Seyhan ÖZGÜR

 

İktidardan düşmek ağaçtan düşmekten kötüdür. 1944’ün 16 Martında Sofya’daki “Büyük Cami” minaresine Amerika savaş uçaklarından atılan bir kör bomba isabet etmişti ve şerefesiyle birlikte minareyi kesip yere sermişti. Şerefe düştü, o gün bu gün aradan 71 yıl geçti, yenisi dikilemedi. Kalan kısmı da yıkıldı. Cami “Milli Arkeoloji Müzesi”, avlusu kahvehane, duvarına eklenen yapı da Bulgar Askeri Karşı İstihbarat Kurmaylığı oldu. Yıllar böylece geçti. Arkeolojik Müzeye giren Türk görmedim. Askeri istihbarat kurmaylığına da girenler belli. Kala kala kahve kapısında kaldık.

 

16 Mart 1944’te Bulgaristan Çarlıktı. Avrupa birbirine girmiş İkinci Dünya Savaşı’nda ölen 50 milyon insanın akacak kanı akmaya devam ediyordu. Bulgar Çarı III. Boris Büyük Savaşta Hitler Cephesinde yer aldı. Bulgar halkını faşist çizme altında ezmek için 1934’te askeri darbe yapıldı. 1943’te Hitler bizim Çar’dan Rus Cephesine Ordu çıkarmasını istedi. Çar Bulgar Rusofil (Rusya sevenleri) ile Rusofob (Rusya sevmeyenlerini) şöyle bir kantarladı ve “Olmaz, Yapamam!” dedi.

 

1877 – 1878 Rusya Osmanlı Savaşı’ndan 65 yıl geçmiş, Berlin Konferansına, 1908’de Bulgar egemenliği ilan edilmesine, Balkan Savaşı’na, Müttefikler arası savaşa ve Birinci Dünya Savaşına ve 60 yıl Batıya bakan rejime rağmen Bulgar halkının Moskova’ya beslediği hayranlık ve cana yakınlık alevleri sönmemişti.

 

 

Dünya canisi Hitler, III. Boris’i görüştükleri yeraltı sığınağında zehirledi. 1943’te Çar öldü. Öyle ki, 71 yıl önce “Büyük Cami” minaresi yıkılırken, Bulgaristan’ın Çarı III. Borisin oğlu çocuk yaşındaki II. Simeyon idi. O uzun soluklu bir politikacı çıktı. 1948’de Bulgaristan’ın bir halkoylamasına giderek Çarlık idaresini ret edip Halk Cumhuriyeti ilan etmesiyle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Önce Türkiye’de, ardından Mısır’da kaldıktan sonra Madrid’e yerleşti.

 

Sofya’dan İstanbul’a trenle yolculuk etmişti. Tren Edirne’yi geçince İsmet İnönü Stalin’den bir mektup aldı. Stalin” Bizim oğlana göz kulak ol, iyi bak” diyordu.

 

  1. Simeyon dış ülkelerde yaşarken boş durmadı. Sofya yolunu köstebek gibi kazdı. Daha sonra yıllarını Sofya’ya dönmeye adadığı ortaya çıktı. Arkada kalan yıllarda Bulgar totaliter makamlarının onun hakkında demedik söz bırakmadıklarından, Çarı geri çağırmaya yüzleri yoktu.

 

Bir fıkramız bu konuda şöyle der:

Birinci evladı kız olan iç güveysinden halsiz damadın ikinci çocuğu da kız doğunca burnu iyice düşmüş. Yolda kayın pederiyle karşılaşmışlar.

  • Anlatsana ne oldu deyen Kayın Peder? Hayırlı haber bekliyor tabii.
  • Kız! Kız doğdu! Demiş sönük bir sesle damat ve
  • Ben bu işi beklediğimiz gibi yapamadım, anlamında gözlerini yana kaçırmış.

Durumu anlayan kayın peder,

  • Onun kuru kakasına muhtaç olan bilsen kimler var! Deyip durumu elinden

Geldiğince sakinleştirmiş ve şöyle noktalamış.

  • Analı babalı büyüsün evladım, hepimizi sevindirsin. Hayırlı evlat olsun!

Çarımızla ilgili Bulgaristan’daki durumda bu kadar kötümserdi. Fakat bunalım batağının çok derinlerine kayan Bulgaristan halkı durumu düzeltebilmek için yılana sarılmaya hazırdı. İşte böyle bir ortamda iyi niyet elçisi göndermek gerekti. Ayağı Moskova’ya bağlı olan bilinen Ahmet Doğan üzerinde duruldu ve Madrid’e ilk uçan o oldu. Ardından Bulgaristanlı bir saygın Ermeni gazeteci olan Kivork Kivorkiyan uçtu. Daha sonra da Bulgar Yahudileri “aman dön gel, halk seni bekliyor” uzun havasını başlattılar. Nihayet 2001’de Çar II Simeyon vatandaşlığı olmayan bir Bulgar vatandaşı olarak Sofya uçak alanına indi.

2001’de Bulgaristan’da durumun vaziyeti çok kötüydü. Kimse rahatsız olmadı. Halk biraz da coştu. “Hoş Gelmişti!”

 

Gelen bir umuttu. Önemli olan gelmiş ve bir ışık getirmiş olmasıydı. Enflasyon levayı yemiş bitirmiş, Başbakan Filip Dimitrov, Lüben Berov, Jan Videnov ve İvan Kostov hükümetleri sanayi işletmelerini hurdaya çıkarıp satmış, 16 banka kepenk çekmiş, köylüler tarlaya gitmez olmuş, ahırlar boşalmış, millet işsiz ve elleri açmış Mesih bekler gibi bekliyordu. Ve dönüş vaktini kim planladıysa, gelişiyle sanki bir kurtarıcı Mesih inmişti. Daha uçak alanında 842 günde “her şeyi yerli yerine koyacağını, en iyi yılları geri getireceğini” hemen duyurdu.

Bir şey olmasa bile herkes beklediğini işitmişti.

 

  1. Simiyon hemen meydan mitingleri topladı. “Barış politik bir süreçtir. Açık politik tavır ve politik ilişki gerektirir!” diyordu. Herkes barışmaktan yanaydı, eline verilen demet demet çiçekleri halka geri veriyordu. Komünist rejim yıkılmış ama komünistler öfkeyle tepinse de ses çıkarmadan pusuya yatmış “görelim bakalım!” Diyorlardı.

 

Türkler Ayaklanmış, göç etmiş, politik örgüt biçimi almış ve bir durgunluk içine girmişlerdi. Öteki etnik azınlıklar daha yaşanası günler için oy vermeye hazırdı. Mitinglere toplananlar İkinci Dünya Savaşını, ölümü görmemiş, açlık çekmemiş, kapitalizmin amansız gerçekliğiyle ilk karşılaşmada durup irkilmiş, halk ve devlet adına çok çalışmış ama sömürüldüğünün farkına varamamış bir kitle tarih derslerinde işittiklerini dürüp rafa kaldırmış ve el açmasa da, umutla bekliyordu. O mitinglerde emek insanları kitlesinin sınıfsal bilinci sönmüş gibiydi.

Aslına bakılırsa hiçbir çarpışmaya girmeden, savaşmadan yenilmiş olan bu kitle paniklemiş ve ekmek ve geçim derdini yenmek için, sosyalizmle kapitalizmi geri sıçrayıp otokrat Çarlık düzenine dönmeye hazırdı.

 

Bozuk Bulgarcasıyla konuşmaktan çekinmeyen II Simiyon hazretleri şöyle diyordu. “Siz, yani geniş yığınların gücü ve eylemi olmadan demokratikleşme olamaz! Adalet kurulamaz!, Özgürlükler elde edilemez!  Avrupa medeniyetine uzanılamaz!

 

Bu sözleri söyleyen bir şahsiyetin oy istemesine gerek toktu. BSP, SDS, GBP, DPS ve tüm diğer politik partiler oyun kartlarını oynamış, şimdi sıra II. Simiyon’da idi.

 

Bunun için ona oy verip köklü değişiklikler başlatma zamanıydı. Kitle kendi kendini buna inandırıyordu. Ona hayran olanlar Çarın babası zamanında yaşamamıştı. Onu dinleyenlerin üzerine Amerikan uçaklarından bomba düşmemişti. Sanki bu bombardımanlar sırasında ölen 4 bin kişinin ve yaralanan 5 bin kişinin yakınlarından kimse meydanlarda yoktu. Yine o bombardımanlar sırasında evleri yıkılanlar da orada değildi. 1945’ten sonra “Belene” Ölüm kampından ve daha 45 “emek eğitimi” kampı çilesini yaşayanların yakınları, faşist-monarşi düzeninden Sovyet rejimi örneği sosyalizme geçişi kabul etmedikleri için öldürülen 20 bin kişinin akrabaları o meydanlarda olsalar bile susmaya alışkın olduklarından hem susuyor hem de alkışlıyorlardı. Onlar yapılacak olanın başkası tarafından yapılmasını daha hayırlı bulduklarından, II. Simyon’un işleri “düzelteceği” ve hatta öç alacağı gibi bir beklentiye yenilmişlerdi.

 

Simiyon geldi, gitti. Hiçbir Çar’ın yapmadığını yaptı, yani başbakan oldu. Bulgar siyasetinde bağdaşmaz zıtlara uzlaşma örneği verdi. Hükümet ortaklığına çektiği sosyalist Parti (BSP)  16 Nisan 1925’te Sofya’da Ts. Nedelya Kilisesi’nde bombalı suikastla babasını öldürmek isteyen komünistlerin varisiydi. Herkes istediğini yapabilir, benim işim dedemden ve babamdan kalan taşınmazlarımı ve tüm mirasımızı yasallaştırıp mülküme almaktır, demeden bu işe dört elle sarıldı. Bu memlekette her şey benimdir havalarına girdi Rila ve Pirin Dağlarından toplam tutarı 5 milyon US Dolan olan tomruk kesti ve Yunanistan’a çıkardı. Bu kadar çok konak ve saraya, orman ve koruya, yazlık ve kışlık dağ evlerine sahip çıkması Bulgar kamuoyuna biraz fazla geldi ve mahkemeye düştü. Bu arada 4 yıl geçti. Her şeyi düzeltirim demişti, ancak kendi miras işlerini bir yere kadar yola koyabildi ve Sofya’dan uzaklaştı. II. Simiyon Politik Hareketini kurmuştu, halk hayal kırıklığına uğrayınca, parti dağıldı. O her iki defasında da lanetlenmeden gitti. Başbakan olduğu 4 yılda karikatürize edildi. Hepsini topladı, sergi açtı, bir kitap yazdı ve hayatını anlattı ve sanki hepimize ne yaparsanız yapın küçük parmağımdan kestiğim tırnak bile olamazsınız dedi.

 

Simyon Saks Kobur Gotski’nin dedesi Ferdinant, 1878 Berlin Konferansı’ndan sonra adam kıtlığında Bulgaristan Prensliğine Prens olarak belirlenmişti. O, 7 Temmuz 1887’de Bulgar Prensi, 22 Eylül 1908’den 3 Ekim 1918’e kadar Bulgar Çarı oldu.  Oğlu III. Boris 1943’e kadar Taht’ta kaldı. Torunu II. Simiyon Saks-Kobur-Gorski de 1948’e kadar Çar’dı.

 

2001’de dönen II. Simiyon Cumhuriyet rejiminde ve anayasal bir düzende Çar olamazdı, Cumhurbaşkanlığı adaylığı işinse 5 yıl sürekli ülkede yaşamış olması gerekiyordu ki, o da olmadığından, Başbakan oldu. Yaşı bir hayli ilerlemiş olan II. Simiyonun politik sahneden çekilmesi gerekirken, Sofya parlamentosunda onun geri getirilmesi ve görevlendirilmesi için yeni etkinlik başladı. Başbakan tarafından özel görevlendirilmiş elçi olarak bazı nazik görüşmelerde ve forumlarda ülkemizi temsil etmesi, Bakanlar Kurulu toplantılarına katılması, Avrupa Birliğinde “Shengen Bölgesine” girmemiz görüşmelerine katılacak heyete başkanlık etmesi gibi konuları üslenmesi ve bu güncel sorunu Genel Kurula taşımak için gerekli 100 imza toplanmaya başladı.

 

Konuyu daha açık sunmak için şu örnek uygundur. 9 Mayısta Moskova’da 2. Dünya Savaşı Zaferinin 70. yıldönümü anılacak, askeri nümayişi yapılacak vs. NATO üyesiyiz, bu askeri paktın karargâhını, üslerini konuşlandırıyoruz, füzeler, tankların namluları Rusya’ya bakıyor. Avrupa Birliği’nin Moskova’ya yaptırımlarını destekliyoruz. Yani törene gidecek yüzümüz yok. Yok,  yine de birilerini göndermek gerek. Fransa ve Almanya başbakan ve devlet liderlerinin de gitmeyeceği açıklandı da, ne de olsa bir yandan 3 Mart milli törenlerinde “kurtarıcımız” diyoruz. İşte böyle bir ortamda II. Simyon’un Çar ya da devlet başkanı veya başbakan olarak değil de, Moskova’nın uzun eli olduğuna itiraz etmeyen biri olarak, bu işlerle ilgili görevlendirmemiz siyasi uzun koşunun aktüel ve acil ödevi olarak ortaya çıktı. Ne yapalım, istesek de istemesek de, bazen “kakasına” muhtaç kalıyoruz. Acaba şimdiki durumumuz gerçekten 1978’e biraz benziyor mu? O kadar da mı çaresiz kaldık?. Vay be!

Reklamlar