 yılının 8 Eylül tarihinden sonra çıkarılan bütün devlet ve hükumet kararları, genelge ve yürütmeler, meclisin tüm çalışmaları, ekonomik ve politik etkinlikler geçersiz ve yasa dışıdır.

Bulgaristan vatandaşları bugün “yasal olmayan yasaları” uygulamaya ve onlara uymaya çalışıyorlar, bu yasalara göre yasa dışı toplanan vergilerini ödüyor, yalan yasalara göre kurulan yasa dışı partilere oy veriyorlar, kısacası yasa dışı bir devlette yaşamaya devam ediyorlar. Soru şudur, yasa dışı bir devletin vatandaşları olan Bulgaristan vatandaşları acaba “yasal vatandaşlar mıdır?”

İşlerin doğrusu buyken, gerçekleri daha fazla anlatmaya gerek yokken artık hepimizin. 1950’den sonra birkaç yıl bize kültürel haklarımızı tanıyan Bulgar komünistlerinin aslında ayaklanmamızdan korktuğunu, aslında Türkiye devletinin “ey komşu nedir şu yaptıkların?” demesinden korktuğundan dolayı bazı haklarımızı tanıdığı gün gibi ortadadır.

Son amaçlarında bizi haksız hukuksuz ve zaten yasasız bir keyfi terör ortamında eritip Bulgarlaştırmak ve bizleri tarihten silmek olduğu yeniden ortaya çıkmıştır.

Şimdi, 10 Eylül münasebetiyle Veliko Tırnovo’ya toplananlar, 1879 Anayasasını “gümüş” ve “altın” kaplı olarak Avrupa Birliği parlamentosuna hediye olarak sunmaya hazırlanıyorlar. Sanki küflenmiş kap kaçağı kalaylatıyoruz….

Dostlarınızla paylaşınız.

Reklamlar