BGSAM

Tarih: 28Mayıs 2017

Konu:  Bizdeki aşırı milliyetçiler Nazi faşistlerini arkada bırakıyor. 

Bu yıl kaybettiğimiz Yahudi asıllı büyük Rus yazar İliya Erenburg “Fırtına” adlı romanında “Var olmayı hak etmeyen düzende iş ekipleri 3 ya 5 ya da 7 kişiden oluşur. İşten anlamayan ekip şefidir. İlerleme stop eder. Başlayan durgunluktur.”der. Nazilerin Almanya’sında ekip şefi “Gau” idi. 10 kişiden sorumludur. Düşününce köylerimizdeki Onbaşı Ahmet, Onbaşı Mehmetler sanki Alman Gau’sudur. Hitler kendisi de bir “Gau” idi. Almanlar büyük sayıda çarpışma kazanmış ama savaş kazanamamışlardır. Çünkü bir “Gau” savaş kazanamaz.

Deneyim bilmek bilgeliktir.

Naziler faşist oldukları ve Yahudi soyunu yakıp yok etme niyetlerini gizlemek için, onları aldatmak amacıyla önce kendilerine bir teklifte bulunmuşlardı. Bu teklifte, “Siz şimdi bütün birikimlerinizi Alman bankalarına yatırın, depozit bordrosunu bize verin ve Kudüs’e gidin. Yerleştiğinizde ne gibi araç gereç, makine, traktör, kamyon vb ihtiyacınız belirirse bize mektupla bildirin, hemen gemiyle gönderelim.”demişlerdi. Bu öneri yapılırken Almanya ve Polonya’daki toplama kampları, gaz kamaraları henüz kurulmamış, etraf 3 – 4 metre yüksek dikenli tel örgüyle çepçevre sarılmamıştı. Yahudilerin toplumdan ötekileştirmesi, kapalı gettolarda, öpüşüp evlenmekten çocuk yapmaya irili ufaklı tüm adımları izine tabii yaşatmaya zorlayış eski kıtada çok eski bir uygulamadır. Onların şehirlere girmeleri, çarşıya pazara panayırlara gitmeleri yasaktı. Kentlere akın ederlerse şehirlerimiz Yahudileşir korkusu vardı. Öyle de oldu. Şehirlerini kurtarırken Yahudileri yaktılar. Gerekçesi bir Yahudi olan İsa Peygamberin çarmıha gerilmesiydi.

Yarım asır sonra işten, çöpten ve doğa kirliliğinden korkan Avrupalılar yine köylerde yaşıyor.

Anakent merkezleri önce Müslüman’ım, sonra Alman, Britanyalı ya da Belçikalı ve bir de Pakistanlı, Cezayirli ya da Türküm diyen yeni kimliklerle dolu. Demokrasi adına yeni temizlik başlar mı dersiniz?!

Biz Bulgaristanlı Türkler derin soluklu uzak uçan insanlarız. Köyden kente göç yaşamadık. Köylerimize kapalı büyüdük. Bir uçtuk mu da, hep sınır ötesi konduk…

Avrupalılar öngörülü olduklarından yapacakları kötülüğü albenili pakette sunar. Nazilerin siz gidin, biz arkadan, dedikleri gibi…

Karakterimizde yok edilemez özellikler var.

Bulgarların hepsi yüksek öğrenimini Almanya’da bitirse ve öğrendiklerini uygulama alanları Bulgaristan’daki azınlık ortamları olsa, önce kendilerinin değişeceğinden eminim.  Azınlıkları eritme işi ince iştir ve yalnız eleştirmekle, hor görmekle hiçbir hedefe ulaşılamaz, bir de çözüm getirmek gerekir. Bir azınlığı eritip asimile etmek isteyen bir toplum kendisinin de değiştiğinin bilincine vardığında, kendinden tiksinir ve özümsemek istediğini ötekileştirmeye, kendinden uzaklaştırmaya başlar. Bu sorun olağanüstü derin ve önemlidir. Zannımca biz Bulgaristan’da böyle bir sürece girdik ve yeni özelliklerle yüz yüze gelmeye başladık.

Sürpriz  oldu.

26 Mayıs 2017’ günü Bulgaristan Bakanlar Kurulu toplantısında  “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi lideri Valeri Simyonov “Etnik ve Entegre Etme Sorunları Ulusal Konseyi” başkanı atandı. Bu kodaman faşistin bu göreve atandığı işitilince akan sular durdu. Simyonov’un partisi Avrupa Konseyi tarafından aşırı sağcı, azınlık ve yabancı düşmanı, “faşist” parti olarak nitelenmişti. Karar, Sofya’ya geldi ama faşist parti yasaklanmadı, iktidar ortaklığına tırmanmasına engel olunmadı.

Gelişmeler ülkede ciddi tepkilere vesile oldu. Siyasi muhalefet, Simyonov’un Başbakan Yardımcılığından atılması için direnirken yeni önemli devlet görevleri de alması sürpriz oldu.  Eski Bulgaristan Cumhurbaşkanlarından (1990 -1997) Jelyu Jelev’in etnik azınlık sorunları baş danışmanı olan Profesör Mihail İvanov’un görüşü kamuoyunun dikkatini çekti:

Bulgaristan’ın Etnik ve Entegre Etme Sorunları Ulusal Konseyi Başkanlığına Valeri Simyonov’u atayan Bakanlar Kurulu kararını açıkladı.  Ben, bu Konseyin Sekreteri görevinde bulunmuş kişilerden biriyim. İşlerin nereye yöneldiğinin farkındayım. Olay, Bulgaristan azınlıklarıyla alay etmektir. Sofya meclisi kürsüsünden, bizde Çingene kadınların kösenmiş köpekler gibi doğurduğunu haykıran, sınır kapısında yaşlı Türk kadınları tartaklayan kişi, bundan sonra hükümetin etnikler ve entegre etme siyasetinden sorumlu olacaktır. Hükümet koalisyonuna katılan partiler için bu bir kepazeliktir. Bu atamayı önlemek için ülkemizde gerekli sayıda onurlu siyaset adamı ve siyasi güç bulabilecek miyiz? Bekleyiş içindeyim. Aynı zamanda, Simyonov dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarından da sorumludur. Bu, gurbetçilerimizle alay etmektir.”

  1. yüzyılda sınıfsal düşman, ideolojik hasım, iki kamp yok. Ana düşman etnik, dil, din azınlık toplulukları oldu. Toplumdaki sınıf ayrışımı unutuldu. Allahsızlık bile unutuldu. Sömürü sanki gömüldü. Sahnede tek ulus devletinin hâkimiyet hırsı ve nüfusun yarısından fazlarını oluşturan ezilmeyi kader bilmiş azınlıklar var. Hiçbir hakları olmayan ve hak hukuk uğruna mücadele etmeye ve ses yükseltmeye hakkı olmayan insanlar…

Bulgaristan’da sözde demokrasi koşullarında faşistler ne çabuk filizlendi.

1992’de yeniden kurulan VMRO – İç Makedon Devrim Örgütü ve saldırgan aşırı solculuğuyla ünlü “Ataka” partisi ile 2014 seçimlerinde bu ikisiyle “Birleşik Cephe” ortaklığı kuran Simyonov’un  “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi  faşist cephe direğini dikti. Bu, demokrasi için tehlikeler gizleyen oluşumun tabanında, geçen asır terör uygulanarak azınlıkların isimleri değiştirilirken zulüm uygulayan, yargılanması gerekirken cezaya çarptırılmayan aktif kadrolar buluştu. Faşist cephenin stratejik hedefindeki başat ödev, bin yıldan beri vatan bildiği topraklarda yaşayan Türkleri sindirip kovmak, Müslüman Pomakların Türk kimliğini reddetmek ve yine bin yıldan beri Bulgaristanlı olan Çingeneleri yok etmek şeklinde biçimlendi. TV yayınlarında ve basında bu niyetlerini gizlemeyen faşist lideri Simyonov Başbakan yardımcılığına yükselince rahatladı.  Meclis kürsüsünden tam Naziler başı Hitler gibi sağ elini kaldırıp “Bulgaristan her şeyin Üstünde!” selamını verdi. Çingenelerin yüzüne  “Hepinizden sabun yapacağız” demekten çekinmedi. Dilleri, dilleri, okul, kültür ve gelenekleri zaten bin düğümlü yasalarla yasaklanmış Türklerin siyasi partilerini yasaklama ve temsilcilerini bütün devlet kurumlarından kovdukları gibi meclisten de söküp atmak niyetleri de ortadadır.

  1. yüzyıl Bulgar faşizmi 20. yüzyıl faşizminden farklıdır.

Geçen asrın 1934 -1945 yılları arasında kükreyen Bulgar faşizmi işçi ve komünist hareketle, barış mücadelesine katılan demokratlarla, Yahudilerle baş etmeye çalıştı. Çarlık düzeninde bir askeri darbeyle iktidar oldu. Arkasında Alman Nazileri vardı. Demokratik edinimleri yok ederken Türklerin “Turan”, “Altın Ordu”, Jimnastik ve Sanat derneklerini, öğretmen birlikleri ve cami encümenliklerini dağıtıp yasakladı. Birçok Türk tutuklandı ya da yurt dışına kaçtı.

Askeri alanda, Sovyetler Birliği’ne saldırı savaşına Alman, İtalyan ve Japon “Mihver” güçleri ile birlikte olmayı seçen Bulgar Çarı III. Boris Stalingrad Cephesi’ne ordu gönderemeyince hayatından oldu. O savaşta Bulgar Orduları Yunanistan’a ve Makedonya’ya girdi. Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiği Güney Dobruca’yı 1940’ta geri aldı. Türkler’in anavatana göçü Büyük Savaş öncesi ve Savaş yıllarında durmadı.

1912’de değiştirilen isim ve yasaklanan İslam dininde ibadet haklarını 1913’te geri alan Pomakların kimliğine saldırı daha yoğun bir şiddetle 1936’da ve 1942’de tekrar etti.

Zehirli hap – Bulgar Etnik Modeli.

1944’te değişen Bulgar rejimi etnik, din ve dil azınlıklarıyla ilgili devlet siyasetine (1950 -1957 dönemi gibi kısa bir istisna hariç) eski faşist uygulamalara sadık kalmıştır. 1950, 1976 kitle göçleri, 1972’de Pomakların Bulgarlaştırılması, Çingene kimliğine ödünsüz saldırılar, 1984 – 1989 güya “soya dönüş” süreci ve 1 milyon 253 bin Türkün isimlerinin zorla değiştirilmesi ve devlet terörü şeklindeki zulümle yarım milyon Türkün sınır dışı edilmesi aynı asimile etme siyasetinin kesintisiz uygulandığına kanıttır. Birçoklarımız, 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan ve 1990’da hapiscilerin salıverilmesinden ve sürgünlerin eve dönmesinden sonra durumun sakinleşeceğini, tüm hakları budanmış azınlıkları eritip asimile etme siyasetinin zamanını doldurduğunu sanmıştık ve aldanmışız. Aldandığımızı da yıllar sonra anlayabildik. Hak ve özgürlük mücadelemizden süzülen, fakat daha kurulduğu gün gizli polis ajanlarının ve davamıza ihanet eden hainlerin eline geçen Hak ve Özgürlükler Partisi, “Bulgar Etnik Modeli” paketinde halkımıza yeni bir zehirli hap sundu. Bu güç, insan hakları ve eşit haklı vatandaş davamızın ateşini söndürdü. Aydın Türk kadroları memlekette kovdu. Hareketin tabanını neredeyse artık çeyrek yüzyıl semeleştirip uyutabildi

1934 askeri darbesini gerçekleştirip Bulgaristan’da faşizm ufku arayanlar 1944’te komünistler tarafından ezilmişlerdi. 10 Kasım 1989’da komünizmin devrilmesinden hemen sonra 1992’de değişik yayınlar yapmaya başlayarak dernek, kulüp, hareket ve parti şeklinde yeşermeye başladılar. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde birçok suikast, tuzak ve yargısız infazda parmağı olan, Moskova’ya, sonrada da Komintern’e bağlı olduğu bilinen İç Makedon Devrim Örgütü – VMRO ilk önce dirildi. Demokrasi kalesi olan meclise yerleşmek için aşırı muhalif güçlerle ortaklık aradı. 2014’te Avrupa Konseyi bu örgüte “faşist” damgası vurdu. Faşizmin tüm biçim ve belirtilerinin en şiddetli ve kesin biçimde yasaklanmış olduğu Avrupa’da, bir AB üyesi olan Bulgaristan’da bu kararların havada kalması faşizmin tırmanmasına adeta yol açtı.  Bu olay düşündürücü ve endişe vericidir.

Günümüzde Bulgar faşizmi 3 partili bir bileşim oldu. Birinci kalesini VMRO oluştururken,  ikinci kanadı, 2005’te aşırı solu temsil eden “Ataka” partisi siyasi sahneye çıktı. 24 saat yayın yapan “Alfa” TV kanalı, “Ataka” gazetesi, gençlik örgütü, birçok başka yayını ve Sofya ve Brüksel meclislerinde temsilcileri olan bu aşırı görüşlü parti, 1989 güzünde kurulan Demokratik Güçler Birliği (CDC) içinden çıktı. Müslüman Türk seçmenin sağ kaymasını önlemek amacıyla evini ve yolunu kaybetmiş bir köpek gibi ansızın havlamaya başladı. Lideri Siderov ilk beyanlarında Türklere “İsimlerinizi yeniden değiştireceğiz!” dedi. Bir “üst akıl” işi olan ve totalitarizmin zulüm renkleriyle açan bu partinin ödevleri arasında 2005’lerde artık çöken “Bulgar Etnik Modeli” tuzağından kurtulmak isteyenlerin yolunu kesmek, onları ürkütüp etnik gettoya geri sıkıştırmak vardı. Kısa bir sürede “Ataka” partisinin Moskova emriyle, Halk ve Özgürlükler Partisi (DPS) lideri Ahmet Doğan’ın kurucu lider Volen Siderov’un eline saydığı 1 milyon 600 bin levayla tescil edildiği belgelerle açıklandı. Ana hedef Türklerin toplumda dönen dolapların farkına varmasını engellemek olarak da biçimlendi. Bu tip, aşırı sol partiler genelde terör örgütüdür. Bulgaristan’daki emsallerinde örtüşme olmadığı dikkati çekiyor. Örneklemek mümkündür. 1867’de Sofya’da kurulan ve 16 Nisan 1925’te bir matem töreni esnasında kubbesi havaya uçurulan, Bulgaristan tarihinin en kanlı terör eylemi olan ve Çar III. Boris ile birlikte ülkenin askeri politik gözde temsilcilerinin tümü birden yok edilmek isteyen bir bombalı saldırı aşırı sol güçler tarafından Moskova’nın emriyle yapılmıştı. 134 kişi ölürken 500 kişi de yaralanmıştır. Günümüzde Bakanlar Kuruluna alınan “Ataka” temsilcileri Türklere karşı havlayan köpek sürüsünde yer alıyor. Henüz imha saldırıları havası esmiyor. Aynı zamanda Rusya’nın ülkemizdeki ekonomik çıkarlarını koruma ve Balkanlara daha ağır basma emellerine yardımcı olma ödevi de “Ataka” partisinin sırtında gibi.

Bulgaristan’ın 2017 ufkunu karartan üçüncü faşist parti – “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisidir. Bu hareketin  kökleri nemi, faşist Bulgar bilim ve sanat çevrelerinde, Türklerin isimlerinin değiştirilmesi zulmüne katılmış ordulu, gardiyan, milis, sınır subayı ve jandarma çevrelerinde, savaşlardan sonra Bulgaristan’a gelen göçmen çevrelerinde ve onların barındığı düşmanlık kokan bataklıkta buldu. Rusya ve Batıya ters bakan bu siyasi çevre 1990’dan sonra “Bulgaristan ülküsü” etrafında dernekleşti. Ağırlıklı olarak Türklere ve Türkiye’ye karşı aşırı saldırgan yayınlarını Burgaz’dan yapan “Skat” TV’nin sahibi bugünkü Başbakan yardımcısı Simyonov’ tur. 2014’te sayıları 37’yi bulan bu aşırı örgütleri  “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephesi” çatısı altında toplayan “Skat” TV yayınlarıdır. Bu örgüt bugün sol ve sağ aşırı milliyetçileri “Ataka”, VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe”yi sözüm ona “Birleşik Yurtsever” örgütü bayrağı altında topladılar. 2017 seçimlerinde 27 milletvekili çıkarıp üçüncü siyasi güç oldular.

Artık Bulgaristan’ı 4 yıl yönetmeye heveslendiler. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız yeni gelişmelerin kaynağında bu 3 partili oluşum vardır.

İlginçtir.

1970 – 1990 döneminde komünist totalitarizmin baskı ve terörle, tutuklama, dayak, sürgün, zindan ve toplama kampı zulmüyle yapamadığını 30 yıl gecikmeyle tamamlamayı miras almış gibi hareket eden yeni güçler siyasi sahnededir. Sözde “her şeyden sorumluyum” havası yaratan GERB partisi ve başbakan ise, bir yandan baskın zorlama siyasetini değişik biçimlerde meşrulaştırırken, yasallaşan saldırılar sertleştiriyor. Bu yasaların sivri ucundaki hedefte, Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınan ve sayıları artık 1 milyon olan Bulgaristanlı Türklerin seçime katılıp oy kullanma, seçme ve seçilme hakkının kaldırılması ve git gide tümünün Bulgar ve Avrupa Birliği vatandaşlığından atılması da yer alıyor. Bulgar faşistler bizim AB vatandaşı olmamıza göz diktiler.

Kafalar bunaldı.

Topyekûn inkâra, büyük vaatlere ve kırıntılarla avutmaya dayanarak 10 yıldan beri tırmanan yeni faşist politika sürekli tekrarladığı yalanlarla vatandaşların kafasını iyice bunalttı. Örneğin, sahtekârların atası durumunda olan “Ataka” lideri Siderov, her gün yumurtlayan tavuk hüneriyle yazdığı ve parasız dağıttığı kitaplarında, Hitler Almanya’sında toplama kampı olmadığını, 6.5 milyon Yahudi ve 800 bin Çingene’nin bu kamplardaki gaz ocaklarında yakılıp imha edilmediğini iddia ediyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ele geçirilen 30 bin ton Hitler evrakında böyle bir kanıt bulunamadığını yazarak iyice küstahlaşıyor. Bu yalan makinesiyle memleketimizde son 10 yılda iyice kök salan illegal faşist örgütlenme gizleniyor. Bunalımdan çıkamayan eski kıta halkları için faşizm bir ufuk olarak gösterilirken, Türklere, azınlıklara, Müslümanlara ve sığınmacılara karşı saldırı cephesi alevleniyor. Çabalarının özünde benzer uluslar arası oluşumlarla bağlanıp meşru bütünleşerek 21. yüzyılın Bulgar faşizmine Avrupa çapında meşruluk kazandırmaya çalışılıyor. Son örneklerini VMRO başkanı, başbakan yardımcısı ve BG Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’u NATO zirvesinde görebiliyoruz.

Türklerin ve diğer azınlıkların Bulgaristan’ın özünden bir parça olduğunu kabul etmeyen ve zamanını doldurmuş bir kabuk gibi onları Bulgar bünyesinden kopmaya zorlayan bizdeki yeni faşist zihniyet 2007’de ülkenin Avrupa Birliği’ne alınmasıyla ötekileştirmeyi ve ayrımcılığı devlet siyaseti şeklinde uygulayarak sertleştirdiğini görebiliyoruz. Bizim bu güçlerle barışık olduğumuz nokta kalmadı.

Bu arada GERB parti söylevinin Türk düşmanlığına ton vermesi gerginliği arttırıyor. Halka yakın azınlık siyaseti için Başbakan Borisov’un  Şumnu’ya bağlı Karalar (Çerna) köyüne yılda bir uğrayıp Yusuf Pehlivan andına çelenk koyması yereli olamaz. 139 yıldan beri ilk kez Bulgar devletinin hiçbir katında hiçbir Türkün görev almadığı yeni ve düşündürücü bir ortamda yaşıyoruz. GERB partisinin Güney Hüsmen’i Razgrat Valisi ataması da sorunları kendiliğinden hal etmiş olmuyor. Bu olaylar yeni siyasetin görülen yüzüdür. Tehlikeli olan görülmeyen yüzüdür.

Bulgar devletinin kurduğu tüm yollarında, binalarında, baraj ve fabrikalarında alın terimiz var. Türkleri devletten söktük deyip kadeh kaldırıp kutlama yapılması hayra alamet değildir. Son on yılın sekizinde iktidar olan GERB – Bulgaristan’ın Avrupalı Vatandaşları Partisi olarak kutladığı başarılarda 22 Mart 2017 erken genel seçim sonuçlarında 170 bin Türk oyu olduğunu unutmamalıdır. Faşistlerle birlikte yönetmeyi seçen GERB partisi ılımlı düşmanlık siyasetini artık sert düşmanlık vitesine taktı.  Kaza yakındır. Ülkemizde 73 yıldan beri olmayan bir şey oldu. Üç faşist siyasi partiye birden bakan koltuğu verildi. Ne yazık ki, Avrupa Birliği yönetim organlarının yeni Bulgar hükümetini kabul etmemesi boşa beklendi. Biz, değişim sürecine giren 21. asrın incilerini saymaya başladık…

Devam edecek.

Reklamlar