Şakir ARSLANTAŞ

Köyümüzde art arda dizilmiş iri kara taşlardan oluşan uzunca olukta yanan ateş alevlerinin yaladığı içi taze kalaylı pırıl pırıl kurban kazanları gözümün önünde… Kazan kaynadıkça şakıyan kalayda tortu birikirdi. Etleri karıştırmak için kapağı kaldıran aşçı başı elindeki uzun saplı ahşap kepçeyle uzanır ve pıhtılaşmış kanın pıhtılanmışı olan tortuları ince bir ustalıkla alır ve bir tasta toplardı. Olup biteni gün boyu dört gözle izleyen köpekler sonunda çökelti ziyafeti ederdi.

Tortusuz yaşamanın çok değişik boyutları var. Bu bakıma bizde düne göre bugün daha bir umut var. Çünkü 5 Ekim 2014 seçimlerinde Bulgar toplumunda hareketlenip toplum aynasında beliren politik tortuyu görebildik. Bu yazımda politik tortu derken “Sansürsüz Bulgaristan”, “Yurtsever Cephe”, “Ataka” gibi politik partileri düşünüyorum. Üstelik toplumun derinliklerinden yeni fırlayan bu çökelti güçlerin iktidar heveslisi olduğunu da gözlüyorum.

Bu ruhsal dünyalarında aşırı milletçilik ve ırkçılık olan bu partilerin tescili yakında yapıldı. Onlar politik sahnede bir anti-Türk ve anti-İslam oluşum, biraz sözde HÖH-DPS ‘ye ve başat olarak Türkiye’deki soydaşlarımıza karşı dikildi. Özlerinde inanç, istekleniş ve hedef olarak yeni olumlu hiçbir şey yok! Hepsi bundan 25 yıl önce 10 Kasım 1989’da kendini dağıtan Komünist Partisinin (BKP) acı-zehirli kalıtından dibe çökendir. Ve dibin dibinde pıhtılaşan çökeltilerdir. Aslında bazı kasıtlı yanlışlar yapılmasa yeniden hareketlenmeleri pek beklenmiyordu. Çeyrek asırda totalitarizmden demokrasiye açılma sancılarını aşıp toplumu yönetecek ne bir lider ne de şerefli bir siyasi parti oluşturabilen Bulgar toplumu 70 politik birimden oluşan 8 partiyle Genel Kurulu renklendirdi. Olaylar öyle gelişti ki, politik tortu üste çıktı ve meclise girme hakkı kazandı. Gelişmelerin son derece esaslı nedenleri var. Bunların başında ise küresel sermayenin toplumumuzda olumlu olan her şeyi bitirme azmidir. Bu alabildiğine tüketme bir yandan halkın % 80’ini sefil durumda kıvrandırırken, bir de doyumsuz mafya-oligarşi tabakası yarattı ki, bunun adına kötü tümör desek daha iyi olur. Toplumun tortusu olan bu olumsuz uğurun ortaya çıkmasıyla aşırı milliyetçi ve ırkçı çığlık toplumu boğmaya başladı.

Kamuoyunda “soya dönüş” politikasının elebaşları olarak bilinen ve 1989’dan sonra demokratik Bulgaristan’da yaşama hakları bulamadıklarından çöküp derinlerde pıhtılaşan ve bir daha yeryüzüne çıkma imkânı bulamayacağı sanılan bu olumsuz güçler 5 Ekim akşamı sandıktan galipler misali çıktı ve birçok kişiyi tamamen şaşırttı. Ne var ki, bu fırlamanın nesnel nedenleri ortadaydı.

İlk başta olan şudur:  Türk ve Müslüman seçmenden oy almak için onların ürkütülmesi, korkutulması, paniklemesi gereğine inanan HÖH-DPS partisi, ilk önce bu amaçla “Ataka” partisini kendi parasıyla kurdururken, bu seçimlerden önce “Sansürsüz Bulgaristan” Başkanı N. Barekov’u mali açıdan ihya etti ve kışkırttı.  “Ulusal Cephe” oluşumunun 20 yıldan beri “Skat” televizyonu üzerinden gece gündüz devam eden azılı Türk – İslam düşmana bir kez yanıt vermedi. İt ürür kervan yürür siyaseti bu noktada sekti. Üstelik Türk ve Müslüman partisi 2014’te Baş Müftülük taşınmazların geri alınması için verilen yasal mücadeleye saldırılarına seyirci kaldı. Böylece AB üyesi bir ülke demokratikleşirken demokrasi ve ilerleme cephesi kuvvetleneceğine, milliyetçi ırkçı dalga kabardı ve pıhtılaşmış totaliter çökeltiyi politik sahneye birkaç politik parti olarak servis etti.  Olayın özü budur.

Bunlar Hak ve Özgürlükler Hareketi açısından irdelendiğinde totaliter ruhlu milliyetçi dalganın kabarmasına yeşil ışık tutan şu gelişmeler oldu:

05.10.214 tarihinde yapılan Bulgaristan Genel seçimlerinde Türkiye’de ikamet eden soydaşlardan 150.000 kişi oy kullanması beklenirken sadece 60.000 ni oya gitti. İlgisizliğin büyümesinde soydaşlar arasında Türk partisinin başında bulunan L.MESTAN’ın “Osmanlı Bulgarlara Soykırım Yaptı” konulu bir el kitabı dağıtılması başrol oynadı.  Seçmeni etkileyen eserin ardından gelen seçimi boykot uygulaması HÖH-DPS yöneticilerini bilinçli cezalandırma anlamındaydı.

Derinleşen ilgisizliğin nedenlerini yakın geçmişe dönerek araştırma ayrıca gereklidir. Süreç üniversitelerimizin sosyoloji bölümlerinde tez konusu olarak da işlenmelidir. Çünkü  halk topluluğumuzun hal ve hareketlerine bakıştan alınan sonuçlarda aklın, mantığın ve aidiyet  anlayışına tamamen ters bir davranış biçimi oluştuğu gözleniyor. Bu arada yaklaşık bir milyon insanı yerini, yurdunu terk etme zorunda bırakan katil Jivkov rejiminin uzantısı olan şimdiki siyasi yapılanmaya uyulması ve kendilerine oy vererek öz çıkarlarımıza ters davranmaya zorlanmamız akla ve mantığa sığmaz bir açılımdır. İsimlerimizi değiştiren, mezar taşlarımızı kıran, dinimizi ve dilimizi yasaklayan, gelenek ve göreneklerimizi unutturmaya çalışan bir zülümcü zihniyete her seçimde oy vermenin hiçbir gerekçesi olamaz ve bundan sonra da olmamalıdır. Adı HÖH olan bu sözde Türk partisinin başında bulunan ve Başkanı sıfatını kullanan şahsın  “Osmanlıyı bir soykırımcı” olarak nitelendirmesi ve bu yalanı doğru olarak kabul edip Bulgar parlamentosunda onaylaması dahi seçimlere katılıp kendilerine oy vermemizi anlamsız ve anlaşılmaz hale getirmiştir.

Seçim sonuçlarıyla çizilen tablosu şudur:  HÖH partisi bu seçimde 460 bin kişinin oyunu aldı ve 38 milletvekili çıkardı. Bu oyların 60 bini Türkiye’den, 30 bini Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçilerimizden, 200 bini Çingene nüfustan, 15 bini sefil Bulgar seçmenden ve 180 bini de Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Pomaklardan geldi. Aynı tabloda 1990’da Büyük Millet Meclisi seçimlerinde oyların % 90 oranı Türk ve Pomaklardandı.  HÖH bu seçimlerde öz kitlesinden ancak % 40 oy alabildi. Bu da partinin temel ilkelerinden azınlık hak ve özgürlüklerini savunma misyonundan kaydığına kesin kanıttır.

Son durum  Bulgaristan’da ırkçı ve aşırı milliyetçilerin alanı boş bulup baş kaldırmalarına olanak yarattı. Bugün Bulgaristan’da milliyetçilik sokaklarda kol gezerken iletişim ortamını istila etti.

Daha da vahim olan, HÖH partisi totaliter rejimde işlenen suçlara zaman aşımı getiren yasaya da oy verdi. Daha da korkunç olan ise son seçimlerden hemen önce Bulgaristan parlamentosunda onaylanan ve “Bulgarlaştırma” süreci suçlarına zaman aşımı getiren yasaya, “Belene” ölüm kampında, hapiste ve sürgünde kalmış Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının tepkisiz kalmasıdır.  Akla mantığa sığmayan bir duruştur bu!

1989 Mayısında hak ve özgürlükleri için ayaklanan bu etnik halk topluluğu, bugün yeniden sindirilmiş ve kabuğuna kapanmak zorunda bırakılmıştır. Bu olup bitenlere kayıtsız kalan HÖH partisinin hiç bir şey olmamış gibi tavır sergilemesi, bu mağdur insanlardan kendi katilleri lehinde destek istenmesi, ruhumuza ters bir dünya görüşü savunan bir politik partiye oy verilmesinde ısrar edilmesi nasıl izah edilebilir?

Allah aşkına çıksın birisi bunu bizlere anlatsın. Yeni ortamda Bulgaristan Türkleri arasından olup Bulgaristan da yaşadığı dönemlerde totaliter sisteme hizmet etmiş olan ve Türkiye’ye göç ettikten sonra aynı zihniyete hizmet edenlerin tutumu da hiç şaşırtıcı gelmiyor.

Üstelik Türkiye’ye göç ettikten sonra hiç bir kimse sorgulanmadı. Türkiye’de Türklüğe ihanetten dolayı ceza alan hiç olmadı. Komünist ve Totaliter sisteme hizmet veren zihniyet yeni koşullarda hiç bir bozuntuya uğramadı.  Özünde hainlik olan işbirliğinin temelleri bu esas üzerinde yükseliyor.

Duruma hâkim olduklarını savunanlar, Türkiye üzerinden yayın yapan, antenleri Balkanlara çevirmiş iletişim araçlarını kendi hedeflerine rahatlıkla araç edebeliyorlar. Onlar, inancımıza ters düşen bu etkinliklere engel olmaya çalışan yerli STK ları ise bölücü olarak nitelendirerek soydaşlar arasında tamamen yanıltıcı algı uyandırabiliyorlar. Örneğin seçim öncesi bir TV programında, bölücü diye nitelendirdikleri bir STK nın bir el kitabının  kapağını göstererek içeriğine değinmeden izleyicileri  yanıltıcı tanıtım yaptılar. TV program sunucusu da el kitabında yazılanların doğruluğu üstüne Bulgaristanlı milletvekili adaylarına soru bile sormadı.

Bulgaristan da yaşadığı dönemde Türklere ve Müslümanlara zulüm eden totaliter rejime hizmet vermiş soydaşlardan bazılarının Türkiye’ye geldikten sonra da devlet görevlisi olabilmeleri aynı kişilerin STK’larda aktif rol almalarında önemli katkı sağlamaya devam ediliyor. Bu şahısların geçmişlerini araştırıp Türklüğe ihanet ettikleri belgelenmiş olanların tespiti bir an önce yapılmalıdır. Çünkü Bulgaristan’da Türklere ve Müslümanlara uygulanan asimilasyon süreci halen devam etmektedir. Bu sürecin Bulgaristan ayağı sözde Türk partisi HÖH’ dür, fakat Türkiye de ayağı ise hağla STK’larda görev yapan eski Bulgar istihbaratı ajanları ve BKP  elemanlarıdır. Unutulmamalıdır ki, 1968-78 yıllarındaki göçle gelen soydaşlarımızın bir çoğu Türklük açısından tamamen yıkanmış zihniyet taşıyor.

TTürkiye’de ikamet eden ve hala Bulgaristan da Türk ve Müslümanları eritici  zihniyete hizmet eden  bu kişilerin mumu söndürülmelidir.  Bu yapılmadıkça Bulgaristan’da son dönemde inşa edilen camilerin müzeye dönüştürüleceği gün yakındır. Tüm çabalarımıza karşın bugün de Türklüğünden utanmamaya devam edenlerin sayısı artmaktadır.

Artık Bulgaristan’da köylerde cenazeleri islami usule göre defin işlemleri yapanlar yalnız yaşlılar kalmıştır. Yeni neslin dini törelerimize uyma hevesi köreltilmiştir. Manevi hayatımızın yok olma tehlikesi hiçbir kurum ve kuruluş tarafından dile getirilmiyor.

Çocuklar için köylerde ve belediyelerde örgütlenen kuran kursları yakın takibe alınırken, katılımcı çocukların ailelerine farklı yöntemlerle baskı uygulanıyor.

Dolayısı ile Türklüğe her yönlü ihanet  probleminin çözümüne gidilirken önce Türkiye ayağındaki ateist işbirlikçilerden, özellikle de devlet memurlarından başlanması iyi olur.

Bulgaristan’daki son gelişmeler lehimize değildir. Politik ekonomik ve sosyal bunalım o denli derinleşmiş ki, demokrasi güneşinden, evro-atlantik yönelimden ve genel anti-komünizm ve anti-totaliter selden yıllar yılı korkan çökeltiler saklı kaldıkları yerlerden bu erken genel seçimde çok ufalanmış da olsa ortaya çıkabildiler. Parlamentoya giren 8 politik partinin bünyesinde ortaklık sözleşmeleriyle bağlanan 70 politik birim var.  Onları siyasete katan nesnel nedenler de büyük önem taşıyor. Doğal afetlerin, askeri fabrikalarda art arda meydana gelen ve 28 can alan patlamaların, yüzde 30’u bulan işsizliğin, fakirlik ve sefaletin nüfusun yüzde 40’ının belini bükmesiyle hareketlenmeye başlayan dip dalga içindeki pıhtılaşmış tortu anti Türk ve anti-İslam milliyetçiliğinin renkleriyle sivrildi. İlk belirtileri Baş Müftülük mal ve mülkünün iadesini baltalama eylemlerinde görülse de, soydaşların oy hakkını kısıtlama hortlamasında şiddetlenirken, Suriyeli savaş kaçaklarının sığınak istemesine karşı daha da  güç topladı.

Uzaktan bakıldığında Bulgaristan’da seçimler sakin ve sönük geçti. Fakat toplumun büyük sosyal patlamalara gebe olduğu her an her yerde hissediliyordu. Seçimden 2 gün sonra İhtiman şehri Çingene Mahallesi ile Petriç şehri Romları faizci, dolandırıcı, dayakçı ve uyuşturucu baronlarının eli sopalı saldırgan sürüleriyle kavga etti ve birkaç kurban verdi. Harmanlı Çingeneleri de başkaldırdı. Olay yerine gönderilen jandarma sayısı 500 artı 500 bin kişiyi buldu. Bulgar tarihinden en büyük ayaklanma olan Nisan 1876 İsyanına ancak 360 kişi katılmıştı. Bu mukayeseyi ani patlama olaylarının boyutlarına ve kitleselliğine işaret etmek için sunuyorum.

İngiliz “Ekonomist” gazetesi, Başbakan koltuğunda gözü olan ama tatlı naz yapan Boyko Borisov’un GERB partisini 8 kollu bir ahtapota benzetti. Ahtapotlar tuzlu suda ve derinlerde dolaşır. Gazete Bulgar bunalımına  “bataklık batmaya devam ediyor,” dedi. 84 milletvekili çıkaran ve hükümet kurma hakkını ilk elde eden GERB partisi Başkanı Borisov hakkında yerli gazetelerden “Presa” şöyle yazdı: Sağ olsaydı eski Yunan düşünürü Seneka şöyle derdi “Halk B. Borisov’a istediğini verdi, fakat o bunu istediğini henüz idrak edemiyor.”

Bu seçimler Bulgar halkının Bulgar politikacılardan daha zeki ve akıllı olduğunu gösterdi. Totaliter dönemin ana kalıtları olan ve kendilerini güncelleştirmeye çalışırken top sahasının bir sağında bir solunda koşan GERB ve Sosyalist Parti (BSP) “sol”, “sağ” ve sağ merkez” – “sol merkez” gibi laflarla seçim gargarası yapıyor. Totalitarizmden ve diktatörlüğün her biçiminden korkan ve demokratikleşme ve modernleşme isteyen Bulgar halkı tek partili iktidara başbakan olmak isteyen B. Borisov’a bu hakkı tanımadı.

Halkın zekâsı şu noktada da parladı: Ülkedeki sosyal, ekonomik, mali ve siyasi bunalımın açtığı hendeğin büyüklüğünü ve derinliğini çok iyi bilen seçmen iki yılda üç seçime “evet” dedi.  “Hendeği bir defada sıçrarım!” diyen üçlü sıçramacılara, “ha bakalım!” dedi. Halk hendeğin dibine ya sürünen ya da sıçrayınca havada basmaya yer arayanların indiğini iyi biliyordu. 121 sandalyeyi kimse kazanamadı.  Sonuçlara bakıldığında 8 partinin sekizi de halkın ayağına düştü.

Belirsizlik içinde hükümet kurma çabalarında bir de kötü tümör misali etki yapan kulis oyunları var. Görünümde küresel kapitalizm ufaldıkça ufalan BSP’ni bitirmeye hazırlanırken yeni kurban arıyor. GERB partisi Sofya hükümetini kiminle kurarsa kursun ülke batmaya devam edecek.  Bunu Başkan Lütfü Mestan’ın “muhalefete razıyız” sözlerinden de okuyoruz.

En olumlu çözümle bir hükümet kurulsa bile, düğüncünün pantolonu yamalı!

Bu işin içinde en kötü olansa kaynayan kazanda tortuyu toplayan eli kaşıklı bir ustabaşının olmamasıdır. Avrupa Birliği tortudan gelen politik “şahsiyetlerle” kurulan hükümeti ciddiye alır mı?

Olup bitende iyi tarafsa bu seçimde pıhtılaşmış çökeltinin hareketlenmesi ve gözle görülür şekilde havuzun aynasını kirletmesi oldu. Totaliter lekeler artık havuzun aynasında!

İsteyen temizler isteyen seyreder.

Reklamlar