Sakir ARSLANTAŞ

Başkalarının tarihinde biz kendimizi görebilir miyiz?

15 Temmuz’u süresiz düşünüyorum. “Biz yandık” dememize 5 dakika kalmıştı. İyi ki, uykumuz bölündü ve birlikte uyanarak direndik. “Yeni Kapı” ruhu beni de sardı. Tüm bunlara karşın kafamda saçma gibi dolaşan bir yel var ve bana şöyle diyor:

 

Bil ki önemli değil kaç kez düştüğün.

Önemli olan, kaç yenilgiden sonra

Yeniden doğrulabildiğin.

 

Biz dıştan bakıldığında işlerimiz tıkır tıkır giderken, 35 milyon turist ve 3–4 milyon sığınmacı, savaş kaçağı, kimsesiz yoksul ağırlarken ne oldu ve kime ne yaptık da, Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, Cumhuriyetimize, demokrasimize, biz anavatan sevdalı göçmenlere hançer çıkarıldı. En iyi ve mutlu günlerimizde kurban edilmek istendik.

O gün bu gün gazeteleri takıp ediyor, akşam saatlerini de NTV, Haber Türk ve CNN Türk gibi TV programlarının tartışmalı stüdyo sohbetlerinde hukukçuları, eski ve yeni bakanları, gazeteci ve yazarları dinleyerek geçiriyorum vaktimi ama duyduklarımdan bir türlü tatmin olamıyorum. İlgimi doyurup söndürebilmem için olayın röntgen resmini arıyorum da bulamıyorum.

 

Bulgaristan’a son gidişimde “Soğuk Savaş” ın sona ermesi, “Demir Perde” yenilgisi ya da “Berlin Duvarı”nın yıkılması, sosyalist sistemin çökmesi örnekleriyle anlatılan son dönem olaylarına biraz daha derin bakan kitaplar aldım ve okudum. Artık rafımda üst üsteler. Gözüme iliştiklerinde aklıma ilk gelen çürük bir diş çekilirken kopan ve kanlı yara içinde kalan bir kök parçası oluyor. Ameliyat unutulsa da o zamanla uzaktan komandolu bir sızı cihazı gibi işlemeye başladığında tedbir alınmazsa çeneyi götürebilir. Ameliyatların irisi ufağı olmadığından biz “bakarız”, “hallederiz”  havasında erteleyici huyumuza yenik düşeriz.

 

Fikirlerimle baş başa kaldığım bu ortamda kitaplarımın dünyasında dolaşırken geçen hafta bir Türk kahvesi molası verdim. Oturdum. Kitaplarımı yeniden açtım. Sizin için şu satırları tercüme ettim:

 

“Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü’nün ilk başkanı Allen Foster Dulles, 1947 yılında “Soğuk Savaş” başlarken, Yahudiliğin esasını oluşturan Tevrat’ın beş kitabı olan ve adına bazen “Yasaların Kitabı” denen “Yaşam”, “Çıkış”,  “Levit”, “Rakamlar” ve “İkinci Yasallık” eserlerinde hayat felsefesinin temel yönlerini kullanmak üzere çok ayrıntılı bir şekilde çalışırken şunları söylemiştir:

 

“Biz sosyalist dünyada insanları aldatmak ve aptallaştırmak için Amerika Birleşik Devletleri’nde(ABD) ne kadar altın varsa, ABD’nin bütün gücünü heba edeceğiz. Hiçbir kimse fark etmeden insan değerlerini sahteleriyle değiştireceğiz. NASIL MI? Bu ülkelerde ve Rusya’da bizim gibi düşünenler bulacağız. Boyutları akla fikre sığmayan kadar büyük çürütücü (bozucu) etkinlikte bulunacağız, edebiyatın sosyal özünü söküp alacağız, insanlarda fuhşu, güç kullanmayı, işkence yapmayı, ihanetçiliği yani ahlaksızlığı aşılayan yazarları özendireceğiz. Doğallık ve dürüstlükle zamanını yaşamış vasıflar olarak alay eden eserler gerek. İnsanda var olan saygısızlık, eşeklik, kabalık ve yalancılık, sarhoşluk ve uyuşturucu kullanma, hayvanca tutkuları hareketlendirmek gerek. Biz böylece nesilde nesle toplumu çürüteceğiz, toplum içten kangren olacak ve gençler yaşadıkları düzenden nefret edecekler. Sıradan bir tüketicinin psişiğiyle yaşamayı seçen insanoğlu yaratacağız. Ve biz tüm bunların hepsini “İNSAN HAKLARINI VE ONUN SİVİL ÖZGÜRLÜKLERİNİ SAVUNMA” şiarı altında yapacağız.”

 

Derin düşünüldüğünde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bizde yapılan da bu değil mi?

Tamam, bu ABD planı sosyalist ülkelerde ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) uygulandı ve o toplumlar çöktü dağıldı. Çöktü de ABD gelip Bulgaristan ya da Romanya’da son model bir toplum, örneğin bir Katar mı kurdu. Hayır, çöken çürümeye devam ediyor. Gerçekten dün avlusunda ve bahçesinde yetiştirdiği domates ve salatalığı beğenen ve üretimiyle övünüp geçinen insanlar pazarda aynı büyüklükte ama gön gibi domates ve salatalıklara bayılıyorlar. Çapa saplarını kesip yaktılar. Tohumla, ekmekle, biçmekle uğraşmak istemiyorlar. Eskiden bahçesinde sarıdikene tahammül edemeyenler şimdi eşek dikeni dolmuş tarlalarını gururla seyrediyorlar. Kocaman SSCB içinden çürüdü ve dağıldı. Kötü olan her şeye alışsak, tüm değer yargılarımız değişse, hepimiz onlar gibi düşünsek ne olacak? Dünya durur. Hayat stop eder. Sosyal çelişkilerin, her türden zıddiyetlerin acımasız kavgası olmadan yeni gelen eski olanı yenemezse her şey mahvolur.

 

Gelişmenin, ilerlemenin doğası bu! Bir de tersi var kuşkusuz.  Allen Dulles’ın 1947’de çizdiği gizli planlar, kazdığı kurular ve kurduğu tuzaklar. Türkiye açısından baktığımızda, anavatanımız bu iğrenç kurguların dışında tutulmuştur demeye dilim varmıyor 15 Temmuz 2016 gecesinden sonra Allen Dullas’ın dünyayı limon gibi sıkmaya hazırlanırken okuduğu kitaplara bir de ben baktım. Planlar,  Tevrat gölgesinde kurulmuşsa, Yahudi işidir tabii. Dulles da Yahudi. Hem de o CİA ahtapot ağını kurarken, kardeşi John Foster Dulles ABD Dış İşleri Bakanı’dır. Yani iki kardeş dünyayı hem istihbarat hem de diplomasi ağına sımsıkı örmüşlerdi.

 

İlk sayfalarda dikkatimi celbeden şu oldu. Yahudiler vatan bekleyen bir millettir. Öyle olsa da, aynı zamanda her memleketi yönetmeye talep olan onlardır. Sultan Süleyman zamanında Türk kimliği ve iyiliğiyle tanışırlar. Türkiye’de devlet ve hükümet katlarında oynadıkları rol Soner Yalçın’ın “Beyaz Türkler” kitabına konu olmuştur. Hayata ayak uydurma ve yaşam mücadelesinde 7 defa din değiştirme hakkı olan, babası sorulmaksızın her Yahudi Bayan’dan doğan çocuğun Yahudi kabul edildiği bir hayat anlayışıyla bütün dünyada yaşayan bu milletin zekâsını çözmek oldukça zordur. Bu açıdan bakıldığında bu zihniyetin yeryüzünde en büyük imparatorluğu kuran Türk zekâsını rahata bıraktığını düşünmek yüzde yüz yanlış olur. Bu nedenle 15 Temmuz darbe olaylarına bir de başka bir açıdan bakalım diyorum.

 

Kendi tarihimizden açmamız gereken ilk sayfa ise yüzde yüz 27 Eylül 1961 olmalıdır. O tarihte Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Başbakanı Adnan Menderes asılarak idam edildi. O zaman bizde babamlar, dedemler radyo başında gece boyu Yası Ada Duruşması’nı dinliyorlardı. Yaşım küçük olsa da, kulağı radyoya dayalı babamın birden bire patlayıp “Bu işin tadı tuzu kaçtı. Ayhan Hanımın donunu soruyorlar!” deyip yerinden fırladığını, hatırlıyorum. Düşünüyorum da o zaman da, Türkiye ağacını yıkmayı deneyen hain kurt içimize yargı sisteminden girmişti. Darbe işini de ruhunu satmış NATO subaylarına yaptırmışlardı. İşin gerekçesiyse bambaşkaydı ve yine John ve Allen Dalles kardeşlere, Washington’a dayanıyordu.

 

Savaş sonrası yılların mali sıkıntılarını biraz silken Adnan Menderes Türkiye’nin atılımlı kalkınma gerçekleştirmesini sanayileşmede ve özellikle de araç gereç makine yapımı gibi ağır sanayi kurulmasında görüyordu. Yıllar geçmiş Atatürk Lenin dostluğu eserleri olan Nazili ve Kayseri iplik dokuma fabrikalarından sonra tarlalarımızda yetişen hammaddelerimizi işlemek için bile ciddi tesisler kurulamamış, dışa bağlılığımız sürekli artmış ve boğucu olmuştu. ABD’ye gidip “bize 3–4 ağır sanayi tesisi kurmamızda arka dayak olup teknoloji yardımı sağlayabilir misiniz?”, deyen Menderes’in ricası kabul edilmediği gibi aldığı cevap şu olmuştu:  “Biz Türkiye’yi bir tarım ülkesi olarak gördük, sanayileşmenizi hiç düşünmedik!”

 

Burnu bükük Ankara’ya dönen Başbakan Menderes’in sanayileşme sevdası yandıkça alevlenmiştir. Bir de Moskova kapısını çalmaya karar verir ve istekleri Nikita Kruşçev tarafından kabul görünce yola hazırlık görürken 27 Mayıs 1960 askeri darbesi olur.

 

Kıyaslamalı düşündüğümüzde, Amerikan çizgisinden çıkıp, Rusya ve Avrupa-Asya çizgisine geçmek ve doğal olarak İslam Dünyası lideri olmak isteyen Türkiye Cumhuriyetine 1970’de ve 1980’de ikinci ve üçüncü ayar çekilir. Bunların hep başarılı yapıla bilmesi Yası Ada’da kalem kıran, cami ve cemaatlerde, ordu, polis ve jandarmada yumurtlayan hain yargıç ve imamların ihaneti sayesinde oldu.

 

Türkiye Rus, Japon teknolojileriyle Atom Elektrik Santralı kuruyorum, Dünyanın en Büyük Uçak Alanı Türkiye’de olacak, Panama Kanalı gibi Trakya Kanalı açıyoruz, Boğazı 3 defa üstten geçtik, 5 defa da denizaltından deliyoruz, İpek Yolunca Turan demiryolu hattına el açınca vb vb ABD ve ortaklarının hayalleri suya düştü. Türkiye Cumhuriyetini taşeron olarak görenler işveren durumunda, Bölgesel çözüm belirleyen güç, Müslüman halkların ana dayanağı, Avrupa Birliği üyesi, BMT Merkezi, Dünya’nın en fazla umut veren borsası olarak görmek istemediler. Akıllarına ilk ve son gelen DARBE oldu. Neymiş efendim FETÖ çözülmüyormuş Çözülmezse gömülür ve olay biter. Fazla düşünmeye gerek yok…

 

Ne var ki, tüm bu gelişmeler Allen Dulles’in  “Nesilde nesle toplumu çürütme, toplumu içten kangrenleştirme, gençleri yaşadıkları düzenden nefret ettirme” planında gizlidir. Sovyetler Birliği’nde uzun yıllar uygulandıktan sonra 1989’da başarı çanları çalındı. Orada da Moskova Hükümet Binası “Beyaz Saray” tank ateşine tutuldu, Bulgaristan’da parti binası ateşe verildi, Çauşesku Sarayında öldürüldü. Türkiye’de TBMM binası bombalandı. 260 şehit verdik. 2700 yaralı. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve ailesi öldürülmek istendi. Aradaki fark ne? Adam Rus, Bulgar, Vietnamlı, Afgan, Türk ayırımı yapmıyor. Kafasındaki yeni kıstasın ne olduğunu bilen yok. Aklına eseni öldürtüyor.

 

O hainler için biz çürütülmesi gereken toplumlarız. İçten içe kangrenleşmek zorunda olanlarız. Ne mutlu bize! Ne güzel Türk’üm deyebilene! “1960’dan beri 4 defa çökertilmek ve yok edilmek istendik, ama ayakta kaldık. Dimdiğiz! 6 ayda 15 darbe denemesi yapan FETÖ’cuların paça kurtarma çabalarına gülüyorum içimden. Her şey ortada! Türkiye 15 Temmuz gecesi bir daha ayağa kalkamamak üzere yere serilmek ve yok edilmek istendi. Yapamadılar. Yapabilselerdi bizden sağ kalan olacak mıydı? Hayır! Öyleyse alın yazılarına razı olacaklar…

 

Yargılama sürecine gelince. Ben de mühendisim, bilirim. Hiçbir teknoloji devi yeni bulgusunu hemen pazara sürmez. Pazarda olmayan ve bilinmeyen, dış ülkelerde, başka bir devleti yıkmak ve insanı yok etmek amacıyla üretilen şifreli sistemlerin ve bilinmeyen sırların kanunda maddesi yoktur. Hukuk hayatın gerisindedir. TCK’da da Byloock ya da WatsAAp’ın bilmem hangi türünün şu maddenin şu fıkrasına göre cezası vardır yoktur tartışmaları anlamsızdır. Yargılananlar Türkiye devletini yıkmak ve Türk halkını yok etme denemesinden yargılanacak, suçüstü yakalanmışlardır, eli kanlı tutuklanmışlardır. Kadere boyun eğeceklerdir. İnsan hakları katilleri savunma aracı değildir. Sivil haklar katilleri ve darbecileri savunmaz. Böyle bir hukuk yoktur.

 

En büyük insan hakkı DEVLETE, VATANA VE ADALETE sahip olabilmektir. İnsan hakları adına demokratik bir cumhuriyet yıkılamaz, yıkmak isteyenler cezasını çeker.

Sivil toplum DEVLET, VATAN VE ADALET dışı bir olgu değildir.

TBMM’ni bombalayanlar Türkiye sivil toplumunu ve uygarlığını, geçmişini ve geleceğini bombalamıştır.

 

Üzerinde düşünülecek bir şey varsa, onu düğmeye basmazdan önce düşüneceklerdi. Çok geçtir. Hainliğin affı olmaz. Darbecilerin cezası idamdır!

 

Başkalarının yakın tarihinde aynı olayları görüyoruz. Ders almalıyız.

Biz hepimiz aynı planın kurbanıyız.

En fazla kızdıkları devler Türkiye olduğuna inanıyorum.

Türkiye durdurdu “Arap Baharını”. Afrika ve Asya’nın yanmasını!

Göz bebekleri olan FETÖ ile Türkiye hesaplaşıyor ve hesaplaşacak.

Öteki kınalı kuzuları PKK da kazıyor kuyusunu. Son günü yakındır.

Burada göze çarpan en büyük gerçek, imamlar hocalar, cemaatçiler, NATO generallerinden bazıları hain olabilir, ruhu satılmış hain gibi ölmeyi kabul edebilirler.

Türk olan Türk asla başka birine kul olamaz!

Böyle bir kural yoktur. Bunu son düşman da iyi bilmelidir.

Evet: Türk olan Türk başka birine kul-köle olamaz.

Arkama baktığımda gördüğüm ilk ve son gerçek budur.

 

Bil ki önemli değil kaç kez düştüğün.

Önemli olan, kaç yenilgiden sonra

Yeniden doğrulabildiğin.

Biz doğrulmayı ve

Dik durmayı bilen onurlu bir milletiz.

Arkadaşlarına paylaşmayı unutma!

Reklamlar