Türk onurludur, dürüsttür, ahlaklıdır, sözüne inanılır..

Muazzez YURDAKUL

25 yıldan beri sözde mağdurlar tarafından aldatılıyoruz

Şu bizim Seçim Kanunu değiştirildi, yenilendi, yamandı dikildi de bazı maddelerine hiç dokunulmadı.

Örneğin:

1)  Bulgaristan Cumhuriyeti’nde kim milletvekili olabilir?

2) Bulgaristan Cumhuriyeti’nde kim Avrupa Birliği Parlamentosuna milletvekili seçilebilir? Bu iki sorunun yanıtında adayın 18 yaşını doldurmuş olmasına işaret edilmesi yeterli sayılamaz. Milletvekili nitelikleri sıralanmalıdır. Sabıkalı bir kişi, vergi kaçakçısı, dolandırıcı, yalancı, rüşvetle çalışan, okuduğunu anlamayan, görüp işittiğini anlatamayan, okuduğu karar ve yasaları yorumlayıp açkılayamayan kişiler milletvekili olamaz. AB milletvekilliği içinse, adayın etnik kültürünü, ulusunun medeniyet düzeyini, tarihsel geçmişini, bugünkü durumunu, potansiyelini, hedeflerini iyi bilmesi gerekir.

 

Adayın ahlaklı ve şerefli bir kişi olması gerektiğini vurgulamak istemiyorum, çünkü bunu bizim nasıl bir insan olduğumuzu bir örnekle anlatmak istiyorum:

 

BİR LEVA

Çocukluğumda bir gün komşumuzun kirazlığında oynarken, Ali cebindeki bir levayı

düşürmüştü. Otların arasında aradık taradık, bir yerde bulamadık.

Arkadaşının çok üzüldüğünü gören Hasan eve koştu ve döndüğünde bizimle beraber aramaya devam etti. Ansızın heyecanlı bir sesle

–   “Buldum”  dedi ve avucunu açarak avucunun içindeki 2 adet 50 stotinkayı Aliye uzattı.

Ali demir paralara baktı ve

–           Bu paralar benim değil. Benim 1 levam, bütün levalıktı. Buldukların başkasının,

alamam, deyip aramaya devam etmişti. Bizim özümüzde mağduriyet sömürmek diye bir şey yoktur. Onun için Türk onurludur, dürüsttür, ahlaklıdır, sözüne inanılır..

 

BİZ TEMİZ AHLAKLI İNSANLARIZ!

 

Çocukluğumdan olan ve paylaştığım örnek bizim ne kadar pırıl pırıl, ne kadar dürüs, ne anlamlı ve parlak, hilesiz ve örnek bir ahlak sahibi olduğumuzu kanıtlamaya yeter de artar.

 

Kuşkusuz böyle olduğumuz için, bugün artık yaşlanmış da olsak, içimizdeki ana doku, dürüstlük dokusu olduğundan dolayı ALDATILMAMIZ ZOR OLMUYOR.

 

Bugün bizim içimizde temel adalet kıstası Ali’nin davranışıdır. Biz kendi ruhumuzu sakinleştirmek, mağduriyetimizi avutmak için hiç kimsenin malına mülküne, örnekte olduğu gibi, 1 levasına bile el uzatmayız.

 

Aslında bu özelliğimiz bir dimdik ayakta tutan ve kendi kendine dolup boşalan büyük nimetimiz ve güç kaynağımızdır.

 

Fakat son 135 yıllık Bulgaristanlı tarihimizde bize birçok defa tuzak kuruldu. Birçok defa aldatıldık. Boş bulunduk. Bazı gerçekleri geç görebildik. Etrafımızdaki insanları kendimiz gibi dürüst sandık ve aldatıldığımızda ağır kayıplar verdik.

 

Öyle görülüyor ki, bu son 135 yılın son 25 yılında biz, bizden olmayan ama kendini bizden gösteren, yaptığı ayak oyunlarıyla bizi oyalayan ve aramıza sokulmayı başarıp öğrendiklerini başkasına sızdırarak kene gibi kanımızı emen, ikiyüzlü olduğunu bilmediğimizden, gerçek yüzünü hemen yeni yeni görebildiğimiz Ahmet Doğan’a getirmek istiyorum sözümü.

 

Aldatılmamızın temelinde yatan şudur: Biz, Bulgaristan Türkleri 1985 – 1990 çekimizden sonra, aldıkları ağır yaralar 1972’den 1990’a kadar açık kalan Pomak kardeşlerimizle birlikte,

İfadem cazipse “güneş ışığı gibi sıcak, dinmeyen acımızı saracak” bir lider bekliyorduk. Gönlümüzü böyle birine açmıştık. Beklentimiz büyüktü. Ne yazık ki aldatıldık.

 

Bu öyle bir durum ki, belki bir yere kadar, tohuma aç toprakla, çocuğu olmasını isteyen bir kadınla mukayese edilmesi doğru olabilir. Bir gerçek kurtarıcıyı, karışan işlerin önüne geçecek ve her şeyi düzeltecek güvenilir birini beklemek çok zordur. 1989’da böyle bir bekleyiş mayalanmıştı ve kabardıkça kabarıyordu.

 

Biz, “ağlasam inlemesem,  silinmez bahtın karası” şarkısını biliriz. Bu yüzden merhamet beklemiyorduk. Fakat mağduriyete uğramışlara yardım eli uzatmaktan da asla vazgeçmemiştik. Ve tam bu noktada boş bulunduk, gafil avlandık.

 

Hapisten danışlı düğüş salınıveren Ahmet Doğan’ın bizim tarlamıza dikilmesi için düşman yıllar yılı çalışmış hazırlık görmüş ve para harcamıştı.

Ahmet Sofya’ya indiğinde eskiden tanıdığı bir Türk ailesine sığınacak ve halka onların yardımıyla karışacaktı. Besteci Turgut Şinikarov’un eşiyle çok iyi tanışıyordu. Bulgar Bilimler Akademisi’ne bağlı Felsefe Fakültesinde sekreterlik yapan ve daktilo işlerine bakan Bayan Şinikarova,  Ahmet Doğan’ın BKP Merkez Komitesi için yazdığı yazıları daktiloya çekerdi. Onun “Simyonovo” Polis Akademi’sinde savunduğu doktora tezini bile daktilo eden oydu. Bu savunmaya MK üyelerinden başka birçok general de katılmıştı. Savunmadan sonra verilen ziyafetin masrafını İç İşleri Bakanlığından yoldaşlar karşılanmıştı. O hapse girmezden önce cereyan eden bu olayları yakından bilen ve birçoklarına bizzat katılmış olan Şinikarov ailesi ile aralarındaki ilişkiler samimiyet derecesinde yakındı. Bu yüzden Ahmet önce bu aileye sığındı. Kaldığı daire bir gazeteciler sitesinde olup, SSCB Büyük Elçiliği’ne de yakındı. Ve işte o zaman, daha 1989’un son aylarında Ahmet Doğan Bulgaristan Türk aydınları, aydın çevreler ve aileler önünde BEN MAĞDURUM ROLÜ OYNAMAYA BAŞLAMIŞTI. ASLINDA ONUN 25 YILDAN BERİ SAHNELEDİĞİ TAVIR BUDUR.

İKİYÜZLÜ OLDUĞUNDAN KENDİNİ VE NİYETLERİNİ GİZLEMEYİ BECERMİŞTİR.

Hapiste ve özel eğitiminde aldığı bilgiler ona bu bakıma yardım etmiştir.

 

AHMET DOĞAN’IN MAĞDURİYET, BEN DE SİZİN İÇİN HAKSIZLA UĞRAMIŞ KİMSEYİM, MAZLUMUM HAVALARI ASLINDA ÖNCEDEN İYİ DÜŞÜNÜLMÜŞ ve Bulgaristan Türk ve Müslümanları için hazırlanmış kapandır, seçimden seçime içine düşürüldüğümüz tuzaklardır.

 

Kapımıza geleni boş çevirmemek; bohça açmış dilenci olsa bile bir şeyler atmak; bayram etimizden herkese tattırmak; evde iyi bir yemek yapılsa mutlaka komşuya da bir tabak götürmek; ruhumuzun özünde olduğundan, asırlar içinde Nasrettin Hoca’dan önce mi?

Yoksa sonra mı?, dilimize yerleşmiş, bilemiyorum ama “isteyen bir dilenci, vermeyen iki dilenci” değimi çocukluğumuzda kafamıza çizilen ilk bilinç çizgilerindendir. Bu çizgi şopar kafasında yoktur ve olamaz. Ama mağdur rolü onların doğuştan ezberinde olan bir roldür.

Bulgar istihbaratı ile Rus casusluk servisinin fısıldayışıyla Ahmet Doğan’dan 25 yıldan beri her seçimde oynaması istenen şu “Ben Mağdur Biriyim!” sahne oyunudur.

25 yıldan beri hepimiz seçime katılma hakkımızı ve özgürlüğümüzü kullanırken, aynı tiyatroya ve aynı sahne oyununu görmeye götürüldük. Sahne hep aynı sahneydi. (Demokratik seçime katıldık. Bir profesöz, bir bakan, hatta Ahmet Doğan’ın oyu ile cahil bir köylünün oyu aynı değerdeydi.

Oyun hep 1 = 1 olan başladı ve bitti.) “Mağdurlar” farklı kişiler olduğundan önümüze sunulan pilavın hep ısıtılmış eski pilav olduğunu yıllarca fark edemedik. Fark edenlerse, “ev sahibinin yemeği üstüne laf söylemek adetten değildir, düşüncesiyle hep sustular “olan hep bize oldu, “iş Allah tekrar etmez!” temennisiyle geçiştirdik.

 

3-4 yılda bir defa olmak üzere, birinci sıralarda localarda oturduk. Aman bu piyesi TC’deki soydaşlarımız da görsünler diye, gelemeyenler içinse, seçim sandıkları Bursa, İstanbul, İzmir, Ankaralara taşındı. “Az mı çektirdi! Bulgar’a bir ders de biz verelim!,” dedik Mağdurlarımızın hep yanında olduk.

 

BİZE “OY İNEĞİ” OLARAK BAKMAYA BAŞLADILAR.

Bizi 25 yıldan beri, hep inek gibi sağdılar. Ne süt dünden, ne yağından ve yoğurdundan hayır gördük. Bir balya saman getirip önümüze atmadılar.  Bizler kovulduk sustuk! Sağıldık tekme atmadık! Aldatıldık yutkunduk! Oyalandık oyalanmasına da, artık oyalandığımızın farkındayız. Bu arada, her defasında anamız ağlatıldı.

 

Önce mağdurum diye kıvranan Ahmet Doğan’ı adam ettik.

Onunla birlikte Önal Lütfü’yü besledik.

Hapis arkadaşıdır gelsin o da alsın kaşığı eline dedik, Kasım Dal’ı sofraya aldık.

Ardından bir sürü yeni mağdur belirdi, Emel Toşeva, Şerife Mostafova, Şirin Mestan hepsi hiçbir iş yapmadan ve hiçbir zor görmeden “mağdur” olduklarından, onlar da “mağdurlarımızdandır” dedik, ayrı sofra kurduk, özel besledik.

Sonra aslında işleri iyi olan ama soframıza sokulan D-r Tabakov’u, Sever’i, Dimitrov’u, Şterev’i himayemize aldık, yemeyi beceremediler, “mağdur” duruma düştüler, Sterev 10 milyon, diğer ikisi 27 milyon kaçırmışlar, devlet sofrasında olmak kolay değil, neyse 10 yıl da meclis köfte sofrasında semizlendiler ve şimdi Varna hapishanesinde sıçanları sayıyorlar.

Onları “mağdur” gösteren, mağdur değillerse bile oyuna getirip “mağdur” eden hep o “mağdurlar kralı” Ahmet Doğan oldu. “Bir köye bir deli yeter!” deyen haklıdır. Bulgaristan Müslümanlarına da bir Ahmet tımarhane soytarısı yetti de arttı.

Şimdi sözde Bulgaristan’ın en zenginlerinde olduğunu gizleyemeyen milletvekillerimizden Danço Peevski’ye acılı köfteler dokunmaya başlamış. O da “mağdur.” Ağa babası A. Doğan ama biraz Brüksel’e gitsin ve gönlü açılsın diyor. Oyunuzu “zavallıya” veriverin kararı yazdırıyor. Onu, 40 bin Euro maaşla Brüksel’e AB Parlamentosuna milletvekili olarak göndermemizi istiyor. Vay be “HAYIRSEVER CEMİYETİ” olsak, bizden böyle bir fedakârlık ve özveri istenmezdi. Bulgar ayağımıza düştü desene… Vay vay vay!!!

Vallahı, bizim parti Hak ve Özgürlükler Partisi mi, yoksa “hayır cemi yeti mi?

Yıllarca generalleri, sonra oğullarını, şimdi de torunlarını kuş süttü ile beslemek.

Bu, bize Allah emri mi? Hey tüm serbestli elindeki OY olan kardeşim! Uyandın mı?

Uyan kardeşim uyan! Gelin birlik olalım ve şu 40 000 Euro maaşı hak eden bir kardeşimizin evladına verelim.

Yeter artık “mağduruz” piyesi. Dizi bitti. Sarayda oturuyor, “mağdurum” diyor.

Bulgaristan Türklerinin ve tüm Müslümanlarımızın, tüm soydaşlarımızın oyları cankurtaran simidi değildir. Yargıya düşen yargılanır, cezası olan gider çeker. Çekerken de İş Allah adam olur.

Artık aldatılmayalım. Bu işi biz düzeltmezsek uzun sürer, zor düzelir.

Ne kadar “ah”, “ oh” etsek, kendimizi paralasak azdır, şu zamanı kaçırırsak, tav kaçar ve çorabı sökemeyiz.

Bir milletin aldatılması kolay da aldatıldığını fark ve kabul etmesi, çok ama çok zor. Hele bu millet Türk ise, hele bizsek, hele bin bire parçalanmışsak, hele ezilmişsek ve hele aldatılmaya ve oyalanmaya alışılmışsak. Gelin silkinelim ve bu işi bitirelim. Tavı kaçırırsak yıllar değil, asırlar ister. Osmanlıda Tazminata kadar 350 sene sürünmüştü. Biz bu satırları yazmaya başlayana kadar 137 yıl geçti.

Son 25 yılın pişmanlık ve acısını yazmaya ise adeta takatsizim.

İşte gördünüz gençlerden bazıları deli cesaretiyle atıldı savaş meydanına.

Oktay Yenimehmedov gibi gerçekleri şahin gibi gören ve yumruğunu kaldıran gençlerin ardından yürümek sürünmekten çok daha kolay olacak. Şimdi istenen “mağdurların” listesine oy vermemektir.

Biz mağdurun halinden anlayan bir milletiz, ama bunların hepsi sahte mağdur kişilerdir.

Hedefleri oyumuzu alıp bizi aldatmaktır.

Derneklerimizi, federasyonlarımızı, kulüplerimizi, tüm aydınları 25 Mayıs 2014 seçimleri arifesinde HALKIMIZI UYANDIRMA görevine çağırıyorum. Bu defa bu tuzağa hiçbirimiz düşmeyelim!

Kimseyi düşürmeyelim. İmkân versinler kendi adaylarımızı seçelim.

Namuslu, Öğrenimli, yabancı diller bilen, şerefli genç kadrolarımız var.

Brüksel’e onları gönderelim. Dava ortaktır. Vatan birdir..

Reklamlar