Alptekin CEVHERLİ
+++++
SSCB’nin iflası ve dağılması ardından Türkiye ve NATO rahatlamış, askeri harcamalarda ciddi bir kısıntıya gidilerek aradan doğan fark ülkelerin refahına ve bilimsel çalışmalara fonlandırılmıştı. Hatta M. Gorbaçov ve ardından gelen B. Yeltsin döneminde süren bu rahatlama ortamı, Rus generallerinin üniformalarının Beyazıt’ta işporta tezgâhına düşmesine kadar devam etti. Hatta o dönem Çeçenistan’da bozguna uğrayan Kızıl Ordu, işgal altında tuttuğu Çeçenistan’ı terk ederken silahlarını da Çeçen mücahitlere satacak kadar vahim durumdaydı.
2 asra yakındır arka bahçe olarak gördükleri Balkanlar’da ise NATO tarafından hallaç pamuğu gibi atılan Rusya’nın karizması Yugoslavya’nın (Yeni Slav ülkesi) lokmalara ayrılmasıyla iyice dibe vurdu.
Ancak bu rahatlama ortamının Batı ülkeleri ve Türkiye tarafından çok da iyi değerlendirdiğini söylemek biraz safdillik olur. Türkiye o dönemde ABD ve Almanya destekli bölücü terörle mücadele ederken, Batı ülkeleri de Irak ve Afganistan bataklığında çırpınıp durdu. Bu arada doğuda yeni bir güç unsuru hızla gelişmeye başladı. Bu da Çin’di…
Türk Dünyası’na karşı korkutulmuş, sindirilmiş, ötekileşmiş, yetersiz bilgi ve stratejiye sahip olan Türkiye, YÖK merkezli öğrenci değişim programı ve birkaç proje hariç Türk Dünyası’na yönelik hiçbir stratejik derinlikli çalışma gerçekleştiremedi. Alfabe birliği gibi olmazsa olmaz bir ihtiyaç dahi aradan geçen 24 yıla rağmen henüz tam layıkıyla hayata geçirilebilmiş değil. Hâlâ Kazakistan ve Kırgızistan’da Kiril alfabesi kullanılıyor.
V. Putin dönemi ise Rusya açısından bir gelişme dönemi olmakla birlikte Batı tarafından iyi değerlendirilememiş bir fırsatın da sonu anlamına geldi. Medvedev ve Putin ikilisi özellikle istihbarat imkânlarını çok iyi kullanarak Rusya’yı coğrafi derinlik imkânlarını da kullanarak hızla toparlamaya çalıştılar.
Ne yalan söylemek lazım ki; bunu da önemli ölçüde gerçekleştirdiler. Henüz yeteri kadar güçlenene kadar dış politikada da dişini göstermeyen Rusya, son iki yıldır ciddi bir atağa kalkmış durumda.
Suriye konusunda Batı’yı ve Türkiye’mizi frenleyerek elde ettiği diplomatik başarı, Kırım’ın tek kurşun atmadan işgali ile askeri başarıya da dönüşmüş oldu.
Gerek Batı Avrupa ve Türkiye’nin doğalgaz yönünden Rusya’ya zorunlu olarak ihtiyaç duyması ve gerekse de askeri yönden eskisi kadar olmasa da hatırı sayılır bir güç haline gelmesi NATO’yu frenlemiştir. Şimdi de, Moldova’ya bağlı Transdinyester Özerk Devleti, Ukrayna’ya bağlı Donetsk ve ardından Harkov bölgeleri Kosova örneği halk oylaması ile bağımsızlık ilan edip, ardından Kırım örneği ile Rusya Federasyonu’na bağlanma çalışmalarını hızlandırdılar. Diğer yandan Moldova’ya bağlı Gagauz Türk Özerk Devleti de yaptığı referandum ile Moldova’nın AB’ye tam üye olarak girmesi durumunda Rusya Federasyonu ile birleşme kararı aldı.
Böylece Rusya toprak büyüklüğü ve nüfus açısından çok önemi olmasa da jeostratejik konumu ve psikolojik etkisi bakımından çok önemli olan Kırım dahil 5 bölgeyi müdahale edilmezse kısa sürede topraklarına katmış olacak.
Bunlardan birisinin Türk asıllı olması ise işin en ilginç yanını oluşturuyor! Bu konuda Türkiye’nin telkini var mı bilmiyoruz ama AB açısından çok onur kırıcı bir durum olduğu kesin.
Netice olarak Karadeniz’de ciddi hiçbir limanı yokken önce Abhazya’yı fiilen işgal ederek Karadeniz’e yeniden merhaba diyen Rusya, ardından Kırım ile Karadeniz’de yeniden çok önemli bir üs elde etmiş oldu.
Balkanlar’da da varlığını Kuzeydoğu istikametinden az da olsa hissettirmeye başlamış oldu.
Böylece bundan 10 yıl önce ABD tarafından kuşatılma tehlikesi dile getirilen Türkiye, bu kez de Rusya tarafından kuşatılmaya çalışılıyor olabilir mi?
Suriye, Irak Merkezi yönetimi, Ermenistan, Karadeniz kıyıları ve Balkanlar’da, yeniden karılmaya çalışılan kartlarla Türkiye sıkıştırılmaya çalışılıyor olabilir.
Reklamlar